Eşber

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

EŞHAS-I VAKA

Eşber: Keşmir meliki

Sumru: Eşber’in hemşiresi ve refika-ı hükûmeti

İskender: Hükümdar-ı meşhur

Rokzan: Dârâ’nın kızı. İskender’in namzedi

Aristo: Hakîm-i meşhur

Batlamyos:

Melyagros:

Parmenyon:

Kinos: İskender’in maiyyetindeki serdarlar Peridas:

Perdikas:

Amentas:

Stalkis, Kratros, Etalos, Ariston, Ekaryos, Protomahos, vesair ümera ve zabitan-ı İskender, leşger-i İskender, leşger-i Eşber, sâîler

TEMSÎL-İ KATİYE MUKADDİME

“Eşber”de

 
Yıldızları eyledim temâşâ:
Eş’âr ki Halık etmiş inşâ!
 

diyen İskender, Aristo’dan tarih-i üluhiyeti okumamış idi. Onun nezdinde cennet ve cehennem hayalleri dünyaya gelmemiş, şeytanlar, melekler doğmamış idiler. Bunlar, meşkuk-u-muzlim, Tevrat ile Zebûr’da yaşıyorlardı. Semâ-yı Mısr ile arz-ı Filistin miyanında düçâr-ı mukaseme ve muhasame olan kuvâ-yı ilahiye bu cihangirin mıntaka-i idrakine istila edememiş ve ordularına galip gelememiş idi.

Hıtta-i Mısriyye’nin bir kenarında (Bilmem ibka-yı nam eden mi demeli?..) on yedi günde bir şehir bina ederek ona kendi namını veren bu dâhiyenin mabudu da kendisi idi denilebilir ve onun cenneti baka, cehennemi fena ve zebanilerle melekleri zihnindeki düşmanlarla kalbindeki taife-i hasna olmak lazım gelir. Dârâ ile Eşber’de, Rokzan ile Sumru’da vâki’ olduğu gibi.

Her hâlde rub’ı meskûnun mesken-i asnâm-u-ev-sân olduğu ve insanların tamamıyla insan olmadığı zamanlarda “Eşber”deki İskender’in dediğim nâzilât-ı semâviyyeden bahsetmesi nâbemahal veyahut nâ-be-tarihtir. İskender bunları ihtimal ki mükâfât-umücâzât ve kabâhat-u-sabâhat mefhumlarını murat ederek yâd etmiş oluyor. Zaten bu işaret-i maneviyenin medlûl-i makulü de odur; ahiretinki istikbal demek olduğu gibi.

“Eşber” ibtida-yı emrde “Nazife” gibi bir perdelik bir facia idi. Merhum Namık Kemal evvela onu görmüş, pek beğenmiş, Horace’dan muktebes demiş; fakat galiba biraz muhtasar bulmuş idi.

Keşmir hükümdarı ile refika-i hükûmeti olan hemşiresinin taht-i inhisara aldıkları bu perde-i hamasete sormadan ilave-i müzahrafât edilmesi buna mübtenidir.

“Eşber”in en ruhlu yeri ve en canlı parçası bu perdedir; o da Horace’dan münakisdir; “Nesteren”, “Le Cid”den muktebes olduğu gibi.

Bu inikas ile iktibasın membalarına mealen ne kadar yakın veya uzak bulunduğunu yahut bu iki gölgenin sahiplerine mevzu itibarıyla ne dereceye kadar mümasil olduğunu kariîn-i kiram tayin buyursun. Ben o büyük Fransız şairine benzemek iddiasında değilim.

“Horace” ve “Le Cid” denilen bu “Corneille” hâilelerini sahnede görmedim. Onları Paris’te iken okumuş, “Nesteren”i orada yazmış, tabettirmiş, “Eşber”i ise Paris’ten avdette, mazul iken, İstanbul’da yazmış idim.

“Nesteren” Paris’teki memuriyetimin ilgasına alet olmuş idi. Londra’daki mevkimden infisale “Zeyneb” illet olduğu gibi. Bu iki eserin macera-yı garibi müessirin terceme-i-hâline girebilir; hissedâr-ı sernüviştidirler. Şerik-i sergüzeştidirler.

