Loe raamatut: «Şimdi ve Sonsuza Dek », lehekülg 11

Font:

“Size Douglas diyorum,” dedi ikinci kadın.

Emily sinirlenmeye başlıyordu. Kadınların Daniel hakkında söylediklerine inanmak istemiyordu – kadınlarla ilgili olanlara – ama aklındaki şüpheye de karşı koyamıyordu. “Bakın, tüm bunların çok uzun zaman önce olduğuna eminim. İnsanlar değişir. Daniel artık öyle biri değil ve ben sizinle bu tartışmaya girmeyeceğim. Kendi işinize bakın, tamam mı?”

İlk kadın kaşlarını çattı. “Adı Daniel değil. Cidden kızım, bu kasabada senin geçirdiğinden çok daha fazla zaman geçirdim. Onun adı Daniel değil.”

İkinci kadın ellerini çırptı. “Hatırladım. Dashiel."

"Evet! Dashiel Morey."

Hemen sonra Serena geri geldi. Emily’nin iki yaşlıca kadının karşısında sinirli sinirli durduğunu görünce büyük adımlarını yavaşlattı.

“Gitmek zorundayım,” dedi Emily ve arkasını dönüp dükkanı hızlı adımlarla terk etti.

“Bekle, listen ne olacak?” diye Emily’nin arkasından seslendi Serena.

Bahar güneşine çıkar çıkmaz, Emily eğildi ve derin nefesler almaya başladı. Nefes alış verişinin normalden çok daha hızlı olduğunu hissediyordu. Düşünceler beyninin içinde öbekleniyordu. Kadınların işgüzar olduklarını bilmesine rağmen söyledikleri onu sarsmıştı, Daniel’ın adından bu kadar emin olmaları ve geçmişte kadınlarla olan  Emily, Daniel ile aklen, kalben ve ruhen birlikte olmasına rağmen aslında onu hiç tanımadığını acı bir şekilde fark etti ve hatta aslında bir insanın diğerini gerçekten tanımasının mümkün olmadığını da. Babası ona bu kadarını öğretmişti. Eğer ailesini seven bir adam bile bir daha hiç dönmemek üzere gidebiliyorsa, birkaç aydır tanıdığı bir adam da pek tabii adı hakkında yalan söylüyor olabilirdi.

Ve niyeti hakkında.

On Altıncı Bölüm

Emily, gözlerinde yaşlarla hızlıca eve gitti. Aşırı tepki vermek istemiyordu ama başka yapabileceği bir şey de yok gibiydi. Daniel ona var oluşu hakkındaki en temel şey konusunda yalan söylemişti: adı. Ne tip bir insan bunu yapardı ki? Adından nefret ettiği ya da utandığı için değiştirmiş bile olsa konuşurlarken bir noktada bundan bahsetmesini umardı Emily. O da tam adı olan Emily Jane’i kullanmıyordu ama gene de bunu isimler hakkında yaptıkları sohbette Daniel’a söylemiş, Daniel o zaman bile kendi adıyla ilgili hiçbir şey dememişti. Bu da onu kimliğini sakladığını düşünmeye itiyordu.

Ve eğer bu konuda ona yalan söyleyebiliyorsa, belki de dükkandaki kadınların geçmişte kırdığı kalpler hakkında söyledikleri de doğru olabilirdi.

Eve park ettiğinde, Daniel’ın çalıları kestiğini gördü. Bu kadar hızlı girdiği ve frenlere sert bastığı için Daniel kaşlarını kaldırarak baktı. Arabayı garip bir açıyla umursamazca park etti ve motoru çalışır ve kapıyı açık bırakarak dışarı çıktı. Sonra çimenliğin başına, Daniel’a doğru fırladı.

“Sen kimsin?” diye bağırdı ve yanına yaklaşır yaklaşmaz göğsünden onu itti.

Daniel şok içerisinde ve ne olduğunu anlayamayarak geriye doğru sendeledi. “Bu ne biçim bir soru be?”

"Söyle!" diye bağırdı Emily. “Adın Daniel değil, değil mi? Dashiel. Dashiel Morey."

