Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Samet Vurgun»

Font:

ÖN SÖZ

 
Milletine vurgun, milletine pervanedir
Hamiyetperverdir Vurgun, ona perva nedir?
 

Belli ki, uzun uzun yaşamaktan daha fazla, rahatından daha fazla düşündüğü bir vazife üstlenen, bu uğurda her türlü azaba ve sıkıntıya katlanmaya razı olan, yapması gerektiğine inandıklarını yaparak huzur bulan, derman olması gerektiğine ve olacağına inandığı dertleri göğüslemekten imtina etmeyen, derdini derman gören bir adam Samet Vurgun. Bir kere ne istediğine ve ne eylemesi gerektiğine karar vermiş, gayrı ne eylemişse onun için eylemiş.

Kendini bilmiş, hasmını bilmiş ve şartları bilmiş besbelli. Milletini sevmiş ve milleti için söylemesi gerekenleri söylemeyi, susması gerektiği vakit susmayı vazife bellemiş. Vazifesi için mücadele ederken attığı her adımda, her eylediğinde yüreği ile beraber olduğunu söylemiş: Hep yürekten eylemiş, ama hiç gönülsüz eylememiş. Gönlüyle birlikte olmuş her daim. Gönlü bir olmuş, şeksiz olmuş, yalandan, riyadan uzak olmuş.

Devletsiz kalan milletine töresini anlatmış. Töresi olanın ili olur elbet demiş milletine. Değerlerine sahip çıkarsa, inancını yitirmezse şayet, ili olacaktır bir gün yine. İl için dil gerektir, dil için söz gerektir, söz için gönül gerektir demiş ve gönülden en güzel sözleri söylemiş. İlinin dili olmuş Samet Vurgun.

Erken olmuş, olgunlaşmış, milletine lâzım olanı söylemek için hem de çok güzel söylemiş sözlerini. Milletine, hak ettiğini ve istediğini görsün diye vakfetmiş kendini. Erken ölmüş, milletinin gördüklerini göremeden.

Kara günler görmeyen, kapkaranlık şartlarda aydınlığın hayaliyle ömür sürmeyen, özgürlüğün tadını bir dem tadabilmek için hayatını vakfetmeyen, devleti için milleti için her çetinliğe göğüs germeyen, ilinin vurgunu olup diline gönül vermeyen, Samet Vurgun’u anlamaz elbet. Işıl ışıl parlayan mekânlarda, şatafatlı hayat yaşayanlar anlamaz onu. Bırakınız devlet ve millet için hayatını vakfetmeyi, devletinin ve milletinin varlığını, özgürlüğünü, bağımsızlığını idrak etmeden, vakıf kurup devletinden ve milletinden faydalananlar onu anlamaz.

Milleti karanlıktan kurtarmak için mum olup yanan Samet Vurgun’u, aydınlığı fişe bağlı sananlar anlamaz. Fişin kimde olduğunu, ışığın nereden geldiğini ve kimin verdiğini bilmeyen, fişi çekildiğinde karanlığa gömüleceğini anlamayanlar elbette Samet Vurgun’u anlamaz.

Fedakâr olan, varını feda eden yoklukta değildir. Bahşişle hayatta kalanlar, bahşedilmiş olanı özgürlük deyip alanlar, sahip olmak için feda etmeyi, feda edeni, Samet Vurgun’u istese de anlayamaz. Anlamaz ki, anlatsın. Anlatmak için anlamak gerekir. Anlamak için evvelâ anlaşılacak olandan ve onun hâlinden bilmek, hatta onun düşündüklerini, neden öyle düşündüğünü, yapmaya çalıştıklarını ve yaptıklarını bilmek gerekir.

Bir bilen anlatmış Samet Vurgun’u bu eserde. Bildiğini, eylediğini, gayretini, feda ettiğini, fedakârlığını, karanlığı ve kara günleri yaşadığını bildiğimiz, şahitlik ettiğimiz, milletine, milletinin değerlerine, milletinin birliğine ve dirliğine gönül vermiş, iline vurgun bir adam anlatmış Samet Vurgun’u, onun kutlu yolunu, yolculuğunu.

Kutlu olsun!

Prof. Dr. Muhammet Savaş KAFKASYALI

AÇIKLAMA

Günümüz Azerbaycan Türkçesinde Türkiye Türkçesinden farklı olarak üç harf fazla kullanılmaktadır:

Biri hırıltılı “h” harfidir ve “x” harfi ile yazılmaktadır.

