Loe raamatut: «Ulus Olmak İstersek»
Özgeçmiş
Rahmankul Berdibay, 2 Aralık 1927’de Kazakistan’ın güney bölgesindeki Türkistan şehrinin İkan kazasına bağlı Kökiş köyünde dünyaya gelmiştir. İlk ve orta öğrenimini Aşçısay’da tamamlamış, 1944 yılında Türkistan Pedagoji Enstitüsünden mezun olduktan sonra yerel gazetelerde şiirleri yayımlanmaya başlamıştır. 1945 yılında Kazak Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesini kazanmış, ancak ekonomik şartlardan dolayı okula dışarıdan devam etmek zorunda kalmıştır. 1948’de Kızılorda Pedagoji Enstitüsü Kazak Dili ve Edebiyatı Fakültesine geçiş yaparak buradan mezun olmuştur. 1949-1953 yılları arasında çeşitli Kazak okullarında müdürlük ve müfettişlik görevlerinde bulunmuştur.
Berdibay, 1953-1954 yıllarında Kazak Devlet Üniversitesinde yüksek lisans yapmış ve hemen ardından Kazak Edebiyatı Gazetesi’nde çalışmaya başlamıştır. Berdibay’ın 1956 yılında yayımladığı “Kazak Edebiyet Tariyhının Meseleleri” adlı makalesi başta olmak üzere kaleme aldığı yazıları bir taraftan onun tanınmasını sağlamış, diğer taraftan da milliyetçi olmakla suçlanmasına yol açmış ve gazetedeki işinden uzaklaştırılmıştır.
1959 yılında Kazak SSR İlimler Akademisi Dil ve Edebiyat Enstitüsünde başladığı doktorasını 1961 yılında “Çağdaş Kazak Romanında Konu Meselesi” adlı tezini savunarak tamamlamıştır. 1970 yılında ise “Kazak Romanlarındaki Teorik Problemler” ile ilgili çalışmasıyla filoloji uzmanı unvanını al mıştır. Ardından Edebiyat ve Sanat Enstitüsünde araştırmacı olarak çalışmaya başlamıştır. 1968-1970 yıllarında Kazak Sovyet Ansiklopedisi yazı işlerinde sorumlu sekreterlik, 1970-1973 yıllarında M. Avezov Edebiyat ve Sanat Enstitüsünde araştırmacılık görevlerinde bulunmuştur. 1973 yılında bu Enstitünün folklor bölümü başkanlığına getirilmiş ve bu tarihten sonra folklor araştırmalarına yönelerek çalışmalarıyla Kazak folkloruna büyük katkılar sağlamıştır.
Hayatını Kazak folkloruna ve edebiyatına adayan Berdibay’ın otuzdan fazla kitabı, binden fazla makalesi yayımlanmıştır. Onun bazı eserleri İngilizceye ve Rusçaya tercüme edilmiş, Özbek, Kırgız, Tatar, Nogay ve Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. Yurt dışında pek çok ilmî konferansa katılarak bildiri sunmuş, 1991-1992 yıllarında ABD’de Seattle Üniversitesinde Kazak folkloruyla ilgili derslere girmiş; 1992, 1994 ve 1996 yıllarında Türkiye’de düzenlenen “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İş Birliği Kurultayları”na katılmış ve ortak Türk alfabesi, terimleri ve folkloru meseleleri üzerine çalışmıştır.
Uzun yıllar Kazak Edebiyatı ve Sanatı Halk Üniversitesi Rektörlüğü de yapan Berdibay, bir taraftan da üniversitede dersler vermiştir. Danışmanlığında yirmiden fazla ilim doktoru yetiştiren Berdibay, hayatının son yıllarını Türkistan şehrindeki Hoca Ahmet Yesevi Kazak-Türk Uluslararası Üniversitesi Kazak Dili ve Edebiyatı Bölümünde çalışarak geçirmiştir.
Araştırmalarıyla Kazak edebiyatına çok önemli katkılar sağlayan Berdibay, pek çok ödüle layık görülmüştür. “Cumhuriyet Özel Ödülü”, “Şokan Velihanov Ödülü”, “Mahmut Kaşgari Ödülü”, “Parasat” ödülü ve “Akademik Vavilov” madalyası bunlardan bazılarıdır. Berdibay ayrıca Kazakistan Cumhuriyeti Millî İlimler Akademisi daimi üyesi, Kazakistan Halk Akademisi üyesi, Cengiz Aytmatov Uluslararası Toplumsal Akademisi üyesi ve Türk Dil Kurumu şeref üyesidir. Aynı zamanda Abay, Juldız, İslam Âlemi dergilerinin ve İslam Akademisi Bülteni ile Ana Dili gazetelerinin yayın danışma kurulu üyesidir.