Daniel’ın kaşları arasında bir kırışıklık oldu. "Nasıl —"

“Nasıl mı öğrendim?” diye suçlayıcı bir tavırla bağırdı Emily. “Bunu bit pazarındaki iki yaşlı kadından öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü senin bana söyleyecek cesaretin yoktu. Bunun benim için ne kadar aşağılayıcı olduğunu biliyor musun?” O küçük düşürücü anı hatırladıkça kan beynine sıçrıyordu.

“Emily, bak, açıklayabilirim,” dedi Daniel, ellerini onun omuzlarına götürerek.

Emily onun ellerini omzundan çekti. "Bana dokunma. Bunca zamandır bana yalan söylüyorsun. Bu doğru. Direk söyle adın Dashiel değil mi?”

"Evet. Ama değişen sadece adım. Sadece-”

"Buna inanamıyorum. Peki ya kadınlar? Onlar da doğru değil mi?” Çileden çıkmış, ellerini havaya kaldırmıştı.

“Kadınlar mı?” diye kaşlarını çatarak sordu Daniel.

“Kırdığın tüm kalpler! Senin bu konuda bir ünün varmış Daniel. Yoksa Dashiel mi demeliyim?" Yaşlar gözlerinde birikirken, arkasını döndü. “Artık kim olduğunu bile bilmiyorum.”

Daniel duygu dolu bir nefes verdi. “Biliyorsun Emily. Ben her zaman olduğum kişiyim.”

“Peki o kişi KİM?” diye bağırdı Emily, eliyle yüzünü kapatırken. “İnsanları hastanelik eden bir suçlu mu? Evden kaçan duygusal bir fotoğrafçı mı? Kadınları kullanan sonra da onlarla işi bitince atan bir çapkın mı? Yoksa sadece benim üzerimde asalak gibi yaşayan sessiz, kekeme bir bekçi mi?”

Daniel’ın ağzı açık kaldı ve Emily çok ileri gittiğini biliyordu. Ama birlikte yaşadıkları onca şeyden sonra bunca insanın gözü önünde Daniel’ın onu kandırmasına dayanamıyordu. Onunla çok şey paylaşmıştı – rüyalarını, acılarını, geçmişini, yatağını. Ona saf saf güvenmişti.

“Bu belden aşağı vurmak oluyor,” diyerek geri çekildi Daniel.

“Toprağımdan çıkmanı istiyorum,” diye bağırdı Emily. “Müştemilatımdan çık. Çık dışarı! Aptal motosikletini de götür!”

Daniel ona sadece baktı, ifadesi dehşet ile hayal kırıklığı arasında bir yerdeydi. Emily, onu böyle bakarken göreceğini hiç düşünmemişti. Gözlerindeki bu bakışı görmek ve bu bakışın ona, o zalim sözleri yüzünden geldiğini bilmek kalbine hançer gibi sağlanmıştı.

Daniel tek bir kelime daha etmedi. Sakince garaja gitti ve motoruna atladı. Sonra çalıştırdı, ve ona son bir sert bakış atıp, gitti.

Emily, elleri sıkı yumruklar halinde, kalbi delicesine çarparak ve bunun onu son görüşü olup olmadığını düşünerek gidişini izledi.

*

Emily yorgun bir şekilde eve doğru yürüdü. Daniel ile yaşadığı bu tartışma onu kendinden geçirmiş, tüketmişti. Umutsuzca Amy ile konuşmak istedi ama arkadaşının son zamanlarda ondan bıktığını hissetti. Mesajlaşmaları kısalmış, seyrelmiş ve ondan haber almayalı günler geçmişti. Eğer şimdi ona birlikte olduğunu bile söylemediği bir adam hakkında sıkıntılarından bahsetmek için ararsa, bu arkadaşlıklarının muhtemelen sonu demek olacaktı.

