Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Repressiya Dönemi Azerbaycan Dönemi Hüseyin Cavid»

Font:

Sevgili Babam Eyyar Babaşov’un Aziz Anısına


Kısaltmalar



Takdim

HÜSEYİN CAVİD ÜZERİNE AYRINTILI BİR ÇALIŞMA
Prof. Dr. Nurullah Çetin

Öncelikle şunu vurgulamakta fayda vardır. Milletler kültürleri, medeniyetleri, edebiyatları, sanatları ile millet olma katına ulaşırlar. Ayrıca milletlerin en büyük kahramanları da fikir, sanat, edebiyat ve kültür adamlarıdır. Türk milletini millet yapan temel harçlardan biri de çok zengin bir kültür, sanat ve edebiyat birikimine sahip olmasıdır. Biz “Türk milleti” ifadesini sadece Türkiye Türklüğü ile sınırlandırmıyoruz. “Türk milleti” deyince dünyanın her yerinde yaşayan Türkleri kastediyoruz. Bugün Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye olmak üzere yedi bağımsız Türk Devleti, onlarca özerk Türk Cumhuriyeti ve dünyanın her tarafına dağılmış 350 milyon Türk bulunmaktadır.

Bu çerçevede elinizde bulunan bu çalışma, bütün Dünya Türklerinin ortak bir edebî değeri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Öğrencim Jale Babaşova’nın Azerbaycan Türklüğünün olduğu kadar dünya Türklüğünün de önde gelen yazarları arasında yer alan Hüseyin Cavit hakkındaki bu eseri, Türkiye’de yapılmış en geniş araştırma ve inceleme çalışmasıdır. Yazar, Hüseyin Cavid’i hayatı, sanatı, eserleri bakımından çok yönlü olarak araştırmış ve incelemiştir. Hüseyin Cavid’le ilgili görülmesi gereken hemen hemen bütün kaynaklara gitmiş, elde ettiği bütün malzemeyi bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirmiştir. Yazarın fikrî, siyasi ve edebî bütün yönlerini ayrı ayrı ama organik bir bütün olarak incelemiştir. Çalışma, sadece sıradan bir özgeçmiş çalışması değil, aynı zamanda Hüseyin Cavid ile Türkiye Türklerinin edebiyatçıları arasındaki etkileşime de yer vererek Cavid’in Dünya Türklüğü arasındaki katalizör işlevine de yer vermiştir. Bu çalışma göstermiştir ki, dünyanın her yerindeki Türkler, coğrafi farklılıklara rağmen birbirlerini takip etmekte ve birbirlerinden etkilenerek zenginleşmektedirler.

Yazar ayrıca Hüseyin Cavid’in nasıl bir siyasi, kültürel ve edebî ortam içinde yetiştiğini belirginleştirebilmek adına Azerbaycan Türk Edebiyatının tarihî gelişimini de vermiştir.

Jale Babaşova’yı bu eserinden dolayı kutluyor, bu çalışmanın buna benzer çalışmalara ilham vermesini diliyorum.

Giriş

HÜSEYİN CAVİD

Hüseyin Cavid; hayatı boyunca ve ortaya koyduğu sanatsal çalışmaları ile her ne kadar herhangi bir edebî hareket, topluluk ve akıma katılmayarak bağımsız bir şair ve dram yazarı olarak kalmışsa da kendinden önceki ve dönemindeki edebî hareket ve anlayışlarla etkileşim içinde olmuştur. Bu bakımdan onun genelde Azerbaycan ve Türk edebiyatındaki yeri ve özelde ise Azerbaycan şiirinde ve dramında yerini belirleyebilmek için XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarında Çarlık Rusyası, Sovyet Rusyası dönemindeki Azerbaycan’da toplumsal, siyasî ve kültürel olayları; aynı zamanda yazarın hayatının belli bir dönemini geçirdiği ve sanatçı kimliğinin şekil alıp, geliştiği XX. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi Türkiyesinde edebî ve siyasî olayların, bu dönemin karakteristik özelliklerini ana hatlarıyla ortaya koyup, Hüseyin Cavid’in sanatçı kişiliği ve eserleri üzerinde dönemin etkisini belirleyip, bu açıdan eserlerinin tahlilini vermeye çalışacağız. Amacımız Türk ve Azerbaycan edebiyatı tarihinin bir kısmını tekrarlamak değil, konumuzla bağlantısını vurgulamaktır.

XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya ve Azerbaycan siyasî ve idari bakımdan tam bir kargaşa içerisindeydi. 19. yüzyılın başlarından itibaren Ruslar Kafkasya ve Azerbaycan’ı istila etmeye başladılar. Bu dönemde Azerbaycan topraklarında siyasî birlik sağlanmamıştı. Bölgede bağımsız “hanlıklar” şeklinde devletler vardı. Bunlar da kendi aralarında kavga ve savaş halindelerdi. Rusların Kafkasya ve Azerbaycan topraklarını istilaya başlamasına kendi menfaatlerine halel geleceği için İngiltere, Fransa da engel olmaya çalıştı. Fakat en büyük engeli İran yaptı. Çünkü İran’ın da bu topraklarda çıkarı vardı. 18 şubat 1828 tarihinde Ruslarla İranlılar arasında antlaşma gereğince Aras Nehri’nin kuzeyinde kalan Azerbaycan toprakları Ruslara bırakıldı. Hazar Denizi de tamamen Rusların kontrolüne geçti. Bu tarihten sonra Azerbaycan’da Ruslara karşı patlak veren birçok halk ayaklanması da ülkenin kaderini değiştiremedi. Böylece altı eyaletten oluşan ve merkezi “Tiflis” olan “Kafkasya Umumi Valiliği” askeri mahiyetteki bir Rus idaresi olarak kurulmuş oldu.

Tiflis şehri hem Rus idaresinin önemli bir askeri üssü hem de başşehir olarak hızla gelişmeye başladı. Rus işgali ile “Kafkasya ve Azerbaycan’da” modernleşme başladı. Tiflis; Rus ve dolayısıyla Avrupaî tesirlerin etrafa yayılmasında büyük rol oynuyordu. Azerbaycan ve Kafkasya’da açılan ilk Rus mektebi Tiflis’te açılmıştı. Fakat bu okulda yalnız zenginlerin çocukları okuyabiliyordu. Halktan birinin bu okulda okuması imkansızdı. 1819 yılında bu okulda okutulan derslerin yanına Azerbaycan Türkçesi- o zaman Rusların adlandırmasıyla- “Tatarca” da eklendi.

1830’dan sonra Ruslar tarafından Azerbaycan’da açılan resmi mekteplerin sayısı çoğalmaya başladı. Böyle okullar açmakta Rus hükümetinin amacı esasen yerli ahaliye ilkokul imkân sağlayarak Rusça öğretmek ve bu okullarda eğitim almış gençleri kendilerine sadık memur olarak yetiştirerek, gerektiğinde memuriyetlerde kullanmak gibi yararları göz önünde tutarak açmıştı.

Rusların “Ruslaştırma ve Rejimlerine Sadık Memurlar” yetiştirme siyaseti takip ettiği mekteplere halk çocuklarını göndermek istemiyordu. Bu bakımdan ilk yıllarda bu okullarda eğitim alan Müslüman öğrenci sayısı pek fazla değildi. Bu sebepler yüzünden bazı Azerbaycanlı ileri görüşlü aydınlar, serbest düşünceli din adamları, özel okullar açmaya başladılar. Özel okul açanların birçoğu İslam âlemindeki yenilikçi düşüncelerden, özellikle Türkiye’den, Avrupa’daki ilmî keşiflerden haberdar olan kimselerdi. Bu okullara “Usul-i Cedid” ismi veriliyordu. Türkiye, İran ve Irak gibi ülkelerde eğitim alıp gelmiş aydınlar evlerinin bir odasında ve bazen de durumları iyi olan aydınlar bir bina tutarak para karşılığında çocuklara eğitim veriyorlardı. İşte Hüseyin Cavid de böyle yeni usullü okullarda eğitim almıştı. İlk eğitimini medresede almış daha sonra buradan Usul-i Cedid okuluna geçerek eğitimine devam etmiştir. Bu dönemden itibaren yani XIX. yüzyılın II. yarısından sonra Azerbaycan’da yeni usullü okullarda eğitim alıp, Avrupa kültürü ve edebiyatı ile tanışmış bir kuşak yetiştirmekte idi. İşte XIX. yüzyılın sonunda “maarifçiler” denilen bu genç kuşak yeni usullü okullarda yetişmişlerdi. Bu genç kuşakla XIX. yüzyılın II. yarısından sonra cemiyetteki cehalete ve eğitimsizliğe karşı mücadele başlatıldı. Yenilik taraftarı aydınların çoğunun üzerinde Türkiye’deki yenilikçi aydınların ve Rusya’daki “Dekabristlarin”1 büyük ölçüde etkisi vardır.

XIX. yüzyılın sonunda yetişen ve modern Azerbaycan edebiyatının doğuşunda etkin olan aydınların karakteristik özelliği hürriyetçi ve halkçı düşüncelere sahip olmaları idi. Rus istilasından sonra açılan okullarda yeni bilgiler öğrenip Rusça konuşabilen gençleri Rus memuriyetine ve askerî hizmete aldılar. Rus hükûmetine hizmete girmiş bu genç kesim kendilerine “reformist”2 deyip Batı’yı ve Rus hayat tarzını kabul etmişti.