Onun “Kazak Folklorının Tipologiyası”, “Kazak Folklorının Tariyhılıgı”, “Kazak Folklorının Poetikası”, “Kazaktın Arhaikalık Folklorı”, “Folklor jene Onın Etnografikalık Negizderi”, “Kazak Folkloristikasının Tariyhı” gibi eserleri sadece Kazakistan’da değil, bütün Türk dünyasında önemli eserlerdir. Ayrıca Sovyetler Birliği döneminde yasaklanan “Еdige Batır”, “Оrak Mamay”, “Karasay Kazi”, “Şora Batır”, “Еrsayın” gibi destanların tekrar gün ışığına çıkmasında çok önemli çalışmalar yürütmüştür. Berdibay’ın “Kazak Tarihi Jırlarının Meseleleri”, “Kazak Eposı”, “Epos- El Kazınası”, “Еdige Batır”, “Türik Halıktarı Avız Edebiyetindegi Ortak Sarındar”, “Kazak-Türki Epostarının Meseleleri” adlı eserleri onun dikkat çeken çalışmalarındandır.
Berdibay’ın “Baykal’dan Balkan’a” (Ankara: Bilig, 1997) ve “Destan-Halk Hazinesi” (Ankara: Yeni Avrasya Yay., 2002) başlıklarıyla Türkiye Türkçesine aktarılan iki eseri Türkiye’de yayımlanmıştır.
Türk dünyasının değerli âlimi Kazak folklorcu Rahmankul Berdibay, 3 Nisan 2012 Salı günü 85 yaşında vefat etmiştir.
Ferah TÜRKER
Takdim
Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı
Rahmankul Berdibay’ın 90. doğum yılı anısına basılan kitabın yayıncısı olmak ve takdim yazısı yazmak benim için büyük onur. Türkistan’da çalıştığımız dönemde kendisi ile tanışmış olmanın ve onunla ilgili hatıraların benim gönlümde her zaman müstesna bir yeri olacak.
Kendisini tanımadan önce ismini arkadaşlardan çok duymuştum. Herkes ondan bahsederken büyük bir saygı ve hayranlıkla adını anıyordu. Turan Otelin zemin katında o günlerde kullanmakta olduğu odasında bizleri kabul etti. Son derece sıcak ve samimi tavırlarla bizimle sohbet ediyordu. Bizi ilk kez görüyordu ama olsun bizler onun çok sevdiği Türkiye’nin gençleriydik. Türkiye, evet onun ifadeleri ile “bayrağı inmemiş, istiklali sönmemiş, yıkılmayan, yıkılamayan Türkiye”. Biz o Türkiye’nin gençleriydik. Bize bakarken gözlerindeki samimi, şefkat dolu, umut dolu bakışlarını anlatabilmem güç. İşte o ilk tanıştığımız sohbette hızlı bir hareketle dobrasını eline aldı. “Kazak’ı ararsan dobranın kolunda ara” dedi ve başladı çalmaya. Kazak tarihini, kültürünü, ruhunu, çilesiniz, sevincini dobra ile anlatıyordu. “Kazak kazak değil, dombıra Kazak” bu sözü de ilk kez ondan duymuştum. Dombıra ile bize dinlettiği Köroğlu küyü, Kazağın göçü arada uygulamalı Kazak halk kültürü dersi gibi yaptığı sohbetlerle, bizleri başka alemlere götürmüştü ki, elektrikler kesildi. Çok üzülmüştük. Endişelenmeyin dedi ve devam etti, hünerli parmakları dombıranın kolunda geziyordu. Dombranın nameleri ile odanın içi tekrar aydınlandı. Elektrik kesintisi ne kadar sürdü bilmiyorum çünkü bizim için artık kesintinin anlamı kalmamıştı.
İçinde doğup büyüdüğü Kazak halkını tarifsiz seviyordu ama yüreğine bütün Türk Dünyasını sığdırmıştı. Bu yalnızca bir sevgiden ibaret edildi, her yöreyi, her Türk halkını ayrı ayrı tanıyor ve biliyordu. Türk halklarının kültürü ile ilgili sayısız araştırması vardı. Bunlardan bazıları Türkçeye de çevrilerek, sağlığında Türkiye’de yayınlandı.
Rahmankul Berdibayev’den bahsederken onun dilimize kazandırdığı “közkaman” kavramını da hatırlamadan olmaz: Cengiz Aytmatov’un Nayman Ana Destanından hareketle romanına ve oradan da düşünce dünyamıza taşıdığı mankurt kavramı günümüzde son derece yaygınlaştı. Man-kurtlar, şartlandırılmış, aklı başından alınmış, hafızası yok edilmiş, kendi annesini bile tanımayacak hale getirilerek kendi halkına, milletine, ailesine karşı işler yaptırılan zavallılar. Rahmankul Berdibay, közkamanları anlatırken mankurtlara zavallılar derdi, közkamanlar, aklı, hafızası, muhakemesi her şeyi normal olan ama kendi menfaatleri için milletine ihanet yolunu hayat tarzı haline getiren hainler derdi. Bunlardan maalesef Türk Dünyasının her yanında çok var. Mankurtlar mı çok közkamanlar mı? Karar vermek güç ama bırakın Türk Dünyasını koca şark közkamanlarla dolu.