İkincisi kalın “g” harfidir. Bu ses de “q” harfi ile yazılmaktadır.

Üçüncüsü ise açık “e” sesidir. Türkiye Türkçesinde açık ve kapalı “e” sesleri “e” şeklinde yazılmaktadır. Azerbaycan Türkçesinde ise kapalı “e” sesi “e” şeklinde, açık “e” sesi ise “ə” harfi ile yazılmaktadır.

Bir şema ile gösterecek olursak:


Maksadımız, Azerbaycan Türkçesi metinlerini tabii hâliyle ve bugün kullandıkları alfabe ile sunmaktır.

AZƏRBAYCAN
 
Çox keçmişǝm bu dağlardan,
Durna gözlü bulaqlardan;
Eşitmişǝm uzaqlardan
Sakit axan arazları;
Sınamışam dostu, yarı…
 

Metinlerde geçen ve Türkiye Türkçesinde farklı anlamlara gelen yalancı eşdeğer özelliği gösteren kelimelerle ilgili açıklamalar metin altı dipnotlarda verilmiştir.

* * *

1. Millî Şair Samet Vurgun

21 Mart 1906’da Azerbaycan’ın Kazak şehrinin Yukarı Salahlı köyünde dünyaya geldi. Babası Yusuf Ağa ve annesi Mahbube Hanım yerli asilzade Vekiloğulları (Vekilovlar) soyundandır. Altı yaşında annesini kaybetti. Anneannesi Ayşe Hanım’ın himayesinde kaldı. İlköğrenime köy mektebinde başladı. Aynı zamanda köyde Müderris Hacı Yusuf Efendi’den Kur’an dersleri aldı. Okulu bitirmek üzereyken 1917 Bolşevik İhtilâli oldu.

Yüz yıldır Çarlık Rusya’sının hâkimiyeti altında bulunan Azerbaycan’da bağımsızlık mücadelesi hız kazandı. Büyük engellemelere rağmen Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu (28 Mayıs 1918).

Lenin, Kafkasya Cephesi Devrim Konseyine gönderdiği telgraf emrinde Bakü’nün kesinlikle ele geçirilmesi gerektiğini emretti. Bir yandan Kızıl Ordu hazırlık yaparken bir yandan da Bakü, Gence, Şeki’de terör eylemleri başlatıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı Anadolu’da ve Kafkas cephelerinde Rusların safında savaşan Taşnak militanları silahlandırılıp seferber edildi. Batılı devletlerin de desteği ile Ermeniler Bakü’de katliam yapmaya başladı. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin yardım talebi üzerine Kafkas İslâm Ordusu, Bakü’ye ulaşıp katliamları durdurdu. Hükûmetin başkenti Gence’den Bakü’ye taşındı. Hükûmet ilk icraat olarak 5 bin manat ödenek ayırarak Gürcistan’ın Gori şehrinde hizmet veren Zagafqazya Muallimler Semineryası’nın Azerbaycan şubesini Kazak şehrine taşıttı. Başından beri bu meselenin takipçisi olan Feridun Bey Köçerli müdürlük görevine getirildi. Aynı yıl (1918) köy mektebini yeni bitiren Samet’in ailesi de Kazak şehrine yerleşti. Samet ve ondan dört yaş büyük kardeşi Mehdihan Vekilov Kazak Semineryasının ilk öğrencilerinden oldular.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti iki yılını tamamlamadan Kızıl Ordu Azerbaycan’ı işgal etti. Osmanlı coğrafyasının muhtelif şehirlerinden kaçıp gelen Ermeni teröristler ile yıllardır Taşnak Ermeni örgütünde görev yapan militanların eşkıya elbiseleri çıkartılıp resmi elbiseler giydirilerek Sovyet Azerbaycan’ının güvenlik ve idari makamlarına getirildi. İstihbarattan emniyete, mahkemelerden hapishanelere kadar en önemli makamlar Ermeniler ile bolşeviklere teslim edildi. Devletin gücünü istismar eden bu ekip devletin bütün ekipmanlarını kullanarak Azerbaycan Türklüğünü sindirmeye başladı. Kazak kadısından köy imamlarına, Çarlık Dönemi memurlarından Cumhuriyet kadrolarına, generallerden yazar, şair, gazetecilere kadar nüfuzlu aydınların ekserisi öldürülüp geri kalanı sürgüne gönderildi.