Merhum Kemal “Nesteren”den pek o kadar hazzetmemişti. Hece vezniyle tiyatroda muvaffak olunamayacağına onu delil göstermiş idi. Ancak benim muvaffak olmayışım o veznin kusuru addolunmaz. Bence, nazımdan ziyade nesre benzediğiyçün, vezn-i hecâ sahnede daha becâ görünür. Vezn-i hecâ ötmez; arûz ise nağme-serâdır. Operanın hakkı olan taganni bir mükaleme-i manzume demek olan gayr-i mensur facialar lisanına yakışmaz. Aruz veznini tercih edenler tiyatro şiirinde o veznin tannaniyyetini hissettirmemeli, Fâik Ali gibi yazabilmelidirler. Biraz daha tenkih ile diyeceğim ki aruz vezninde olsa da manzum bir tiyatro mensur okunabilmelidir; o büyük sanatkârın “Nedim” tiyatrosunda olduğu gibi.

Bundan birkaç nümune “Yâdgâr-ı Harb” oyununda vardır. “Liberte” ve “Nesteren” facialarında da, fakat hece vezninde olarak, nesre mukareneti gözetmiş idim. “Bâlâdan bir ses” neşîdesine gelince, ona ne manzum denilebilir, ne mensûr; hem mukaffadır, hem kafiyesiz. Gayr-i matbu’ olan “Cünûn-ı Aşk” tiyatrosunda bunun bir naziri görülecek olduğu gibi.

Eşber mukaddimesinde bunları yâd edişim şunun içindir ki Eşber bunlara benzemiyor. Ve eğer benzemiş olsa sahnede o kadar haykıramaz idi.

Recaizade merhum, merhum Kemal’in beğendiği “Eşber”i muakkad bulmuş ve cidden müteessif olmuş idi. “Nesteren”i pek haklı olarak tenkit etmiş, “Tezer”i çok sevmiş ve bugün nâm-u-nişânı kalmayan “Zeyneb”i ondan evvelki asarımın fevkinde görmüş idi. Validem eserini bizzat müellifin sair asarına tercih etmekte olduğu gibi.

Büyük bir sima-yı tarihî olan İskender’in karşısındaki şahs-ı Eşber ise bir mahluk-ı hayalidir. Son perdede oynayan bu hayal Eşber’den ziyade Horace’ın ve benden ziyade Corneille’indir. “Makber”le “Ölü”ye ve benim bu kadid eserlerimle rahmetli matemime hayat-ı taze veren Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin Beyefendilerin ıhyâkâr kalemleri olduğu gibi.

Viyana, 16 Ağustos 1922
ABDÜLHAK HAMİT

BİRİNCİ PERDE

Lâhur nevâhisinde bir mahal. Tenhalık. Gece.

BİRİNCİ MECLİS
İSKENDER, SONRA ARİSTO

İskender

 
Halketsem esirlerle leşger,
Mahveylesem ordularla asker,
Olsa bana, hep mülûk çâker;
Cinsince o iktidar münker.
 
 
                                Fevkimde uçar tuyûr-ı kemter!..
 
 
Âvâze-i dehr iken tanînim,
Gördüm ona deymiyor enînim;
Milletlere karşı âhenînim,
Bir âfete karşı nâzenînim.
 
 
                                Âfetse de ey İlâh, göster…1
 
 
Bilmem bana an mı, şan mı lâzım?..
Gülbün mü, ya kehkeşan mı lâzım?..
Âğûş-ı vefâ-nişan mı lâzım?..
Bir pençe-i hun-feşan mı lâzım?..
 
 
                                Cânan mı güzel, cihan mı hoşter?
 
 
Yâ ferş-i çemende zülf-i zerrîn,
Yâ taht-ı cihanda bûy-i nefrîn,
İşte melek, işte huld-i berrîn!..
Cennet mi güzel, melek mi şîrîn?..
 
 
                                Elbette biri ferâgat ister.
 