Diğer tarafta “reformist”lere karşı olup, Batı’yı ve Rus hayat tarzını tamamen reddeden aydınlar da var idiki, bunların çoğunluğu ilk eğitimlerini medreselerde dinî eğitim alarak başlamış; özellikle XIX. yüzyılın II. yarısından sonra da Türkiye, Mısır, İran’da ortaya çıkan siyasî olaylardan etkilenmiş, İslâmi ıslahatlara meyleden kesimdi. Özellikle XIX. yüzyılın sonlarında böyle düşünceli münevverlerin taraftarları Rusya Müslümanları arasında çoğaldı. Bu kesim “İslâmiAsrın İdrakine Göre Yorumlama” tezini savunuyordu. XIX. yüzyılın sonunda mevcut tezleri savunan her iki aydın kesimi de yerli, kendine “molla” diyen cahil medreseliler tarafından “kafir” olarak adlandırılmaktan kendilerini kurtaramadılar.

XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan tarihinde siyasî, içtimaî olayların yoğun olarak yaşandığı bir dönemdir. Rus kapitalizminin baskısı altında Bakü’de petrol sanayisi, gemicilik, ticaret ve başka alanlarda gelişmeler gözlenmekteydi. XIX. yüzyılın sonlarında Azerbaycan artık dünya, ticaret pazarına çıkmaya başlamıştı. Kafkasya’da özellikle petrol sanayisi yüzünden Azerbaycan’da sanayi bölgelerinde ve kuruluşlarında Rus kapitalistlerinin yanı sıra yabancı kapitalistler de yer almaya başladı. Kapitalistler Azerbaycan topraklarından daha çok pay alarak daha çok kazanmak için sanayiciler aralarında sendikalar kurarak ticaretin daha çok gelişmesini sağladılar.

Sanayinin ve ticaretin böyle bir hale gelmesine ve bir kesimin hızla zenginleşmesine karşın Azerbaycan’da geniş halk kitleleri derin ihtiyaç içinde yaşamaktaydı. Kapitalizmin yavaş yavaş kentlere nüfuz etmesiyle köyden kente göç başladı. Çarlık Rusyası’nda her ne kadar okullar açılsa da Rus hükûmeti halkın medeni inkişafını, büyük anlamda eğitilip uyanmasını istemiyordu. Hükûmet sadece izin verdiği, müsaade ettiği ölçüde halkın bilgilenip, eğitim alması taraftarı idi.

Bu dönemde Bakü’de büyük grevler olmuştur. İlk Burjuva Demokrasi İnkılabı (1905-1907) Rusya’da gerçekleşmiştir. Bu durum Rusya’daki bütün milletlerin siyasî hayata atılmasına sebep olmuştur. 1905 ihtilalinin büyük amacı Çarlık rejimini devirmek, demokratik bir cumhuriyet kurmaktı. 1905 olaylarının etkisi bütün Kafkasya’da olduğu gibi Azerbaycan’da da büyük ölçüde görülür. Rusya İmparatorluğu sınırları içerisinde kanlı bir ihtilal, büyük ayaklanmalar yaşanır. Tam hükûmet ihtilalle başedecekken I. Dünya Savaşı çıktı. Savaşın çıkması ile var olan siyasî ve sosyo-ekonomik sorunlar halkın durumunun daha da kötüleşmesine sebep oldu.

İhtilal, savaş ve ayaklanmaların ülke içinde ve dışında yaşanan çekişmeler Azerbaycan halkına verdiği zararın yanında getirdiği faydaları da vardır. 1905-1907 ihtilalleri döneminde ve sonrasında Azerbaycan’da kültür ve sanatın birçok alanlarında hızlı gelişmeler yaşandı. XX. yüzyılın başlarında Bakü, zengin bir sanayi şehri hâline gelmiş, ticaret gelişmiş, şehrin nüfusu artmış; hem Rusya’nın değişik yerlerinden hem de İran gibi İslâm ülkelerinden gelen, çoğunluğu işçi olan çeşitli meslekten insanların bir araya geldiği kozmopolit bir hüviyet kazanmıştı. XIX. yüzyılın ilk yarısında Rus İmparatorluğu’nda Kafkasya’da merkez Tiflis şehri ise de; XX. yüzyılın başlarında artık Kafkasya Umumi Valiliği’nin merkezi Tiflis’ten Bakü’ye geçti. Gazeteler artık Tiflis’te değil, Bakü’de basılmaya başladı. Şehir kısa zamanda Avrupaî bir hüviyet kazandı.

1905 ihtilalinden sonra Azerbaycan Türkçesi ile eğitim veren Azerbaycan Türklerinin edebiyatının eğitim ve öğretiminin yapıldığı okullar açılmaya başladı. Böyle okullar, halkiçinde büyük nüfuzu olan maarifçilerin teşebbüsü ile açılıyordu, burada öğretmenlik yapan kişiler de dönemin önemli edebî şahsiyetleri idi. Bu şahsiyetler sanat ve edebî faaliyetlerinin yanı sıra ülkede öğretmen eksiği olduğu için öğretmenlik de yapıyorlardı.

