Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt», lehekülg 2

Font:

“Yaptığı gerçekten de buysa, ‘Taklitçi Kaş Çatan’ denir buna. Sadece sahte değil, aynı zamanda da iğrenç!” diye düşündü.

“Bayan Lin’i taklit etme!” diye bağıracaktı ama kızın yüzünü görünce onun hizmetçilerden biri olmadığını fark etti. Armut Ağacı Avlusu’ndaki on iki küçük oyuncudan biriydi. Ama sahnede onları makyajlı olarak gördüğü için hangisi olduğunu çıkaramadı. Yüzünü ekşiterek dilini çıkardı ve eliyle ağzını kapattı.

“İyi ki dilimi tutmuşum!” dedi kendi kendine. “Patavatsızlığımla Daiyu ve Baochai’in duygularını incittikten sonra, bugün yine başım derde girecekti az kalsın. Bir on iki oyuncuyu üzmediğim kalmıştı!”

Kızı tanımaya çalışırken ona daha da yaklaştı. Daiyu’nün taklitçisi olduğunu düşünmesi çok ilginçti; kız ince ve narin yüz hatları, zayıf bedeni, kavisli kaşları, sonbaharın durgun göllerini andıran berrak gözleriyle gerçekten de Daiyu’ye çok benziyordu. Hatta Daiyu’nün efsanedeki Xi Shi’yi akla getiren kaş çatışı bile aynıydı. Ayrılıp gidemiyordu bir türlü. Büyülenmiş bir şekilde kızı seyretti. Seyrederken de aslında çiçekleri gömmek için çukur kazmadığını, yazı yazdığını gördü. Elinin hareketlerini izledi, yaptığı her dikey ve yatay darbeyi, her nokta ve kıvrımı kendisi de parmağıyla avucunun içinde tekrarladı. Toplam on sekiz darbeydi. Bir an düşündü. Avucuna yazdığı kelime, çardağı kaplayan çiçeklerin adıydı: Japon gülleri.

“Demek güllerin görüntüsü ona şiir yazma ilhamı verdi.” diye düşündü. “Belki iyi bir beyit geldi aklına, unutmadan yazmak istedi; belki de zaten yazdı; şimdi üzerinde biraz daha çalışıyor. Bakalım başka ne yazacak.”

Kız yazmaya devam ederken, Baoyu de deminki gibi el hareketlerini izledi. Yine Japon gülü yazdı, sonra bir daha, bir daha. Sanki bir büyünün etkisi altında gibiydi. Birini bitirip diğerini yazıyordu. Arka arkaya onlarca kere yazmış olabilirdi. Tıpkı kız gibi Baoyu de çardağın öbür tarafında sanki aynı büyüye kapılmış gibiydi çünkü artık hangi hareketi yapacağını iyi bildiği hâlde gözlerini ayırmadan tokayı seyretmeye devam ediyordu.

“Böyle davranması için aklında kimselere söyleyemediği bir şeyler olmalı.” diye düşündü. “Dışarıdan davranışlarını gören, içten içe neler çektiğini anlar. Çok kırılgan görünüyor. Acı çekmek için fazla kırılgan. Ah keşke birazını senin yerine ben taşısam, canım!”

Yazın bunaltıcı günlerinde hava önceden tahmin edilemiyordu; berrakken birden bulanıveriyor, küçük bir bulut bazen bir sağanağın habercisi oluyordu. Baoyu kızı seyrederken, aniden serin bir rüzgâr esti, hemen arkasından tıslayan bir yağmur indirdi. Kızın saçlarından suların süzüldüğünü ve giysilerinin sırılsıklam olduğunu görüyordu.

“Yağmur yağıyor! Bu narin bedeniyle böyle bir sağanakta kalmamalı!” diye düşündü endişeyle. “Yazmayı bırak artık! Bak, ıslanıyorsun!” diye seslendi istemeye istemeye.

Kız sesi duyunca irkilip başını kaldırdı. Güllerin arkasında birisi olduğunu görebiliyordu ama kısmen Baoyu kız gibi güzel yüz hatlarına sahip olduğundan, kısmen de yüzünün ancak bir kısmını görebildiğinden onu hizmetçi sandı. Bu yüzden de Baoyu olduğunu bilseydi yapacağı gibi ondan kaçmak yerine, minnetle gülümsedi.

“Hatırlattığın için teşekkür ederim. Ya sen? Sen de ıslanmıyor musun?”

“Ay!” diye bağırdı Baoyu. Kızın bu sözleriyle bütün vücudunun buz gibi olduğunu fark etti. Islanmıştı da. “Olacak şey değil!” dedi.

Kızıl Neşe Avlusu’na doğru fırladı ama aklı yağmurda saklanacak yeri olmayan kızda kaldı.

