Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser», lehekülg 4

Font:

2.1.2. İzleksel Kurgu

2.1.2.1. Yurtsuzluk İtkisi ve “Ev”e Dönüş

Bireyin kendi oluşunu gerçekleştirdiği topografik mekân özelliği gösteren yurt, aidiyet duygusunu taşıyan bireyin varoluş mekânıdır. Kozmik dünyada kendine yer edinmeye çalışan birey kendini ancak doğduğu, yaşadığı topraklarında güvende hisseder. Köklerinin bulunduğu yer ile ontolojik bağ kuran birey, kendilik değerlerini de içinde bulunduğu ev ile gerçekleştirir. Yurt ya da daha özel anlamıyla ev, bu yönüyle bireyselleşmede insana aidiyet duygusuyla bir güven aşılar.

Yurt, bu bağlamda, bireyin kendi olduğu yerdir. Ev, yuva, yurt sözcüklerini Milan Kundera şu şekilde anlamsallaştırır; “köklerimin bulunduğu, ait olduğum yer. Bu yerin topoğrafik sınırlarını belirleyense sadece yürektir; bu tek bir oda da olabilir, bir manzara da, bir ülke ve evren de.”52 Kundera’nın da dediği gibi, yurt insana aidiyet duygusunu hissettiren içtenlik mekânıdır. “Memleket” öyküsünün ana izleğini, yurtsuzluk itkisi çeken on bir yaşındaki Satıkul’un yurt hasreti oluşturur. İnsanoğlunun aidiyet duygusu, onu öteki olandan ayıran özelliğiyle dünyadaki buradalığını imler. Yurtsuzluk itkisi çeken birey, ontik olarak özünü kuramayan kendilik değerlerinden uzak olarak yaşamını sürdürür. Ramazan Korkmaz’ın söylediği; “dünyadaki yerimiz varoluş kesinliğimizin “buradalık” boyutunu oluşturur. Var oluşun ikinci boyutu ise, kendini kuran insanın “şimdi”liğini kavraması ve bu aydın bilinçle geleceğe yönelmesiyle biçimlenir.”53 sözüyle bireyin varoluşunun dünyadaki konumuyla ilişkisi olduğu çıkarımsanabilir. Satıkul da yaşamın “şimdi”liğinin ayırdına varmış, doğup kök salmaya ilk adım attığı topraklara olan farkındalığı onun hiçbir yerde olamama durumunun önüne geçmiştir;

Satıkul’un siması ne kadar da çok parladı; sadece sağanak halinde yağan yağmur sonrası beyaz bulutların arkasından arzı endam ederek etrafa ışık saçan yaz güneşi, o bakışlara denk gelirdi. İri gözleri iyice açılıp, kirpikleri kıpır kıpır ederek etrafa mutluluk saçtı. Boynunu uzatarak ileriye doğru, Akcol tarafından gözünü alamadan bakarken içten içe sevince gark oldu. Kaderin cömertliği ona şimdi iki kanat verecek olsa, doğduğu yerin üzerinde yüz defa, bin defa kanat açıp uçmaya hazır. Öyle yapsa bile neşesi tam yerine gelmeyecek, hasreti bitmeyecek gibi göründü!. (H.M.: 5)

Doğduğu topraklarla kucaklaşan Satıkul, düşleminde tasarladığı hayal sahnesinde kendini bulur. Aidiyet duygusuyla sarıldığı topraklar üzerinde elinden gelse “bin defa kanat açıp uçmaya hazır” olması, onun memleketine olan bağlılığının dışa vurumudur. Yıllarca vatanından uzak olan duyarlı her insanın vatanına ilk ayak basmasından itibaren eğilip toprağı öpmesindeki hassasiyet Satıkul’un Akcol’u ilk görüşünden itibaren ortaya çıkar. Yudahin’in sözlüğünde “Akcol” sözcüğü, aydın(lık) yol manasında kullanılırken, Kırgızlar birini uğurlamak için ak colunğ açılsın!: yolun açık olsun!54 Tabirini kullanırlar. Satıkul’un doğduğu topraklar da onda aidiyet hissi uyandıran yolunu aydınlatan topraklardır. Düşleminde tasarladığı topraklarla karşılaşan Satıkul, aşkın olana açılmak ister. Işık imgesiyle ile anlatılan bakışlarındaki saflık/parlaklık onun memleket sevgisinin ve hayatının “aydınlık yoluna” kavuştuğunun göstergesidir.