Bu dönemde güzel sanatlar ve tiyatro alanında da önemli gelişmeler olmuştur. Azerbaycan millî operasının öncüsü Üzeyir Hacıbeyli bu dönemin kültürel hayatında önemli bir yer tutmuştur. İlk Azerbaycan operasının yazılmasıda bu dönemde olur. “Leyli ve Mecnun” operası, 1908 yılında ilk kez sahnelenmiştir. Müslüm Makamayev, Cabbar Karyağdı, M. Sarablı gibi sanatçılar bu alanda önemli faaliyetler yapmış şahsiyetlerdir.

XIX. yüzyılın sonunda tiyatro alanında da canlanma yaşanmaya başlamıştı. İlk tiyatro binası 1858 yılında Şamahı’da yapılmıştı. Ama 1880 yılında Bakü’de hayırsever, maarifçi Zeynelabidin Tağiyev tarafından yaptırılan mükemmel bina, Azerbaycan tiyatrosunun gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Bu tiyatro binasını yine petrol zenginlerinden, hayırseverlerden İsmayılov’un yaptırdığı tiyatro binası takip eder. 1888 yılında ilk tiyatro topluluğu oluşturulur. 1906 yılında ise “Müslüman Dram Artistlerinin Şirketi” adıyla ilk profesyonel topluluk oluşturuldu. Bu toplulukların sayısı hızla artmaya başladı. XX. yüzyıldan itibaren bütün kültürel alanlarda olduğu gibi tiyatro alanında da hızlı bir gelişme yaşandı.

Bu dönemde resim, heykel ve halıcılık alanlarında da çalışmalar görülmüştür. Resim alanında dönemin en ünlü ismi Ezim Ezimzade’dir. 1906 senesinde yayımlanan Molla Nasrettin dergisinin Azerbaycan kültür ve edebiyat tarihinde yeri ve rolü tartışılmaz. “Molla Nasrettin” (Nasrettin Hoca) dergisinin karikatürlerini Ezim Ezimzade çiziyordu.

XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatında edebî cereyanlar daha tesirli bir duruma gelmiştir. Halka ve onun özgürlük hareketlerine en çok yakın olan yazarlar realizm akımına mensup idiler. Realizm akımı demokrasi ve terakkiye eğilimli sanatçıları, yazarları birleştiren bir akım idi. Bu dönemde yaşanan siyasî olaylar nedeni ile Çarlık Rusyası’nın edebiyat ve sosyal hayat üzerindeki baskı ve sansürü kısmen azalmıştı. Bu sebepten dolayı, realizm akımı dönemin en önde gelen akımı oldu. Halkın karşı karşıya olduğu olaylar, yaşananlar realist edebiyatın ele aldığı en önemli ağırlıklı konulardı. Realist akımın en önemli temsilcileri bu dönemde Celil Memmedguluzade, Mirza Ali Akber Sabir, Ebdürrehim Hakverdiyev, Yusuf Vezir Çemen-zeminli gibi yazarlar idi.

1905-1907 yılları arasında Azerbaycan edebiyatında eleştirel realizmle beraber romantizm edebîakımı da görülür. Romantizm akımıyla beraber Azerbaycan edebiyatına bediî-edebî form yönünden yeni şekillerin girdiğini de görüyoruz. Romantik akımı takip eden edebiyatçılar epik ve dramatik şiirin yeni şekillerini yaratmışlardır. Bu sanatçılar; manzum ve nesirle yazılmış tiyatro oyunları, lirik, epik ve dramatik şiirler, romantik hikâyeler yazıyorlardı. Azerbaycan edebiyatında ilk manzum dramları, trajedileri, romantik akımı takip eden sanatçılar yazmıştır.

Azerbaycan edebiyatında Hüseyin Cavid; manzum trajedi, marş, sonet, şarkı gibi türlerin öncüsü olmuş, siyasî, sosyal olayları eserlerinde yansıtmış güçlü bir şair ve dram yazarı olarak tanınmıştır.

XX. yüzyılın ilk yılları 1906-1911 yılları arasında İran’da meşrutiyet hareketlerinin yaygınlaşması; 1908 yılında Türkiye’de meşrutiyetin ilan edilmesi Azerbaycan aydınları üzerinde derin izler bırakmıştır.

Meşrutiyetin ilk yıllarında İslâmcılık düşünceleri hem Türkiye’de hem de bütün İslam dünyasında çok hareketli ve cazip bir ortam bulmuştur. İran Meşrutiyeti’nin beklenen sonucu vermemesi, Türkiye’de İttihatçıların milleti hayal kırıklığına uğratmaları, Balkan Savaşları ve en nihayet Arap ülkelerindeki karışıklıklar Osmanlı Devleti’nin çöküşünü getirdiği gibi dünyadaki İslâmcılık hareketinin parlaklığını, cazibesini yitirmesine de sebep oldu.