Koridor boyunca yürürken, sanki her şey Daniel tarafından lekelenmiş gibi hissetti. Merdivenlerin yanındaki döşemenin üzerindeki boya lekesi girişi boyarlarken Daniel hapşırınca olmuştu. Bir saatin önemli bir kısmını düzeltmek için harcadıkları ve sonra duvarın eğimli olduğuna karar verdikleri, yamuk resim çerçevesi Baktığı her yerde Daniel ile ilgili bir hatıra vardı. Ama şimdi Emily ondan uzaklaşmak istiyordu, sadece fiziksel olarak değil, mental olarak da.  Ve sonra evde daha ayak basmadığı, Daniel tarafından lekelenmemiş bir oda olduğunu hatırladı. Sadece son yirmi yılda değil, son yirmi sekiz yılda mükemmel bir şekilde korunmuş tek bir oda. Ve burası o ve Charlotte’un paylaştığı yatak odasıydı.

Emily acıyla merdivenleri çıktı. Buraya geldiğinden beri o odayı görmezden geliyordu. Bu, Charlotte öldükten sonra asla oraya girmeyen anne ve babasından aldığı bir huydu. Emily’yi hemen başka bir odaya taşımış, onlara kaybettikleri çocuklarını hatırlatan bu odayı kilitlemiş ve bir daha asla açmamışlardı. Sanki böylece acıları geçecekmiş gibi.

Emily koridorda ilerledi ve kapıya gitti. O ve kardeşi ebelemece oynarken kapıyı dikkatsizce çarptıkları için ahşabın üzerinde oluşmuş çizik ve delikleri görebiliyordu. Elini kapıya dayadı ve bunu yapmak için doğru bir zaman olup olmadığını düşündü. Zaten kırgındı. Yoksa içeri kendine ceza olsun diye, kendine acı çektirmek için mi girmek istiyor diye merak etti. Ama kız kardeşine yakın olmak istiyordu. Charlotte’un ölümü ona güvenecek kimseyi bırakmamıştı. Onunla hiç erkeklerle ilgili sorunlarından ya da ilişkideki sıkıntılardan bahsedememişti. Şimdi kardeşine en yakın ancak böyle olabilirmiş gibi hissediyordu. Ve böyle düşünürken kapının kolunu tuttu, çevirdi ve yıllardır kapalı duran odaya bir adım attı.

O odaya girmek sanki bir zaman kapsülünde olmak ya da eski bir aile fotoğrafına girmek gibiydi. Emily aniden kuvvetli bir nostalji dalgasıyla sarsıldı. Toz kokusunun altında saklı kokusu bile Emily’nin bildiği ama tamamen unuttuğu hatıra ve duyguları geri getirdi. Göz yaşlarını tutamadı. Odaya küçük bir adım atıp, kardeşiyle ilgili tüm o değerli anılara yaklaşınca bir hıçkırıp koptu ve ağzını kapattı.

Kızlara evin en büyük odasını vermişlerdi. Bir tarafında asma kat vardı ve dev tavandan tabana pencerelerden okyanus manzarası görünüyordu. Emily asma kata çıkan merdivenlere bebeklerini tırmandırdığını ve sanki onlara dağa çıkan cesur kaşifler gibi kurgu yaptığını hatırladı. Emily kendisine ve geçen uzun zamana acı içinde gülümsedi.

Neredeyse otuz yıldır dokunulmamış eşyalara bakmak için odada gezindi. Ayı şeklinde bir kumbara. Plastik, parlak pembe renkli bir oyuncak midilli atı. O ve Charlotte’un odayı doldurduğu tüm o abartılı oyuncaklara bakıp kahkaha atmaktan başka elinden bir şey gelmedi. Evin en güzel odasında olup orayı gökkuşağı renginde ahtapotlarla doldurmaları muhtemelen annelerini deli etmişti. Köşedeki ahşap oyuncak ev bile simle ve çıkartmalarla kaplanmıştı.

Odanın bir kenarında büyük bir gömme dolap vardı. Emily, prenses kıyafetlerinin hala içinde olup olmadığını merak etti. Tüm Disney prenses kıyafetleri vardı. Onun en sevdiği Küçük Denizkızı kostümüydü, Charlotte’unki ise Külkedisi.  Emily gidip dolabın kapısını açtı. İçine baktığında Charlotte’un tüm kıyafetlerinin ölümünden beri hiç dokunulmadan orada asılı olduğunu gördü.