Satıkul, Akcol’a ulaştığında yurt hasreti dönüşle son bulur. Değerler dünyasında aidiyet sorunu yaşayan Satıkul, gurbetten eve/öze dönüşte ‘yurtsuzluk itkisi’ son bulur. Eve dönüş, kişinin özüne dönüştür. Kişinin ruhsal barınağı olana ev, “ruhumuzun sığınağı, sılası olan kimlik mekânlardır. Bu kimlik mekânlarında kendimizi ‘evimizde’ ve ‘güvende’ hissederiz.”55 Ontolojik olarak insanın kendini evinde güvende hissetmesi onun varlık alanını çevreleyen sınırları koruma isteğindendir. İnsan hayatının barınağı olan ev, çoğalmanın bir olmanın da görüngüsüdür. “Ev olmasa, insan dağılmış bir varlık olurdu”56 Bu bakış açısına göre ev, insanı aşkın olana götüren yaşamın kötü güçlerine karşı koruyan bir sığınaktır.

Satıkul’un yurt özlemi evine kavuşmasıyla sona erer. Evin bütünleştirici etkisiyle kendi oluş/una doğru yola çıkan Satıkul, doğup büyüdüğü topraklarda huzurun kokusunu duyumsar. Sadece on bir yaşındaki bir çocuğun kalbine sığmayan memleket sevgisi, Kasımbekov’un memleket özlemini hatırlatır. Kasımbekov da üniversiteyi okumak için gittiği şehirde yıllarca köyünden uzak kalmıştır. Yarattığı Satıkul karakterini kendisiyle bütünleştiren yazar, onun ağzından bu hasreti türküleştirir; “insana tarihselliğini kazandıran, duyumsatan eriştirici niteliğiyle türküler”57 onu ontolojik olarak dönüştürür. Küçücük zihindeki hassasiyet “ev”e dönüşle doruğa çıkmıştır. Eve dönüş aynı zamanda öze dönüştür. Kendine ontolojik olarak nesneler dünyasında yer açmaya çalışan birey evinden uzakta kendini güvende hissedemez. Onun var oluşunu anlamlı kılacağı yer doğduğu topraklardır. Yıllarca bir belirsizlik yaşayarak “yurtsuzluk itkisi” çeken Satıkul’un doğduğu topraklara kavuşmasıyla bu belirsizlik kaybolur. Çocuğun yurt özleminin kaynağı “yurt sevgisi”dir. Bu yurt sevgisi de çocuk için sağaltıcı bir güç olarak ortaya çıkar.

2.1.2.2. Sağaltıcı Güç: Sevgi

Dünyayı anlamlandırma sürecinde insanın sığındığı evrensel bir güç olan sevgi, bireyi içine yönelten dönüşüm unsuru olarak tanımlanabilir. İnsanın dünya ile bütünleşmesini sağlayan ve ondaki “bütünsellik ve bireysellik duygusunu tatmin eden tek eğilim olan”58 Aşk gibi insan vücudundaki kimyasalları harekete geçiren sevgi, niceliksel ve niteliksel olarak bireyin kendi içine yönelmesinde ve ontolojik olarak kendini kurmasında temel unsurdur. Sevgi, insanın varoluşuyla birlikte başlar ve kavram boyutunda yaşamın ülkü değeri olarak yer alır. Evrensel bir çağrı olmasıyla sevgi, yaşamın aydınlık tarafına bir göndergedir. Sevgi erginleştirici, olumlayıcı gücüyle özneyi değiştiren/dönüştüren ana unsurdur. Bireyin ontolojik olarak dünyalık zamanda yer bulmasına anlam kazandıran sevgi, bireyi aşkın olana götüren yüce bir değerdir; “merkezkaçtır; nesneye doğru gerçek bir ilerleyiştir;

süreklidir ve akışkandır.” 59 Bu süreklilik hali öznenin kendi içine yönelimini sağlarken, kaotik olarak açmazda olan bireyi metafizik boyuta taşıyarak kendilik değerlerinin oluşumunda etkin rol oynar. Sevgi, bu boyutuyla, biçimlendirici/kurucu bir güç olarak görülür.