Günümüzün Korkut’u diyordu onu tanıyan Türkiyeli dostları. Ben de yıllar önce onun hakkında yazdığım makalede aynı ifadeyi kullanmışım. Kazak Korkut’u ile Oğuzların Dede Korkut destanının faklı olduğunu da ne tesadüf, ben yine ilk kez ondan öğrenmiştim. O sohbetimizde bana hediye ettiği “Korkut” kitabı hâlâ kütüphanemin en güzel yerinde durmakta. Kazakların Korkut Ata destanında, Korkut ölümsüzlüğü arar. Türkiyeli dostlarının bir büyük saygı ifadesi olarak günümüzün Dede Korkutu dedikleri Rahmankul da ölümsüzlüğü arıyordu. O elbette destandaki Korkut’tan biyolojik ölümsüzlüğe kavuşmanın imkansızlığını biliyordu o yüzden o Kazaklar ve bütün Türk Dünyası için ölümsüzlüğün peşindeydi.
Kazaklar, Kazakistan ve tüm Türk halklarının sonsuza kadar yaşamaları en büyük arzusuydu ve gayretleri de onun içindi.
Bugün doğumunun 90. yılında , günümüz Dede Kor-kutunun da bıraktığı manevî mirasla ebediyen yaşayacağını düşünüyoruz.
Onun yazdığı makalelerden oluşan bu kitap da Rahmankul Berdibayev’in düşüncelerini, çok sevdiği Türkiye’de yeni nesiller tarafından tanınmasına ve unutulmamasına yardımcı olacağı için mutluyuz.
Nur içinde yatsın!
Ruhu şad olsun!
Yetişmelerine büyük emek verdiği öğrencileri başta olmak üzere onu sevenler, Türk halklarını yakınlaştırmak için var gayretleri ile çalışıyorlar.
Eserin yayınlanmasında Kazakistan’ın Ankara Büyükelçiliği ve sayın Büyükelçinin desteklerini de özellikle belirtmeli ve üzerimize bir borç olan teşekkürlerimizi, okuyucunun huzurunda ifade etmeliyim. Kazakistan Cumhurbaşkanımız sayın Nursultan Nazarbayev’in “Kamu Bilincinin Geliştirilmesi: Manevî Diriliş” programında yer alan direktifler doğrultusunda Kazak helkının ve Kazakistan’ın manevî değerlerini Türkiye’de ve dünyada tanıtmak için yaptıkları başarılı çalışmalar kapsamında bu eseri de saymalıyız.
Kazakistan ve Kazak halkının değerleri dünyaca tanındıkça, onun sinesinde yer alan inci-mercanlar insanlık tarafından bilindikçe saygınlığı da artacaktır.
I. Bölüm
ULU MAKSAT
Yenilenme Ruhuyla
Yazılı edebiyat ve folklor eserlerinin yeterince araştırılmaması, sadece bazı özel nüshalarına iltifat gösterilerek asıl eserlerin göz ardı edilmesinden dolayı, halkımız onlarca yıl manevi mirasımız hakkında çok az malumatlarla yetinmek zorunda kaldı. Halkımızın birkaç nesil temsilcileri, tarih ve tarihî kahramanları hakkındaki gerçeklerden habersiz, çoğu zaman uyduruk, tek taraflı bilgilere inanmaya mecbur bırakıldı. Kazak edebiyatının parlak yıldızı olan Şakerim, Ahmet, Mağjan, Jusipbek gibi aydınların faaliyetleri ve eserlerine bugüne kadar sahip çıkamamız o çaresiz halimizin göstergesidir. Edebiyat tarihinde keşfedilmeyi bekleyen nice eserler vardır. Folklor, sovyet döneminde çok ihanete uğrayan edebyat sahasıdır. Onca yıl sözlü edebiyatımızın şah eserleri kapalı konu olarak el sürülmeden, karanlık köşelerde ilgisiz, gizli kaldı. Kazak kahramanlık destanlarının büyük ve önemli kısmına “toplum düşüncesine zıt, zararlı eserler” damgası vurularak basın yasağı ve okuma yasağı altında kalması bunun delilidir. “Edige Batır”, “Şora Batır”, “Er Sayın”, “Karasay-Kaziy”, “Orak-Mamay” destanları bugüne kadar yasak eser olarak okurlardan uzak tutuldu. Birkaç nesil temsilcileri halkın yarattığı şah eserlerden mahrum bırakıldı. Az da olsa öz olan bunun gibi eserlerin halktan uzak tutulması kültür geleneği zincirine zarar vererek kendi halkının tarihinden habersiz mankurtlerin çoğalmasına sebep olmuştur.
Bizi manevi gerilemeden kurtaran yeniden yapılanma dönemi, bizim için önemli bir başlangıçtır. Özel bir şahsa tapınma devrinde halk kültürüne yapılan ihanet ve bunun zararları incelenerek o hakkında cilt cilt kitap yazılmalı.