Kıyafetlere bakmak Emily’ye başka bir şeyi daha hatırlatmıştı. Ama bu anı odada dolaşırken aklına gelenlerden çok daha canlıydı. Öyle ki bu anı, canlı ve tehlikeli hissettirmişti. Charlotte’un elinin, elinden kaydığı ve küçük kızın kaybolduğu, kırmızı yağmurluğunun gri yağmur tarafından içine çekildiği o an, canlı gibi gözünün önüne gelince ayakta durabilmek için kendini duvara yasladı.

"Hayır!" diye bağırdı Emily, bu hikayenin nasıl bittiğini bilerek ve kardeşinin suya düşüp boğulduğu kaçınılmaz sonu durdurmaya çalışarak.

Sonra görüntü aniden kayboldu ve Emily tekrar yatak odasındaydı, avuç içleri terlemiş ve kalbi çok hızlı atıyordu. Aşağı baktığında tuttuğu şeyin aynı yağmurluk olduğunu gördü; benekli desenini unutamazdı. Yağmurluğu, o korkunç hatırasında da tutmuş olmalıydı.

Bekle, diye düşündü Emily aniden avucundaki küçük yağmurluğa bakarak.

Dolabı karıştırdı ve Charlotte’un uğur böceği desenli botlarını buldu.

Emily, hep Charlotte’un elini o fırtınada bıraktığı için suya düşüp boğulduğuna inanmıştı. Ama kıyafetleri oradaydı. Charlotte’un bedeni onlara getirildikten sonra annesi ve babası kıyafetleri temizletip, diğer kıyafetlerin yanına, dolaba asmadılarsa, Charlotte o gün eve canlı bir şekilde dönmüş olmalıydı. Emily kafasında iki olayı birbirine karıştırıyor olabilir miydi? Charlotte’un ölümü fırtınadan sonra mıydı? Yoksa ölümüne başka bir şey mi sebep olmuştu?

Emily odadan koşarak çıktı ve cep telefonun hep durduğu aşağı kattaki ön kapıya doğru gitti. Telefonunu aldı, numaraların arasından annesininkini buldu ve aradı. Gelen ses kulağını dolduruyordu.

“Hadi, aç şunu,” diye söylendi, annesinin bir an önce açmasını umarak.

Sonunda, aramanın yanıtlandığı anlamına gelen o statik sesi duydu ve sonra da aylar sonra ilk kez, annesinin sesini.

“New York’tan kaçtığın için ne zaman arayıp özür dileyeceğini merak ediyordum.”

“Anne,” diye kekeledi Emily. “Seni bu yüzden aramadım. Seninle bir şey hakkında konuşmam gerekiyor.”

"Dur tahmin edeyim,” dedi annesi, iç geçirerek. "Paraya ihtiyacın var. Öyle mi?"

"Hayır," dedi Emily zorla. "Charlotte hakkında konuşmamız gerek."

Telefonun diğer ucunda uzun, ağır bir sessizlik oldu.

“Hayır, gerekmiyor,” dedi annesi sonunda.

“Evet, gerekiyor,” diye ısrar etti Emily.

"Bu uzun zaman önceydi," dedi annesi. “Geçmişi peşimden sürüklemek istemiyorum.”

Ama Emily onun bahane üretmesine daha fazla izin vermeyecekti. "Lütfen," diye yalvardı. “Onun hakkında hiç konuşulmamasını istemiyorum. Unutmak istemiyorum. O başkasına benzemez.”

Söyledikleri annesini yumuşatmış gibiydi. Gene de sertliğini koruyordu. “Niye şimdi birden bire onun hakkında konuşmak istiyorsun?”

Emily, annesinin bu cevaptan hoşlanmayacağını bilerek, dudaklarını ısırdı. “Aslında, babam. Bana bir mektup bırakmış.”

“Ay öyle mi yapmış?” dedi, sesindeki acı fark edilebiliyordu. “Ne kadar düşünceli.” Emily annesini daha fazla sinirlendirmemeye çalıştı. Babasına dair o bildik tartışmalardan birine girmek istemiyordu. “Mektupta Charlotte hakkında ne yazıyor?”