II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a tahsil veya herhangi bir sebeple gelip burada yaşayan, okuyan, çalışan veya siyasî faaliyetlerine devam eden Azerbaycan Türklerinden siyasî ve edebî şahsiyetler, Azerbaycan’a döndükten sonra da İstanbul’daki edebî ve siyasî ortamı takip ederek eserlerinde, faaliyetlerinde edindikleri tecrübe ve bilgileri ortak kültürü yansıtıyorlardı.

XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan aydınları Rusya’daki matbuatı Rusça ve farklı Türk lehçelerinde basılan gazete ve dergileri de bu lehçelerde takip ediyorlardı. Ayrıca, Türkiye, İran ve diğer İslam ülkelerindeki yayınları da temin edip okuyan Azerbaycan aydınları, bu ülkelerdeki çeşitli dergilere ve gazetelere de yazılar gönderiyorlardı.

XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan aydınlarının; dünyayı tanıma, uyanma, silkinip millî kimliğini arama bulma dönemidir. Bu dönemlerde Azerbaycan edebiyatı bir yandan Türkiye, diğer yandan da Rusya’daki edebî hareketlerin, siy siyasî asi gelişmelerin tesiri altındadır. Azerbaycan aydınları eskiden olduğu gibi İran-Fars edebiyatını takip etmeyi, örnek almayıbırakmışlardır. Hatta 1850’lerden sonra Ahundzade’nin eserleri ile ve Azerbaycan’da matbuat hayatının gelişmesine bağlı olarak daha ileri bir duruma gelmişler ve İran edebiyatını tesiri altına almış, ona yön göstermeye başlamışlardır. XX. yüzyılın başında Azerbaycan edebiyatı Türkiye’deki edebî, siyasî akımların etisi altındaydı.

Türkiye’de bu dönemde yeni gelişmeler vardı. Bu gelişmeler hem siyasî alanda hem de edebiyatta yoğun bir şekilde yaşanmaktaydı. Meşrutiyet’in ilanı, Abdülhamit dönemi, sansür, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün hızlanması, yaşanan savaşlar, fikir akımları ve yetişen yeni edebî şahsiyetler edebiyat ve tarih kitaplarında çokça çalışılmış ve araştırılmış bir dönemdir. Araştırmamızda bu dönem detayına inmeden Türkiye’deki bu olayların Azerbaycan edebiyatı ve edebiyatçıları üzerinde bıraktıkları etkiye yoğunlaşacağız.

XX. yüzyılın başında 1905 İhtilali Rusya’daki sansürün kısmen zayıfladığı bir dönemdir. Bu dönemden de Azerbaycan aydınları kardeş ülke olan Türkiye ile buradan meslektaşları ile yakınlaşmış daha yoğun bir ortamda paralel şekilde birbirlerinin çalışmalarını takip ederek faaliyet gösteriyorlardı. Başta İstanbul’daki aydınlar olmak üzere birçok kişi Rusya’daki Türklerin basınını takip ediyorlardı. Diğer yandan da orada çıkan, süreli yayınlara makaleler gönderiyorlardı. Türkiye’de çıkan süreli yayınların bir kısmı da Rusya’dakilerden sık sık alıntılar yapıyorlardı. Rusya’daki Türklerin Türk basınına doğrudan doğruya gönderdikleri mektuplar, yazılar, telifler halka sunuluyordu. Bu dönem tarihin hiçbir devrinde o zamana kadar görülmeyen Türk boyları arasında yakın kültür alışverişi başlamıştı. Bütün Türk dünyasında bu yaklaşmaların doğalbir neticesi olarak ortak temayüller oluştu. Bunlar arasında özellikle ortak bir Türk yazı dili yaratma teşebbüsü dikkati çeker. İstanbul’da Sırat-ı Müstakim, Türk Yurdu, Kadın; Bahçe Saray’da Tercüman; Bakü’de Fiyuzat, Şelale, İrşad, Açık Söz gibi süreli yayınlarda bu görüş açıkça desteklenmiştir.

Dildeki yakınlaşma ile birlikte edebî ve siyasî münasebetlerde de gelişme görülüyordu. Bu karşılıklı ilişkiler XX. yüzyılın çeyreğinde Azerbaycan edebiyatının Türkiye ile olan bağlantılarını güçlendirmiştir. O kadarki, Azerbaycanlı Abdulla Sur bazı kısımları el yazması halinde kalmış, bazıları kaybolmuş, çok az bir kısım ise basılmış Türk Edebiyatı Tarihi adlı eser yazmıştır. Namık Kemal, Şemsettin Sami, Abdul-hak Hamit, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem, Muallim Naci, Mehmet Akif, Mehmet Emin Yurdakul gibi Türk yazarların eserleri Azerbaycan’da okunuyor, basılıyor ve sahneleniyordu. Türkiye’de basılmış bazı ders kitapları Azerbaycan’da okutuluyor hatta bazı Türk gençleri Azerbaycan’a giderek burada öğretmenlik yapıyorlardı. Aynı şekilde Türkiye’ye giderek orada eserler veren eğitim alan Azerbaycanlı yazarlar ve gazeteciler de vardı. Mehmet Emin Resulzade, Ahmed Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Bey,Yusuf Bey Vezirov, Hüseyin Cavid ve Mehemmed Hadi bunlara bir örnektir.