***

Ertesi gün Dragon Teknesi Festivali olduğundan, Baoyu’nün yazı yazarken seyrettiği kız da dâhil, on iki oyuncu için tatil başlamış ve eğlenmek amacıyla Bahçe’ye gitmişlerdi. İçlerinden ikisi, genç delikanlıları canlandıran Baoguan ile genç hanımları canlandıran Yuguan, yağmur başladığında Xiren ile birlikte Kızıl Neşe Avlusu’nda neşeli zaman geçiriyorlardı. Hizmetçilerle beraber olukları tıkayıp, suyu avluda toplayarak eğleniyorlardı. Yeterince su birikince, yeşil başlı yaban ördeklerini, sunaları, mandarin ördeklerini ve diğer su kuşlarını yakalayıp kanatlarını bağladılar, sonra avlu kapısını kapatıp hayvanları yüzsünler diye suya bıraktılar. Hepsi verandada durmuş onları seyrederken, Baoyu geri gelip kapının kapalı olduğunu gördü ve birisi gelip açsın diye kapıya vurdu. Kızlar o kadar yüksek perdeden gülüyorlardı ki bu sesi duymalarına imkân yoktu. Baoyu birkaç dakika bağırıp, kapıyı sarsacak derecede yumruklamak zorunda kaldı ancak o zaman içeriden duydular. Xiren onun bu kadar erken dönmesini beklemiyordu.

“Acaba bu saatte kim geldi?” dedi. “Birisi gidip kapıyı açar mı?”

“Benim!” diye bağırdı Baoyu.

“Bayan Baochai mi o?” dedi Sheyue.

“Yok canım!” dedi Qingwen. “O bu saatte gelmez.”

“Şu aralıktan bir bakayım.” dedi Xiren. “Uygun görürsem alırım içeri. Bu yağmurda kimseyi geri çevirmek istemeyiz.”

Üstü kapalı koridordan kapıya doğru yürüdü, iki kapı arasındaki aralıktan bakıp Baoyu’nün üzerinden sular damlayarak, perişan bir tavuk gibi orada durduğunu görünce hem dehşete kapıldı hem de gülmeden edemedi. Hemen kapıyı açtı ve ellerini çırparak gülmekten iki büklüm oldu.

“Efendi Bao! Senin olduğun hiç aklıma gelmedi! Bu yağmurda neden geldin?”

Baoyu çok sinirliydi ve kapıyı açan kim olursa olsun haddini bildirmeye kararlıydı. Kapı açılır açılmaz, kim diye bakmadan tekmeyi savuruverdi. Kapıyı genç hizmetçilerden birinin açacağını sanmıştı. Xiren kaburgalarına gelen tekmeyle acı içinde çığlık attı.

“Alçak yaratıklar!” diye bağırdı Baoyu. “Size hep iyi davrandığım için her şeyi yapabileceğinizi sanıyor, saygı duygusunu kaybediyorsunuz! İyice maskaranız oldum!”

O anda başını eğip bakınca, ağlayan Xiren’i gördü ve yanlış kişiyi tekmelediğini anladı.

“Ay! Sen miydin? Nerene vurdum?”

O ana kadar Xiren, Baoyu’den hiç böyle kötü sözler duymamıştı. Yediği tekme ve onca insanın içinde işittiği azar yüzünden hissettiği utanç, öfke ve acı karışımı duygu katlanılacak gibi değildi. Yine de dayanmaya çalıştı çünkü yaygara koparmak, Baoyu’nün kendisine vurmak istediğini kabullenmek demekti; hâlbuki durumun kesinlikle öyle olmadığını biliyordu.

“Vurmadın. Bana isabet etmedi.” dedi. “Gel içeri de üstünü değiştir.”

Baoyu içeri girip kıyafetlerini çıkarırken, “Bunca yıldır ilk kez birisine öfkeyle vuruyorum. Bunun da sana rastlamış olması çok kötü!” dedi şakayla karışık.

Xiren dayanmak için çaba gösterdiği acısına rağmen Baoyu’nün üstünü değiştirmesine yardım ediyordu. Onun bu sözleri üzerine güldü.

“Her şeyi yapmaya hep benimle başlıyorsun zaten.” dedi. “Büyük ya da küçük, hoş ya da nahoş her şeyi ilk önce bende denemen çok doğal. Ama bu seferki farklı, umarım bundan sonra herkesi tekmeleyerek dolaşmazsın.”

“Biliyorsun sana vurmak istemedim!” dedi Baoyu.

“İstedin diyen oldu mu?” dedi Xiren. “Normalde kapıyı daha küçükler açıyor ama son zamanlarda o kadar küstahlaştılar ki herkesi çileden çıkarıyorlar. Onlardan birini tekmeleyip içlerine Tanrı korkusu soksaydın, çok iyi olurdu. Ama yok, hata bende. Kendim açacağıma onlara açtırmalıydım kapıyı.”

Onlar konuşurlarken yağmur durdu. Baoguan ve Yuguan gittiler. Xiren’in yan tarafındaki acı o kadar fazlaydı ki midesi bulandığından akşam yemeği yiyemedi. Yatma zamanı geldiğinde üstünü çıkarınca, göğsünün yan tarafına yayılan tas büyüklüğünde bir morluk gördü. Çok korktu ama kendine hâkim olup bağırmadı. Yattıktan sonra da acısı devam etti ve uykusunda inledi. Baoyu onu bilerek tekmelememişti ama Xiren’in hareket ederken ne kadar acı çektiğini görünce rahatsızlık duydu; çok sert vurduğunun farkındaydı. Yatağından kalktı, parmak uçlarına basarak bir lamba alıp bakmak istedi. Yatağının ayakucuna geldiğinde Xiren’in iki kere öksürdüğünü ve balgam tükürdüğünü gördü. Kız nefesi kesilerek gözlerini açınca Baoyu’yü karşısında buldu.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu, irkilerek.

“Uykunda inliyordun. Canını çok yaktım galiba. Bir bakayım.”