 
Gülşen gibidir cihan, süreksiz:
Bir gül koparılmıyor emeksiz.
Cennetse de neyleyim meleksiz!..
Bir fasl-ı bahâr olur çiçeksiz
 
 
                                Gülmezse bana o gonce-i ter.
 

Aristo

 
Bilmem ne bu ihtiyâr-ı halvet?..
 

İskender

 
Vay!.. Siz misiniz?.. Büyük mürüvvet!..
 

Aristo

 
Eş’âr okuyordunuz, işittim.
 

İskender

 
Birkaç gecedir ki âdet ettim;
Yıldızları eyledim temâşâ:
Eş’âr ki Hâlik etmiş inşâ!..
 

Aristo

 
Bir nazrada bin cihânı rü’yet;
Ya’nî bu da bir muvaffakiyyet!..
 

İskender

 
Ah kâşki ben ilâh olaydım!..
Hep bildiğimi hemen bulaydım.
Her yerde görüp o yârı elbet,
Her lâhza eder idim mahabbet!..
Hem etmek için mahabbet ibrâz,
Her şeyden onu ederdim ifrâz!..
 

Aristo

 
Şimdi dahi nezdinizde mevcûd.
 

İskender

 
Bir dür gibi kim denizde mevcûd!..
 

Aristo

 
Îzâha sezâ bu bir ifâde.
 

İskender

 
Ya’nî edemem ben istifâde.
Etmiş ne çıkar o, bahri mesken,
Zîb-i ser-i devletim değilken?..
Ol tâca bedel, misâl-i ehrâm,
Sevdâ ediyor serimde ârâm!..
 

Aristo

 
Tervîc-i meramı etti imâ.
 

İskender

 
Birleşmek için onunla ammâ
Lâzım geliyor hemen bu sâat
Şehrâh-ı azimetimde ric’at.
Pencâb ile sûrgâh-ı Lâhûr.
Keşmîr-i azîm, o şehr-i meşhûr,
Eşber’de bulunmak üzre mahzâ,
Vaz’eyleyecek nikâha imza.
 

Aristo

 
Şâyeste-i bâğınız değil bu,
Pek sert esiyor o bâd-ı hoş-bû!..
Galib gelecek kavîye hasnâ:
Lafz eyliyecek meali ifnâ!..
Dûr etmek için uyûnu ferden,
Mehcûr edecek sizi zaferden!..
 

İskender

 
Bilcümle mahâsini cihânın
Hükmünde o hüsn-i bî-bahânın.
Kim olsa bugün o mihre mâlik
Olmüş sayılır sipihre mâlik!..
Dünyâmı benim o bir ferişte,
Benzetmeğe muktedir behişte!..
 

Aristo

 
İskender onu cehennem etsin!..
Tûfân-ı belâyı şebnem etsin!..
İskender o şâh-ı âlem-ârâ,
Kisrâlara etmiyen müdârâ;
Ömründe, değil debîr-ü-kâhin,
Asnâma da olmıyan müdâhin;
Sahrâyı şebîh edip mesîle,
Deryâ kuşanan talîasiyle;
Ebrûsu ederken, olsa pür-çîn,
Ehramın içinde asrı tescîn;
Şemşîri kılarken, etse îmâ,
Çin’i, Efgan-u-Hind’i yağmâ;
Mâzîyi iâde, hâli ibka;
Müstakbel-i dehre sür’at ilka;
Gülzârın içinde, misl-i nisvân,
Mutadı olup da meyl-i elvan
Izhâr ile iktitâfa rağbet,
Bir gonce için eğilmez elbet.
 

İskender

 
 
Bence onu çiğnemek de bir zül!..
 

Aristo

 
Dehşetli olurdu ol tenezzül,
Merrîh iniyor gibi felekten.
 

İskender

 
Rü’yâlarıma giren melekten
Hiç farkı yok âh o dilrübânın!..
 

Aristo

 
Dilbürdesi olmayın sabânın;
Aslı aranırsa bir havâdır.
 

İskender

 
Tazyîk-i nefes de nârevâdır.
 

Aristo

 
Zaptetmeyiniz o halde şehri.
İhsân ediniz dilerse dehri!..
 