Savaş sonrası ülkemizde yaşayan halkların tarihi ve kültürüne büyük zarar veren hareketler çoğalmaya başladı. Tarihi ve edebi eserleri ilmî metodolojiye dayanarak dürüstçe inceleme yerine, tek taraflı, uydurulmuş kaidelere yol verildi. Mesela, ellinci yılların başlarında büyük, küçük varyantlarıyla saydığımızda dört yüzü geçen kahramanlık ve aşk destanları, tarihi destanlar toplum ideolojisine aykırı eserler olarak yasaklandı. Kazak destanının incisi ve mercanı olan “Alpamıs Batır”, “Kobılandı Batır” gibi nice destanlar ideoloji bakımından topluma zarar veren eserler olarak nitelendirildi. Bu destanları araştıranlar ve onları destekleyenler tehdit edilerek, edebiyat sahasından uzaklaştırıldı. Sonunda “Kam-bar Batır” dışında tüm destanlar ilgi dışı bırakıldı. Kambar Batır’ı bu beladan kurtaran durum onun zenginin oğlu değil, bir avcının oğlu olmasıdır. Destan hakkındaki araştırmalara göz attığımızda o devirde ilmin, siyasetin oyuncağı olduğunu açıkça görebiliriz. 50’li yılların sonunda eğitim sistemi ve kitaplardan tamamen koparılan bazı destanlar aklanarak tekrar okullarda okutulmaya başlandı. Ama nice asil eserler karanlık köşelerde aciz bırakıldı. Edige Batır ve Kazak-Nogay destanları bunlardan biridir. Bu güzelim eserler bugüne kadar zararlı eserler damgası altında yasaklandı. Onlar hakkında yazılan makaleler, sensor denetim tarafından reddediliyordu ve bu konuda iyi veya kötü fikir bildirmek mümkün değildi.
Yukarıda adı geçen destanlar için verilen hükmün hiç bir ilmi temeli olmadığını şimdi söyleyebiliriz. Tarihi şiirlerde bazı tarihi olaylar ve tarihi kahramanlar anılıyor diye, halklar dostuğu için tehlikeli göstermek bir alışkanlık haline gelmişti. Tarihten malum Ediğge ve Şora kahramanların yaşadıklarını destandan aramak ve bu destanların bir edebi eser, halk hayalinin ürünü olduğunu bilmezlikten gelme, sözlü edebiyat eserlerinin tabiyatını önemsememe gibi davranışlar folklor inceleme sırasında çok yanlışlıklara yol açmıştır.
Kazak halkının edebi mirası “Edige Batır” jırının yasaklanması tarihi bir şahıs olan Edige ‘nin Moskova’ya yürüdüğü seferi içindir. Oysa destanda Toktamıs han ve Edige Biy’in arasında geçen olaylar tasvir edilir, Rusya ve halkını andıran bir tek kelime bile geçmiyor. Sıkı denetim zamanında bir de bir Kazak bilim adamı bu konu hakkında fikir bildiremedi. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Rus alimi, akademik V. M. Jirmunskiy “Türklerin Kahramanlık Destanları (Türkskiy Geroiçeskiy Epos)” adlı kitabında “Edige Batır” destanını etraflı bir şekilde inceledi. “Edige Batır” destanı yasaklandıktan sonra destan kahramanla akrabalık ilişkisi olan kişiler hakkındaki tarihi şiirlerin hepsi yasaklandı. Murın jırau’ın “Kırım’ın Kırk Batırı” adli dizi destanlarından “Anşıbay Batır”, “Parparya Batır”, “Kuttıkıya”, “Nuradin”, “Musahan”, “Orak-Mamay”, “Karasay-Kaziy” adlı destanları da aynı kaderi paylaştı.
“Şora Batır” destanı da “Edige Batır” giyen hükmü giysdi. Destan nüshalarından birinde Şora Kazan şehrini kafirlerden kurtarmak için sefere çıkar. “Kafir” kelimesini görenler “Şora Ruslara karşı savaşmış, ona Sovyet edebiyatında yer yok.” diye yaygara kopardılar. Aslında Şora Rusların düşmanı değil dostuydu. Tarihte Şora Ruslarla savaşmamış, onu, 1547 yılında Kazan Hanı Safagerey tarafından öldürülmüş. Rus çarı Ivan Groznıy Kazan şehrini bu olaydan bir kaç yıl sonra işgal edecektir. Ama Şora çar askerlerine karşı savaşsa bile onun adını tarihten silmeye hakkımız var mı? Destandaki Şora halkın “böyle kahramanlarımız olsa” diyen hayalinin yaradılan, tarihi kişiye sadece adı benzeyen kahraman olduğunu görmemiz gerekirdi. 50 yıllarda bunu düşünecek ilmi bir ortam yoktu. “Şora Batır” destanının asıl nüshalarında epik düşman Kalmaklar’dır. Bu destan Kazaklar’dan başka Tatarlar, Başkurlar, Çuvaşlar, Kumıklar ve Nogaylar’da rastlanır. Bu nüshaların hepsinde Şora, halkı koruyan, düşmanlara cesurca karşı çıkan, cengaver bir kahramandır.
Er Sayın, Karasay Kaziy destanlarının “destanda savaş medhediliyor” bahanesiyle okuma yasağı alması akla sığmıyor. Destanların asıl mevzusu düşmanlarla savaş, düşmanları alt eden halk kahramanları değil mi? Savaş tasvir edilmeyen destan yoktur dünyada. Halkın epik şuuru öz kahramanlarına düşmanını yenik düşürür, bu bir doğal geçerliliktir. Kırgızların “Manas”ında Kalmakların “Jengir”inde, Ermenilerin “Sasunduk David”inde de durum böyledir.
