Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar»

Font:

OSMANLILAR

Osmanlı Devleti’nin kurucu ailesinin kökleri, Oğuz Han nesline dayanmaktadır. Bu aile Kayı Boyu’ndan gelmektedir. Devleti kuran Osman Bey, 1302’de bir Bizans ordusunu yenmesi ve uç bölgesinde tekfur denilen yerel Bizans derebeyine karşı başlattığı mücadeleden başarı ile çıkmasından sonra bey unvanını almıştır.

Osman Bey’in babası Ertuğrul, onun da babası Gündüz Alp’tir. Osman Bey’den sonra yerine geçen oğlu Orhan Bey döneminde devletin sınırları genişlemeye başlamıştır. Bu dönemde ilk defa Rumeli topraklarına geçilmiş ve beylikten devlete dönüşümün temelleri atılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin siyasi yapısını, Osman Bey ve silah arkadaşlarının arasındaki bağlar şekillendirmiştir. I. Murat döneminde Rumeli’de ilerlemeye başlayan ve özellikle Yıldırım Bayezid döneminde Balkan devleti kimliğine bürünen Osmanlı Devleti, bu dönemde askerî ve siyasi sistemini güçlendirerek yerleşik devlet düzenini kurmuştur.

Fatih Sultan Mehmet döneminde ise klasik tek hanedana dayalı güçlü merkezî idare oluşturulmuştur. Böylece Osmanlı Devleti, “imparatorluk” sürecine geçmiş, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde devletin imparatorluk vasfı pekiştirilmiştir.

Osmanlı padişahları, devlet yönetiminde mutlak yetkili idi. Padişah, hem örfi hem şeri açıdan mutlak otoriteydi. En önemli görevi ise tebaa diye adlandırılan halkın korunması idi.

Osmanlı Devleti’nde halifelik; Allah yolunda gaza ve cihat etmek, Mekke ve Medine gibi kutsal yerleri korumak, dünya üzerinde adaleti yaymak olarak değerlendiriliyordu. Halifeliği yeniden canlandırmak ve hilafete ilişkin klasik yorumlar 18. yüzyılda ortaya çıktı. 19. yüzyılda ise devletin bekası için siyasi bir kaldıraca dönüştürülmüştür.

Osmanlı padişahları Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra sefere çıkmayı ve gaza yapmayı bıraktılar. Sefere çıkmayıp İstanbul’da hayatını kaybeden ilk padişah II. Selim’dir. 17. yüzyılın ortalarından itibaren klasik padişah profili tarihe karıştı.

I. Ahmet döneminden sonra ailenin büyük oğlunun hükümdar koltuğuna oturması uygulaması başlatıldı. O döneme kadar eski Türk saltanat sistemi takip edilmiştir. Fatih Kanunnamesi’nde yer alan “kardeş katli” uygulamasına I. Ahmet’le birlikte son verilmiştir. I. Ahmet’ten sonra büyük kardeş anlamında “ekberiyet” usulü uygulanırken tahtın diğer vârislerinin de sıkı bir şekilde gözaltında tutulması eğilimi ağırlık kazandı. Bu sistemle birlikte valide sultanlar, damatlar, vezirler ve merkezî bürokrasiden oluşan bir iktidar paylaşımı ortaya çıktı.

Osmanlı Devleti’nde ilk ciddi aile krizi IV. Murat’ın vefatının ardından ortaya çıkmıştır. IV. Murat’tan sonra Osmanlı soyundan gelen tek kişi Sultan İbrahim idi. Aile bireylerinin azlığı veya teke inişi, o dönemde bazı alternatif hanedanları gündeme getirdi. Osmanlı Devleti’nde padişah, mutlak otoritesini devletin yıkıldığı tarihe kadar korudu.