Okul Müdürü Feridun Bey’in bu çalışmalarını hazmedemeyen yerli Bolşevikler, Sovyet karşıtı Mayıs 1920 Gence İsyanı'nı bahane ederek onu öğrencilerin gözü önünde okuldan alıp elini, kolunu bağlayarak trenle Gence’ye götürüp kurşuna dizdiler (Qasımlı, 2015: 48).

Bu arada Azerbaycan’ın iç karışıklığını fırsat bilen Gürcüler, Azerbaycan’ın sınır köylerini işgal edip yağmaladı. Onlarca Kent Muhafaza elemanını öldürdüler. Şıhlı, Muğanlı, Sarıvelli köylerinin halkı, Gürcü çetelerinin saldırıları sebebiyle köylerini terk edip Yukarı Salahlı koruluklarına, Poylu ve Akstafa fundalıklarına çekildiler. Kışı oralarda geçirdiler.

Baharın ilk ayında Gürcistan’ı Sovyetleştirmek için Kızıl Ordu harekete geçti. Bu hareket sırasında görevleri köylerini, obalarını korumak olan onlarca köy muhafaza milisini öldürdüler. (Bu saldırıda şehit edilenlerden biri de müellifin dedesi Kent Muhafaza Birliği reisi Bayramoğlu Mehemmed Şıhlı olmuştur. Yukarı Salahlı’nın güney koruluğunda toplanan köy halkının korumalığını yaparken kılıç darbesiyle şehit edilmiş vasiyeti üzerine şehit edildiği yerin yakınındaki tepenin üzerine defnedilmiştir.)

Tabii ki ki Kızıl Ordu’nun işgalinden sonra yönetimi ele geçiren Bolşeviklerin, Sovyet rejimini hâkim kılmak adına devlet terörü estirdiği, şiddetin, katliamın, gasp ve sürgünlerin kol gezdiği bir ortamda semineryanın öğrencileri öğrenim görmüşlerdir. Bu yaşananlar hepsinin şuuraltına acı hatıralar olarak yerleşmiştir. Samet Vurgun’un ruhunda ve sınık gönlünde yer tutan bu travmatik hadiseler zaman zaman şiirlerinde kendini göstermiştir. Mikâyıl Refili’nin “Nǝşǝdir yaşamaq, nǝşǝdir hǝyat!” şiirine tepki olarak 1930’da kaleme aldığı “Mektub” adlı şiirinde bunun tezahürünü görebiliyoruz.

 

Görmǝdin meşin jakǝtli
rus işçisinin qızıl
Güllǝsini,
O top, tüfǝng sǝsini.
Görmǝdin sǝn,
Açlığından dişlǝri kilidlǝnǝn
Qatar-qatar
Bölük-bölük,
Yığın-yığın canları,
Fǝdakar insanları;
Sǝn görmǝdin o ili,
Görmǝdin, Rǝfili!
 

Vurgun, seminerya yıllarında Azerbaycan Türk şairlerinden Vakıf, Vidadi, Zakir, Sabir; Rus ediplerinden Puşkin, Lermontov; Türkiye Türk ediplerinden Namık Kemal, Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Mehmet Emin’in eserleriyle tanışmıştır. Şiirlerinde ve yazılarında bu şairlerden bahsetmeştir. Hatta Tevfik Fikret için “Fikretin Resmi Önünde” adlı bir de şiir yazmıştır.

1922 yılında yegâne sığınacak dalı olan babasını ertesi yıl da anneannesini kaybeder. Kederi katmerleşir.

* * *

Kazak şehri tarihî süreç içerisinde Azerbaycan Türklerinin, aynı zamanda Kafkasya’nın ilim, sanat, edebiyat, fikir ocağı olmuştur. Burada millî ruh her zaman varlığını canlı tutmuştur. Rus Çarlığının daima dikkat merkezinde tutulan bu şehri, Sovyetler Birliği döneminde de Moskova için zapturapt altına alınması gereken öncelikli merkezlerden biri sayılmıştır. Başka bir ifade ile Çarlık Dönemi’nde olduğu gibi Sovyetler Birliği Dönemi’nde de işgal güçleri, pençelerini bölgenin yakasından çekmemiştir.

Bolşevik İhtilali'ni müteakip Halk Dâhili İşler Komisserliği (NKVD) Kazak Şubesi yönetimine getirilen ve hepsi gayri-Türk olan yoldan tutma yöneticiler bölgeyi toplama kampına, sürgün istasyonuna çevirdi. Mazlumların feryadı, kan kokusu şehrin havasından eksik olmadı. Kür Nehri yıllarca Gemi Kaya’da öldürülüp atılan mazlumların cesetlerini taşıdı, geceler NKVD cellatlarının ıssız derelerde kurşuna dizdikleri, yabanî hayvanlara, kurda kuşa yem olanlar da az değildi.