Bunların hepsini göz önünde bulundurarak, Kazak-Nogay destanlarını ilmi tetkiklere dayanarak tekrar inceleme ihtiyacının olduğunu görüyoruz. Aslında bu hiykayeler halk hafızasında bugüne kadar yaşamıştır. Karakalpakistan’da yaşayan Kazak destan anlatıcıları (jırşılar) düğün, eğlence yerlerinde “Edige Batır” ve “Karasay-Kaziy” destanlarını geleneksel makamlarıyla hala söylemektedirler. Jırşı Kayrolla İmangaliyev’ın anlattığı Karasay-Kaziy plakaya kaydedildi. Destanların, halkın ruhuna işleyen, milli kütürümüzün ayrılmaz bir parçası olduğuna başka bir delil lazım mı?
Zamanında ilmi objektif hakikatı göz ardı ederek, kütür miraslarımızı dogmatik tutumların kurbanı etmeden dolayı küçük görülen sözlü edebiyatı araştırma prensepleri şu anda nettir. İlk önce tarihi gerçek ve edebi gerçeğin arasında çok fark olduğunu, folklor ürünlerinin de, edebi eserler gibi sanatsal hayal kanununa bağlı olduğunu kabul etmeliyiz. Destan kahramanının adı tarihi bir kişiye benzeyebilir, ama destanda tamamen başka bir kahraman olarak önümüze çıkar. Tarihte belli bir olayları anlatan tarihi şiirler ve destanların derleme prensepleri de ayrıdır. Yukarıda adı geçen ve başka da destanların edebi, teknik hususiyetlerini etraflı bir şekilde incelemek için, bütün nüshalar karşılaştırılmalıdır. Hatta destanın başka Türk halklarında bulunan versiyonlarına da tipolojik tetkik yapılması gerekiyor. Sözlü edebiyat eserlerini, yazılı edebiyat ürünlerinden ayıran fark onların etnografi, tarih, dil bilimleri ile iç içe olmasıdır.
Biz folklor araştırmalarında yer alan eksikliklerin bir kısmından bahsettik. Tarih biliminde hak ettiği değeri veremediğimiz tarihi kişiler etrafında teşekkül eden şiirler, efsaneler, destanları da araştırmanın vakti inşallah gelecektir. Bu konuda “Naurızbay-Kanşayım” destanını örnek verebiliriz.
Şimdi folklor araştırmalarında karşılaştığımız engeller aşıldı ve destanları araştırma metodolojisi problemleri üzerine her türlü makaleler yazılıyor, tezler savunuluyor. Ama yapılacak çok işimizin olduğu bir gerçektir.
Maalesef engeller bitmek bilmiyor. Kazak sözlü edebiyatı, özellikle de destanların seri yayınları durdurulmuştur. Baskıya hazır ciltler yayınlanmıyor. Kazak folklorunu 150 ciltli bir kitap olarak yayınlamak milli kültürümüze kazandırılan çok önemli bir başarı olurdu. Devlet tarafından maddi destek olmayınca bunların basılması mümkün görünmüyor.
Edebiyat ve folklor eserlerini değerlendirme ve araştırma konusunda çok yanlışlıklar yer almıştır. Bu konuda bazı durumları hatırlamadan edemeyeceğiz. 20 yıllarda ulu Abay mirası da türlü eleştirilere maruz kalmıştı. Abay zengin sula-leye mensup, babası yönetici sınıf temsilcisi olduğu için zengin sınıfının şairi saydılar. Edebiyat ve bilim adamlarını, yarattığı eserlerine değil de, sosyal sınıfına göre değerlendirme sovyat döneminden kalan bir derttir. Şortanbay, Dulat, Murat gibi zirve şairlerin eserleri, “zenginlik ideolojisini konu ediniyor” bahanesiyle yasaklanmıştır. Folklor sahası da bu dogmatik görüşlerin kurbanı olmuştur. Destan kahramanları Kobılandı ve Alpamıs babaları, Toktarbay ve Bayböri zengin olduğu için okul proğramından çıkartılmıştı. Kazak operasının klasik eseri Kız Jibek 50 yılların başında tiyatro repertuvarından çıkartıldığını halk, umarım hala unutmamıştır. Meşhur besteci E.F. Brusilovskiy’in yarattığı, halkımızın şaheserlerinden oluşan bu ünlü opera bir kaç kuşağa estetik terbiye veriyordu. Ama bir zamanlar güzeller güzeli Jibek ve kendine yar aramaktan başka günahı olmayan Tölegen yiğit halk düşmanı oluverdi. O zamanlar çok ciddi, sıkı denetimden geçen halk şarkıları ve bestelerinin hali çok zordu. Zengin, zenginlik, sal-seri kelimeleri geçen şarkılara söyleme yasağı bile kondu. Buna örnek, Karaötkelli bestekâr Gaziz’in mükemmel bir şarkısı sırf içinde “yorga ata bindim, hızlı koşan bir at ta yanımda, asla kırmadı benim gönlümü kaşı kalem güzeller,” gibi satırlar bulunduğu için zengin sınıfına ait şarkı olarak yargılandı. Abay’ın “Sekiz Ayak” şiirinde şöyle bir satır vardır: “toplum ne derse ona başını sallamak cahilin adetidir.” İşte