Uç Beyliğinden İmparatorluğa

13. yüzyılın sonlarında Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra Anadolu’da beylikler dönemi başladı. Anadolu’nun merkezinde Karamanoğulları olmak üzere, Bizans sınırında Germiyanoğulları, Karesi, Aydın, Saruhan, Menteşe, Candaroğulları ve Osmanlı beylikleri ortaya çıktı.

Osman Bey’in liderliğindeki Söğüt merkezli küçük beylik, önceleri Kastamonu uç bölgesinde idi. Zamanla Eskişehir, Bursa ve İznik’e kadar uzanan bölgeye yayıldı. Osman Bey, 1302 yılında Bizans kuvvetleriyle girdiği bir çarpışmadan galip çıkarak yakın çevredeki Türkmen beylikleri arasında ön plana çıktı. Zenginliğin Bizans topraklarında olması, zorunlu olarak Osmanlı Beyliği’nin yayılma alanının yönünü çizdi. Osmanlılar Söğüt ve Bilecik çevresinde yerleşimlerini tahkim ettikten sonra 1326 yılında Bursa’yı alarak devlet olma yolunda önemli bir adım attılar. 1331’de İznik, 1337’de Kocaeli ve çevresinin alınmasından sonra İstanbul ile komşu oldular.

Osmanlılar’ın ilhak ettiği ilk beylik 1334-1345 yılları arasında Karesioğulları Beyliği oldu. Ardından Marmara Denizi sahillerine ulaşıp Gelibolu’ya ulaştılar. Bizans içindeki taht kavgasından yararlanarak Bizans tahtında hak iddia eden Kantakuzenos’un müttefiki sıfatıyla 1354’te Gelibolu’yu ele geçirdiler. Böylece Avrupa kıtasına yayılacakları ilk üs bölgesine yerleştiler.

Osmanlı Devleti’nde, beylikten devlet olmaya dönük en önemli adımlar I. Murat döneminde atıldı. Bu dönemde, devlet bürokrasisinin ilk nüveleri ortaya çıkarken devletin yeni teşkilatları kuruldu ve düzenli ordunun temeli atıldı. Devlet, özellikle Balkanlar’a doğru hızla genişledi.

Balkan topraklarında ele geçirilen ilk şehir Edirne oldu. 1371’de yapılan Çirmen Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliği Balkanlar’da hızla yayılmaya başladı. Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne karşı ilk büyük direniş 1389 yılında oldu. Bu tarihte Balkan devletleri Osmanlıları Rumeli’den atmak için büyük bir kuvvet topladılar. 1389’da kazanılan Kosova Savaşı, hem Osmanlı Devleti’nin istikbalinde hem de Balkanlar’ın istikbalinde bir dönüm noktası oldu.

Anadolu’dan Önce Balkanlar Ele Geçirildi

1389’daki Birinci Kosova zaferinden sonra Sırp Despotluğu, Osmanlı Devleti’ne bağlı hâle getirilirken Balkanlar’ın tamamındaki egemenliğin tesisinde de önemli bir adım atıldı. Devletin daha ileri hedeflere ulaşması için, ele geçirilen topraklara Türk nüfus göç ettirildi. Anadolu’dan gelen konargöçer Türkmenler ve onların peşinden de zanaat ehli, şehirli ve köylü gruplar öncelikle Trakya, Makedonya ve Bulgaristan’ın kuzeydoğu kesimine yerleştirildi.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki yayılmasında, takip ettiği iktisadi ve sosyal politikaların da etkisi oldu. “İstimalet” denilen yöntemle Balkanlar’ın yerli halkı Osmanlı sistemine eklemlendi. Çeşitli ve ağır vergiler halkın ödeyebileceği düzeye çekilerek Osmanlı yayılmasında yerli halkın direnci kırıldı. Köylülerin feodal beylere sosyoekonomik bağımlılığı kaldırılarak özgür köylü hâline getirilmesi Osmanlı Devleti’nin Balkan coğrafyasında kalıcı olmasında etkili oldu. Zimmi hukuk ilkelerini uygulama, Katolik-Ortodoks gibi mezhep çatışmalarını önleme ve kilise baskısını ortadan kaldırmak da halkın Osmanlılar’ı benimsemesini kolaylaştırdı. Böylece Balkan toprakları Osmanlı Devleti’nin ana dayanak hattını oluşturdu. Bu sayede Osmanlılar, Anadolu’dan önce Balkanlar’da yerleşti.