Emily sallanıyordu. Ne yapacağını şaşırmış olan annesinden uzak geçen aylardan sonra bile onu memnun etme ihtiyacı tekrar su yüzüne çıkmış ve bu Emily’yi üzmüş ve sarsmıştı. Ağzından çıkacak kelimeleri seçmesi biraz zaman almıştı.

“Şey, Charlotte’un ölümü benim hatam değilmiş.”

Telefonun diğer ucunda başka bir uzun sessizlik oldu. “"Senin hatan olduğunu düşündüğünü bilmiyordum."

"Neden?" dedi Emily. “Bu konu hakkında hiç konuşmadık.”

“Çünkü bu konu hakkında konuşmamız gerektiğini hiç düşünmemiştim,” dedi annesi kendini savunurcasına. “"Bu bir kazaydı ve o öldü ve hepsi bu kadardı. Sana herhangi bir şekilde bu olaydan sorumlu olduğun izlenimini ne verdi ki?”

Emily’nin kafası gene karışmıştı. Aylarca ondan uzak kaldıktan ve yıllarca bu konu hakkında hiç konuşmamışken, şimdi bu konuşmayı yapıyor olmak çok tuhaf hissettiriyordu. Gözlerinden yaşlar akarken boğazında bir acı hissetti. “Çünkü fırtınada onun elini bıraktım,” diye kekeledi hıçkırıklarının arasından. “Onu kaybettim ve sonra okyanusta boğuldu.”

Annesi yüksek sesle nefesini verdi. “Okyanus değildi Emily. Öyle ölmedi.”

Emily, dünyası etrafına yıkılıyormuş gibi hissetti. Doğru olduğunu sandığı her şey parçalanıyordu. Sadece Daniel onun güvenine ihanet etmemiş, şimdi kendi hatıralarına bile güvenemeyecek hale gelmişti.

“O zaman nasıl öldü?" Diye sordu Emily, sessizce.

"Gerçekten hatırlamıyor musun?" diye sordu annesi, hem şok içerisinde hem şaşkın. “Emily, kardeşin yüzme havuzunda boğuldu. Seninle ya da fırtınayla bir alakası yoktu.”

“Yüzme havuzu mu?” diye şaşkınlık içerisinde tekrarladı Emily.

Ama kelimeler ağzından çıkar çıkmaz bazı anılar kafasına aceleyle üşüşmüştü. Telefonu düşürdü ve babasının çalışma odasına koştu. Sonra kasada bulduğu, üzerinde bir sürü anahtar olan anahtarlığı aldı. Evin içinde koştu, ayak seslerinin gürültüsü yavru köpekleri rahatsız etmiş ve öfkeyle mırıldanmalarına sebep olmuştu.

Ön kapıdan ayakkabılarını bile giymeden çıkıp, ahıra doğru gitti. Raj, devrilmiş ağacı çatıdan kaldırmıştı bu yüzden içeri girmek için sadece kırılmış plakaların üzerinden atlaması gerekti. Zarar görmüş, karanlık odadan, yağmurdan zarar görmüş Daniel’ın fotoğrafları olan kutuların yanından, buraya ilk geldiğinde gördüğü hiçliğe açılan kapıya vardı. Anahtarlıkla beceriksizce uğraşarak, kilidi döndüren anahtarı bulana dek birbiri ardına anahtarları denedi, açılınca kapıyı iterek açtı.

Açıldı ve arkasındaki duvara çarparak yankılı bir ses çıkardı. Emily yeni, henüz keşfedilmemiş odaya baktı. Ve işte oradaydı. Charlotte’un boğularak Emily’nin tüm hayatını değiştirdiği büyük, boş, yüzme havuzu.

Şimdi, ayılı pijamalarının içindeki küçük kız kardeşini, suyun yüzeyinde yüz üstü yatarken görebiliyordu. Tüm bunları bir hortum gücü ve hızıyla hatırladı.