Bakü ve Tiflis’te neşredilen gazete ve dergiler Türkiye’ye yakınlık hususunda o kadar ileriye gitmiştir ki Füyuzat, Taze Füyuzat (Yeni Füyuzat), Şelale tamamen Türkiye Türkçesi ile neşerediliyor. “Hayat”, “İrşad” ve daha sonra bu gazeteleri takiben “Açık Söz” gazetesi de bu yazı diline çok yakın ve daha sade bir yol izleyerek neşrediliyordu. Bu gazeteler Türkiye’ninsiyasî ve kültürel mühiti ile yakın paralellikler gösteriyorlardı. Fakat Füyuzat, Yeni Füyuzat, Şelale dergilerinin dili tamamen Servet-i Fünun edebiyatının diliydi. Bu açıdan değerlendirildiğinde Azerbaycan Türkçesinin sadeleşmesini geciktirmiştir. Fakat Servet-i Fünun’un dili tıpkı Anadolu Türkçesinde olduğu gibi Azerbaycan Türkçesinde de edebî, siyasî, felsefî terimler bakımından zenginleştirmiştir. Bugün bile ortak kullandığımız birçok edebî-kültürel ve felsefî terimler o zaman Azerbaycan Türkçesine geçmiştir.

XX. yüzyılın başlarında Azerbaycan edebiyatı şu üç büyük eğilimin etkisi altındaydı: Türkiye’ye bağlı Türkçülük akımının, Türkiye, İran ve diğer İslâm ülkelerinin etkisi ile İslamcılık akımının nihayet Rusya dolayısıyla çağdaş siyaset ve sosyal akımının. Ayrıca, 1920’li yıllara yaklaştıkça da Sovyet rejiminin baskısı ile sosyalist akımların etkisi de görülmektedir. Azerbaycan’ın 1920’lere kadar, Avrupa edebiyatını büyük ölçüde Türkiye kanalıyla takip ederek tanıdığını da unutmamak gerekir. Bu bakımdan XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yazılan eserlerde bu üç eğilimin temsilcilerine de rastlanır. Fakat bunların hepsinin dışında bir edebî akım vardır ki mensupları Azerbaycan’ın o günlerdeki durumuna göre bütün bu eğilimin bir sentezini yaparak ülke için en doğru olan yolu seçmiş görünürler. Bu okul, Molla Nasrettinciler’dir. Molla Nasrettin, 1806 yılında Ömer Faik Nemanzade ve Celil Memmedguluzade tarafından çıkartılan siyasî, içtimaî, bir mizah dergisiydi. Kısa zamanda etrafında yazarları ve şairleri topladı. Dergi 1906-1918 yıllarında Tiflis’te kapatıldıktan sonra 1921 yılına kadar Tebriz’de 1922-1991 yılları arasında da Bakü’de çıkmıştır.

1917 senesinde Rusya’da Bolşevik İhtilali oldu. Rusya’nın boyunduruğu altında olan bütün halklarda bir özgürlük hareketi başladı. Çar rejimi devrildi, Rusya içinde bu bölgede yaşayan ayaklanan halklar özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını ilan ettiler. 28 mayıs 1918 tarihinde bu coğrafiyada ilk Türk cumhuriyeti kuruldu.

Türkiye’den gelen askerî yardımla Bakü’de, Bolşeviklerden kurtuldu ve Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırleşmek” ilkesi doğrultusunda tek partili bir hükûmet kuruldu. Azerbaycan Cumhuriyeti çok kısa bir süre ayakta durdu, ama kısa sürede çok şey yaptı. 27 Nisan 1920 tarihinde Bakü, Bolşevikler tarafından işgal edildi ve Sovyetler Birliğine dahil edildi.

1920’den sonra rejimin değişmesine bağlı olarak toplumun sosyal, siyasî ve edebî hayatı hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Buna bağlı olarak da insanların dünya görüşü sanat, edebiyat anlayışı yeniden şekillendi veya şekillendirildi. Yeni rejimin baskıcı olduğu ve kendi görüşünün dışında olanlara pek fazla hayat hakkı tanımak istemediği, özellikle 1937 yılında Stalin’in korkunç terörü ile iyice anlaşıldı.1920’den sonra sadece cemiyet hayatı değil yönetim şekli de değişti. Yönetimde bu tarihten itibaren Azerbaycan Türkleri geri çekildi, yerine Ermeni ve Ruslar yönetime alınmaya başlandı. Yöneticiler çok gaddar davranıyor; birçok bilim adamı, yazar, gazeteci, öğretmen represiya3 kurbanı oldu. 1930’lardaki kollektifleştirme devrinde de halktan insanların binlercesi-yok edildi. Öyle bir diktatörlük kurulduki, halk herhangi bir şekilde devlete karşı sesini çıkaramaz hale geldi.