I. Murat’ın Kosova Savaşı’nda şehit olmasından sonra yerine geçen oğlu Yıldırım Bayezid’in padişahlığında Osmanlı Devleti güçlü ve etkili bir merkezî yapılanmaya gitti. Anadolu’daki beylikler Osmanlı sancağı oldu, geride kalan iki güç odağı Karamanoğulları ve Kadı Burhanettin Devleti 1398’de etkisiz hâle getirildi. Orta ve Doğu Karadeniz beylikleri hâkimiyet altına alındı. Devletin sınırları, Memlûk Devleti yönetimindeki Malatya’ya kadar ulaştı.

Anadolu’da Osmanlı bayrağı altında yürütülen yayılma siyaseti, Batı’da da devam ettirildi. Bulgar Krallığı, Dobruca Despotluğu ortadan kaldırıldı. Son haçlılar 1396 yılında bugün Bulgaristan sınırlarında kalan Niğbolu önlerinde ağır bir yenilgiye uğratıldı. Böylece İstanbul, iki taraftan da kuşatma altına alınmış oldu.

Timur, Bütün Planları Altüst Etti

Osmanlı Devleti’nin İstanbul’a dönük planlarını Timur İmparatorluğu altüst etti. Orta Asya’da hızla büyüyen Timur’un Anadolu’da, İlhanlılar dönemindeki statüyü korumak ve küçük beylikler üzerinde hamilik yapmak iddiası, Osmanlı Devleti’nin güvenliğini tehdit etti. 1402’de Ankara’da yapılan savaş sonrasında Osmanlı Devleti büyük bir yara aldı. Anadolu’daki Türk birliği darmadağın oldu. İlhanlılar dönemindeki beylikler yeniden kuruldu. Osmanlı Beyliği ise küçüldü.

1402-1413 yılları arası Osmanlı Devleti için Fetret Dönemi oldu. Bu dönemde Yıldırım Bayezid’in oğulları Süleyman, İsa, Musa ve Çelebi Mehmet arasında iktidar kavgaları oldu. Bu kavgalardan Çelebi Mehmet galip çıktı. Anadolu’daki egemenliğini kaybeden Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan, Balkanlar’daki egemenliği oldu. Çelebi Mehmet, öncelikle yeniden Anadolu’daki birliği tesis etmeye çalıştı. Bunu yaparken Bizans Devleti’ni, Venedik Devleti’ni, Rodos Şövalyeleri’ni ve Ceneviz Devleti’ni ürkütmemeye çalıştı.

Bu dönemde 1430’da Selanik yeniden ele geçirilerek Orta Avrupa’ya doğru genişlemeye devam edildi. Bu genişleme, 1440’ta Belgrat önlerinde alınan yenilgi ile bir süre durdu. 1444’te Varna’da ve 1448’de Kosova’da kazanılan iki zafer ile Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’ın tek hâkimi olduğu kabul edildi. Bu süreçte aynı zamanda İstanbul’un fethi hazırlıkları yapıldı.

İmparatorluk Çağı Fatih’le Başladı

Osmanlı Devleti, II. Murat döneminde tekrar toparlanılmasından sonra II. Mehmet’in tahta çıkışıyla imparatorluk dönemine geçti. Bu dönemde Yıldırım Bayezid zamanında kurulan merkeziyetçi devlet yapısı yeniden tesis edildi. Böylece klasik Osmanlı Devleti ortaya çıkmış oldu.