Ailesi onlara yazlık eve bir havuz yaptıracaklarını söylemişlerdi. O ve Charlotte havuzun nerede olabileceğini tahmin etmeye çalışıyor, havuzu bulmak için değişik odalara gizlice girip çıkıyorlardı, en sonunda havuzu dışarıda bulmuşlardı. Charlotte hemen yüzmek istemişti ama Emily başlarında birisi olmadan buna izin vermeyeceklerini ve havuzu bulduklarının bir sır olarak kalmasının daha iyi olacağını söylemişti. O akşam, anneleri dışarı çıkmış babaları da kanepede uyuyakalmıştı. Charlotte yüzmek için yatağından gizlice kalkmış olmalıydı. Bir şeyler, belki de yanındaki yatakta uyuyan Charlotte’un horlama sesinin eksikliği, Emily’yi uyandırmıştı. Ona bakmaya gitmiş ve onu havuzda bulmuştu. Babasını sarhoş uykusundan uyandıran Emily olmuştu.

Emily’nin aniden midesi bulandı ve başını salladı. Buna inanmak istemiyordu. Bu yüzden mi hiçbir şey hatırlamıyordu? Çünkü ölü kız kardeşini görmek ondan öyle bir travma oluşturmuştu ki, bu anıyı tamamen silmişti. Ve zihni boşlukları doldurmak için babasını uyandırdığı için duyduğu suçluluğu başka bir çeşit suçluluk duygusuna yani kendini suçlamaya mı dönüştürmüştü?

Fırtınayla alakası yoktu. Onun hatası değildi. Bunca sene boyunca boş yere suçluluk duygusuyla yaşamıştı – çünkü anne ve babasından problemlerini yok saymayı ve geçmişindeki hoşlanmadığı şeyleri unutmayı öğrenmişti. Onlar yüzünden, bundan yirmi sekiz yıl önce, Charlotte’un havuzda yüzüstü yatan cansız bedenini bulmuş olmanın travmasını bastırmış ve beyni Charlotte’un yokluğunu açıklayan en mantıklı anıyı seçerek boşlukları doldurmaya çalışmıştı.

Bu gerçekten onun hatası değildi.

Emily havuzun kenarında dizlerinin üzerine çöktü ve ağlamaya başladı.

*

Emily, Mogsy’nin çılgınca havlamasıyla kendine geldi. Ne kadar süredir orada, havuzun kenarında oturup, boşluğa baktığından emin olmayarak havaya baktı, ayağa kalkıp ahıra geri döndüğünde tavanda oluşan delikten gözüken gökyüzü artık siyahtı. Yıldızlar ona göz kırpıyordu ve ay bulanıktı. Sonra Emily fark etti ki, bir miktar duman tarafından gölgelenmişti. Kokladı ve yanık kokuyordu.

Kalbi hızla atarak ahırdan çimenliğe çıktı. İleride, evi ve mutfak penceresinden çıkan dumanı görebiliyordu. Mogsy ve yavrular içeride havlıyorlardı.

“Aman tanrım, hayır,” diye bağırdı olanca gücüyle ve çimenlikte koştu.

Mutfak kapısına ulaşıp, kapıyı açmak için kapının koluna uzandığında bir güç tarafından uzaklaştırıldı. Tökezledi ve baktı. Birdenbire çıkagelen kişi Daniel’dı.

“Bunu sen mi yaptın?” diye bağırdı intikam için kundakçılık yaptığını düşünerek.

Daniel ona yönelttiği suçlamayla dehşet içinde ona baktı. “Kapıyı açarsan cereyan yapacak. Alevler oksijenle yükselir. Sana doğru. Senin hayatını kurtarıyordum!”

Emily henüz suçlu hissetmek için fazla panik içerisindeydi. Acı havlamaları kulağında yankılanırken, düşünebildiği tek şey evinin yandığı ve köpeklerin içeride mahsur kaldığıydı. Mutfak penceresinden turuncu alevlerin yukarı doğru dans ederek yükseldiklerini görebiliyordu.

Panikle saçını tutarak ve aklı bomboş “Ne yapacağız?” diye bağırdı.

Daniel, çimenliği ıslatmak için evin yan tarafındaki hortuma doğru koştu. Kolu çevirdi ve hortumun ucundan su akmaya başladı. Sonra, mutfak kapısındaki pencereyi dirseğiyle kırdı ve alev ona doğru gelirken eğildi. Hortumu pencereden uzattı ve alevleri suyla bastırmaya çalıştı.

