Loe raamatut: «AJAN HIZLIPATI 2 – KAYIP PAROJE»

Font:

Yazar Hakkında

Temmuz aylarından birinde, üstelik güzel bir günde doğdum. Lise ve üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra içimden gelen sesi daha fazla bastıramayıp 2013 yılında “Yakin’e Yol” isimli ilk romanımı yazdım. Çocuklarla aramdaki bağı güçlendireceğine inandığım Ajan Hızlıpati kitabını yazmama ilham veren bir kedi, iki oğul ve kedi sever biri olan eşimle birlikte Bursa’da yaşıyorum…

Ajan Hızlıpati Kayıp Proje, hazırlamakta olduğum serinin ikinci kitabıdır. Çocukların zihinsel, düşünsel ve dilsel gelişimine katkı sağlamak adına, her kelimeyi özenle seçtim ve bilinçli olarak uzun cümleler kurdum. Ben birçok kişinin aksine çocukların yetişkinlerden daha zeki olduğuna inanıyorum. Ne dersiniz?..

Önceki Macerada Neler Olmuştu:

Kediler dünyasının insanlarla olan savaşını kazanabilmesi için ayrıntılı bir insanlık raporuna ihtiyaç vardı. Bunun için, Ajan Akademisinde eğitimini tamamlayan ajanlar insan ailelerin evlerine yerleşiyorlar ve kaldıkları süre boyunca insanlarla ilgili tüm gözlemlerini komutanlarına rapor ediyorlardı. Ancak insanlarla birlikte yaşamaya başlayan ajanlar aniden ortadan kayboluyor ve raporların devamı gelmiyordu. Kediler dünyasının son umudu henüz eğitimini tamamlayamamış olan Ajan Hızlıpati’ydi.

Son derece meraklı, azimli, hızlı, atik, çevik, muhteşem kuyruklu ve şirin olan Ajan Hızlıpati; aynı zamanda kendini beğenmiş, ukala, ısrarcı, inatçı, ani tepkiler veren, hayal dünyası geniş ve gördüğü her şeyden komplo teorileri üreten bir kediydi.

Ajan Hızlıpati anne, baba ve iki çocuktan oluşan bir ailenin kapısında günlerce beklemiş, şirinlik gösterileri sonunda kendini eve aldırmayı başarmıştı. Eve girdiği andan itibaren gördüğü her şeyi yanlış yorumlayan Hızlıpati, bütün bu yanlışlıkları geceleri Amir Mırlak’a raporlamıştı. Ajan kedi insanların yanında mücadele verirken bilim kedileri de DAÇ yani Dil Anlama Çipi üzerinde çalışıyorlardı. DAÇ başarılı olursa kediler insanların dilini anlayabilecekti. O zaman da insan aileler arasındaki son derece tehlikeli olan gizli görevlerine gerek kalmayacaktı.

Macera boyunca oldukça komik durumlara düşen ajanımız, bir gün veterinerde eski dostu Ajan Benek’e rastladı. Benek’ten insanlarla ilgili gerçekleri öğrendi ve kendisinin her şeyi yanlış anladığını fark etti.

Maceranın sonunda insanlarla ilgili tüm tartışmalara ve ezeli savaşa son verecek mükemmel bir rapor yazdı. Ajan Akademisinden gelecek yeni görevini beklerken yeni ailesi ile mutlu ve huzurlu günler yaşadı…


RAPOR b2x175.c

En Büyük Yüce Ulu Komutan Amir Mırlak,

Sizden gelecek yeni görevimi beklerken sanırım bu görevi kendim yarattım. Korkunç bir şey oldu ve bunu size nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum Amirim. Olanları anlatmadan önce çok üzgün olduğumu belirtmek isterim. Çok çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. O kadar üzgünüm ki üzüntüden kulaklarımı ve bıyıklarımı dik tutamıyorum, mırlayamıyorum, o dünyalar güzeli kuyruğum yerlerde sürünüyor. Şu an dünyadaki en üzgün kedi benim.

Mırlak Amirim yazdıklarımı okumaya başlamadan önce lütfen rahat bir yere oturun, sinirlerinize hâkim olun ve ne olur bana kızmayın. Bugün yaşanan o korkunç olayı çözmek için var gücümle çalışacağıma şerefim, bıyıklarım ve kuyruğum üzerine söz veriyorum.

