Loe raamatut: «O KEDI BU EVE GELECEK!»
KEDI ISTEME SORUNU
Yol boyunca okul servisinin camından üzüntü içinde dışarıyı izleyen Alp, eve gelene kadar hiç konuşmadı. Aklında sadece bugünkü son ders vardı:
“Evcil Hayvanlarımız”
Her ayın son cuma gününün son dersinin konusu evcil hayvanlardı. Evlerinde hayvan besleyen öğrenciler o gün hayvan dostlarını okula getiriyorlardı. Ders boyunca herkes sıra ile hayvanını tanıtıyor, beslenmelerinden temizliklerine kadar bakımlarını nasıl yaptıklarını anlatıyor ve birlikte geçirdikleri eğlenceli zamanlardan bahsediyorlardı.
Kimi kuş, kimi balık, kimi kaplumbağa, kimi ise köpek getiriyordu. Tavşan bile getiren vardı. Çok eğleniyorlardı evcil hayvanlar saatinde. Özellikle geçen hafta çok gülmüşlerdi bir arkadaşlarının sınıfa getirdiği papağana. Geveze kuş ders boyunca hiç susmamış, sınıfa girdiği andan teneffüs zili çalana kadar çocuğun ailesinde kim varsa hepsinin sesini taklit etmişti. Babasının sesi ile fıkra anlatmış, ablasının sesiyle şarkılar söylemiş, annesinin sesi ile çocuğu ders çalışması için azarlamıştı.
“Mert! Meerrt… Yine mi oyun, yine mi oyun? Çabuk ödevlerini yap! Çabuk, çabuk… Mert! Meerrt…”
En sonunda da evlerindeki köpeği taklit ederek beş dakika boyunca havlamıştı. Çocuk çok mahcup olsa da bütün sınıf çok eğlenmiş, sonunda o da sınıf arkadaşlarına katılmış ve hep birlikte dakikalarca gülmüşlerdi.
İki hafta önce ise sınıfa getirilen fare, kafesinden kaçınca ortalık karışmış, öğrencilerin bir kısmı çığlık çığlığa sıraların üzerine çıkmışlardı. Fareden korkmayanlar ise ders bitene kadar sıraların arasında koşarak korku içinde oradan oraya kaçan hayvanı yakalamaya çalışmışlardı.
Sınıfın neredeyse yarısının evinde beslediği bir hayvanı vardı. Birisi dışında tüm arkadaşlarını keyifle dinliyordu Alp. O biri tahtaya kalktığında Alp’in yüzü düşüyor, gözleri uzaklara dalıyor ve tüm benliğini hüzün kaplıyordu. Can ve kedisi… Alp’in bu mutsuzluğu arkadaşını sevmediği için değildi. Aksine, Can, sevdiği, en yakın arkadaşıydı. Üstelik aynı binada oturdukları için komşu olan Alp ve Can, birbirlerinin tüm dertlerine ve mutluluklarına ortak olan iki dosttular. Sorun Can’ın kedisiydi; Dante… O nasıl bir kediydi öyle? Sapsarı iri gözler, gümüş grisi kadife gibi tüyler, kıvrık kısacık kapalı kulaklar… İlk gördüğü gün vurulmuştu henüz 5 aylık olan yavru kedi Dante’ye.
Alp bütün kedileri çok seviyordu. Ama daha önce Dante gibi bir kedi görmemişti. Öğrendiğine göre o bir İskoç kedisiydi. Onu öyle çok sevmişti ki, o akşam eve geldiğinde anne ve babasına anlata anlata bitirememişti sevimli yavruyu.
İkinci görüşünde daha çok sevmiş, evde hiç durmadan onu anlatmış, bir kedi sahibi olmayı daha çok arzulamıştı.
Üçüncü görüşünde ise evde büyük bir sorun yaşanmıştı. Alp, anne ve babasına artık kendisine bir yavru kedi almalarının zamanının geldiğini söylemiş, bu konuda ısrar etmişti. Ailesini ikna etmek için onlara saatlerce yavru kedi videoları izletmiş, evin her yerine kedi fotoğrafları asmış, sürekli kedi hikâyeleri anlatmıştı. Gece olup anne ve babası uyuduktan sonra, onları kesin ikna ettiğini düşünen Alp, ertesi gün kedi almayı unutmasınlar diye evin her yerine üzerinde, “Alp’e kedi almayı unutma!” yazan not kâğıtları yapıştırmıştı. Bütün bu çabalarının sonunda eve kedi alınmasının mümkün olmayacağını duyduğunda ise çığlıklar atarak evin içinde koşturmuş, epeyce ağlamıştı. Hatta Alp gibi akıllı bir çocuktan böyle davranışlar beklemeyen ailesi çok şaşırmıştı. Alp’in anlamsız ısrarları ve çığlıklarının devam etmesi yüzünden kendisine iki gün oyuncakları ile oynamama cezası vermişlerdi.