“Başım dönüyor.” dedi Xiren. “Ağzımda acı bir tat var. Yere bir baksana.”

Baoyu lambayı yere doğru tuttu. Yatağın yanında, Xiren’in tükürdüğü yerde parlak kırmızı kan lekesi görünce dehşete kapıldı.

“Ne korkunç!” diye bağırdı.

Xiren de baktı ve kanı görünce içi fena oldu.

Sonra olanlar gelecek bölümde.

31. BÖLÜM

Parçalanan bir yelpaze gümüş bir kahkaha değerindedir.

Kayıp bir Tekboynuz mutlu bir evliliğin işaretidir.


Kanı göre Xiren fenalaştı çünkü hep insanların, “Gençken kan tükürürsen, erken ölürsün ya da hayatını hastalıklı olarak geçirirsin.” dediklerini duyardı. Şimdi bunu hatırlayıp geleceğe dair bütün parlak ve tutkulu umutlarının boşa gittiğini hissetti. Acı acı gözyaşı döktü. Bunu gören Baoyu’nün de yüreği sızladı.

“Ne oldu?” diye sordu.

“Yok bir şey.” dedi Xiren zoraki gülümseyerek. “İyiyim.”

Baoyu hizmetçilerden birini çağırıp biraz pirinç şarabı ısıtmasını ve keçi kanı hapı getirmesini isteyecekti ama Xiren gözyaşlarının arasından gülümseyerek elini tutup onu durdurdu.

“Eğer velvele koparırsan, herkes buraya doluşur ve caka satıyorum diye beni suçlar. Hem zaten kimse bir şeyin farkında değilken, dikkatleri üzerimize çekmemiz ikimiz için de iyi olmaz. Yapacağın en mantıklı şey, yarın çocuklardan birini Dr. Wang’a gönderip ilaç aldırman. Kimse anlamadan, birkaç dozdan sonra iyileşirim herhâlde. En iyisi bu, değil mi?”

Baoyu ona hak verdi ve başkalarını ayağa kaldırma fikrinden vazgeçti. Masanın üzerindeki çaydanlıktan bir fincan çay koyup, ağzını çalkalaması için Xiren’e verdi. Xiren efendisinin başında beklemesinden rahatsız oldu ama yardımını geri çevirirse herkesi ayaklandıracağından korkarak, yatağına yatıp delikanlının üzerine titremesine izin verdi.

Ertesi gün, şafak sökerken, Baoyu kıyafetlerini üstüne geçirdi, yıkanıp taranmayı bile beklemeden Bahçe’den çıktı, konağın ön tarafındaki çalışma odasına gitti. Doktor Wang Jiren’i çağırtıp soru yağmuruna tuttu. Doktor söz konusu kanamanın tekmeden kaynaklandığını öğrenince, durumu fazla ciddiye almadı; sadece bazı hapların adını verip lapanın içine katılmasını söyledi. Baoyu onun talimatlarını not etti ve yerine getirmek için Bahçe’ye döndü. Ama burası bizim hikâyemizin bir parçası değil.

***

Festival günü gelmişti. Eğir otları ve pelinler kapılara asılmış, herkes giysisine kaplan muskası takmıştı. Öğlen Wang Hanım küçük bir parti verdi, Xue teyze ve Baochai de davetliler arasındaydı. Baoyu kızın tavırlarının buz gibi olduğunu ve kendisiyle gönülsüz konuştuğunu görünce önceki gün ona karşı patavatsızlığı yüzünden olduğunu anladı. Wang Hanım da Baoyu’nün keyifsizliğini önceki gün Jinchuan ile yaşananlara atfedip ona aldırış bile etmedi. Baoyu’nün somurtkanlığını gören Daiyu ise Baochai’i gücendirdiği için böyle olduğunu düşünüp, bu konuya böylesine önem vermesine içerleyip kendisi de surat astı. Önceki gece Baoyu ile Jinchuan arasında olanları Wang Hanım’dan öğrenen Xifeng’a gelince, yengesinin hoşnutsuzluğunu düşünerek neşesi kaçtı, her zamanki gibi gülüp şakalaşmadı; böylelikle atmosfer daha da soğudu. Herkesin son derece keyifsiz olduğunu gören Yingchun, Tanchun ve Xichun de rahatsız oldular. Sonunda, çok kısa bir süre daha oturmaya devam eden grup dağıldı.

Daiyu normalde yalnızlığı toplantılara tercih ederdi. Bunun nedeni olarak da “Bir araya gelmenin kaçınılmaz sonucu ayrılmaktır ve insanlar birlikteliklerden ne kadar keyif alırlarsa, ayrıldıklarında kendilerini o kadar yalnız ve mutsuz hissederler. O zaman en başından bir araya gelmemek daha iyi. Aynı şey çiçekler için de geçerli. Açtıkları zaman insanları sevindirirler ama solduklarını görmek ekstra hüzün getirir; o zaman hiç açmasınlar daha iyi.” derdi.

Öte yandan Baoyu bunun tamamen tersini düşünüyordu. Partilerin sonsuza kadar devam etmesini, çiçeklerin de sürekli açmalarını isterdi. Sonunda partiler bittiğinde ve çiçekler solduğunda, tabii ki çok üzülürdü ama bunun bir çaresi yoktu.