“Müştemilata git,” diye bağırdı Emily’ye. “İtfaiyeyi ara.”

Emily bunların olduğuna inanamıyordu. Aklı korkuyla karmakarışıktı. Evi alevler içindeydi. Buraya harcadıkları onca emekten sonra bütün ev gerçekten yanıyordu.

Müştemilata vardı ve kapıyı açık bıraktı. Telefonu aldı ve zar zor 911’i tuşladı.

“Yangın var!” diye bağırdı operatöre bağlanır bağlanmaz. “West Sokağı!”

Bilgileri verir vermez eve geri koştu. Daniel hiçbir yerde gözükmüyordu ve kapı sonuna kadar açıktı. Emily, onun içeri girdiğini fark etti.

“Daniel!” diye bağırdı, korku onu dışarıda tutuyordu. "Neredesin?"

O sırada, Daniel elinde havlayan yavruların olduğu sepet ve yanında Mogsy ile dumanların arasından çıktı.

Emily dizlerinin üstüne çöktü ve yavruları kollarının arasına alarak iyi oldukları için çok rahatladı. Kurum lekesi içindelerdi. Yağmur’u aldı ve gözlerindeki külleri sildi, sonra diğer yavrulara da aynısını yaptı. Mogsy, olayın ciddiyetini anlamış gibi, suratını yaladı ve kuyruğunu salladı.

Hemen sonra, Emily yanıp sönen ışıkları camın yansımasında gördü. Normalde sessiz olan sokakta alarmını çalarak ilerleyen itfaiye aracını görmek için dönüp baktı. Eve doğru geliyordu, sonra itfaiyeciler araçtan indiler ve hemen harekete geçtiler.

“Evde biri var mı?” diye sordu içlerinden birisi.

Emily başını salladı ve hayret içinde, sessizce kapıyı itip içeri girişlerini seyretti.

Daniel çekinerek yanına geldi. Ona doğru, kül dolu saçlarına ve is lekeli kıyafetlerine baktı.

“O lanet kapıyı daha yeni tamir etmiştim,” dedi.

Emily yarı hıçkırık, yarı kahkaha sesi çıkardı. “Geri geldiğin için teşekkürler,” dedi sessizce.

Daniel sadece başını salladı. Eve dönüp, sessizce, duman bulutunun tüy gibi incelerek yok olmasını seyrettiler.

Birkaç dakika sonra, itfaiyeciler de evden çıktı. Şefleri Emily’ye doğru yürüdü.

“Ne oldu?” diye sordu Emily.

“Bozuk bir tost makinanız var gibi gözüküyor,” dedi, elindeki yanmış makinayı göstererek.

"Çok hasar var mı?" Kendini gelecek habere hazırladı.

“Sadece eriyen plastiğin dumanından oluşan hasar var. Bir süreliğine evi havalandırmak isteyebilirsiniz. Duman zehirlidir."

Emily, hasarın yalnızca dumandan oluşan ufak bir hasar olduğunu duyunca rahatlamayla itfaiyecinin boynuna atladı. "Teşekkür ederim!" diye bağırdı. "Çok teşekkür ederim!"

"Sadece işimi yaptım Emily" diye cevap verdi.

"Bekle, benim adımı nereden biliyorsun?" diye şaşırarak sordu Emily.

"Babam,” diye yanıtladı itfaiyeci. "O seni çok seviyor."

“Baban kim?”

“Benzin istasyonundan Birk. Ben Jason, onun en büyük çocuğuyum. Bir dahaki sefere parti yaptığında beni de çağır olur mu? Babamın hayatı boyunca o gece eğlendiği kadar eğlendiğini sanmıyorum. Eğer ev sahipliği konusunda bu kadar iyiysen, ben de gelmek istiyorum.”

“Tabii ki ederim,” diye yanıtladı Emily, olan olaylar yüzünden ve bu küçük kasabada nasıl herkesin herkesi tanıyor olmasından hayrete düşerek.