II. Mehmet’in Fatih unvanını aldığı 1453’teki İstanbul’un fethinden sonra, Anadolu ve Rumeli’nin de bütünlüğü sağlanmış oldu. Fatih, bu dönemde merkezî idareyi güçlendirip iktidarı kendi tekeline aldı. Devlet sisteminde askerî, mali ve hukuki düzenlemeler yapıldı.

İstanbul ele geçirilip devletin başkenti yapıldıktan sonra Balkanlar’da ve Anadolu’da çok sayıda sefere çıkıldı. 1456’da ele geçirilemeyen Belgrat, 1459’da fethedilerek Sırp Despotluğu yıkıldı. 1458-1460 yılları arasında Mora Yarımadası ele geçirildi. Osmanlı Devleti’nin egemenliği, 1463’te Bosna’ya uzandı.

1461’de Trabzon ele geçirilip Rum Pontus Devleti yıkılırken Kefe ele geçirilip Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’ne bağlı bir hanlığa dönüştürüldü.

Akkoyunlu Devleti Tarihe Karıştı

Fatih’in Anadolu birliğini tesis etmeye dönük ikinci büyük hamlesi 1468 yılında Karamanoğlu Beyliği’ni ortadan kaldırması oldu. Onun doğuda ve batıda genişleyip güçlenmesinden en büyük rahatsızlık duyan ise yine bir Türk Devleti olan Akkoyunlular’dı. Anadolu’da nüfuz siyaseti takip eden Akkoyunlu Devleti Hükümdarı Uzun Hasan, ordusuyla 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet’in karşısına çıktı. Bu savaş hem Uzun Hasan’ın hem Akkoyunlu Devleti’nin sonu oldu. Böylece 70 yıllık bir gecikmeden sonra Anadolu birliği yeniden sağlanmış oldu.

Fatih Sultan Mehmet’in en büyük hedefi Roma’yı ele geçirmekti. Bu amaçla 1480’de İtalya’ya asker çıkarılıp Otranto’da üs kuruldu. Ancak 1481’de Fatih’in zehirlenerek öldürülmesi Kızılelma hayalini suya düşürdü.

Hızlı Genişleme Ağır Vergilendirmeye Neden Oldu

Esasında Fatih, devlet sınırlarını genişletirken fethi gerçekleştiren orduya kaynak yaratabilmek için devlet harcamalarını artırmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle hayat pahalılığı artmış ve bu durum halkta hoşnutsuzluk yaratmıştı. Hoşnutsuzluğun bir diğer nedeni de konulan ağır vergilerdi. Fatih’in genişleme siyasetinin yarattığı sıkıntılardan şikâyetçi olan başta din bilginleri, esnaf birlikleri şikâyetlerini Amasya’daki şehzadeliği sırasında II. Bayezid ile paylaşmışlardı. II. Bayezid padişah olduktan sonra, kendisine yapılan şikâyetler doğrultusunda reformlar yaptı. Özellikle padişaha, hesap vermeden harcama yetkisi veren örfi uygulamalar, II. Bayezid döneminde durduruldu. Bu çerçevede şeri esaslar ön plana çıkartıldı. Bu esaslar XVI ve XVII. yüzyıl boyunca devletin temel hukuk normlarını oluşturdu. Örfi hukukun çerçevesi şeri hukuk ile sınırlandırıldı.

Cem Sultan, Batılıların Oyuncağı Oldu

II. Bayezid, kardeşi Cem Sultan ile saltanat mücadelesine girdi. İstanbul’da hükümdarlık koltuğuna oturamayan Cem Sultan, Batılılara sığınarak abisi Bayezid’in Batılılar karşısında elini kolunu bağladı. Bu dönemde Osmanlı Devleti Karadeniz’i bir Türk denizine çevirirken 1484 yılında Ukrayna steplerinin kapısı sayılan Akkerman Limanı ve Avrupa’nın Karadeniz’e çıkış kapısı olan Tuna ağzındaki Kili Limanı ele geçirildi. Aynı şekilde Mora Yarımadası’nda Venedik Devleti’nin savunma üsleri olan Modon, Koron ve İnebahtı limanları da alındı. Küçük gibi görünen bu başarılar, Osmanlı Devleti’nin bir yandan kuzeye diğer yandan Akdeniz’e açılmasında önemli bir dayanak teşkil etti.