Bugün de herkes kasvetli bir şekilde partiden ayrılınca, Daiyu bundan hiç etkilenmedi. Baoyu ise moral bozukluğu içinde, iç çekerek ve kendi kendine söylenerek odasına döndü. Maalesef üstünü değiştirmesine yardım etmek için Qingwen gelmişti. Can sıkacak derecedeki savrukluğu yüzünden bir yelpazeyi yere düşürüp, sonra da üstüne basarak kırdı. “Sakar!” diye azarladı Baoyu. “Kendi evin olduğunda da bu kadar dikkatsiz mi olacaksın?”

Qingwen alaycı bir şekilde burun kıvırdı.

“Son zamanlarda ne kadar huysuz oldunuz, Efendi Bao.” dedi. “Nereye dönsek ters bir bakışınızla karşılaşıyoruz. Dün Xiren bile payını aldı. Bugün de bende kusur buldunuz. Ben de tekme bekleyeyim mi? Vurun! Bir yelpazeye basıp kırmanın bu kadar korkunç bir şey olduğunu sanmıyorum. Geçmişte sayısız kâse ve fincan kırıldı ama kılınızı kıpırdatmadınız. O zaman şimdi bu yaygara niye? Benim hizmetimden memnun değilseniz, kovun ve daha iyisini alın. Lafı dolandırmaya lüzum yok.”

Onu dinlerken Baoyu o kadar sinirlendi ki tir tir titriyordu.

“Merak etme, yakında gideceksin zaten!” diye bağırdı.

Yan odadan bu konuşmaya kulak misafiri olan Xiren hemen içeri girdi.

“Yine ne oldu?” diye sordu, Baoyu’ye dönerek. “Arkamı döner dönmez bir sorun çıkıyor demiştim ben sana.”

“Bunu biliyordun madem, biraz daha erken gelip bu krizi önleseydin ne iyi olurdu!” dedi Qingwen. “Ona en iyi hizmet eden tek kişinin sen olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama hiçbirimiz bunu nasıl başardığını anlayamıyoruz. Sanırım bu işi o kadar iyi becerdiğin için dün kaburgalarına tekmeyi yedin. Bu kötü hizmetimin karşılığında beni neler bekliyor kim bilir!”

Xiren, duyduğu öfke ve utançla ters bir cevap verecekti ama Baoyu’nün sinirden mosmor kesilen yüzünü görünce kendini tuttu.

“Hadi şimdi iyi bir kız ol ve gidip dışarıda oyalan! Suçlu olan biziz.”

Qingwen, doğal olarak “biz” diyerek Baoyu ile kendisini kastettiğini düşündü ve kıskançlıktan kudurdu.

“Biz de ne demek?” diye sordu, alaycı bir şekilde gülerek. “Sizin adınıza ben utanıyorum. Bu şeytanca oyunlarınızla beni kandıramazsınız! Kimse görmediği zaman, aranızda neler olduğunu biliyorum. Biz diyerek neyin peşinde olduğunun da farkındayım. Ama daha odalık seviyesine bile gelemedin. Yani hiçbirimizden tek bir farkın yok. ‘Biz’ olma durumunu nereden çıkarıyorsun bilmem.”

Xiren onun bu patavatsızlığı karşısında kıpkırmızı kesildi. Dilinin sürçtüğünü çok geç anladı. Aslında “biz” demekle kendisiyle Qingwen’i kastetmişti, onun düşündüğü gibi Baoyu ile kendisini değil. Ama yanlış anlaşılmaya yol açmıştı.

Ters cevap veren Baoyu oldu.

“Eğer endişelendiğin şey buysa, sırf sana nispet olsun diye, yarın onu terfi ettirip odalığım yapacağım. Kıskançlığını buna sakla!” dedi Baoyu öfkeyle.

Xiren onu zapt etmek için elinden tuttu.

“Aptal bir kızla neden tartışıyorsun? Geçmişte bundan çok daha beter şeylere bile aldırış etmedin. Şimdi ne oldu?”

Qingwen cırtlak bir kahkaha attı.

“Evet ya! Ben sizinle konuşamayacak kadar aptalın tekiyim! Köleden başka bir şey değilim zaten.”

“Benimle mi tartışıyorsunuz, küçük hanım, yoksa Efendi Bao ile mi?” diye sordu Xiren. “Eğer garezin banaysa, benimle başka bir yerde konuşabilirsin. Efendi Bao’nın önünde kavga etmene gerek yok. Eğer Efendi Bao ile tartışmak istiyorsan, o zaman en azından biraz daha sakin olabilir, kimseye duyurmazsın. Ben herkesin iyiliği için, durumu yatıştırmak ve huzuru sağlamak üzere içeri geldim. Neden bana saldırıp kusurlarımı çıkarmaya başladığını anlayamadım. Bana mı, yoksa Efendi Bao’ya mı kızdığına kendin de karar veremiyor gibisin. Bir oraya, bir buraya saldırıyorsun. Neyse, başka bir şey demeyeceğim. Ben gidiyorum, artık meseleyi kendin hallet.”

Böyle söyleyip dışarı çıktı.

“Bu kadar öfkelenecek bir şey yoktu.” dedi Baoyu, Qingwen’e. “Senin canını sıkan şeyin ne olduğunu biliyorum. Artık eve gönderilmen gereken yaşa geldiğini söyleyeceğim anneme. Senin asıl istediğin bu, değil mi?”