Böyle bir diktatörlük döneminde edebiyatın şaheserler yaratması sanat hayatının başarılar sağlanması beklenemezdi. Yazarlar 1920’den önce olduğu gibi serbest yazma hakkına sahip değillerdi. Resmî ideolojik görüşe uygun yazmak mecburiyeti vardı. Buna “Sosyalist Realizmi” adı verildi. Yeni bir toplumunda yeni bir edebiyata ihtiyaç vardı. Bu yeni edebiyat da “eski” yapıya, cemiyete, edebiyata saldırı ve “yeni”yi övmeye dayanıyordu.

Bölşevik görüşü açısından ele alınan konular; milletlerarası sorunları dünyanın çeşitli yerlerindeki sınıflararası çatışmaları, sömürgeler ve emperyalistler arasındaki mücadeleyi, halk hareketlerini, işçi ve köylü olaylarını “enternasyonalizmi”, “dünyada barış”, “dünya sosyalistlerinin birliği”, “hümanizm” adında çıkmış olan çeşitli eserlerde işlenmiştir. Bu konuyla ilgili bazıları o kadar aşırı davrandıki zaman zaman millî edebiyat ve dil inkâr edildi. Rus dili “Lenin”in dili”, “komünist dünyasının dili”, Rus edebiyatı ise “emekçinin, işçinin, inkilabın edebiyatı” olarak yüceltildi. Azerbaycan edebiyatının görevi ise “Büyük Kardeş olan Rusların” edebiyatını örnek almaktı. 1930’lardan itibaren Komünist Partisi tarafından yayımlanan yazarlara yönelik “sosyalizmi dolgun ve çok yönlü bir şekilde aksettiren emekçilere sosyalizm kuruculuğu işine sadakat ruhu aşılayan, derin anlamlı eserler yaratmayı” tavsiye ediyordu.4

Kısaca çerçevesini çizmeye çalıştığımız bu görüşler içerisinde yazıp, eserler vermek zorunda kalan 1920’den önceki devirde olgun eserler yazmış sanatçılar değişik yollar izlemek zorunda kaldılar.

Dönem yazarlarının bir kısmı sustu, diğer bir kesimi küçük vazife alıp kenara çekilmeyi tercih etti. Bir kısım yazarlar da yeni devire ayak uydurmaya çalışarak istenilen tarzda ve konuda eserler yazmayı denediler. 1920’den önce eserler vermiş sosyal demokrat görüşlü kimseler ise pek fazla zorlanmadan yeni devrin değerlerine uygun eserler kaleme almaya başladılar. Her şeye rağmen kendi bildiği yolda gitmeye inandığı ölçüler içinde eserler vermeye çalışanlarda yok değildi. Böyle şahsiyetlere Hüseyin Cavid örnektir. Hakverdiyev, Cafer Cabbarlı, Celil Memmedguluzade, Yusuf Vezir Çemenzeminli, Abdullah Şaik gibiler ise kendi şahsiyetlerini koruyarak hem yeni devre hem de zevk ve görüşlerine uygun tonda eserler yaratmaya çalıştılar. Bir kısmı başarabildi bir kısmı da Stalin’in terör devrinde hayatını kaybetti.

Yeni yetişen gençler sosyalist değerlere samimi olarak inanmış veya partinin gözüne girmeğe can atıyorlardı. Yönetim tarafından teşvik edilen bir kısım genç yazarlar, yaşlı nesli çeşitli yönlerle aşağılayarak, eleştirerek onları zor durumda bıraktılar. Bu sert mücadele zemini 1937 yıllara doğru öyle bir şekil aldı ki, kimse korktuğundan bir şey yazamaz oldu. Yazılanlarda parti kararlarının siyasî ve ideolojik sloganların sınırlarından dışarı çıkamadı.

Bu dönemde yazarlar çözüm yolu olarak, tarihî konuları uzak ülkelerde cereyan eden hadiseleri ele alarak çalışmaya başladılar. Bu da sansürlü dönemlerde sanatçıların sık sık başvurdukları bir kaçış yolu idi.