Kazak Muallimler Semineryası’nı bitirdikten (1924) sonra Kazak’ın II. Şıhlı köyünde sonra Köçesger, Gence ve Kuba şehirlerinde Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi.

Öğretmen olması sebebiyle yazdığı “Cavanlara Hitap” adlı ilk şiirini 1925 yılında Tiflis’te çıkan “Yeni Fikir” gazetesinde yayımladı. “Vurgun” mahlasını aldı.

1929 yılında Moskova Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi’ne girdi. “Şairin Andı” eserini burada tahsil yaparken yayımladı.

Bir şiirinde “Başına döndüğüm Aziz Şikəstə” diye hitap ettiği muhitin aksakalı, halkın fanusu Şerif Şikeste’nin, yük kamyonuyla gündüzün gün orta çağı konu komşunun gözyaşları ve feryad figanı arasında apar topar alınıp Sibirya’ya sürgüne gönderilmesi onu çok etkiledi.

1934’te çocuk edebiyyatının ünlü ismi Abdullah Şaik’in baldızı Haver Mirzabeyova’yla evlendi.

Azerbaycan edebiyatının en değerli şiirlerinden biri belki de birincisi olan “Azerbaycan” adlı şiirini evliliğinin ilk yılında yazdı.

1934’te Azerbaycan Yazarlar Birliği’nin sorumlu kâtibi seçildi.

1936’da Puşkin’in “Yevgeni Onegin” kitabını Azerbaycan Türkçesine çevirdi. Rus edebiyatında büyük önem taşıyan bu eseri başarıyla çevirdiği itiraf olundu və ona Puşkin Madalyası verildi.

1937’de “Vakıf” dramını yazdı. Ertesi yıl milletvekili seçildi.

1937-1938 yıllarında yapılan ve Kazakların “Kızıl Kırgın”, Azerbaycanlıların “Ziyalılar Katliâmı” dediği binlerce aydının ortadan kaldırıldığı devlet teröründe Samet Vurgun da çok sıkıntı çekmiştir. Defalarca KGB’nin yerli uşakları tarafından tertiplenen bühtan ve iftiralarla ilgili idarelerce sorgulanıp ölümle burun buruna getirilmiştir. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra gün ışığına çıkarılan dosyalardan anlaşılmıştır ki, o korkulu günlerde, idamla burun buruna kalırken yalnız kendini savunmuş, kimsenin aleyhine tek cümle söylememiştir.

Çocukluğundan itibaren ülkeyi saran Birinci Dünya Savaşı ve devamında Bolşevik İhtilali'nin dehşetli tufanından yakayı kurtaramadan İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. 1941’de Sovyet Hükûmetinin görevlendirmesiyle 620 kişilik bir kafilenin başında Tebriz’e gitti. Soydaşlarının insanî haklarını elde etmeleri için çok önemli çalışmalar yaptı. (Yazımızın “Güney Azerbaycan Hasreti” bölümünde bu konuda hayli bilgi verilmiştir.)

1939’da “Xanlar”, 1941’de “Fərhad və Şirin” mənzum dramlarını yazdı; savaş yıllarında ise “Bakının Dastanı”nı kaleme aldı.

1941’de Azerbaycan Yazarlar Birliği başkanlığına getirildi.

“Ananın Öğüdü” şiiri 1943 yılında Amerika’da yapılan savaş karşıtı şiir yarışmasında ilk yirmiye girdi ve New York’ta yayımlanarak askerlere dağıtıldı.

“İnsan” adlı felsefî dramını 1945’te, “Zəncinin Arzuları” poemasını da 1948’de yazdı.

Azerbaycan’ın Harici Ülkelerle Medeni Alakalar Cemiyeti’nin ilk başkanı oldu.

“Bulgaristan – Sovyet Dostluk Cemiyeti”nin daveti üzerine 1951 yılında gittiği Bulgaristan’da büyük ilgi gördü.

Rus ediplerinden büyük yazar ve şair Konstantin Simonov, onun için “Dostum Samet Vurgun’un Londra’da Ziyafette Nutku” adlı şiiri hem Sovyet ülkelerinde hem de Avrupa ülkelerinde çok ilgi görmüştür. Simonov’un ona “Dostum Samet Vurgun” diye hitap etmesi hainlere karşı zırh oldu.