Bildiğiniz gibi bugün DAÇ yani “Dil Anlama Çipi” projemizin sonuç ve deney günüydü. Ve bu önemli deney için ben gönüllü olmuştum. Belirlenen saatte laboratuvara gittim. Kedi dünyamızın tarihindeki en önemli olayın başkahramanı olmaktan dolayı son derece gururluydum. Bir o kadar da heyecanlıydım.

DAÇ Projesi uzmanlarımız ben gelmeden önce her şeyi hazırlamışlardı. Heyecandan kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalışıp benim için hazırlanan koltuğa uzandım. Bilim kedimiz her yerinden kablolar çıkan metal bir şapkayı başıma taktı. Kabloların diğer ucu kocaman bir makineye bağlıydı. Şapkanın içinde minik bir iğne, iğnenin içinde formülü çok gizli olan bir sıvı ve o sıvının içinde de minicik bir çip gizliydi. Makineyi çalıştırdıkları zaman kablolardan gelen güç, iğnenin üzerinde anlık itme gücü uygulayacaktı. Bu sayede bir saniye içinde sıvı ile birlikte çip, beyin köküme yerleştirilecekti.



Bu deney çok önemliydi Mırlak Amirim. Çünkü beynime yerleştirilecek olan sıvı ve çip, DAÇ Projesi’ne ait tek örnekti. Eğer deney başarılı olursa devamı üretilecekti ve sıvının formülü ile çipe ait çizimler güvenlik sebebiyle kâğıt üzerine yazılıp çizilmişti. Biliyorsunuz, köpek düşmanlarımız daha önce bilgisayar sistemlerimize girip birkaç projemizi çalmışlardı. Bu sefer bilim kedilerimiz temkinliydi ve böyle bir önlem almışlardı. Formülün ve çip çizimlerinin olduğu kâğıt ise laboratuvardaki kasamızda saklanıyordu.

Odada sadece ben ve DAÇ uzmanımız vardı. Başımda metal bir şapka ile bir müddet bekledik. Bu sürede ben biraz daha sakinleşmiştim. Sonra DAÇ uzmanımız makineyi çalıştırdı ve ben gözlerimi sıkıca kapattım. Tek hissettiğim anlık bir acıydı. Ve son hatırladığım da buydu Amirim.

Gözlerimi açtığımda kendimi yerde yatar buldum. Başımda korkunç bir ağrı vardı ve her şeyi bulanık görüyordum. Biraz kendime geldiğimde ilk fark ettiğim, makineden çıkan dumanlar ve kopmuş olan kablolardı. Etrafa şöyle bir baktığımda şapkanın kırılmış olduğunu, ortalığın fena hâlde dağılmış ve kasanın kapısının açık olduğunu gördüm. Bilim kedimiz de ortalıkta yoktu.



Bu manzara karşısında dehşete düştüm. Burada bir itişme kakışma, bir boğuşma olduğu belliydi. Hemen panik ile kasaya koştum ve içine baktım. Eyvahlar olsundu! Kasanın içinde formül yoktu. Kediler aşkına! Soyulmuştuk…

Hafızamı yokladım, olanları hatırlamaya çalıştım, ama tüm çabalarım boşunaydı Amirim. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Bilim kedimizin düğmeye bastığı an ile kendime geldiğim an arasında olanlar hafızamdan silinmişti. Neler oldu, kimler geldi, kimlerle mücadele ettik, ne kadar süre baygın kaldım? Kocaman bir boşluk vardı hafızamda.

Bütün bunlardan daha da ürkütücü olansa; elimizde bulunan tek örnek bana enjekte edilmişti ve deneyin sonuçlanıp sonuçlanmadığını bilmiyordum. Deney sonuçlanmış olsa bile işe yarayıp yaramadığını da bilmiyordum Mırlak Amirim…

Birden kalbim sıkışacak gibi oldu. Başım dönmeye, midem bulanmaya başladı. Laboratuvar sanki üzerime üzerime geliyordu. Bir an önce buradan çıkmalıydım. Eğer kalırsam tekrar bayılacağımı düşünüyordum. Ve kendimi can havliyle dışarı attım.

Son hızla laboratuvar koridorlarında koşarken bana kızan bir ses duydum. Ani bir şekilde durdum ve arkama baktım. Kimseler yoktu ama o ses bana bağırmaya devam ediyordu.

“Önüne baksana birader, neredeyse beni eziyordun!”

“Hey! Kim var orada?”

“Sen böyle miyavlayınca benim korktuğumu mu sanıyorsun kedi kardeş?