bu satırı “kollektif yönetim sistemine karşı çıkma” olarak yorumlayıp, satırı kitaptan çıkartmak için çaba sarfedenleri de gözümüz gördü. Bu görüşler şahsi görüş olsaydı, meselenin çözümü kolay olurdu.... Günümüzde edebiyat ve folklor eserlerini olduğu gibi halka yayma ve duyurma özgürlüğü var. Ama biz ebedi mirasın sadece belli bir kısmını tantmakla kısıtlı kaldık. Bunun için okul ve üniversite öğrencileri edebi ve tarihi süreci bir bütün, tam şeklini tanıyamadı, sadece “kızıl denetimi” geçen eserleri okurdu. Bu süzgeci geçen eserlere bile tedbirli bakıyorlardı. Arkaik veya dinî kelimeler kesilip atıldı. Masallarda da, destanlarda da zenginler, kahramanlar, biyler, hanlar medhedilir, bazen de kötülenir. Çünkü hayat aynı kavramlardan oluşmuyor. Sözlü edebiyat, halkın asırlardan beri süregelen dünya görüşünü tüm zıtlıkları ile öne süren özel bir sahadır. İşte böyle bir geçmişimizin emaneti olan, kelime bir yana bir harfinin bile düşmesine kıyamadığımız yadigarlar paramparça oldu. Eserleri işlerine göre düzelttiler, bazı satırları kestirip attılar, içeriğini bile serbestçe değiştirdiler.
Edebiyattaki yalın, tek taraflı kavramların kaynağı edebiyat, folklor eserlerindeki sınıfsal ve beşeri sıfatların mantıklı düşünme sistemini anlamamadır. “İnsanlık tarihi – sınıfsal mücadele tarihi” teorisini dogmatik bir biçimde kabullenme türlü yanlışlıklara yol açmıştır. Elbette dünyada ulusal ve sosyal eşitsizlik varken, sınıfsal mücadele devam edecektir. Ama bu sınıfsal mücadele insanlığın gelişmesine engel olan bir öğe değildir, tam tersine onu tamamlayan bir olgudur. Sovyet edebiyatı tarihinde eserler sınıfsal eğilim açısından değerlendirildi. Edebi eserlerde de ilk önce işçi sınıfının hayatını, başarılarını ve amaçlarını tasvir etmek talep edildi. Bazı ünlü eserler böyle eğilimlerin ağr bastığı dönemlerde yazılmıştır. Sınıfsal mücadele üzerine değil de, hayatın ve insanliğin derin kaidelerini mevzu edinen “Tınık Don” romanı tüm Rus Sovyet edebiyatının şaheseri olduğunu kabul etmeyen yoktur. Kazak Sovyet Edebiyatında devrim konusunu işlemeyen “Abay Jolı” romanının da en güzel eser olarak kabul edilmesi, romanda tüm insanlığa ait ebedi hayaller ve niyetlerin doğal bir tarzda anlatılmasıdır. XX asrın sonuna da geldik. Kazak Sovyet Edebiyatı’nın yüzlerce eserleri arasından hangileri yeni kuşağın severek okuduğu şaheser sıfatını koruyabileceğini vakit gösterecektir. Dünya halkları yaradan sanat eserlerini, bilim sahasında elde edilen başarıları, keşifleri, çıkılan zirveleri bilmeden, iklim zamanın belli bir kısmında elde edilen maddi ve manevi başarılarla sınırlı kalmak dargörüşlülüğe götüren yoldur. Kazak Sovyet Edebiyatı döneminde teşekkül eden eserlere ne kadar önem verilse de, onların insanlık muradına giden yolda sadece bir basamak olarak kalacağını kabul etmemiz lazım.
Bugünlerde dünya çapında yer alan durumlar, insanlık ve sınıfsal kavramlarına yeni bir yön vermiştir. Dünyayı saran ekolojik sorunlar, dünyanın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması insanlığı farklı düşünce arayışına itmekte. Hava kirlilği, su meselesi, asırlarca dolup taşan denizlerin, nehirlerin, göllerin çöllere dönüşmesi, kırlarda hayvanın, sularda balığın, ormanda kuşların azalması, yer altı zenginliklerimiz ve toprak ananın verdiği niymetleri ısrafla kullanma – bunların hepsi insanlığın hayatı ve sağlığını korumayı gündemin ilk sırasına taşıyor. Dünyada barış ve birliği sağlamanın, özel devletler, sınıflar, toplum çıkarlarından üstün bir konu olduğunu hissettirdi.
Bir ateşle tüm insanlığı ifna edebilecek kapasitedeki silahların icadı, toplumda büyük bir endişe yarattı. Bundan sonra “kim kimi yenecek” diye bekleyemeyiz, bütün dünya halklarının beşerî ve ahlâkî şuurunu birleştirme yoluyla savaşı önlemek sıradaki ilk meseledir. İnsanlığı nükler silahının pençesinden azad etmeden asil ideallerimize kavuşmanın mümkün olmadığını toplum idrak etti. Kazakistan’da nükler denemelere karşı çıkan “Nevada” eyleminin faaliyet bulması, toplum bilincinin yeni boyuta geçtiğini gösterir. Bu eylem dünya çapında destek buldu.