Savaş sonrasında da önemli eserlerin altına imza attı. “Muğan” (1948), “Aygün” (1950), “Zamanın Bayrakdarı” (1952) poemalarını yazdı.

Samet’in çocukluğu ve ilk gençlik yılları, ülkenin üzerinde kara bulutların eksik olmadığı, ölüm, zulüm, kan ve gözyaşının sel olduğu bir dönemde geçti. Babasının geçmişte ağalar/beyler zümresinden olması sebebiyle Vurgun, çok korkulu günler yaşamıştır.

Vurgun, evlatları için yazdığı “Deyin, Gülün, Övladlarım!” adlı şiirinde (Vurğun, 1960: II/240) Vakıf bilgeliği ve Babek edasıyla hayatının geçtiği iklimi anlatmıştır:

 
Mǝn ǝzǝldǝn tufanların qoynunda bir ötǝn quşam,
Fırtınalar, qasırğalar qucağında doğulmuşam…
Ağır toplar dilǝ gǝlib sǝs saldıqca dağ dalına,
Mǝnim şair ürǝyim dǝ dönür dağlar qartalına.
Şirlǝr kimi çox çıxmışam yanğınların arasından;
İgid igid ola bilmǝz qan axmamış yarasından. (25 Mart 1949)
 

Belli mihraklar tarafından Səmət Vurgun’a yapılan baskı 1953 yılında hat safhaya ulaştı. Şairin “Aygün” adlı poeması ile Moskova’da yayımlanan “Şairin Hukukları” adlı makalesi eleştiri yağmuruna tutuldu. Bakü Sovyet yönetiminin talimatıyla şikâyet edilen bu eserler Yazarlar İttifakı’nda müzakere edildi. Vurgun’un milliyetçilik yaptığı kanaatine varılıp Moskova’ya yazıldı. Bakü dışına çıkmama yasağı konuldu. Hemen ardından kitapların toplatılması, tiyatro eserlerinin sahneden kaldırılması kararı verildi. Kısa süre sonra da Eylül 1953 tarihinde tutuklama kararı çıkartıldı. Vurgun, gizlice Tiflis üzerinden uçakla Moskova’ya kaçmayı başarır. Orada Sovyet Yazarlar Birliğinin başkanı Aleksandr Fadeyev’in evinde saklanır. Azerbaycan’da bulamazlar. Fadeyev meseleyi şahsen Stalin'e anlatır. Sovyet lideri, Bağırov’u arar ve ona dokunulmamasını emreder. Buna rağmen tehlike kalkmaz.

Stalin’in ölümü, ardından Bakü’de Bağırov’un görevden alınması imdadına yetişti. Bu münasebetle Bakü’de tertiplenen büyük bir toplantıda kürsüye çıkarak Bağırov döneminde Azerbaycanda yapılan “Ziyalılar Katliamı”nı lanetledi. Hükûmet organlarında yapılan değişiklikler sonucunda süreç tamamen ters yüz oldu. Vurgun için kurulan kumpaslar ortaya çıktı. Hatta başta Mir Cafer Bağırov olmak üzere zamanın yöneticilerine açılan davada suç unsurları arasında Vurgun’a yapılan iftira ve kumpaslar da yer aldı. Samet Vurgun’a kurulan kumpaslar iftiralar, onun ortadan kaldırılmasına yönelik kararlar iki klasör hâlinde onların aleyhinde delil olarak mahkemeye sunuldu.

Bu arada Vurgun, Azerbaycan İlimler Akademisinin başkan yardımcılığına tayin edildi (1954). Aynı yıl Moskova’da yapılan Sovyetler Birliği Yazarlarının II. Kurultayında “Genel Sovyet Poeziyası Hakkında” ilk bildiriyi o sunmuştur.

1955 yılı Ekim ayında ülkeyi temsilen Vietnam’a giderken yolda hastalandı, Pekin’de hastaneye kaldırıldı. Birkaç hafta süren tedaviden sonra Bakü’ye döndü.

1956 yılının ilk günlerinde şairin ellinci doğum gününü kutlama hazırlıkları başlatıldı. Azerbaycan Yüksek Sovyeti ilk olarak Samet Vurgun’a “Azerbaycan Halk Şairi” unvanını verdi. Bu unvanla Samet Vurgun Azerbaycan’ın ilk millî şairi ilan edilmiş oldu. Ayrıca fahri filoloji ilimler doktoru unvanına layık görüldü.