Emily ve Daniel aracın gidişini izlediler ve sonra hasar tespiti için içeri girdiler. Koku, duvarda siyah bir leke ve tezgahın üzerinde erimiş bir dikdörtgen dışında mutfak iyi durumdaydı.

“Kırılan pencereyi ödeyebilirim,” dedi Daniel.

"Aptal olma," diye cevap verdi Emily. "Yardım ediyordun."

“Yangın bile sayılmazdı. Aşırı tepki gösterdim. Sadece Mogsy ve yavruların dumandan boğulmalarını istemedim.” Mogsy’yi aldı ve kulaklarının arkasını okşadı, Mogsy de onu burnunu yalayarak ödüllendirdi.

"Doğru olanı yaptın," dedi. "Yangın hızlı yayılabilir. Hortum sayesinde sen yayılmadan önce durdurdun." Daniel’a eğik başına ve omuzlarına baktı. "Neden geri döndün?" diye sordu.

Daniel dudağını ısırdı. "Bana açıklama yapmam için şans vermedin. Adımı temize çıkarmak istedim.”

Onun için yaptığı bunca şeyden sonra, Emily ona bu kadarını borçluydu. "Tamam. Devam et. Akla kendini.”

Daniel bir sandalye çekti ve mutfak masasına oturdu. “Doğduğumda adım Dashiel’dı,” diye başladı. "Ama bu aynı zamanda babamın adıydı. Bana onun adını vermişler. Onun gibi avantacı bir alkolik olmak istemediğim için evinden ayrıldığımda adımı yasal olarak değiştirdim.

Emily rahatsız kıpırdandı. Onun babası da çoğu zaman sarhoştu. Bu da Daniel ile başka bir ortak noktası mıydı?

“Kasabadaki o insanlar,” diye devam etti Daniel. “Beni Dashiel olarak hatırlıyor çünkü kötü olmamı istiyorlar. Benim ona dönmemi istiyorlar. Kötü olmam için.” Başını salladı.

Emily utanç içinde küçüldüğünü hissetti. "Peki ya kadınlar?"

Daniel omuz silkti. "Hepimizin geçmişte ilişkileri oldu, değil mi? Günümüzde, bu yaşlarda genç bir adam için normal sayılabilecek ilişki sayısının üzerinde ilişkim olduğunu düşünmüyorum. O kadınlar muhtemelen hiç evlenmediğim için şüpheli davranıyorlardı, anladın mı? Benim bir çapkın olduğumu düşünüyorlar çünkü birileriyle çıktım, uzun süreli ilişkilerim oldu ama evlenmedim. Ben bir keşiş değilim Emily. Sevgililerim oldu. Ama bence olmasaydı daha çok endişelenmeliydin!”

“Doğru,” dedi daha fazla vicdan azabı hissederek. “Beni kandırmalarına izin verdiğim için özür dilerim. Beni senin kötü bir adam olduğuna inandırmalarına izin verdiğim için.”

“Şimdi öyle biri olmadığımı görüyor musun? İnsanları hastanelik eden bir insan olmadığımı? Sorumluluk alamadığı için kaçıp giden biri olmadığımı? Sana duygusal olarak oyalayıp evini yakacak biri olmadığımı?”

Bunu böyle söyleyince biraz gülünç olmuştu. “Şimdi görüyorum,” dedi utangaç bir sesle.

"Ve kim olduğumu biliyorsun. Seninle fırtına gecesi oturup, yavru bir köpeği hayata bağlamaya çalışan adamım. Ilık bir bahar gününde seni gül bahçesine götüren adamım. Sana pamuk şeker alan. Seni öpen ve seninle sevişen.”

Elini tutmak için uzattı. Emily, avucu açık, davetkar eline baktı, sonra elini onun üzerine koyup, parmakları onunkilere kenetledi.

“Beni yanan bir cehennemden kurtaran adam olduğunu da unutma,” diye ekledi.

Daniel gülümsedi ve başını salladı. "Evet. O adam da benim. Sana asla zarar vermek istemeyecek adam.”

"Güzel," dedi Emily. Ona doğru eğildi ve şefkatle öptü. "Çünkü ben o adamdan hoşlanıyorum."