“Ben gitmek istemiyorum. Neden isteyeyim ki?” dedi Qingwen, gözünde yaşlarla. “Benden kurtulmak için uyduruyorsunuz bunları, değil mi çünkü yolunuza çıkıyorum. Ama kolay kurtulamayacaksınız!”

“Bak, daha önce hiç böyle bir şeye katlanmak zorunda kalmamıştım.” dedi Baoyu. “Gitmeyi aklına koymuşsun sen. En iyisi gidip annemden bu meseleyi halletmesini isteyeyim.”

Gitmek üzere kapıdan çıkarken Xiren gelip yolunu tıkadı.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu gülerek.

“Anneme anlatmaya.”

“Ne saçma!” dedi Xiren. “Hiç utanmayacak mısın? Qingwen gerçekten gitmek istiyorsa bile, bunu hanımefendiye söylemek için uygun çok zaman olacak; herkes biraz yatışsın, sen de sakinleş ve toparlan. Şu hâlinle koşup gidersen, hanımefendi bir şeylerden şüphelenir.”

“Hiçbir şeyden şüphelenmez.” dedi Baoyu. “Qingwen’in gitmek için can attığını açık açık söyleyeceğim.”

“Ne zaman can attım ki?” dedi Qingwen, hıçkırarak. “Çok öfkeli olduğunuzdan, beni alt etmek için lafımı çarpıtıyorsunuz. Gidin, söyleyin! Beynimi patlatsalar bu odadan çıkmam!”

“Gerçekten çok tuhaf!” dedi Baoyu. “Gitmek istemiyorsun ama sesini de kesmiyorsun. Bu iyi bir şey değil. Ben böyle tartışmalara gelemem. Anneme anlatıp konuyu halledeceğim.”

Bu sefer gitmeye çok kararlı görünüyordu. Onu durduramayacağını anlayan Xiren dizlerinin üzerine çöktü. Her zamankinden daha büyük bir kavga çıkacağının farkında olan Bihen, Qiuwen ve Sheyue dışarıda nefeslerini tutmuş bekliyorlardı. Xiren’in diz çöküp Qingwen için yalvardığını anlayınca, sessizce içeri girip onun arkasında diz çöktüler. Baoyu Xiren’i ayağa kaldırdı, içini çekip yatağının kenarına oturdu, diğerlerine de kalkıp dışarı çıkmalarını söyledi.

“Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu Xiren’e. “Kalbim paramparça oldu, kimsenin umurunda değil.”

Gözlerine dolan yaşlar yanaklarından aşağıya süzüldü. Bunu gören Xiren de ağlamaya başladı. Ağlayarak yanlarında dikilen Qingwen bir şey diyecekti ama tam o anda Daiyu içeri girince kaçıp gitti.

“Bu festival gününde böyle ağlamak da ne?” diye sordu Daiyu alaycılıkla, ağlayan ikiliye bakıp. “Yoksa zongzi1 için mi kavga ediyordunuz?”

Baoyu ve Xiren bir kahkaha attılar.

“Eğer Kuzen Bao söylemezse sen söylersin. Hadi!” diye devam etti Daiyu, Xiren’in omuzuna dostça vurarak. “Her şeyi anlat. Belli ki ikiniz bir şey için kavga ediyordunuz. Ne için olduğunu söyle bana da aranızı düzelteyim.”

“Aman küçük hanım! Şaka mı yapıyorsun?” dedi Xiren, onu koluyla hafifçe iterek. “Ben sadece bir hizmetçiyim. Böyle şeyler söyleme bana!”

“Sen kendine hizmetçi diyebilirsin ama ben seni yengem olarak kabul ediyorum.”

“Neden insanların dalga geçecekleri isimler takıyorsun ona?” diye karşı çıktı Baoyu. “Zaten insanlar yeterince dedikodu yapıyorlar. Bir de sen eklenirsen nasıl başa çıkacak?”

“Neler hissettiğimi bilmiyorsun, küçük hanım.” dedi Xiren. “Ölmeden bana huzur yok.”

“Sen ölürsen başkaları ne yapar bilmem ama ben üzüntüden ölürdüm!” dedi Daiyu.

“Ben de rahip olurdum.” dedi Baoyu.

“Biraz daha ciddi olun.” dedi Xiren. “İkiniz de benimle dalga geçiyorsunuz.”

Daiyu iki parmağını havaya kaldırıp, muzip bir ifadeyle Baoyu’ye baktı.

“Rahip oluşun iki etti. Bundan sonra hesap tutacağım.”

Baoyu önceki gün söylediği şeyi ima ettiğini biliyordu ve konuyu gülerek geçiştirdi. Kısa bir süre sonra Daiyu gitti. Hemen onun ardından birisi Xue Pan’den bir davet haberi getirdi. Baoyu bu defa gitmesinin iyi olacağını düşündü. Bu seferkinde sadece içki vardı ama Xue Pan parti bitene kadar onu bırakmadı. Akşam bayağı sarhoş hâlde döndü eve.

Sallanarak avlusuna girdiğinde, birisinin serinlemek için yatağını dışarıya çıkarıp uyuduğunu gördü. Xiren olduğunu düşünerek yatağın kenarına oturup onu dürttü.

“Ağrın geçti mi?”

“Beni rahat bırakır mısınız?” dedi yataktaki kişi doğrulup oturarak.