İskender

 
Peyveste değil mi aşka ilmi?..2
Rastû bu sözümle münfail mi?..
 

Aristo

 
Dehre sarılan bir öyle ejder
Âğûş-ı nigâra mı mukadder?..
Gördüm sizi, nûra kail oldum;
Zulmet gibi belki zâil oldum.
Baktım size, Hakk’a tâat ettim;
Var olduğuna kanâat ettim.
 

İskender

 
Ancak bana en küçük o mevcûd
Oldu bu büyük cihanda mescûd.
 

Aristo

 
Her şeyde olan o yolda mu’ciz;
Bir duhtere karşı böyle âciz!..
Merdân-ı veğa görür mü şâyân,
İskender’i de bulursa giryân?..
Ben ilmini eyledimse tezyîd,
Etmişti o da zekâmı te’yid.
Her ibreti sûretinden aldım;
Her hikmeti sîretinden aldım.
Bir hikmet-i evvel oldu zâti;
Hallâka muhavvel oldu zâti.
Çeşmim erişince ol cemâle,
Aklım güzer eyledi kemâle:
Bir vech-i Hudâ-nümâya düştü;
Gûya ki zemin semâya düştü.
Olsun mu o hüsn-i nîm-zinde
Mihrâb o kemâle yeryüzünde?..
 

İskender

(latife ile)

 
Olsun, dilerim, cihanda dâim,
Hûbân-ı cihan benimle kaim.
Ya’nî dilerim ki olduğum yer,
Fermânım içinde lâ-yuğayyer
Kevkebler ile muhât-u-mazbût,
Sükkân-ı bürûc-ı arşa mağbût;
Her sûret ile behişte benzer;
Sîmin suları, türâbı pür-zer;
Hem hâkte, hem semâda hâzır,
Bir yer ola kâinata nâzır.
 

Aristo

 
Her semtine müştemil nigâhın,
Dönsün de, Olimp’e ceyşgâhın.3
 

İskender

(ciddi)

 
Dönse bu cihan, misâl-i dûlâb,
Her hâdise olsa ayn-i seylâb,
Ben bir kayayım ki duymam aslâ!..
Tûfan yaparım ben ondan a’lâ!..
Günler doğurur benim leyâlim!..
Yıldızlar içindedir hayâlim!..
Yerlerde olup da ıztırarî.
Bir kızda bulur mu hiç karârı?..4
 

Aristo

 
İskender’i şimdi gördüm işte!..
Bir gözle bakar o hûb-u-zişte.
 

İskender

 
Ecrâm-ı sipihr hep sökülse,
Leşger leşger melek dökülse,
Hüsn olsa yesâr ile yeminim
Olmaz bana sedd-i râh, eminim.
 

Aristo

 
Eşber’le sefer demek mukarrer.
 

İskender

 
Dilberle zafer demek mukarrer.
 

Aristo

 
Bir öyle büyük gönülde sevdâ
Gaybûbet eder, kim etse ihdâ.
Nisvâna yarar mı burc-u-bârû?..
Âteş içine girer mi Sumrû?..
 

İskender

 
Bir berk ile bir perî-i dilber,
Kaim ya sehâbda berâber.
 

Aristo

 
Birlikte ederse de ikamet,
Yoktur o ferişteden alâmet.
Ancak yine berkdir nümâyân,
Cismi meleğin ademle siyyân.5
 

İskender

 
Hakkın var Aristo, ettim ikrâr.
 

Aristo

 
Lâzım da değil bu sözde ısrâr.
Hüsniyle nişanlınız zebanzed:
Bahşâyiş-i pâk-i Rabb-i Îzed…
 
PERDE

BİRİNCİ PERDEYE İLAVE-Î ÜLÂ

Yine Lâhur havalisinden bir mevki. Tenha. Seher.

BİRİNCİ MECLİS

Rokzan

(yalnız)

 
Bir âleme eyledik ki rıhlet,
Mevcûduna münkalibti vuslet;
Hem var idi, hem de yoktu mühlet,
Cânân idi serbeser o hâlet,
 
 
                                Şâyeste desem: Cihân-ı dîdâr…
 
 
Ahterler ederdi zîr-ü-bâlâ,
Efkârımı âsmâna i’lâ;
Bir leyle idi aliyy-ül-a’lâ,
Alem dolu mahşer-i muallâ,
 
 
                                Her şey oluyor idi bedîdâr.
 