21 Mart 1956 günü kendisi katılamadan ellinci doğum günü kutlaması töreni yapıldı. Ne yazık ki, iki ay sonra 27 Mayıs 1956 günü hayata gözlerini yumdu. Devlet töreniyle Bakü’de Azerbaycan ve başka ülkelerden gelen on binlerce insanın katılımıyla “Fahri Hiyaban”da, görkemli şahsiyetlerin defnedildiği mekânda toprağa verildi.

* * *

Sovyetler Birliği Dönemi Azerbaycan şiirinin banilerinden olan Samet Vurgun aynı zamanda yazar, mütercim ve mütefekkir olarak Azerbaycan edebiyatı tarihinde önemli bir yere sahiptir. Devrin, milli hassasiyetlerden uzak edebi eser yazma talebine rağmen o, halkının özgün hasletlerini, millî meselelerini ve millî beklentilerini açık veya örtülü bir şekilde eserlerinde işlemeyi başarmıştır. O daima halkın vicdanının sesi olmuştur.

Vurgun, Azerbaycan halkının geçmişinin, millî kahramanlık tarihinin ve devrinin dramatik ruhunu terennüm etmiştir. O, düşünce dünyasının merkezine Azerbaycan’ı alarak uluslararası boyutta düşünen bir fikir adamı olmuştur.

Onun edebî mirası, muhteşem bir Azerbaycan halısı gibidir. Dağların cüyürü, ceylanı; göllerin sunası, göklerin turnası, yaylaların gülü, çiçeği; ormanların kurdu, kuşu; obaların ozanı, kopuzu; halkın toyu, yası; hülasa halkın gülüşü ve gözyaşı ilmek ilmek bu bedii halının nakışlarını oluşturmuştur.

Vurgun, Bakü’nün derdine yanarken Tebriz’i de unutmamıştır. O, Azerbaycan’ın “anasının” bir yanda “balasının” diğer yanda kaldığının şuurundadır. Bunun için o, hem ananın nefesiyle hem de balanın sesiyle melemiştir. Yad ellerin elinde olan “Tebriz Gözeli”nin gözleriyle yollara bakmış, henüz dirçelip ayağa kalkamamış balanın efkârıyla dumanı başından çıkmıştır.

Vurgun, Azerbaycan tarihinin ibretamiz bir dönemini oluşturan Karabağ Hanlığı’nın 18. yüzyılda Kaçarlar tarafından işgal edilip Başvezir Molla Penah Vakıf’ın idam edilmesi meselesini, 1938 yılının göz gözü görmeyen kanlı tufanlı günlerinde kısa sürede kaleme alıp “Vaqif” adlı dramıyla dikkatlere sunmuştur.

Dede Korkut’un düşman eline düşen Egrek ile onu kurtarmak için giden kardeşi Segrek misali bu iki kardeş ülkenin de bir gün el ele verip bir olup, birlikte olacakları inancını taşımıştır.

Vurgun, Azerbaycan halkının temel değerlerini, dilini, vatanını, kültür ve medeniyetini her vesileyle mevzu edip bunların önemini, gereğini anlatmış, bu değerler sayesinde hür ve bağımsız yaşanabileceğini anlatmıştır.

2. Vurgun ve Millî Değerler

 
Milletine vurgun, milletine pervanedir
Hamiyetperverdir Vurgun, ona perva nedir?
 
– Muhammet Savaş -

Yaşamak bir yolculuktur. İnsan daha yolun başında hem yola hem yolculuğa hem de nasıl yol gidileceğine dair kararlar vermelidir. Kararın verildiği vakit, yaşamanın başı değildir. Belirlemenin, belirleyebilmenin, seçimin ve iradenin başlangıcıdır. Yolculuğun bundan sonraki kısmı sadece canlılık ve yaşamak değil, insanca yaşamak, adam olmak, adam gibi yaşamak kısmıdır. Hâl böyle olunca, insan evvelâ adamlığı, kimlerin adam gibi olduğunu, adam gibi olmak için sahip olunacak, benimsenecek, insanoğlunu adam eden değerlerin neler olduğunu, bu değerlere nasıl sahip olunacağını ve nasıl korunacağını tespit etmelidir. İnsan, hangi vasıfları değer ve değerli belleyeceğine, değerli sayılan değerlere sahip olmak ve bu değerleri korumaya çalışmakla kendini belirlemiş olur. Kendiyi belirlemek ve beyan etmek ise eylediklerinin kıstasları oluverir bundan sonra. Ya kendi bilinciyle hareket eder, eyledikleri kendiyle hemâhenk olur ve hem adam olur hem değerleriyle tutarlı olduğu için değerli olur yahut riyakâr olup her dem galat eyler.