Aslında Alp daha önce bir evcil hayvan tecrübesi yaşamıştı. İki sene kadar önce yine bir arkadaşından özenerek eve akvaryum aldırmıştı. Babası günde kaç kere ve hangi miktarda yem vermesi gerektiğini Alp’e söyleyerek balıkların beslenmesi ile ilgili bütün sorumluluğu kendisine vermişti. İlk yemlerini verdikten sonra akvaryumu izleyen Alp, cama yaklaşarak ağızlarını sürekli açıp kapayan balıkların doymadığını zannetmiş ve onlara tekrar tekrar yem vermişti. Balıkların aynı davranışı tekrar etmeleri üzerine Alp dayanamamış onlara yem vermeye devam etmişti. Ne var ki, balıkların bir türlü doymamasına sinirlenerek bir paket yemin hepsini akvaryuma boşaltmıştı. Balıklar çatlamak üzereyken durumu fark eden annesi, suyun üzerini kaplayan yemleri daha fazla yemesinler diye hemen balıkları başka bir kaba almış ve onların hayatlarını kurtarmıştı. Bu yaşadığı olaya çok üzülen Alp bir daha eve hayvan almamaya yemin etmişti. Ta ki “evcil hayvanlarımız” dersi başlayana kadar…
Bugün Dante’yi dördüncü görüşüydü. Ve bu görüş daha da çok perçinlemişti bir kediye sahip olma arzusunu. Ancak ailesinin tavrını düşününce Alp’in bu dileği hiç gerçekleşmeyecek gibi duruyordu. Şimdiki üzüntüsünün sebebi de buydu. Bir dileğinin olması ve o dileğinin hiç gerçekleşmeyeceğini bilmek ne kadar da kötüymüş, diye düşündü ve sessizce yaşlar süzüldü gözlerinden.
Eve geldiğinde hâlâ ağlıyordu. Neden ağladığını soran annesine, “Evcil hayvan günü.” diyebildi sadece ve odasına kapattı kendini. Saatlerce düşündü, düşündü, düşündü…
Ailesinin asla eve kedi almayacağını kabul etmek istemese de anlayış göstermekten başka çaresi yoktu. Çünkü ortada bir sağlık sorunu vardı. Bu, Alp’in bugüne kadar duyduğu en saçma hastalıktı. Ne demekti “kedi alerjisi”? Evet, babasının kedilere karşı alerjisi vardı. Alp’e göre kediler dünyanın en tatlı yaratıklarıydı. Neresi alerji yapıp hasta ederdi ki? Bu konuda epey düşündü. Zihninde bir liste yaptı ve alerjiye sebep olabileceğini düşündüğü her şeyi tek tek belirledi. Bunlar birer sorundu. Ardından bu sorunlara çözümler üretti kendince…
Sorun: Miyavlaması mıydı?
Çözüm: Eğer miyavlaması alerji yapıyorsa, çok sessiz oynardı kedisi ile. Aç bırakmazdı, susuz bırakmazdı. Böyle olunca da kedisi miyavlamazdı. Bunlar olmasa bile kedisine sıkı sıkıya tembihlerdi miyavlamamasını. Onun kedisi değil miydi? Tabii ki sözünü dinleyecek ve sessiz olacaktı. Hah, ne kadar basit bir çözümdü bu.
Sorun: Bakışları olabilir miydi?
Çözüm: Bu sorun kendisine biraz saçma gelmişti. Düşündü. Bakışlar nasıl alerji yapardı? Belki gözlerinden çıkan ışınlar babamın gözlerinden içeri giriyordur, böylelikle de alerji yapıyordur, diye düşündü. Eğer gerçekten böyle bir şey varsa, o zaman göz göze getirmezdi kedisini babasıyla. Üstelik bunun için de kedisi ile konuşabilir, babası ile göz göze gelmemesi konusunda onu ikna edebilirdi. Bulduğu bu çözümlerle yavaş yavaş keyfi yerine gelmeye başlamıştı Alp’in.
Sorun: Çişi ve kakası mı?
Çözüm: Bütün sorumluluğu üstüne almaya hazırdı Alp. Tuvalet kumunu kendisi temizlerdi. Böylelikle babası yaklaşmayacağı için alerji olmazdı. Ayrıca evde üç tane tuvalet vardı. Birini zaten kullanmıyorlardı. O tuvaleti kediye ayırırlar ve kapısını da kapalı tutarlardı. Babası da oraya hiç girmeyeceği için alerji olmazdı.
Hah hah ha, bulduğu çözümler harikaydı. Sorunlara çözüm üretmekte ne kadar da başarılıyım, diye düşündü. Gülümsüyordu artık…
Sorun: Ya dili ise?