Osmanlı Devleti’nin enerjisinin giderek yükseldiği bu dönem, Endülüs Müslümanlarının can çekiştikleri bir dönem oldu. İspanya’yı tamamen Hristiyanlaştırmak isteyen haçlılar, Müslümanları ve Yahudileri sürgün ettiler. 1492 yılında sürgün edilen Müslüman ve Yahudilerin imdadına Osmanlı Devleti yetişti. Endülüslü Müslümanlar, Fas ve Tunus’a, Yahudiler Osmanlı topraklarına yerleştirildi.

Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan sonra Sünni esaslara dayalı bir devlet siyaseti takip etmeye başladı. Bunun nedeni, etkisi doğuda yayılan ve Anadolu’nun güvenliğini sarsan Şah İsmail’in inanç ve düşünceleri idi. Bu durum İslam’daki mezhebî çatışmaların Anadolu’da da çıkmasına yol açtı.

Şark Meselesinin Mimarı Şah İsmail

Safevîler’in yeni bir siyasi-dinî ideolojiyle ortaya çıkıp Osmanlı-Sünni idaresine alternatif bir yönetim vadeden propagandaları, Anadolu’daki Türkmen grupları üzerinde çeşitli sosyal ve ekonomik faktörlerin de etkisiyle çok etkili oldu. Sünni-Şii çatışma ve çekişmesi üzerinde şekillenen 1500’lü yıllar, Anadolu’yu âdeta yangın yerine çevirdi. Bu yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti için “Şark Meselesi” ortaya çıktı. Safevîler’in Şii söylemlerine karşı, Osmanlı Devleti Sünni argümanlar geliştirdi. Yapılan askerî sefer ise “mülhid ve zındıklarla cihat” olarak ilan edildi. Hatta bu sefer, kâfirlere karşı yapılan savaştan daha üstün görüldü. 16. yüzyıl boyunca devam eden doğu seferlerinin içeriği ve sebeplerini anlamak için bu dinî ana zemini iyi bilmek gerekiyor. Şah İsmail’in Anadolu’ya dönük planlarını altüst eden ise 1514 yılında Çaldıran’da aldığı mağlubiyet oldu. Yavuz Sultan Selim, kuvvetleriyle birlikte, şehzadeliği sırasında kimliğini gizleyerek satranç oynadığı Şah İsmail’in karargâhının bulunduğu Tebriz’e kadar ilerledi. Ancak burada kalıcı bir egemenlik kurmayı düşünmedi. Doğu Anadolu’ya hâkim olundu, ayrıca Güneydoğu Anadolu’da Memlûkler’e ait bazı yerler ele geçirildi. Böylece Safevî tehdidi geçici olarak savuşturulmuş oldu.

İstanbul Halifelik Merkezi Yapıldı

Osmanlı Devleti, doğudaki sınırlarını doğal sınırlarına ulaştırdıktan sonra kutsal toprakları ve Mısır’ı ele geçirme planları yapmaya başladı. Osmanlılar, girişmeyi düşündükleri bu seferin meşru zeminini oluşturmak için yine İslam’ı her türlü tehditten korumakla görevli olduklarını öne sürdüler. Portekiz tehdidine karşı İslam’ın mukaddes yerlerini koruyamayan, halka zulme izin veren Müslüman idaresinin ortadan kaldırılması şeri hukuka uygun bir hareket olarak yorumlandı ve ilan edildi. Böylece girişilen sefer sonucu 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık’ta, ardından 1517’de Kahire yakınındaki Ridaniye’de yapılan iki savaşla Memlûkler tarih sahnesinden silindi.