Samet Vurgun, neye değer vereceğine, neyi değerli tutup ona göre yaşayacağına, hangi değerleri koruyacağına karar verirken kendini ve hayatını asla solmayacak, silinmeyecek hatlarla belirlemiştir. Bu hatlar onun yaptıklarıyla, yazdıklarıyla ve anlattıklarıyla her geçen gün daha da netleşmiş, netleştikçe başka hatlardan, başkalarının sınırlarından daha da iyi ayrışmıştır. Sınırlar ayrıştıkça, içeride olmanın, içeride kalanın kendini tanımasını, bilmesini sağlamış ve dışarıda kalanlardan farkını anlamasına imkân tanımıştır.

Samet Vurgun, daha yolun başında değerlinin milleti olduğunu ve değerlerin de milletinin değerleri olduğuna karar vermiş ve bu karar doğrultusunda yaşamıştır. Onun hayatı il içindir. İl’in şuurunda ve şuuruyla yaşamış, yazdıkları ve eyledikleriyle il’e vurgun olmuştur.

Türkçede “il” kelimesi üç unsurludur ve aynı zamanda her üç unsuru da ifade eder: Millet, vatan ve devlet. Son birkaç yüzyılda bütün dünyada ayrı ayrı kavramlar olarak çok büyük ölçekli edebiyatlar oluşturulmuş olan “vatan”, devlet” ve “millet” kavramlarının hepsinin anlamını birden taşıyan “il/él” kelimesi hem muhteva hem de mana itibarıyla fevkalâde mühimdir.

Türk milleti kendi sınırlarını belirlerken iki mefhumu esas almıştır. Birincisi “il”, ikincisi ise “töre”dir. Töre, devlet milleti için olsun ve doğru adım atabilsin, adaleti sağlasın diye belirlenmiş, korunması şart sayılmış değerler bütünüdür. Hem milletin hem devletin doğrusunun mihenk taşıdır. İl, üç unsurun hepsine sahip olduğu vakit atılan her adım töreye göre belirlenir, töreye göre yapılır ve töreli olunur, töreli olunca il kutlu olur. İl töre içindir ve töre için, töreye göre oldukça kutlu olur, töreden ayrılınca ve töresiz olunca kutunu kaybeder. Üç unsurdan devlet olmadığı zamanlarda ise millet töresine sahip çıksın, kendini bilsin ve devletine kavuşmak için gereken şartları sağlamaya gayret etsin diye Türk ili olarak, kendi bilinciyle hareket edilir. İl’in unsurlarından yoksun kalınabilir, lâkin il için ve yeniden bütün törenin bilinmesi kâfidir. Meşhur, “İl gider, töre kalır.” deyişi bunu ifade eder.

Türk milleti ya da bu milletin bir kısmı, zaman zaman başka devletlerin hâkimiyeti altında kalmıştır, fakat kendini, töresini bilerek tekrar özgürlüğünü kazanmış ve ilin bütün unsurlarına sahip olmuştur.

Samet Vurgun’un yaşadığı dönem de böyledir. Milletine ilinin iki unsurunu ve töresini, değerlerini sürekli anlatmıştır. Devletten yoksunluğu, bir çaresizlik olarak görmemiş ve hiçbir vakit ümitsizliğe kapılmadan milletine nasıl bir millet olduğunu, vatanının nasıl da milletinin olduğunu bütün yöntemleri kullanarak, bıkmadan usanmadan hatırlatmış ve yadda tutmuştur. Bu sebepledir ki, o ilinin dili, millî şairi olmuştur.

Hadsizliğin, sınırsızlığın, aynileştirmenin, tektipleştirmenin hüküm sürdüğü ahvâlde kendini, değerlerini belirlemek, bilmek ve bildirmek, haddini bilmek, dahası bu haddi daima korumak ve hadsizlik etmeyip değerleriyle tutarlı bir ömür sürmek, takdir edilesi değil ancak bilinebilesi bir kıymettedir. Samet Vurgun’un hayatı, kişiliği ve eserleri, kendi zamanına ve şartlarına göre bakıldığında önünde eğilmeyi gerektirdiği gibi bugünün değersizleşen, değersizleştirilen ve adamlığı cinsiyet sayan kabulleri düşünüldüğünde, adam olmanın ve adam gibi hayat yaşamanın timsali olarak gençlere okutmayı gerektirir.