 
Âzâde rüsûm-ı encümenden,
Olmuştu nişîmenim çemenden;
Bir bistere yatmışım semenden,
Meş’al baş ucumda yâsemenden,
 
 
                                Rü’yâda idim, velîk bîdâr.
 
 
Mânende-i kisvet-i tezevvüc,
Baktım çemen oldu pür-temevvüc;
Envâr ile kûh edip tetevvüc,
Gündüz diye eyledim tehevvüc,6
 
 
                                Kılmakta idim teveccüh-i dâr.
 
 
Hemreng-i şafak, ferîh-ü-şâdân,
Bir burca müşâbih oldu büldân;
Sandım ki o burca düştü, handân,
Nûr-i nazar-ı Cenâb-ı Yezdân…7
 
 
                                Gelmiş yanıma meğerse dildâr!..
 
 
Mehtâbda ol ferişte-peyker
Bir nûrun içinde nûr-ı-dîger.
Zerdüşt demek beni esirger,
Dünyâyı yakardı ol sitemger.
 
 
                                Te’sîri olaydı nûru mikdâr!..
 
 
İşküfte-i nâz idi dehânı,
Bir gönce gibi; fakat nihânî.
Baktım yine öyle nâgehânî,
Gayb oldu o âlih-i cihânî;
 
 
                                Çıktı başıma buhâr-ı ekdâr.
 
 
Deryây-ı gumûm cûş-ber-cûş.
Dünyâları eyledim ferâmûş.
Mecnun gibi ben meğerse bîhûş,
Ol âfeti etmişim der-âğûş,
 
 
                                Rûhum bile olmamış haberdâr!..
 
 
Bilmem ikimiz de bir dumanda.
Uçmakta idik mi âsmanda?..
Kaldım mütehayyiren gümanda;
Mevlâmı unuttum ol zamanda,
 
 
                                Cân-u-dilim oldu vakf-ı dîdâr.
 
 
Birden o dahî teğayyür etti,
Fûlâdını âteşim eritti.
Reng-i rukhu, gördüm, uçtu, gitti;
Hüsnü kalarak vücûdu bitti:
 
 
                                Meh gaib u tâbişi nümûdâr!..
 
 
Mehtâb idi, sanki nîm-mehtâb;
Tâbende idi o, hem de bîtâb…
Bîtâb o kadar ki germ-i şebtâb.
Öptüm heyecanla etti pertâb,
 
 
                                Hâbîde imiş o rûh-ı bîdâr!..
 
 
Kızdı, utanıp acâib oldu;
Izhâr-ı cemâle tâib oldu.
Sandım ki şeb-i Regaib oldu.8
Geysûsu içinde gaib oldu;
                   Lâyıktı beni lalaydı berdâr!9
 

BİRİNCİ PERDEYE İLAVE-İ SÂNİYE

Yine o civarda bir tenhâyîgâh-ı dilnişîn. Seher.

MECLİS-İ EVVEL SUMRU, SONRA ROKZAN

Sumru

 
Âheste revan nesîm-i gülbîz,
Asvâtı da eylemezdi tehzîz;
Hâmûş idi nâle-î seher-hîz.
Bir sohbet idi sükûnet-engîz,
 
 
                                Hoş yatmışıdık çemende bî-hâb!..
 
 
Çökmüştü havâya reng-i sünbül,
Her gonce verirdi neş’e-i mül,
Girmiş idi cûybâra bülbül.
Sandım ki eder tebessüm ol gül,
 
 
                                Vurmuş yüzüne meğerse mehtâb!..
 
 
Bir feyz-i latîfi varki, bilmem!..
Çeşmimden akan sirişk-i pür-sem,
Vechinde dururdu ayn-i şebnem;
Leb-beste iken o şûh-ı gülfem,
 
 
                                Dendânı olurdu dürr-i nâyâb.
 