Bu dönemi de genelleyecek olursak mevzu olarak 1920’den yeni Sovyet hâkimiyeti kurulmadan önceki Azerbaycan ele alınır; köylülerin, işçilerin, genç aydınların zor şartlarda yaşaması; zenginlerin, cahil ve fanatik kimselerin burjuva kesimin, beylerin sömürüsü anlatılır. Sonra da Sovyet rejimi bir kurtarıcı olarak emekçilere, işçilere yardıma yetişir ve emekçilerin, işçilerin ilerleyip kalkınma dönemine girmesi tasvir edilir. Bu konularda yazmayan, yazmamaya devam eden ve rejimden önceki edebî faaliyetlerinde de millî görüşlü olan yazar ve sanatçılarımız çeşitli iftira ve suçlarla “Stalin Terörü” yıllarında ya Sibirya gibi uzak yerlere sürgün edildiler ya da kurşuna dizildiler. Bu politika Rusya devletinin aydınları temizleme politikası idi. Şöyleki kendisi için devletçiliği, rejimi için tehlike arz eden aydınları temizleyip kendilerine sadık, rejimlerini tehlikeye sokmayacak, onlar için çalışan yazarlarla yollarına devam ettiler. Bu olay aynı zamanda Rusya sınırlarında yaşayan önemli bilim insanlarının, aydınların temizlenmesi idi.

II. Dünya Savaşı yıllarında (1941-1946) artık etnik temizlenme yapılmıştı ve bu dönem, Rusya sınırları içinde yaşayan halklar için savaşın getirdiği sıkıntıların yanı sıra zor bir dönem idi. Bu dönemde yazar tarafından ele alınan konular, “İnkilap”tan savaşa, savaşın zorluklarına, zaferlerin zorluklarını anlatmayla geçer. Bu yıllarda eserler daha çok halka güven ve cesaret vermek için yazılmıştır. Bu tür eserler hikâye, roman ve tiyatro türlerinin imkanlarını zorladı. 1960’lı yıllara kadar sansür ve baskı devam etti. Savaş yıllarında çıkan zorluklar savaştan sonra rejimin baskısıda kısmen azalır. Stalin’in ölümünden sonra ortam biraz daha özgürleşir sanat eserlerinin üzerindeki ve toplumdaki sansür gözle görülür düzeyde hafifler.

İşte Hüseyin Cavid, böyle zor bir dönemin yetiştirdiği, devrinin en meşhur şair ve dram yazarıdır. Yazar hem sanatçı kişiliği, hem de karakteri ve sanat eserleriyle Azerbaycan halkının gönlünde taht kurmuştur. Önce İran, daha sonra Türkiye’de İstanbul’da Darülfunun’da eğitim almıştır. Büyük Türk yazarlarının ve felsefecilerinin derslerini dinleyerek kendini, sanatçı kişiliğini daima geliştirmiş Azerbaycan edebiyatının büyük yazarlarından biridir.

Romantik bir şair olmasına rağmen eserlerinde realizm eğilimleri de güçlüdür. Şiirlerinde Abdulhak Hamid, Rıza Tevfik ve Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’un tesirleri görülür. Dili Türkiye Türkçesine çok yakın ve sadedir. Devrinin siyasî, içtimaî durumu, Rus emperyalizm, yazarı zaman zaman içe kapanklığa çekmiştir. O dönemde Azerbaycan’da yetişen birçok aydın üzerinde Rus edebiyatının etkisi görülür. Fakat Cavid’de bu yoktur. Ölünceye kadar da üzerinde Rus edebiyatının etkisi görülmez. Azerbaycan kültürünün kökü olarak kabul ettiği Türk-İslâm dünyasının manevî değerlerinden ve kültürlerinden uzaklaşmadı. 1920’den sonra yaratıcılığında Sovyet devletinin bütün baskılarına rağmen “sosyalist realizm” anlayışının ürünü “güdümlü edebiyat” örneği sayılan eserler yazmadı. Sanat görüşünden, dünya görüşünden taviz vermedi ve baskılara boyun eğmedi. Bunun için de ölüme gitti. Sürüldüğü Sibirya’da vefat etti.

Bu dönemde Hüseyin Cavid’in de içinde bulunduğu Ahmet Cavad, Mikayıl Müşfik, Cafer Cabbarlı, Muhammed Hadi gibi bir kısım şair ve yazarların öncülüğündeTürk Milletinin kültür ve edebiyat birikiminin bir bütün olduğu, tarihi dönemlerin ve siyasî değişimlerin bu bütünlüğü bölemeyeceği gerçeğinden hareketle geleneksel kültür, sanat ve edebiyatla bağını koparmamış, onlarla beslenmiş bir edebî topluluk oluşmuştur.

Bu genel girişten sonra Hüseyin Cavid’in Azerbaycan edebiyatı tarihindeki yerini, onun sanatının biçim ve içerik özelliklerinin ayrıntılarını ve Türkiye edebiyatı ile etkileşimlerini incelemeye çalışacağız.

1.14 Aralık 1825 tarihinde Çarlık Rusyasında yaşanan bir ayaklanmanın ismi.
2.yenilikçi
3.Kitlesel kıyım
4.M. Qasımlı, Azerbaycan Türklerinin Millî Mücadele Tarihi, İstanbul, 2006, s. 48.