Sevgi çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Tanrı sevgisi yanında, insan sevgisi, hayvan sevgisi, vatan sevgisi, tabiat sevgisi… gibi çeşitli şekillerde görülebilir. İnsan sevgisi; erkeğin kadına ya da kadının erkeğe duyduğu sevgi yanında, anne ve babanın çocuğuna ya da çocuğun anne ve babasına duyduğu sevgi olarak da görülebilir. Sevginin türü ne boyutta olursa olsun, insanı aşkın olana götüren, olumlayıcı yapı öne çıkar. Öyküde sevgi, annenin çocuğuna duyduğu sahiplenme duygusu ve çocuğun memleketine olan sevgisi olarak kurgulanır.

Sevgi izleği, öyküde sağaltıcı güç olarak, bireyi saran bir unsur olarak görülür. Sevgi, bireyi tinsel olarak aşkın olana götüren ve onu yücelten bir değerdir. Seyde ananın oğluna olan sevgisi sağaltıcı yönüyle görülür. Babasını kaybeden masum çocuğunu dış dünyanın kötücül yönüne karşı hazırlayan anne hayattaki tek varlığına dört elle sarılır. Hayata ilk adımını attıktan sonra yaşamın aydınlık ve karanlık her türlü yönüne açık olan zihni, annenin yol göstericiliğiyle anlam kazanır; “yaşamına iyilik, sevgi ve adalete inanarak başla(yan)”60 Satıkul, bu inancını annesinin şefkat dolu kucağına sığınarak sürdürür. Bu bakımdan, öyküde sevgi izleği anne üzerinde yoğunlaşır; “anne tarafından sevilme deneyimi, yapısı gereği edilgendir. Sevilmem için hiçbir şey yapmam gerekmez, anne sevgisi hiçbir koşula bağlı değildir.”61 Seyde, oğlunu karşılık beklemeden sever. Her koşulda oğlunun yanındadır. Satıkul’un uzaktan tanıdıkları olan Tilegen ile Akcol’a gidecek olmasına başta karşı çıkmasına rağmen oğlunun gözyaşlarına dayanamaz ve ona izin vermek zorunda kalır. Baba sevgisinden yoksun olarak varlığını sürdüren on bir yaşındaki çocuğun ruhsal dünyasında yaşadığı travma, anne sevgisiyle hafifler. Anne bu bakımdan içtenlik mekânı ve “kendisi olmanın sesidir.”62 Satıkul’a olan sevgisini Seyde şu şekilde dile getirir; “Ah canımı yoluna verdiğim, yavrum ah! Seyde ana acımaklı bir ses tonuyla konuştu. Baba ocağını, akrabalarını özleyip… Neyse gel haydi, gideceksen git. Eve gel, temiz elbiselerini giy! (H.M.: 4) Anne, sevgiyle yuvasını içselleştirir. Tek çocuğu için can vermeye hazırdır. Satıkul’un doğduğu topraklara olan özlemini hisseden Seyde, Tilegenle gitmesine izin vermek zorunda kalır.

Sevgi izleği öyküde evlat sevgisi yanında vatan sevgisi olarak da izlenir. Satıkul’un doğduğu topraklara olan sevgisi onun ben/kahraman anlatıcı ile yola çıkma arzusuyla biçimlenir. Satıkul’un gitme arzusu ve akıttığı gözyaşları onun vatan sevgisini içselleştirmesinin göstergesidir. Üzerinde yaşanılan topraklar bireyin ontolojik olarak varoluşunu kurduğu, kimliğini kazandığı, kendi edimini gerçekleştirdiği içtenlik mekânlarıdır.

Vatanından uzaklaşan insanlarda görülen yurt hasreti onların bilinçaltında saklı olan yaşanmışlıkların gözlerinin önüne gelmesiyle açığa çıkar. Satıkul’un köyünü uzaktan görür görmez eski günlerini anımsaması bunun göstergesidir. Vatan sevgisi, bireyin kendi olma ya da olamama durumunun bir belirtisidir. Satıkul’un doğup büyüdüğü topraklara olan sevgisi, Kasımbekov’un eserlerinde görülen ana izleklerdendir. Gerek romanları gerek öykülerinde bu hassasiyeti dile getiren yazar, Satıkul ile özdeşleşerek kendi “ben”ini dışa vurur. Yıllarca doğduğu topraklardan uzakta okul hayatını sürdüren Kasımbekov da memleketine özlem duyar. “Memeleket” öyküsünü de bu yıllarda yazan yazar, öyküde kendi bilinçaltını yansıtır.