 
Geçmezdi o gönce gülşeninden,
Hoşnûd idi ya’ni meskeninden;
Rengâver idi nişîmeninden,
Etmezdi güzâr gerdeninden,
 
 
                                La’linde dururdu bâde-î nâb.
 
 
Hem âlemi fêth matlebinde,
Hem nâzik o rütbe meşrebinde;
Kim nısfı kalır iken lebinde,
Bir nısfı da zîr-i gabgabinde,
 
 
                                Yek cür’a ile düşerdi bîtâb!..
 
 
Oldukça karîb-i bezm-i işret,
Ruhsârını setr ederdi humret;
San humret ederdi kesb-i sûret;
Çeşmâne gelüb nıkâb-ı hayret,
 
 
                                Görmezdi o nâzenîni ahbâb.
 
 
Meyden kızarıp o vech-i mahzûn,
Gûyâ ki olur hicâbı efzûn.
Arz eyler, edüp onunla meşhûn,
Mînây-ı tehîyi câm-ı gülgûn:
 
 
                                Bir bûse demek o ayn-i nûşâb.
 
 
Gülbûse-i iltifâtı gûyâ
Ol sûret ile ederdi îmâ;
Ben de buna karşı, bi-mehâbâ,
Kılmakla peyâpey arz-ı sahbâ
 
 
                                Sûz-i dilimi ederdim işrâb.
 
 
Ol şâh-ı cihanı Zât-i Yezdân10
Kılmış bu cihanda şâh-ı hûbân;
Vîrân-ı celâli hüsn-i Îrân,
Nâlan gazabiyle mülk-i Efgan,
 
 
                                Kalsa nola pençesinde Pencâb?..
 
 
Vechi görünürdü ahterinde;
İklîl idi kevkebi serinde;
Bahtı yazılıydı efserinde;
Zâhirdi cemâl her yerinde,
 
 
                                Esyâda misâl-i Rabb-ül-erbâb.
 
 
Ben hemdem idim o mehle bir şeb;
Olmuşdum o nûr ile lebâleb;
Gelmişdi vücûda rûh-ı matleb;
Hurşîd idi tâli’imde kevkeb.
 
 
                                Mehtâb idi âleminde şebtâb!..
 
 
Ol şû’le-i dilfirîbi gûyâ
Kesb etmeğe serbeser müheyyâ,
Nâzır duruyordu cümle eşyâ
Olmuşdu bana rakîb dünyâ,
 
 
                                İskender idi ne lâzım ıtnâb!..
 

Rokzan

 

(hod-be-hod)

 
Dikkatde devâmı ol cemâle
Bahşetmede kuvvet ihtimâle!..
Bir gün edecek bu bî-necâbet
Rokzân’a da gaalibâ rekaabetî…
Mevki’leri âşıkaane mevki’,
-Ma’şûkaane desem de vâkı’-
Olmuş idiler çemende hemdem!..
Eyler mi buna tahammül âdem?..
İşte yine, kim bilir, ne bekler?..
Mev’idleri hep de böyle yerler!..
Bilmem ki ne var miyanlarında?..
Hiç kimse de yokdu yanlarında!..
Fikri ile zâhır oldu gayret,
Elbette değişmeli bu sûret!..
Nâkıs mı ya bende şân ile ân!..
Ben, bak, çekemem bu hâli bir ân!..
Elbette bozulmalı bu ülfet,
Mutlak beni sevmeli o âfet!..
İllâ ederim cihânı sûzân.
 

(Sumru’ya takarrub ederek)

 
Dilber Melikem, nedir bu?..
 

Sumru

(mütelâşiyâne)

 
Rokzan…
 

Rokzan

 
Tenhâ tenhâ nedir bu âlem?..
 

Sumru

 
Zannım sana vâsıl oldu nâlem.
 

Rokzan

 
Bir şi’r idi duyduğum, musaffâ.
 

Sumru

 
Bir âh idi ettiğim, mukaffâ.
 

Rokzan

 
Kimdir acaba sebeb o âha?..
 

Sumru

 
Esbabını sormalı ilâha!..
 