Xiren değil de Qingwen olduğunu gören Baoyu kızın elinden tutup yanına çekti.

“Giderek daha da inatçı oluyorsun.” dedi gülerek. “Bu sabah yelpazeyi kırdığında sadece birkaç zararsız söz söyledim ama sen veryansın ettin! Sonra Xiren bütün iyi niyetiyle seni ikna etmeye çalışırken, ona saldırdın! Gerçekten bunun yersiz olduğunu düşünmüyor musun?”

“Hava çok sıcak, ellerinizi üzerimden çekin.” dedi Qingwen. “İnsanlar görseler ne derler? Sizinle burada böyle oturmam doğru değil.”

“Madem burada oturmanın doğru olmadığını biliyorsun, neden yatıyorsun?” diye takıldı Baoyu. Bir cevap veremeyen kız kıkırdadı.

“Siz burada yokken sorun değil. Bunu yanlış yapan şey sizin burada olmanız. Şimdi izin verin de kalkıp banyo yapayım. Xiren ile Sheyue yıkandılar, onları size göndereyim.”

“Çok içtim, bana da yıkanmak iyi gelir. Sen de yıkanmadığına göre küveti doldur da beraber yıkanalım.”

Qingwen gülerek bu teklifi reddetti.

“Yok olmaz! Buna cesaret edemem. Bihen yıkanmanıza yardım ederken neler olduğunu unutmadım. İki üç saat sürmüştü de hepimiz çok endişelenmiştik. Siz orada olduğunuz için içeri de girmek istemedik, sonradan girip baktık ki her yer su içinde kalmıştı, yatağın ayakları göl olmuş, hatta üzerine bile suç sıçramıştı. Kim bilir nasıl yıkanıyordunuz! Günlerce buna güldük. Benim o kadar suyu temizleyecek zamanım yok, o nedenle sizinle yıkanamam. Hem zaten hava serinledi, yıkanacağımı hiç sanmıyorum. Size bir tas su getireyim, yüzünüzü yıkayıp saçınızı tarayın. Yuanyang bir sürü meyve gönderdi, büyük bir kâse buzlu suyun içine koyduk. Size getirmelerini söyleyeyim.”

“Peki o zaman!” dedi Baoyu. “Sen yıkanmıyorsan, ben de sadece ellerimi yıkarım. Biraz meyve gönderebilirsin.”

Qingwen güldü.

“Daha bugün bana sakar olduğumu söylediniz. Yelpazeyi bile kırmadan taşıyamıyorum. Meyve nasıl getireyim? Ya tabağı kırarsam? Bunun sonucunu düşünemiyorum bile!”

“Ne istersen yap!” dedi Baoyu. “Bu eşyalar bizim kullanmamız için var. Nasıl kullanacağımız kişisel tercihimize kalmış. Örneğin, yelpazeler serinlemek içindir ama eğer sen onları parçalamaktan zevk alıyorsan, bunu yapmaman için bir neden yok. Yapmaman gereken şey, öfkeni onlardan çıkarmak. Tabaklar ve fincanlar için de aynı şey geçerli. Onlar yiyecek ve içecekleri koymak içindir. Ama eğer sen sırf çıkan sesi seviyorsun diye onları kırmak istersen, bunu yapabilirsin. Yeter ki hırsa kapılıp sinirini onlardan çıkarma! Altın kural bu.”

“Peki o zaman.” dedi Qingwen, sinsi bir gülüşle. “Yelpazenizi verin de parçalayayım. Yırtılan yelpaze sesine bayılıyorum.”

Baoyu çıkarıp verdi. Kız hevesle alıp ’çıt’ diye ikiye ayırdı. Sonra tekrar ve tekrar. Baoyu takdir eden bir izleyici olarak gülerek teşvik etti.

“Aferin! Daha çok ses çıkar!”

Tam o sırada Sheyue geldi. İkisine de öfkeyle baktı.

“Yapmasana!” dedi. “Eşyaları böyle ziyan etmek çok kötü bir şey!”

Ama Baoyu ayağa fırlayıp onun yelpazesini de elinden aldı ve Qingwen’e verdi. Kız hemen paramparça etti. Bunun üzerine ikisi bir kahkaha kopardılar.

“Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” dedi Sheyue. “Kırdığınız benim yelpazemdi. Eğlence anlayışınız bu mu?”

“Eski bir yelpazeydi zaten!” dedi Baoyu. “Yelpaze kutusundan başka bir tane al kendine.”

“En iyisi kutuyu buraya getirin de hepsini kırsın!”

“Tamam. Hadi git, getir.” dedi Baoyu.

“Böyle bir saçmalık yapmam! Bileğini kırmadı ya, o gidip getirsin.”

“Yoruldum ben.” dedi Qingwen, kendini beğenmiş bir şekilde yatağa uzanarak. “Birazını da yarın parçalarım.”

Baoyu güldü.

“Eskiler ne der bilirsin.” dedi Baoyu. “Bin parça altın bile güzel bir kadının gülümsemesini satın alamaz. Birkaç yelpazenin lafı mı olur?”

Sonra Xiren’e seslendi. Üzerine temiz kıyafetlerini giyen Xiren dışarı gelip, onlara katıldı. Küçük Jia Hui kırılan yelpaze parçalarını temizledi. Sonra hepsi bir süre oturup serinliğin tadını çıkardılar. Ama hikâyemiz bu akşama dair başka bir ayrıntı vermiyor.