“Sen de kimsin? Neredesin?” diye seslendim. Ama kendini göstermedi. Sadece benden gitgide uzaklaşan sesini ve son cümlesini duydum.

“Bu gençlerde de hiç saygı falan kalmamış arkadaş!”

Şaşkındım. Yine o içimde konuşan ses miydi bu? Ama şimdiye kadar benimle bu şekilde hiç konuşmamıştı? Neyse dedim kendi kendime. Şu an bunu düşünecek vaktim yoktu. Bir an önce kendimi dışarı atıp tertemiz oksijeni ciğerlerime doldurmak istiyordum. Tekrar hızla koşmaya başladım ve laboratuvardan çıktım.

Kapının önüne çıktığımda inanılmaz bir uğultu vardı. Sanki etrafta bir sürü kedi varmış da aynı anda konuşuyorlarmış gibiydi. Ama ortalıkta benden başka kedi görünmüyordu. Bu durumun laboratuvarda başıma gelenlerle ilgili olduğunu düşündüm ve bir müddet soluklandıktan sonra eve doğru koşmaya başladım. Şu anda benim için en güvenli yer orası görünüyordu. Zaten ev halkının dönme saati de yaklaşıyordu, onlar gelmeden evde olmalıydım.

Koştum, koştum, koştum… Yol boyunca hep birilerinin konuşmalarını, seslenmelerini, gülmelerini, bağırmalarını, ağlamalarını duydum. Bunlar o kadar rahatsız edici seslerdi ki, eğer yolda duraklasaydım delirebilirdim Mırlak Amirim. O yüzden hiç durmadan koştum ve kendimi eve attım.

Eve girdiğimde dilim dışarıda ve nefes nefeseydim. Henüz kimse gelmeden yetişebilmiştim. Doğruca yatağıma gittim ve uzandım. O kadar çok yorulmuşum ki, yorgunluktan uyuyakalmışım.

Evden gelen seslerle uyandım. Ama yorgunluğumu atamadığım için ne gözümü açabiliyordum ne de patimi kaldırabiliyordum. Tepemde Baran’ın sesini duydum.

“Biz geldik! Hadi kalk da oynayalım biraz kedicik…”

“Çok yorgunum Baran. Ne olur biraz daha uyuyayım.” dedim. Hey bir dakika! Amanın! O da neydi? Şaşkınlıkla gözlerimi açıp Baran’a baktığımda o da aynı şaşkınlıkla gözlerini açmış bana bakıyordu. İkimiz de donup kalmıştık. Bir müddet kımıldamadan birbirimizi izlerken, zihinlerimiz de az önce olan şeyi anlamaya çalışıyordu. Biz birbirimizle mi konuştuk?

Ben yavaş yavaş gülümsemeye başladım. Çünkü DAÇ Projesi’nin işe yaradığını görmüştüm. Birden tüm yorgunluğum gitti ve keyfim yerine geldi. Yaşasın… Bütün o çabalar boşa gitmemişti. Proje amacına ulaşmıştı. Bir keyif mırlaması atıyordum ki Baran’la insanca konuştuğum aklıma geldi ve mırlamam yarım kaldı. Mırrrr…



Tekrar enerjim düştü, moralim bozuldu. Böyle bir hatayı nasıl yapmıştım? Onların dilini anladığımı asla öğrenmemeleri gerekirken, ben bir de üzerine dillerini konuşabildiğimi göstermiştim.

İyi de bu nasıl olabilirdi ki? DAÇ projesi sadece konuşulan yabancı dilin anlaşılması için geliştirilmişti. İnsancayı anlamak içindi, konuşabilmek için değil. Öyleyse ben nasıl konuşabiliyordum onların dilini? Deney sırasında neler olmuştu? Bütün bu sorularımın cevabı hafızamdaydı ama ben hatırlamıyordum ne yazık ki…

Baran, “Hayal gördüm sanırım. O kadar çok oyun oynarsam böyle olur işte…” diyerek kafasını bir sağa bir sola sallayıp odadan çıktı. Şokun etkisiyle tuttuğum nefesimi derin bir “ohhh” ile verdim. Baran’ın konuştuğumu hayal zannetmesi beni rahatlatmıştı. Bu bana ders olsundu. Artık daha dikkatli olmalıydım. Özellikle Baran’la oynarken. İkinci kez aynı hatayı yaparsam bunu nasıl açıklayabilirdim ki bir insana?