Rokzan

 
Hükmünde iken bütün halâyık,
Bir âliheye keder ne lâyık?.,
Emretse ferişte-i fusûle
Bin subh-ı safâ gelir husûle.
Hurşîd-i emel olub şitâbân,
Eyyamınızı ederdi tâbân.
 

Sumru

 
Sevdası beni, olunca kısmet,
İshak gibi etdi vakf-ı zulmet.
İshak gibi derdimi edip yâd,
Kılmak için inzivâda feryâd,
Her şeyde sükûta mâil oldum;
Âhımla zevâle kaail oldum.
Ârâmgehim nihâl-i zeytûn.
Dîdâr-ı latîf-i sulha meftûn.11
 

Rokzan

 
Yenmiş sizi hasmınız emeksiz.
Teslîm olacaksınız demek siz.
 

Sumru

 
Yenmiş beni âh o tâ ezelden,
Azminde sipihr-i lem-yezelden!..
Nâhîd-i kazâda kısmet olmuş,
Gûyâ o zaman bu ay tutulmuş!..
 

Rokzan

(biraz hazm ile)

 
Mahzun yüzünüz o mâh-ı muğber!..
Vâkıf mı bu sûz-i kalbe Eşber?..
Nâmûsunu etmeyin ferâmûş.
Eyler onu hûnunuzla hâmûş!..
 

Sumru

 
İşte o zaman kopar kıyâmet!..
Hep doğduğuna eder nedâmet.
Deryâ gibi cûş eder de kanlar,
Âlemler olur batup çıkanlar.
İskender olur da âhız-i sâr.
Kalmaz bu cihanda Hind’den âsâr.
Lâyık şu ki arzedüp uhuvvet,
Olsun o da nâil-î fütüvvet.
 

Rokzan

(hiddetlice)

 
Eyler mi hiç ol dilîr-i meşhûr,
Bir nefsi içün fedây-ı cumhûr?..
Hemşîresi de bu yolda hattâ
Elbette olur onunla hemtâ.
Ma’şukuna olmak üzere mâlik,
Olmaz o reh-i sakîme sâlik.
Gösterdiği sûziş olsa müşted
Hem hâin olur o, hem de mürted!..
 

Sumru

 
Meyl etdi benim gibi garîbe;
Meş’al o ziyây-ı dilfirîbe,
Tâ haşre kadar yanar bu gözler.
 

Rokzan

 
Hayrân ediyor beni bu sözler.
Sevdâ gibi ahdiniz süreksiz;
Şâyeste sayılsanız yüreksiz.
Mülkü edecek olursa teshîr,
Etmekle onu yolunda te’hîr,
Harb etmek idi merâm-ı aksâ;
Ahdeyledinizdi siz; hususâ
İskender’e ben haber götürdüm!..
 

Sumru

 
Peyman ne demek?.. O Şâhı gördüm.
Meze oldu içimde küfr-ü-îmân;
Birleşdi gözümde derd-ü-dermân!..
 

Rokzan

(Birdenbire parlayarak)

 
Öyleyse gebermedir vazîfen!..
Birleşmiş olur döşekle medfen.
 

Sumru

(mütehayyir ve mütehevvir)

 
Şiddet neden eyliyor ya neş’et?..
Haddin mi senin bu yolda cür’et?..
Sen kim oluyorsun?..
 

Rokzan

(mütemeddih)

 
                                                    Aslı kisrâ,
Hemşîre-i hâkim-i Buhârâ,
Meydân-ı kıtalden girîzân,
Dârâ kızıyım, adım da Rokzân.
 

Sumru

 
Sen mi?..
 

Rokzan

 
Kulunuz!..
 

Sumru

 
Benim nedîmem?..
 

Rokzan

 
Sultân idi künye-î kadîmem;
Sultân olacak yine karîben!..
Senden hele çok şerefliyim ben.
Gülşende misâl-i nûr-i hurşîd,
Mastûr yüzümde nâm-ı Cemşîd!..
 

Sumru

 
Cemşîd kızı, aman… Ne dersin?..
 

Rokzan

 
Yâ duhter-i rez mi zannedersin?..
 