Mısır ve Suriye’nin ele geçirilmesiyle birlikte İslam dünyasının yegâne gücü Osmanlı Devleti oldu. Dönemin en dinamik bölgesinin ele geçirilmesi, Osmanlı Devleti’ndeki sosyal ve iktisadi kalkınmayı hızlandırdı. Özellikle uluslararası ticarette önemli adımlar atıldı.

Osmanlı Devleti’nin yönetimi altına giren kutsal topraklar, dış tehditlere karşı koruma altına alınırken bölge halkı da ekonomik açıdan desteklendi. Devletin en sıkıntılı dönemlerinde dahi, “surre” adı altında buraya yapılan nakdî yardımlar zengin vakıflar vasıtasıyla devam ettirildi.

Kanuni ile Yeniden Avrupa’ya Yönelindi

Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı Devleti yeniden, coğrafi genişleme alanı olarak Avrupa’ya yöneldi. 1521’de Belgrat’ın ele geçirilmesi, Avrupa’ya dönük planlarda önemli bir direnç noktasının kırılmasını sağladı. Ardından 1522’de Rodos Adası’nın ele geçirilmesiyle Akdeniz’de dengeler Osmanlı Devleti lehine değişti. Osmanlı Devleti, 1526 Mohaç’ta kazandığı büyük zaferle Macar Krallığı’nı tarihe gömerken Orta Avrupa’ya da yerleşti.

1529’daki başarısız Viyana Kuşatması ve 1532 yılındaki Alman seferi ile Almanlara gözdağı verilirken 1538’deki Boğdan seferi ile bugün Moldova sınırlarında kalan Karadeniz’in kuzeyindeki Bender ve Özi ele geçirildi.

Diğer yandan Akdeniz’deki egemenlik mücadelesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın komutasındaki Osmanlı donanması 1538 yılında kazandığı Preveze Deniz Zaferi ile Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirdikten sonra Kuzey Afrika’da yeni beylerbeylikler kurularak ilerleme temin edildi. Kanuni 1566 yılındaki son seferinde Zigetvar Kalesi’ni ele geçirdi.

Doğuda Doğal Sınırlara Ulaşıldı

Bu arada Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da genişleme siyasetinden yararlanmaya çalışan Safevî Devleti, Osmanlı’nın dikkatini yeniden doğuya çevirmesine neden oldu. Kanuni’nin 1526 yılındaki Mohaç seferi sırasında, Safevîler de Anadolu’da propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Bunun sonucu olarak doğuda ortaya çıkan iç karışıklıklara son vermek için 1534’te Irakeyn Seferi düzenlendi. Bu sefer sonunda Tebriz ve Bağdat ele geçirildi. 1543’te Tebriz’e yönelik bir gözdağı seferi daha icra edildi. Nahcıvan seferi neticesinde 1555’te Amasya Antlaşması imzalandı ve Safevî-Osmanlı savaşlarına son verildi. Safevîler’le yapılan mücadele, Osmanlı Devleti’ne doğuda kendi doğal sınırlarının ilerisine gitmemesi gerektiğini gösterdi. Ancak 1555’teki anlaşmadan sonra Bağdat’tan Basra’ya uzanan kesim tamamen Osmanlı kontrolüne girdi.

Bu arada Akdeniz ticaretini tamamen ele geçirmek için 1538’de Portekizlilere karşı Hint seferine çıkıldı ve onların faaliyetleri engellenmeye çalışıldı. Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle önemini yitirmeye başlayan Kızıldeniz ticaretini yeniden canlandırmak ve mukaddes yerleri korumak için Yemen ve Habeşistan’ın kuzeybatısında yeni fetihler yapıldı ve beylerbeylikler kuruldu. Böylece Kızıldeniz’in iki yakasına hâkim olan Osmanlılar, Portekizlileri Kızıldeniz’e sokmadıkları gibi onların bu sulardaki geleceklerine de mâni oldular, ticareti canlandırıp Kahire ve Suriye limanlarını eski şaşaalı günlerine kavuşturdular.