Sevgi öznenin nesneyle bütünleşmesi bir olmasıdır. Kasımbekov da, anlatılarında genellikle bu birleşme/bütünleşme üzerinde durur. “Herhangi bir nesnenin arzu dolu bir biçimde doğrulanması”63 olarak tanımlanabilen sevgi edimi Satıkul’un memleketine kavuşma arzusuyla doruğa çıkar. Bu arzu nesnesi bireyin dolayımlayıcısına ya da kendi içine narsist bir biçimde yönelimiyle olur. Kasımbekov’un öyküsünde kurguladığı küçük çocukta görülen sevgi biçimi narsist sevgi biçiminde olmayıp, dışa dönük bir sevgi türüdür. O, yıllarca uzak kaldığı topraklarına içsel bir yönelimle bağlıdır.

Kasımbekov, anlatılarında görülen sevginin bir türü olan vatan sevgisi öykünün üzerinde durulan önemli izleklerinden biridir. Yazarın öyküleri dışında romanlarında da önemli bir izlek olan vatan izleği, kahramanların kendi benliklerinde hissetiği içsel bir yönelimin dışa dönük halidir. Kasımbekov’un yarattığı birçok karakterde bu yönelim görülür. Öykünün çocuk karakteri Satıkul’da da bu hassasiyet vardır. Onun içinde bulunduğu topraklarla bütünleşmesi onun vatan sevgisinin yansımasıdır.

2.2. Yetim

2.2.1. Öyküde Yapı

2.2.1.1 Öyküde Bakış Açısı ve Anlatıcı
2.2.1.1.1 Tanrısal Bakış Açısı ve Anlatıcı

Türkçe’de “ilahi”, “hâkim”, “üçüncü tekil şahıs” ve “sınırsız” gibi adlarla kullanılagelen tanrısal bakış açısı roman ve öykü gibi anlatılarda yazar anlatıcı tarafından çokça kullanılır. “Bir anlamda destandan romana intikal etmiş”64 bir teknik olan tanrısal bakış açısıyla kurgulanan öykülerde/romanlarda anlatıcı, sınırsız görme ve bilme yetisine sahiptir. Bu bakış açısında “üçüncü tekil şahıs ağzıyla konuşan hâkim anlatıcı, yazarın dilini kullanır.”65Dolayısıyla yazarın ne düşündüğü çoğunlukla kahramanın ağzından anlatılır. Kahramanıyla bütünleşen yazar, daha çok içmonolog, bilinç akışı gibi tekniklerle kendi zihninden geçenleri metne katar.

Kasımbekov’un “Yetim”66 öyküsü tanrısal bakış açısıyla kurgulanmıştır. Öykünün başkişisinin yaşadığı iç ve dış çatışmalar, bunalımlar ve gerilim yazar anlatıcının gözünde oldukça canlı aktarılır; “Kökö, neredesin diye kadın bağırmaya başladı. Hemen kapıdan zayıf bir çocuk girdi. Efendim Şeki67 anne! Ocağa odun at, bozo ısıtalım, odun getir başımın belası git hemen! Yüzü sarırık hastası gibi sararmış, sadece derisi ile kemiği kalmış Kökö burnunu çekerek dışarıya doğru verilen emri yerine getirmek için koşarak gitti.” (H.Y.: 8) Küçük yetim bir çocuğun üzerinde hakimiyet kuran üvey anne onun varlık alanını yok sayarak kendilik değerlerinin oluşmasının önünde en büyük engel olur. Çocukluğun bu ilk evresinde yaşanan ağır travma, çocuğun hayatı boyunca hissedeceği nevrotik sanrılara yol açabilir. İlk çocukluk devresi çocuğun kişiliğinin oluşmasında ve gelecek tasarımında önemli evredir. Bu dönemde çocuğun yaşadığı her türlü olumsuz olay, onun sağlıklı bir birey olarak topluma katılmasında engelleyici olur. Kökö’nün yaşadığı bu kötü ünler, aşağılamalar da onun kişiliğinde tahribata yol açarak gelecek tasarımını olumsuz anlamda engeller.