Sumru

 
Anlat bu ne devr-i istihâle?..
Bâis ne bu inkılâb-ı hâle?..
Kasdın ne idi mücâveretden,
Keşmîre kadar muhâceretden?..
Hem terk-i vatanla azm-i gurbet,
Hem sonra bizimle kesb-i nisbet?..
Bir câriyeyim deyüp mukaddem,
Hidmetle sarâyımızda ber dem.
İhrâz-ı nigâh-ı mahremiyyet,
Ibrâz-ı vazîfe-i hamiyyet
Her şeyde bize itâaten ram,
Her yerde bizimle seyr-ü-ârâm;
Hicrân-u-vusâlde hem-efkâr,
Ma’şûku bizimle yâd-u-tezkâr;
Bizden ederek bu gün şikâyet,
Dârâ kızıyım demek nihâyet!..
Evvel ne idi?.. Nedir bu ikrâr?..
Anlat bize; etme ketm-i esrar.
 

Rokzan

 
Vaktâ ki – Ayas – da çeng-ber-çeng,
Kisrâ ile Kaysar etdiler ceng,
İfrît-i şafak likaay-ı heycâ
İskender’i etdi pây-bercâ;
Hicran ile ayrılıp pederden,
Rehyâb-ı firâr idim kederden.
Bilmem ki neye müşâbehetde.
Gavgaa oluyordu her cihetde!..
Sahra sahra tebâüd etdim,
Âhû gibi hep Hatâya gitdim.
Almışdı reh-î firân sayyâd,
Dağdan, dereden gelirdi feryâd!..
Zulmet gibi serbeser suvâri,
Tutmuştu cüyûşu her civâri.
Fersah fersah koşub uzaldım,
Ancak yine içlerinde kaldım!..
İskender, o peyker-î sitemkâr,
Ol dâirenin içinde peykâr.
Kaysar idi Rûm’a, Çin’e Hâkaan;12
Kisrâ idi Fürse, Mısra sultân.
Han şimdi ve sonra Sardanappâl;
Fir’âvn bugün, yarın da Çipâl.
Sevk eyler idi e sâhib-i nâm,
Îrân’a lehîb, Rûm’a asnâm;
Tûrâna galâ ve Türk’e sarsar,
Elgaana veba ve Rûm’a Kaysar!..
Âteşgedeler onun yüzünden,
Bî-fark idi meyyitin gözünden.
Âvâzesini edince idhâl,
Lerzân olarak düşerdi tebhâl.
Gâhî nazarım medîd olurdu;
Mâzî dönerek bedîd olurdu.
Ben vakt-i seher kıyâs ederdim
Gün doğdu deyüp yürür, giderdim.
 
11 Burada te’lih ettiği Jüpiter’dir.
22 Bu mısranın başındaki “Rastû” kelimesi, “Aristo” isminin en çok şiirde kullanılan kısaltma şeklidir.
33 Olimp (Olympe): Makedonya ile Tesalya arasında bir dağ ki Yunan-ı kadîmin efsanelerinde ilahların ikametgâhı idi.
44 Bu beyit eskiden kullanılan göz kafiyesine göre takfiye edilmiştir.
55 Eski yazıdaki ilk tabının bu noktasına Hamit’in sonradan yazdığı satırlar: “Bulutlarda şimşek de, melek de beraber farzolunmakta ise de daima şimşek görünür de melek görünmez demek olacak.”
66 “Tehevvüç” yerine “teheyyüc” denebilirdi. A. H.
77 “Yezdân” dediği Zerdüşt’tür. A. H.
88 Burada “Şeb-i- Regaib”in “Meserret gecesi” manasına istimali tecviz olundu. A.H.
99 İskender’in saçlarının uzun olduğuna işarettir. A. H.
1010 Yezdan dediği Brahma’dır. A. H.
1111 Zeytun Avrupalılarca min-el-kadîm sulh-u- müsâlemetin remz-u- alametidir (Tâbi’).
1212 İskender Çin’e gitmediyse de tebaası kendisine hakan unvanını da vermişlerdi. A.H.
Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?