Çözüm: Eğer sorun dili ise, yalatmazdı babasının parmaklarını. Hatta kedisi ile konuşur ve onu sadece kendi odasında kalması, evin diğer bölümlerine gitmemesi konusunda ikna etmeye çalışırdı. Babasının alerjisinden bahseder ve kedisinin buna anlayış göstermesini isteyebilirdi ondan. İtiraz edecek değildi ya kedisi, tabii ki sahibinin sözünü dinleyecek ve ona itaat edecekti…
Ne kadar basit çözümleri vardı şu alerji denilen şeyin. Neden ailesi çözüm bulmak yerine soruna takılı kalmıştı ki? Eğer onlar çözümü düşünmüyorlarsa ben bulduğum çözümleri önlerine koyarım ve mantıklı açıklamalarımla onların bahanelerini çürütmüş olurum. Hem de öyle bir çürütürüm ki mecbur kalırlar bana kedi almaya, diye düşündü. Heyecanlanmıştı aklına gelen bu fikirle. Çünkü dileğinin gerçekleşmesi için bir umudu vardı artık. Kendi yarattığı umut… Eninde sonunda o kedi bu eve gelecek, dedi içinden.
Ağlamaktan yüzü gözü şişmiş, sesi kısılmış, burnu tıkanmıştı. Hem burnunu hem içini çeke çeke odasından çıktı ve annesinin karşısına dikildi.
“Be-ben, hiç, an-anla, bir, ked-ked-kedi…”
“Oğlum sakin ol.”
“Sa-sa-sakin, sakinim…”
“Şimdi derin bir nefes al ve öyle konuşmaya çalış.”
“Ta-ta-tamam. Be-ben, ke-ked-kedi… Off…”
Öyle çok ağlamıştı ki konuşamıyordu içini çekmekten. Konuşamıyor diye tekrar ağlamaya başladı ve hıçkıra hıçkıra koşarak odasına kapattı kendini. Bir müddet sonra sakinleşip ağlaması kesilince tekrar düşünmeye başladı. Eğer derdimi konuşarak anlatamıyorsam, o zaman ben de yazarım, dedi içinden ve annesi ile babasına bir not yazmaya karar verdi. Sonra, karşılıklı konuşmanın not yazmaktan daha etkili olacağını, yüz yüze diyalogla onları daha kolay ikna edebileceğini düşünerek not yazmaktan vazgeçti. Anne ve babası ile bir toplantı yapmalıydı, bu en etkili yoldu.
Hemen bir toplantı davetiyesi hazırladı.
“Esra ve Gökhan Demir, “Bu akşam saat 20.00’de oğlunuz Alp ile sizin seçtiğiniz evin herhangi bir bölümünde görüşmeniz gerekmektir. Kendisinin size aşağıdaki gündem hakkında önemli açıklamaları olacaktır.
GÜNDEM
-Alp’in kedi isteme sorunu”
-Gökhan’ın kedi alerjisi sorunu
-Çözüm önerileri…”
Hazırladığı davetiyeyi mutfak masasının üzerine bırakarak tekrar odasına dönen Alp hemen derslerinin başına oturdu. Çünkü okul her şeyden önce gelirdi. Ailesinin, derslerini mazeret göstererek isteklerini geri çevirmemesi için hiç zayıf notu olmamalıydı. Yani başarılı olmalıydı ki bir şey istemeye yüzü olsun… Gerçekten akıllı bir çocuktu Alp…
Yemek saati gelince bir çırpıda yemeğini yedi ve ödevlerinin kalan kısmını tamamlamak için odasına çekildi. Anne babasıyla yapacağı konuşmanın heyecanı içindeydi. Ailesini ikna edeceğine neredeyse yüzde yüz emindi. Dersini yaparken sürekli kediyi düşünüyordu. Eve ilk getireceği anı, yemeğini nasıl yedireceğini, nasıl oyunlar oynatacağını, tüylerini nasıl fırçalayıp bakımını nasıl yapacağını, kumunu nereye koyacağını, geceleri nasıl uyuyacaklarını… Odasının en sıcak yerine koyacaktı yatağını. En sevdiği oyuncaklarını verecekti kedisine. En güzel mamaları yedirecekti ona. Çok sevecekti onu, çok eğleneceklerdi ve hep mutlu olacaklardı.
En önemli şeyi unuttuğu geldi aklına. İsmi… Ne isim verecekti kedisine? Çok özel, güzel ve anlamlı olmalıydı. En zor kısmı buydu galiba. Çünkü bildiği kedi isimlerini düşününce hiçbirini yakıştıramıyordu kedisine. Rengine göre mi karar versem acaba, diye düşündü. Sonra vazgeçti. Renk olmazdı. Meyve adı da olmazdı. Baharat adı da olmazdı. İnsan ismi zaten yakışmazdı. Ne olmalıydı? Bir kere uzun bir isim olmamalıydı. Tek hece veya iki hece olmalıydı. Ayrıca zor söylenen bir isim de olmamalıydı. Çünkü kedisine seslenirken ismini arka arkaya söylemesi gerekebilirdi. “Alp, Alp, Alp” gibi… Kendi ismi zor bir isim olmamasına rağmen art arda söylenmesi ne kadar zordu. İsmi tek heceliydi ama sonundaki “p” harfi sorun çıkarıyordu. İşte böyle her şeyi düşünmeliydi sevimli kedisine isim koyarken. Gerçekten çok zordu bu iş. Acaba annem ve babam benim ismimi koyarken de bu kadar zorlanmışlar mıdır, dedi kendi kendine…
Tasuta katkend on lõppenud.