“Yetim” öyküsünün başkişisi öyküye adını veren -babasını savaşta annesini de yıllar önce kaybetmiş- Kökö adlı çocuktur.68 Tanrısal bakış açısına sahip anlatılarda anlatıcı bakış açısını, “çoğu zaman figürün-özellikle de başkişinin- tam karşısına, ama ondan çok okura yakın bir noktaya yerleştirir. Onun kişiliğine, geçmişine dönük kimi bilgileri, bir sırdaş gibi gördüğü okurla paylaşır.”69 Yazar anlatıcı, Kökö’nün geçmişine ait bilgileri aktararak, Kökö’nün anne ve babası hakkında bilgi verir. Yazar anlatıcı çocuğun yaşadığı kayıpların onun ruhsal dünyasında açtığı tahribatı vaka zamanından geriye giderek anlatır. Anlatı şimdiki anda zihnin üzerine düşen atomlardır. Gelecek tasavvuru geçmişin izlenimleri üzerine inşaa edilir. Yetim çocuğun içinde bulunduğu varoluşsal sancılı durum, geçmişte yaşadığı kötü zamanların geleceğe sinmesindendir. Yazar, başkişinin şimdiki ruh halindeki çöküntüyü geçmişe giderek şu şekilde aktarır;

Kökö, babası askere gittiğinde annesinin karnındaydı. Babası Yusuf savaşta öldü. Annesi Ayım askerden kalan tek evladına yel bile dokundurmadan büyüttü. Okula da verdi. Ne yazıkki annesi zavallı oğlumu okutup büyütsem diye hayal ederken maksadına ulaşamadan dört sene evvel hastalıktan dolayı vefat etti. Böylece bir ailenin yalnız sevimli evladı “yetim Kökö’’ diye adlandırıldı. Akrabaları çocuğu Şeki’ye verdiler. O zamanlarda Şeki Taş Kömürde kalıyordu. Birgün Kökö’yü kimsesizler yurduna götüreceğiz diye hoca gelmişti. Şeker ikna olmamıştı. (H.Y.: 10)

Öykünün başında, bu anekdotu veren yazar anlatıcı, okuyucunun kafasındaki “Kökö nasıl yetim kaldı?” sorusuna da cevap vererek bir anlamda merak unsurunu giderir. Kökö’nün acınası hayatına bu doğrultuda dikkati çeken yazar-anlatıcı okurda yetim çocuğa karşı bir hissiyat oluşturur. “Ne yazık ki”, “zavallı”, “yalnız sevimli evlat” gibi sözcükler yazarın taraf tutma eğilimini belirtir. Askerde babasını kaybeden ve çok küçük yaşta da annesiz kalan başkişinin zihninde geçmişin kötü anlarının kalıtımsal olarak varlığı onda kişilik sorunlarına yol açar. Bir aile sıcaklığının eksikliği ve sığındığı teyzesinin eziyetleri yazarın neden taraf tuttuğu hakkında ip uçları verir.

Tanrısal anlatıcı öykü kişilerinin iç ve dış çatışmalarını aktarmada kişilik çözümlemelerinde dikkati çeker. Yetim Kökö’nün yaşadığı depresif tramva öykü boyunca sık sık geniş görme biçimiyle aktarılır. Kimsesiz bir çocuğu sadece ondan yararlanmak için sahiplenen Şeki adlı kadın çocuğu değersizleştirerek onda“geriçekilmişlik”70 hissi yaratır. Bu geri çekilme, çocuğun dış dünyadan koparak kendi içine sıkışıp kalmasına nesneler dünyasında kaybolmasına yol açar. Ontolojik olarak varoluşunu gerçekleştirmek isteyen insan “atalarını, geçmişini anarak kendi içine oturmayı öğrenir.”71 Bunu beceremeyen bireyler dünyada kendilerini konumlandıracak yer bulamazlar ve ontolojik bir boşluğa düşerler. Başkişinin geçmişte yaşadığı travmaya teyzesinin eziyetlerinin eklenmesi çocuğun farkındalık olgusundan uzak kendi içine çekilerek, kişilik sorunu yaşamasına yol açar.

2.2.1.2. Öyküde Zaman

Zaman, varlığın sonsuz olanla ilişkisidir. Varlık, zamana bağlı olarak değişkenlik gösterir. Geçmiş-gelecek ve şimdi zamansallıkları varlığın sonsuza açılan bir penceresi olur. Bu doğrultuda varlığı merkeze almasıyla zaman, anlatının ruhunu oluşturan, anlatıya derinlik kazandıran unsurdur.