O zamanlar millete söylenmesi gerekenlerin söylenmesi, anlatılması gerekenlerin anlatılması, hatırlatılması gerekenlerin hatırlatılması ve unutulmaması gerekenlerin belletilmesi lâzımdı. Samet Vurgun bunu layıkıyla yapmıştır. Yazdıklarının ve söylediklerinin değerinden evvel söyleyebilmiş olmasının, yol göstermesine ilaveten yordam göstermesinin ve böylece milletin sesi, millî şair olabilmesinin değeri hem bilinmeli hem bildirilmelidir. Milletine söylemeyi başarmakla kendini vazifeli bilip hem nasıl da en güzel sözleri söylemesi bilinmeli ve bildirilmelidir. Onun yalnız sözlerinin güzelliği değil, söyleyişinin güzelliği de pek mühimdir. Güzel söz çok söylenmektedir, lakin iltifat için sözlerin süslendiği, riyakârlık için bezendiği zamanlarda milletin kulak küpesi sözleri zerger gibi işleyerek söyleyebilmenin kıymeti, sözün de zergerliğin de fevkindedir. Samet Vurgun’un fevkaladeliği, sözlerinden evvel söylemesindedir ki, onun millete ve millet için deyişi, artık lâzım olanın söylenmesinin emsalidir. Bir yapıya dayanmadan dayanabilmek için lâzım olanın.

İlinin, değerlerini ve töresini koruması için en lâzım unsuru olan devletten yoksun kaldığı, ikinci unsuru vatanın bölünüp yüreklerin kendinden koparılan diğer yarıya hasretle dolduğu bir dönemde, üçüncü unsur olan millet, bir yandan kendini, değerlerini, töresini unutmamalı; diğer yandan vatanın bütünlüğü düşüncesini ve koparılan parçanın hasretini diri tutmalı, bir yandan da içinde bulunduğu çok kötü şartlara rağmen birkaç nesil sonra dahi olsa ilini birlemenin gereklerini yapabilmelidir. Milletin bunları yapabilmesi, ancak ona yolu ve bu yolun nasıl yürüneceğini gösteren, bazen onun sesi, bazen de sessizliği olan rehberlerle, önderlerle olabilmiştir. İşte Samet Vurgun tam da böyle bir rehber olarak, milletine hükmedenlerin hükümlerine ve hükümranlığına rağmen diyeceklerini demiştir.

İnançsızlığın benimsendiği ve dayatıldığı bir durumda hem kendinin hem de milletinin en mühim değeri olan inancını anlatmış, adını vermeden Allah’ı millete ve hem kendinin hem de milletinin bağlılığını Allah’a bildirmiştir.

Milletinin kadim bilgilerine, geleneklerine, göreneklerine, adetlerine, efsanelerine ve eserlerine, dayatılan ideolojinin sağlamlığına destek bahanesiyle sahip çıkmış ve yazılmasının, anlatılmasının önünü açmıştır.

Vatan sevgisini ve vatanının güzelliklerini, Sovyetler Birliğini vatan sayan, Almanlara karşı savaşı “Büyük Vatan Muharebesi” diye adlandıran bir yönetimin dayatmaları altında bile dile getirebilmiş, milletinin zihninde gerçek vatan anlayışını canlı tutabilmiştir.

Dilinin ve edebiyatının zenginliğini hem kendi yazarak göstermiş hem de milletinin en değerlilerini milletinin dilinden ve düşüncesinden düşmesin diye her türlü gayreti sergilemiştir.

Sanatının, müziğinin, âşıklık geleneğinin değeri bilinsin diye hiçbir gayretten beri durmamıştır.

Milletinin vurgunu, ilinin dili Samet Vurgun, değerlerini milletinden almış, milletini ve milletinin değerlerini değerli bilmiş hem dünyaya hem milletine kendi değerlerini bildirmiş bir millî şairdir. Dilin kendini yüreğinin süsü görüp sözlerini en sade şekilde söylemiş, süslemeye ihtiyaç duymamıştır. Bütün muğlaklaştırmalara, değersizleştirmelere ve kurgulara karşı en yüce hakikatleri, en değerli olanları en duru ve berrak şekilde söyleyip milletine kaynak olmuştur.

€1,64