Dünyayı tek başına parçalayıp, ülkeleri yok edebilecek kapasiteye sahip nükler silah, dünyayı tehdit eden en büyük felakettir.. Kazakistan’ın tam ortasında bulunan, dünyanın en büyük deneme sahası Semey üssünde yapılan denemelerin insan ve taabita verdiği zararını gizli tutmak insanlık prenseplerine zıt düşer. Dünya Barış ve Güvenlik hareketine Kazak halkının meşhur şairi, ismini dünya tanıyan, vatansever Oljas Süleymenov’un önderlik etmesi doğal bir harekettir.
Nükler silah icad eden ülkelerin, atıklarını Kazakistan sınırlarına gömme gibi sinsi hareketlerine son vermeden, halkın geleceğini yok eden tehlikeden kurtulmak mümkün değildir. Kazakistan’ın Milli Kalkınma Stratejisi’nde denemelerde radyasyon karışan topraklarımızı yeniden düzenleme, gündemdeki ilk mesele olmalı.
III
XIX yüyılın ikinci yarısı ve XX asrın başlarında ortaya çıkan Pangermanism, Panslavizm, Turancılık, İslamcılık gibi terimlerin manası, onların teşekkül sebepleri ilmî ve siyasî edebiyatta sayısız biçimde tanımlanmıştır. Belli bir tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan terimleri her toplum kendi görüş açısına dayanarak tanımlamaya çalışmıştır. Mesela “panslavism” terimini, ilk defa slavyan halklarının milli mücadele başlatmasından şüphelenen Almanya şovinistleri, bir siyasî akımın adı olarak kullanmıştır. İlk başta milliyetçilik ideolojisi olarak dünyaya gelen panslavizme ne kötü, ne de iyi akım niteliği veremiyoruz. Bu akım çok taraflıdır. Bu akımı Slavyan halklarını baskı altında tutan idarenin kötü anlamda kullanarak, slavyan halklarının milli mücadelesini karalama amacı gütmüştür. Turancılık ve İslamcılık kavramlarının kullanış şeklinde de böyle bir durum söz konusudur. Doğu ülkelerinin egemenlik, siyasi bağımsızlık, dinî birliği koruma, sömürücülere karşı mücadele ideolojisi sıfatında ortaya çıkan İslamcılık, Türki halklarının hepsinin aynı kökten geldiğini temel edinerek, bir bayrak altında birleşme maksadıyla ortaya çıkan Turancılık ta ilk başta milliyetçi ideoloji sıfatında teşekkül etmişti. Sonradan çarlık sömürücü idare, islam dininde olan Türk halklarının bağımsızlık eylemlerini bastırmak için, “Turancılık” ve “İslamcılık” kavramını tersine döndürerek, kötü amaçlarına araç ettiler. Bundan sonra halkı aydınlanmaya yönelten, kültür miraslarını yaymak için kitaplar bastıran, gençler ana dilinde eğitim görsün diye çırpınan Türk aydınlarına milliyetçi damgasını vurarak, halkın üretici kısmını birer birer yok etmeye başladı. İdaresi altında olan halkı ezen, hiyanet eden, manevi açıdan çökertmeyi iyi bilen Rus emperyalistleri, bilinçli ve bağımsız fikirleri hemen lağvetmeyi çok iyi biliyordu. Ekim devrimine kadar Kazan basımevleri, çok önemli eğitim faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu basımevlerinde Kazak dilinde binlerce kitabın yayınlandığını bugün herkes biliyor. O kitaplar kolay çıkmıyordu. Aptal sensörcülerin sıkı denetimi, Kazakça, Tatarca, Özbekçe, Azerice, Kumıkça kitapların basılımını bin bir bahane uydurarak engel olmaya çalıştı. Tatarların zirve alimi A. Karimullin’in “Tatar Kitapları Kaynağında (U istokov tatarskoy knigiy)” ve “Tatar kitapları (Tatarskaya Kniga)” adlı araştırmalarında bu durum etraflı bir şekilde anlatılmıştır. Tarihin sayfalarını çevirirken, önder Tatar yayımcılarının başka Türk halklarının dilinde kitaplar yayınlayarak, eğitim ve bilim sahasında önemli rol oynadıklarını görüyoruz ve hürmetle anıyoruz. Emperiyalist idareciler, sömürge halkların tarihini işlerine geldiği gibi ters döndürüyor ve misyoner akıma uygun kitapları, halkın kültürü ve geleneğini küçümseyen, tenkit eden kitapları üst üste bastırıyor ve kullanıyordu. Bu kitaplarda halk kahramanları aptal isyancı, milli mücadeleler ise isyancıların çıkardığı önemsiz bir ayaklanma olarak nitelendirildi. Bu siyasetin güttüğü amaç, azınlıkları dininden ve geleneğinden uzaklaştırarak, ruslaştırma olmuştu. Eğitim alanında Türk dillerinde basılan ufak bir kitap Çarlık sistemine zarar veren tehlike olarak görüldü. Bu yüzden Kazan şehrinde çalışan on beş basımevi sık sık kapatılıyordu, yayımcılar ceza ödemek zorunda kalıyordu. Hatta Çar “buratana halkların çocuklarının eğitimi yasaklansın” fermanını da çıkarttı. Türk aydınlarına da her zaman süikast yapıldı.