Şekilde Levinas’ın72 zaman üçlemesinde; zamanın geleceğin tasarısından, geçmişin baştan ve süreğenliğinden, şimdiki zamanın ise buradalığından bahsedilir. Anlatılarda kullanılan zaman unsuru da bu şekilde geçmiş-şimdi-gelecek üçlemesinin yaşantılanmasıdır. Zaman bu üçleme merkeze alınarak bireyin şekillenmesinde ana unsurdur. Kasımbekov anlatılarında da zaman, bireyin ruhsal dünyasıyla ontik bir bağ kurar.

Tölögön Kasımbekov’un diğer anlatılarında da sık sık kullandığı geriye dönüş tekniği “Yetim” öyküsünde de çokça başvurulan bir anlatım yöntemidir. Yetim öyküsü zamansal olarak öykü zamanından sık sık öyküleme zamanına dönüşlerle kurgulanır. Öykü, yazar anlatıcının, hâkim bakış açısıyla aktardığı kapalı bir mekân olan evde, öykü kişilerinin tasviriyle başlar; “evde sadece üç insan var. Gönülleri güllük gülistan, şarkı söyleyerek neşeli oturuyorlar. Ortadaki adam orta yaşlardaki birisi ama ergenlik dönemine gelmiş delikanlı gibi davranıyor. Ara sıra bıyığını kıvırarak, akıllı, büyük olduğunu göstermek istiyormuş gibi diğer ikisini yönetiyordu” (H.Y.: 7). Öyküyü bu şekilde tasvirle başlatan yazar-anlatıcı evde her ne kadar huzurun hâkim olduğu izlenimi verse de öykü ilerledikçe mekânın giderek darlaştığı görülecektir. Ev bu anlamda bireyi sıkan/saran görüntüsüyle darlaşır. İşittiği hakaretler ve gördüğü şiddet, yetim çocuğun zamana sıkışıp kalmasına yol açar. Öykü ilerledikçe, Yetim Kökö üzerinde Şeki ve dostu Çora’nın eziyetleri zamansal boyutta giderek artan bir gerilime dönüşür.

Öykünün kart karakterleri olarak görülen Çora ve iki arkadaşı ile Şeki, öykünün başkişisi, yetim çocuk Kökö’yü değersizleştirerek varlık alanına tecavüz ederler. Yazar anlatıcı bu sahneleri öykü zamanından geriye gidişlerle anlatır. Yazar anlatıcının geriye dönüşlerdeki yoğunlaşma anları başkişinin psikolojik geriliminin zirveye ulaştığı zamanlardır; “hani dövmeyeceğim demişti. Döversem babamla evleneyim yemin ediyorum demişti. Bakacağım babasıyla evlenir mi? diye çocuk her şeyi hatırlıyor. Yüzünde üzgünlüğü belirmese de içi hüzünle dolu. Bu kavgalar onun için alışkanlık gibi.” (H.Y.: 11) Zaman-mekân bütünleşmesinin örneği olan alıntılanan bölüm, mekânın insan ruhu üzerindeki etkisine örnektir. Huzurun mekânı olması gerekirken huzursuzluk mekânı olan ev, içkinin verdiği sarhoşlukla kendilerinden geçen yozlaşmış tiplerin, yetim Kökö üzerindeki olumsuzlayıcı özelliğiyle kurgulanır. Artık sıradanlaşan kavga ve gürültü hali zamanın insan ruhu üzerindeki yıkıcı/tahrip edici özelliğini gösterir.