Süveyş ve Don-Volga Kanalları Planlandı

Ümit Burnu’nun keşfedilmesiyle Akdeniz ticaretinin zayıflamaya başlaması üzerine, Süveyş Kanalı’nın açılması planları yapılmaya başlandı.

Aynı süreçte, 1552 yılında Kazan ve 1556 yılında Astarhan’ı ele geçiren Rusların, Orta Asya’dan batıya uzanan tarihî ticaret ve hac yollarını kesmesini engellemek için Don-Volga Kanalı planlandı. Ancak her iki kanalın inşasını gerçekleştirmek mümkün olmadı. Bunda Osmanlı’nın dikkatini Kıbrıs’ın fethine ve İran’a çevirmesinin de etkisi oldu.

Kıbrıs, konumu itibarıyla Akdeniz’in en önemli adasıydı. Akdeniz’in doğusuna hâkim olmak için Kıbrıs’ın ele geçirilmesi gerekiyordu. Kıbrıs, 1571 yılında Venediklilerden alınsa da aynı yıl Osmanlı donanması İnebahtı’da ağır bir darbe aldı. Bu darbenin etkisi ancak 1574 yılında Tunus’un fethedilmesiyle atlatılabildi. Böylece İspanyolların Kuzey Afrika hedefleri ortadan kaldırıldı.

İspanyollar Akdeniz’de Osmanlı gücüyle rekabet edemeyince bütün dikkatlerini Atlantik ötesinde koloniler oluşturmaya verdi. Bu nedenle Osmanlı donanması Akdeniz’in yegâne gücü oldu. Akdeniz’in güvenli bir denize dönüşmesi ticareti artırırken beraberinde korsanlık faaliyetlerinin de artmasına yol açtı.

1578’de Fas’ta meydana gelen Üç Kral Savaşı ile Portekiz Krallığı’nın geleceği tayin edilirken Osmanlı Devleti de Kafkaslar’da Safevîler ile büyük bir mücadele başlattı. Bu mücadele sonunda Osmanlı Devleti’nin sınırları Hazar Denizi kıyılarına ulaştı. Ancak buradaki varlığı uzun sürmedi. Zira 1590 yılında Safevî Devleti ile yapılan barış antlaşmasından sonra tahta çıkan I. Abbas, 1603 yılında yeniden savaşı başlattı. Aralıklarla devam eden bu savaşlar sonucunda Osmanlı Devleti, yeniden doğal sınırlarına çekilmek zorunda kaldı.

Haçova Savaşı, Orduda Değişim İhtiyacı Doğurdu

Osmanlı Devleti’nin, Avrupa’da en uzun süren savaşları 1593’te başladı. 14 yıl süren bu savaşların en önemlisi 1596’da Haçova’da yapılan savaştı. Bu savaş Osmanlı’nın zaferi ile sonuçlansa da Osmanlı ordularının Avrupa orduları karşısında teknik olarak yetersiz kaldıkları ortaya çıktı. Avrupa orduları, yeni savaş tekniklerini ilk defa Haçova’da kullandılar. Aynı şekilde ateşli silahları yaygın olarak kullanmaya başladılar. Bu durum Osmanlı ordusunda yenileşme ihtiyacını doğurdu. Bunun sonucunda yeni askerî grupların istihdamı problemi ortaya çıktı. Sisteme uymayan tımarlı sipahilerin ordu içindeki önemi azaldı. Bunların yerini tüfek kullanmakta mahir sekban denilen Anadolulu gençler aldı. Anadolulu gençlerin orduda görevlendirilmesi ordunun yapısında köklü değişime yol açtı. Bu ayrıca zincirleme olarak bürokrasiyi, mali yapıyı da çeşitlendirip değiştirdi.