1905 yılında gerçekleşen devrimden sonra çar ideologları, Rusya idaresi altındaki halklara eziyet etmenin yeni yolunu buldular. Onlar, emperyanın birliği ve ortodoks klisesine karşı çıktı, bahanesiyle Turancılık ve İslamcılık kavramlarını suçlamaya başladı. Karimullin’in kitabında bu olayla ilgili şöyle bir misale rastlanır. Rusya’nın Diyanet Departmanı tarafından Paris’te basılan “Musilmanin” dergisinde, İslamcılık ve Türkçilik kavramını kötülemenin çok kolay yolu kullanılıyordu. Bu derginin redaktörü, Rusya İmparatorluğu idaresi tarafından derginin başına getirilen gizli ajandı. O, derginin her sayısında Türk halkları ve müslümanları, bir olmaya ve mücadeleye “davet eden” makaleleri yayımlamıştır. Bu makaleler, emperya idarecilerinin, “Kafkas ve Orta Asya halkları arasında milliyetçilik hareketi hızla gelişiyor.” diye yaygara koparmasına ve Türk dilli halkların sosyal ve kültürel hayatta etkili rol oynayan aydınlarını, bilim adamlarını sürgün etme ve medresede okuyan şakirtlerin bağımsız düşünmesini, eğitim almasını engellemek için bulunmaz bir delildi. O zaman Türk dilli basınlarda eğitim konusunda, insan hakkları üzerine makaleler çok yayımlanıyordu. Ama gücü olan her zaman kazanıyor, emperyal ideologlar bağımlı halkların hakkını ezip geçmeye alışıktı.
Sovyet zamanında halklar dostluğu ve birliğini pekiştirme, halklar kültürünü geliştirme temelleri atıldı. Ama bu gelişmenin başarılı olmasına stalinizm şiddeti engel olmuştur. Toplum gelişimine engel olan dogmatik fikirler, toplum üzerinde kuvvetli bir şekilde yayılıyor, hiç kimse partinin belirlediği ideolojik çember dışına çıkamaz hale gelir, bu çizgi dışına çıkanlar da tasfiye ve cezalandırmaya maruz kalır, özellikle de “milliyetçilik” damgası trajik sonuçlara yol açmıştır. Kazak halkının üretici kısmı olan aydın, şair ve yazarlarına yapılan haksızlıklar hakkında yeni söylemeye başladık. Milli edebi kültürümüzdeki Ş. Kudayberdiyev, A. Baytursınov, M. Jumabayev, J. Aymauıtov gibi aydın zümrelerin edebi mirasını yarım asır sonra elimize alabildik. Manevi hayatın bütün sahasında yer alan zorluklar ve mihnetleri sayıp bitirmek mümkün değildir.
Bir zamanlar “milliyetçilikle” suçlanan aydınlarımızın zerre kadar suçu olmadığını, bunun uluslar kültürüne yapılan zülüm olduğunu halk yeni anladı. Kazak sovyet edebiyatını dünyaya tanıtan M. Auezov ömrü boyunca bu suçlamaya maruz kaldı. Halkın dili ve kültürünün gelişmesine engel olan dogmalar, halkın hafızasında saklıdır. Yazar, tarihi konuda yazı yazdığında “geçmişi medhediyor”, tarihi kahramanlar konusuna dokunduğunda ise “sınıfsal ölçüleri aştı”, diye tenkit ediliyordu. Tarihte kalan Rusya ile ilgili çelişkilerden bahsedildiğinde “halklar dostluğuna zararı dokunacak”, diye hemen örtbas edilirdi. Okullarda okutulan tarih aslında Rusya tarihi idi, başka halkların tarihi sadece Ruslarla olan irtibatlarından ibaretti. Tabii ki bunun gibi yolsuzluklar için tüm Rus halkını suçlamak doğru olmaz. Bunun sorumlusu, tarihi geçmişi ve bugünü bir ideolojik zincir altına sokan Stalin devri siyaseti idi. Kazaklar ve bir çok halkın asırlarca kullana geldiği arap alfabesinin “kullanıma elverişsiz ve yetersiz” sebebiyle değiştirilmesi, Stalin dönemindeki diktatörlüğün neticesidir. Arap alfabesinden sonra da latin alfabesine geçirilme, halkların tarihi ve manevi, kültür miraslarından ayrıldılar ve gelişme süreci doğal sürekli gidişini yitirdi. Komunizm döneminde bir dillilik ilkesi, azınlıkların milli kültürünü önemsememe ve yok etmeyi hedef almıştır. “Halk Liderinin” ağzından çıkan her söze inanan ve tapınan ulus, “eninde sonunda bir dili konuşacağız, ana dilimizde okup, yazma niye gerek”, diye düşünecek hale geldi. …