Yazar anlatıcının dağınık olarak geçmiş anları öykü zamanına taşımaları sadece gerilimin yüksek olduğu anlarla sınırlı değildir. Öyküde başkişinin dolayımlayıcısı olan öğretmen Rayımcan hakkında bilgi veren yazar anlatıcı, kanlı savaşın yapıldığı geçmiş zamana da atıfta bulunur; “Rayımcan öğretmen, beş altı senedir köyde çalışıyor. Orta yaşlarda olgun birisi. Onun yüzünü sert gösteren şey yüzündeki kesik izi. Ama gözü korkutan bir şey değil. O yirminci asrı titreten kanlı savaşın izi.” (H.Y.: 15) cümlesinde olduğu gibi artzamanlı olarak kurgulanan öyküde, yazar anlatıcı, Rayımcan’ın hatıralarıyla, okuyucuyu bilgilendirmeye devam eder. Yetim Kökö’nün babasıyla olan dostluğu Kökö’yü gördükçe doruğa çıkmaktadır. Rayımcan’ın içsel gerilimi de bu tip geriye gidişlerle açığa çıkar;“Rayımcan geçmişi hatırladı. Kökö’nün babası Yusufla beraber savaşa gittiklerini, göz önünde onun öldüğünden bahsetti. Yaşlı Saragul teyzenin gözleri doldu; Ya Rabbim, nice yiğitler vefat etti o kanlı savaşlarda sen onların kabrini nurla doldur.” (H.Y, s. 24) Tarihsel romancı yönüyle tanınan Tölögön Kasımbekov, öykü zamanından geriye giderek savaşın karanlık yüzüne göndergede bulunur. Gözünün önünde en yakın arkadaşını kaybeden Rayımcan, yetim kalan Kökö’nün çektiği eziyetlere dayanamaz ve sorumluluk duygusuyla onu sahiplenir.

Öykü zamanı, başkişinin kendini bulma ve kurma sürecindeki arayış ve çatışmalarla şekillenir. “Farkındalık” olgusuyla şekillenen, Rayımcan’ın içtenlik mekânında konaklamasıyla “sorumsuzluktan sorumluluğa doğru içsel ve eylemsel bir değişim yaşayan başkişi”73 kendilik bilinci ile ontolojik olarak yeniden doğar. Zaman bu bağlamda, başkişinin şekillenmesinde ve dönüşümünde başat unsurdur; “sonbahar güneşinin son ışıkları çocuğu ısıtıyordu. Çok zamandır hiç böyle sımsıcak lezzetli yemek yememişti. (…) Rayımcan amca çok iyi birisiymiş. Peki, benim babam. Babam çok iyi biridir. Canım babam, anneciğim… Canım annem…” (H.Y.: 22) cümlesi onun fiziksel ve ruhsal farkındalığının görüntüsüdür. Rayımcan’ın evinden gördüğü ilgi ve sevgiyle kendini ontolojk olarak konumlandıran Kökö, zamanın yıkıcı etkisinden sıyrılarak yaşantısını olumlar.

Yıllarca aile sıcaklığından uzak olarak kendi “karanlık köşe/sine”74 çekilen yetim Kökö, gördüğü ilgi ve sıcaklık ile kendini ontolojik olarak rahat ve güvende hisseder. “Sonbahar güneşinin son ışıkları çocuğu ısıtıyordu” cümlesinde kullanılan ışık imgesiyle anlatılan ruhsal dinginlik hali, çocuğun hiç görmediği babasını iyi biri olarak gördüğü Rasul ile bağdaştırmasına/özdeşleştirmesine yol açar. Bachelard; “küçük bir ışık karşısında daldığı hülya sayesinde hayalperest kendini evinde hisseder.”75der. Kökö de yediği yemek, gördüğü saygı ve ilgi dolayısıyla hülyalara dalarak öykü zamanından geriye gider ve babasını hayal eder. Hülyalar insan zihninde bastırılmış duygularını gün ışığına çıkarır. Kökö de içselleştirerek bastırdığı anne ve baba özlemini sıcak yuvanın verdiği rahatlıkla anımsar. Zamansal boyutta kendi evinde yaşadıkları ile Rayımcan ve ailesiyle yaşadığı sıcak anları kıyaslayarak sorgular. Varoluşsal olarak yaşadığı sancı kendilik değerlerinin farkına vardığı anlarda derin bir sorgulama süzgecinden geçerek bunalan ruhunda aşkın olana açılma isteği uyandırır.

Anlatıda, “zaman sırasına”76 uygun olarak anlatılan öykü zamanı, sıra dizimsel olarak belli bir tutarlılıkta oluşur. Yetim Kökö’nün teyzesi ve onun erkek arkadaşı Çoro’nun eziyetleri, Rasul ile olan arkadaşlıkları ve yaşadıkları çatışmalar, Rayımcan’ın ve ailesinin çocuğa sahip çıkarak Kökö’yü teyzesinin elinden almaları, sıra dizimsel olarak gerçekleşir. Bu düzlemde zaman-mekân ilişkisi bağlamında mekânın değişmesi Kökö’nün ruhsal değişiminde de etkin rol oynar. Başkişinin sığındığı teyzesinin evinde yaşadığı eziyet dolu günler, Rasul ve ailesinin sıcak aile sevgisiyle kucak açmasıyla sona erer.