Kalkıp bir şeyler yemeli ve su içmeliydim. Yorgunluğumu atıp gücümü tekrar toplamalı, hafızamı geri getirmeye çalışmalıydım. Sonra da laboratuvarda olanları hatırlayıp DAÇ formülünü kimin çaldığını bulmalıydım. Ve formülü bir an önce geri almalıydım.

Mutfağa gittiğimde ev halkı yemeklerini yiyordu. Baran’la göz göze gelmemeye dikkat ederek mama kabıma yöneldim ve enfes kokan yemeğime gömüldüm. Bu arada kulağım masada konuşulanlardaydı. Ne söylenirse anlıyordum. Bu müthiş bir şeydi. Herkes birbirine gününün nasıl geçtiğini anlatıyordu. Aşkım ile Hayatım yavruların o gün başlarına gelenleri yorumluyor, onlara nasihatler veriyordu. Çok hoşuma gitmişti bu yemek masası sohbetleri.

Bir yandan mamamı yiyip diğer yandan onları dinlerken birden Baran, Efe ile konuşmaya başladı.

“Efe, bugün başıma ne geldi bir bilsen?”

“Ne oldu Baran? Kötü bir şey mi?”

“Kısmen. Çok fazla oyun oynamanın kötü bir etkisini yaşadım ve bir hayal gördüm.”

Bu son cümlede donup kaldım Mırlak Amirim. Eyvah, dedim. Baran her şeyi anlatacaktı ve hepsi benim konuşabildiğimi öğrenecekti. Ondan sonrasını düşünmek bile istemiyordum. Çünkü beni üzerimde deneyler yapılacak bir laboratuvara kapatacaklarını, günler süren testlere ve incelemelere maruz kalacağımı biliyordum. Korkunç!

Nefesimi tutup ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi bıraktım, bütün dikkatimle Baran’ın konuşmasının devamını dinledim.

“Kedinin yanına gidip onunla oynamak istediğimi söylediğimde bana çok yorgun olduğunu, biraz daha uyumak istediğini söylediğini zannettim. Kedinin benimle konuştuğunun hayalini gördüm. Ne kadar komik… ”

Kediler aşkına! Söyledi işte! Ne yapacaktım şimdi ben? Korkumdan lokmam boğazımda kaldı. Neredeyse boğuluyordum. Kuvvetlice öksürdüm ve lokmayı boğazımdan çıkardım. Biraz su içtim ve sakin olmaya çalıştım. Kendime gelmeye çalışırken ev halkı Baran’ın son cümlesine gülüyordu. Hayatım gülmeye devam ederken Baran’a cevap verdi.

“Gördüğün hayal komikmiş Baran. Ancak hayal görmen pek de komik değil. Bu gerçekten ciddi bir durum. Oyun sürelerini kısaltmamız lazım.”

Ohhh! Hayatım’ın bu yorumu ve ev halkının konuşmamı hayal olarak düşünmesi beni inanılmaz rahatlattı Amirim. Kendimi daha iyi hissediyordum artık. Yemeğimi bitirip biraz ortalıkta dolandım. Aşkım ve Hayatım salonda koyu bir sohbete dalmışlardı. Biraz dinledim, konu benimle ilgili değildi. Oradan ayrılıp yavruların odasına gittim. Kendilerini ödevlerine kaptırmışlardı, beni fark etmediler bile.



Her şey normal göründüğüne göre sessiz bir köşeye çekilip düşünebilirdim artık. Aklıma Kutsal Görevim sırasında size yazdığım raporlar geldi. İnsancayı bildiğime göre, ezberleyerek raporlarımda yazdığım insan konuşmalarını da anlayabilirdim. Hemen eski raporlarımı açıp hızlıca okudum. Okurken çok eğlendim Amirim. Konuşulan her şeyi yanlış anlamam beni komik durumlara düşürmüş. Bu arada bir ayrıntıyı daha fark ettim. Ben ne konuşursam konuşayım onlar benim sözcüklerimi “miyav” diye duyuyorlarmış. Şimdi ise söylediğim her kelimeyi insanca olarak duyuyorlar. Durum böyle olduğuna göre, onların yanında “miyav, miyav, miyav” dersem beni normal zannederler. Böylelikle de sırrımı korumuş olurum. Bu harika bir fikirdi Mırlak Amirim. Şu benim muhteşem zekâm yok mu? Dâhiyane fikirlerimle ben ne harika bir kediyim böyle. Mükemmelim.

Tasuta katkend on lõppenud.