***

Ertesi gün öğlen Wang Hanım, Baochai, Daiyu ve kızlar Büyük Hanımefendi Jia’nın salonunda otururlarken, birisi Shi Xiangyun’ün geldiğini haber verdi. Kısa bir süre sonra bir grup yaşlı kadın ve genç hizmetçi eşliğinde Shi Xiangyun avluya girdi. Baochai, Daiyu ve diğerleri onu karşılamak için dışarı koştular. Bir aydır birbirlerini görmeyen genç kızlar için tekrar kavuşmak sevgi göstermek için bir fırsattı. Karşılıklı olarak duyguların ifade edilmesinden sonra hepsi içeri girince, selamlaşmalar, hatır sormalar tamamlandı ve Büyükanne Jia, hava çok sıcak olduğundan Xiangyun’e üstünü çıkarmasını önerdi. Kız hevesle ayağa kalktı ve üst üste giydiği iki parça kıyafetini çıkardı.

“Hayret çocuğum!” dedi Wang Hanım, şaşkınlık içinde. “Ne kadar çok şey giymişsin! Hiç bu kadar sıkı giyinen birini görmemiştim.”

“Shi teyzem giydirdi hepsini.” dedi Xiangyun. “Mecbur kalmasam asla giymezdim!”

“Sen Xiangyun’ü bilmezsin, teyze.” diye araya girdi Baochai, gülerek. “Başkalarının kıyafetlerini giymeye bayılır. En çok da erkeklerinkini. Geçen yıl üçüncü ya da dördüncü ayda buraya geldiği zaman, Baoyu’nün kürklerinden birini ve çizmelerini giymiş, beline de kemerlerinden birini takmıştı. İlk bakışta Kuzen Bao’ya benziyordu. Sadece küpeleri onu ele veriyordu. Şu sandalyenin arkasında durunca, Büyükanne Jia bile aldanıp, ‘Baoyu, gel buraya! Dikkatli olmazsan o lambanın püsküllerinden gözüne toz kaçacak!’ demişti. Ama Xiangyun sadece gülmüş ve yerinden kıpırdamamıştı. Sonunda insanlar daha fazla dayanamayıp gülünce, büyükanne de kim olduğunu anlayıp gülmüş; çok yakışıklı bir delikanlı olduğunu söylemişti.”

“Bu bir şey mi?” dedi Daiyu. “Ya geçen yıl, birinci ayda iki günlüğüne bize kalmaya geldiğinde, kar yağdığı zaman olanlar? Büyükanne ve Wang teyze bir yerden yeni gelmişlerdi, galiba atalarımızın resimlerine saygılarını sunup dönmüşlerdi. Xiangyun büyükannenin yeni kırmızı yün pelerinini görünce kaptığı gibi üstüne geçirmiş, ona çok büyük ve uzun geldiğinden bir mendille belinden bağlayıp öyle dışarı çıkmış, hizmetçilerle beraber kardan adam yapmıştı. Sonra su oluğunun üstüne düşmüştü de her tarafı çamur olmuştu.”

Diğerleri de bu olayı hatırlayıp güldüler.

Baochai, Xiangyun’ün dadısı Bayan Zhou’ya, Xiangyun’ün hâlâ eskisi kadar erkeksi olup olmadığını sordu. Dadı Zhou hiçbir şey söylemeden güldü.

“Ben muzipliklerine pek aldırmıyorum da keşke bu kadar geveze olmasaydı.” dedi Yingchun. “İnanmazsınız, gece yatağında bile konuşmaya devam ediyor, sonra gülüyor ve tekrar konuşuyor, tekrar gülüyor. Anlattığı saçmalıkları hayatınızda duymamışsınızdır. Nereden buluyor bunları, bilmem!”

“Belki de artık düzelmiştir.” dedi Wang Hanım. “Geçen gün birisinin bir nişan meselesinden söz ettiğini duydum; belki de yakında kayınvalidesiyle beraber oturacak. O zaman bu kadar erkeksi olamaz, kendisine çekidüzen vermesi gerekir.”

“Bu sefer kalıyor musun, yoksa dönecek misin?” diye sordu Büyükanne Jia.

“Hanımefendi getirdiğimiz kıyafetleri görmedi.” diye cevap verdi Dadı Zhou. “Bir iki gün kalmak istiyoruz.”

“Bao evde yok mu?” diye sordu Xiangyun.

“Şuna bakın!” dedi Baochai. “Aklı fikri Kuzen Bao’da. İkisi de yaramazlığa düşkün olduğundan çok iyi anlaşıyorlar. Demek ki muziplikleri henüz geçmemiş.”

“Artık yeterince büyüdünüz, birbirinize bebeklik isimlerinizle hitap etmeseniz iyi olur.” dedi Büyükanne Jia, nişandan söz edilince artık bebeklerinin hızla birer yetişkin olduklarını hatırlayarak.

O sırada Baoyu geldi.

“Ah! Merhaba, Yun!” diye bağırdı. “Geçen seni davet ettiğimizde neden gelmedin?”

“Büyükanne daha demin artık birbirinize bebeklik isimlerinizle hitap etmemenizi söyledi.” dedi Wang Hanım. “Sanırım bu iyi bir başlangıç olmadı.”

“Kuzenimiz sana güzel bir şey verecek.” dedi Daiyu, Xiangyun’e.