52.Milan Kundera, Roman Sanatı, Çev. Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul, 2009, s. 137.
53.Ramazan Korkmaz (2005), “Yurtsuzluk İtkisi ve Anayurt Oteli”, İlmi Araştırmalar, s. 20, Güz, , s.139-148.
54.K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (A-J), (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 1, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 219.
55.Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2008, s. 143.
56.Bachelard, a.g.e, s. 37.
57.Ramazan Korkmaz (2006), “Aytmatov Anlatılarında Ritmin Büyülü Gücü; Türküler” Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Güz, S. 26, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, s. 44.
58.Erich Fromm, Yaşama Sanatı, Çev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 109.
59.Jose Ortega Y Gasset, Sevgi Üstüne, Çev. Yurdanur Salman, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s. 11.
60.Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Çev. Yurdanur Salman-Nalan İçten, Payel Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 25.
61.Erich Fromm, Sevme Sanatı, Çev. Özden Saaatçi-Karadana, İlya Yayınları, İzmir, 2007, s. 51.
62.Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2008, s. 55.
63.Erich Fromm, Yaşama Sanatı, Çev. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 110.
64.Mehmet Tekin, Roman Sanatı (Romanın Unsurları) I,Ötüken Yayınları, İstanbul, 2006, s. 50.
65.İsmail Çetişli, Metin Tahlillerine Giriş Roman-Hikâye, Kardelen Yayınları, Isparta, 2000, s. 31.
66.Öykünün orijinal Kırgız Türkçesi adı; “Cetim”dir. Türkiye Türkçesi ile Kırgız Türkçesi arasındaki “c-y” değişimi göz önüne alınınca öykü Türkçe’ye “Yetim” adıyla çevrilebilir.
67.“Şeki”, “Şekercan”ın kısaltmasıdır. Kırgız Türkçesinde özel adların kısaltmaları bu şekilde ilk heceler korunarak yapılır. Cengiz Aytmatov’un dilimize çevrilen birçok anlatısında da bunun örneklerini görmek mümkündür.
68.Kök sözcüğünün üçüncü anlamı Yudahin’in sözlüğünde şu şekilde verilir; (Kök: yahut kök bet yahut kök bettüü) ısrar eden, sebatlı, inatçı; kök bala: inatçı çocuk; er bolsonğ, kök bol. sözüngö bek bol ats. : yiğit olursan sebatlı ol, sözünün de eri ol!; kök mee, kökmöö. Kök sözcüğünün inatçı anlamını taşyan Kökö inatçı kişiliğe sahip olmasıyla anlatılır. Bu durum yazarın yarattığı karakterin ismiyle kişiliği arasında anlam ilgisi kurduğu anlaşılır. (Bkz. K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (K-Z) (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 2, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 498.)
69.Sazyek, a.g.e, s. 185.
70.Geri çekilmişlik; psikoloji terimi olarak içe dönüklüğün öbür yüzü, dış dünyadan kopma olarak tanımlanır. Bkz. Harry Guntrip, Şizoid Görüngü Nesne İlişkileri ve Kendilik, Çev. İpek Babacan, Metis Yayınları, İstanbul, 2003, s. 39.
71.Ramazan Korkmaz (2003), “Oğuz Yurdu Romanında Toplumsal Bilinçdışının Görüntü Düzeyleri” Bilig, Güz / 2003. sayı 27, s. 72.
72.Emmanuel Levinas, Ölüm ve Zaman, Çev. Nami Başer, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2006, s. 37.
73.Ülkü Eliuz, Küçük Adam, Orhan Kemal’in Romanlarında Yapı ve İzlek, Öykü Yayınları, Ankara, 2006, s. 52.
74.Gaston Bachelard, Mumun Alevi, Çev. Ali Işık Ergüden, İthaki Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 27.
75.Bachelard, a.g.e., s. 27.
76.E.M., Forster, Roman Sanatı, Çev. Ünal Aytür, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s. 68.