“Öyle mi? Neymiş?” dedi Xiangyun.

“İnanma sen ona!” dedi Baoyu, gülerek. “Tanrı’m! Geçen kısa zaman içinde ne kadar da uzamışsın!”

Xiangyun güldü.

“Xiren nasıl?”

“Çok iyi, teşekkürler.”

“Onun için bir şey getirdim.” dedi Xiangyun. Düğüm yapılmış, ipek bir mendil çıkardı.

“O da ne?” diye sordu Baoyu. “Neden geçen gün gönderdiklerin gibi bir çift kırmızı, akik küpe getirmedin?”

“Bunların ne olduğunu sanıyorsun?” dedi Xiangyun ve gülerek mendili açıp öncekilere benzeyen dört küpe çıkardı.

“Şu kıza bir bakın!” diye bağırdı Daiyu. “Bunlar geçen gün uşağınla gönderdiklerinin aynısı. O zaman bunları da ekleyip zahmetten kurtulsaydın ya! Ben de mendile sarıp kendin getirince, daha nadir bulunan bir şey olduğunu sandım. Aynısından birkaç tane daha! Ne aptalsın!”

“Sensin aptal!” dedi Xiangyun. “Niyetimi anlattığım zaman, buradakiler hangimizin daha aptal olduğuna karar verirler. Sana ve kızlara bir şeyler gönderdiğimde, uşağın bir şey söylemesine gerek kalmadan sizin için olduğunu anlayacağınızı düşünüyorum ama eğer hizmetçilerden birine bir şey gönderiyorsam, uşağa kimin için olduğunu iyice açıklıyorum. Eğer uşak akıllı biriyse, sorun yok ama pek de parlak bir zekâya sahip biri değilse ve isimleri hatırlamakta zorluk çekerse, sizinkiler de dâhil her şeyi birbirine karıştırabilir. Eğer gönderdiğim kişi kadınsa, durum o kadar kötü olmaz ama geçen günkü erkekti ve onların kız isimleri konusunda ne kadar umutsuz vaka olduklarını bilirsiniz. Yani, hizmetçilerin hediyelerini kendim getirirsem çok daha iyi olur diye düşündüm. İşte!” Küpeleri birer birer masaya koydu.

“Biri Xiren’e; biri Yuanyang’a, biri Jinchuan’a, biri de Pinger’ya. Bir uşak bu isimleri doğru hatırlayabilir mi sence?”

Herkes güldü.

“Zekice!” dediler.

“Ne güzel konuştun!” diye bağırdı Baoyu. “Her zaman ne yapacağını iyi bilir!”

“O kadar güzel konuşmasaydı, o altın Tekboynuz’u hak etmezdi.” dedi Daiyu, öfkeyle ayağa kalkıp salondan çıkarak.

Neyse ki dediklerini sadece Baoyu ve Baochai duydu. Baochai yüzünü ekşiterek güldü; Baoyu de yine yersiz konuştuğu için pişmanlık duydu ama Baochai’in yüz ifadesini görünce kendisi de güldü. Sonra Baochai ayağa fırlayıp Daiyu’ye takılmaya gitti.

“Çayını içip dinlendikten sonra, gidip evli kuzenlerini görebilirsin. Kızlarla Bahçe’de gezinirsin. Çok güzel ve serindir orası.” dedi Büyükanne Jia.

Xiangyun teşekkür etti. Küpeleri tekrar mendile sardı; dadılarının ve hizmetçilerinin eşliğinde Xifeng’a uğradı; bir süre onunla sohbet ettikten sonra Bahçe’ye gidip Li Wan’i gördü; onunla da kısa bir süre oturup Xiren’i bulmak için Kızıl Neşe Avlusu’na gitti.

“Hepinizin benimle gelmesine gerek yok.” dedi dadılarına ve hizmetçilerine. “Siz de gidip dost ve akrabalarınızı görebilirsiniz. Sadece Cuilu kalsın yeter.”

Diğerleri teşekkür edip dağıldılar. Xiangyun Cuilu ile kaldı.

“Neden lotuslar açmamış?” diye sordu Cuilu.

“Henüz zamanı gelmedi.” dedi Xiangyun.

“Bak, onlar da bizim havuzdakiler gibi çift çiçekli olacak.” dedi Cuilu.

“Bizimkiler daha güzel.” dedi Xiangyun.

“Nar ağaçlarına bak! Dört beş dal üst üste birleşmiş. Pek kolay bir şey değil! Nasıl olmuş acaba?”

“Bitkiler de insanlar gibidir.” dedi Xiangyun. “Yapıları ne kadar sağlıklı olursa, o kadar iyi büyürler.”

“Buna inanmıyorum ben!” dedi Cuilu, başını sallayarak. “Madem insanlarla bitkiler aynı, neden başının üstünde bir baş daha olan kimse görmüyoruz?”

1.Farklı şeylerle doldurulmuş ve bambu yapraklarına sarılmış, yapışkan pirinçten yapılan geleneksel Çin pirinç yemeği. Geleneksel olarak Dragon Teknesi Festivali’nde yenir. (ç.n.)
Žanrid ja sildid
Vanusepiirang:
0+
Ilmumiskuupäev Litres'is:
09 august 2023
Objętość:
3 lk 5 illustratsiooni
ISBN:
978-625-6862-35-7
Kustija:
Õiguste omanik:
Elips Kitap