Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Kızıl Odanın Rüyası II. Cilt», lehekülg 6

Font:

35. BÖLÜM

Yuchuan lotus yaprağı çorbasını tadar.

Yinger erik çiçeklerinden ustalıkla file örer.


Baochai, Daiyu’nün iğnelemesini gayet açık bir şekilde duydu ama zihni kendi aile meseleleriyle öylesine meşguldü ki hiç dikkate almayıp arkasına bile bakmadan yoluna devam etti.

Daiyu gölgesinde durduğu çiçekli ağacın altından uzaktaki Kızıl Neşe Avlusu’na bakarken, Li Wan, Yingchun, Tanchun ve Xichun’ün hizmetçileriyle birlikte kapıdan içeri girdiklerini gördü. Onları seyretmeye devam edince, girdikleri gibi teker teker kapıdan çıkıp kendi yollarına gittiklerini fark etti. Xifeng’ın aralarında olmayışına şaşırdı.

“Neden Baoyu’yü görmeye gelmedi acaba?” diye düşündü. “İşi bile olsa, insan büyük hanımefendi ve Wang Hanım’ı memnun etmek için ne yapıp edip boy göstermesini bekliyor. Gelmemesi için çok önemli bir neden olmalı.”

Tam o sırada düşüncelerinden sıyrılıp kafasını kaldırınca, avluya girmek üzere olan rengârenk giysiler içinde bir grup gördü. Daha dikkatle bakınca, bunların Büyükanne Jia’nın koluna girmiş gelen Xifeng, Xing Hanım, Wang Hanım, arkalarında da Odalık Zhou ve kalabalık bir hizmetçi topluluğu olduğunu fark etti. Hep beraber avluya girdiler. Daiyu gıptayla başını sallayarak bir aileye sahip olmanın ne kadar hoş bir şey olduğunu düşündü; yüzü yine gözyaşlarıyla ıslandı. O sırada Xue teyze ile Baochai de geldiler. Çok geçmeden Zijuan arkasında beliriverdi.

“Su soğumadan gelip ilacınızı için, küçük hanım.” dedi.

“Senin derdin ne?” dedi Daiyu. “Sürekli acele ettirip duruyorsun! İçerim içmem, sana ne?”

Zijuan neşeyle güldü.

“Hazır öksürüğünüz iyileşmeye başlamışken ilacı kesemezsiniz. Beşinci aya geldik, hava sıcak olabilir ama yine de dikkatli olmanız lazım. Sabahın neminde yeterince dışarıda kaldınız. Artık içeri girip biraz dinlenin.” dedi.

Zijuan’in sözleri üzerine gerçekten de bacaklarının yorulduğunu fark etti. Kısa bir tereddütten sonra Zijuan’in koluna girip ağır ağır Bambu Evi’ne doğru yöneldi. Avluya girerlerken, çiyle ışıldayan yosunların üzerine vuran kafes kafes bambu gölgesi ona Batı Odası’nda okuduğu satırları hatırlattı.

 
Adımların değmediği ücra bir yerde,
Çiyler ışıldıyor ayak basılmamış çimlerde.
 

“Ne güzel!” diye düşündü iç geçirerek, kitabın kahramanı kız için. “Ying-ying talihsiz olabilir ama en azından dul bir annesi ve küçük bir erkek kardeşi var. Benim kimsem yok. Eskiler ‘Bütün güzeller bahtsız olur.’ derler. Ben güzel de değilim, neden talihim bu kadar kötü?”

Yine tam ağlamak üzereyken, verandanın saçağında tüneyen papağan, hanımının geldiğini görünce birden viyaklayarak aşağıya inip, onu yerinden sıçrattı.

“Seni musibet!” diye bağırdı Daiyu, irkilerek. “Başımı toz içinde bıraktın!”

Papağan tekrar yerine döndü.

“Perdeyi kaldır, Xueyan. Küçük hanım geldi.” diye bağırdı ciyak ciyak.

Daiyu papağanın önünde durup tüneğine dokundu.

“Yemini ve suyunu verdiler mi, Polly?” diye sordu.

Papağan tıpkı Daiyu gibi uzun bir iç geçirdi ve kendine özgü sesiyle şu dizeleri söyledi:

 
Bırak gülsün herkes çiçekleri gömmeme,
Acaba kim gömecek beni ölünce?
 

Daiyu ve Zijuan bir kahkaha kopardılar.

“Sizin sürekli tekrarladığınız dizeler, küçük hanım.” dedi Zijuan. “Hatırlaması şaşılacak şey!”

Daiyu papağanın tüneğini saçaktan indirtip odasındaki yuvarlak pencerenin dışına asılmasını istedi. Kendisi de içeri girip pencerenin kenarına oturdu; ilacını içti. Bambuların arasından süzülen ışık pencerenin tülünden geçip, içeriye yeşil bir loşluk dolduruyor, yere ve değdiği mobilyalara soğuk bir görüntü veriyordu. Bu neşesiz ortamda biraz olsun keyiflenmek için pencerenin dışındaki papağanla oynayıp, ona sevdiği şiirleri öğretmeye çalıştı.

Şimdi onu burada bırakıp Baochai’e dönelim.

***

Baochai annesinin dairesine gittiğinde kadını saçlarını tararken buldu.

“Sabahın bu saatinde burada ne arıyorsun?” diye sordu Xue teyze.

“Nasılsın diye bakmaya geldim, anne. Ben çıktıktan sonra tekrar gelip sorun çıkardı mı?”

Annesinin yanına oturup ağlamaya başladı. Kızının gözyaşlarını gören Xue teyze de kendisini tutamadı ama onu teselli etmek için de elinden geleni yaptı.

“Tamam, tamam, çocuğum! Üzülme! Ben ona dersini vereceğim, göreceksin! Kızıma bir şey olursa ben ne yaparım sonra? Kime güvenirim?”

Bu sözlere kulak misafiri olan Xue Pan koşarak içeri girdi. Pişmanlığının göstergesi olarak ellerini kavuşturup aşağı yukarı ve sağa sola salladı.

“Affet beni, sevgili kardeşim.” dedi. “Dün gece çok içtim, sonra eve gelirken bir arkadaşıma rastladım. Geldiğimde daha ayılmamıştım. Neler söylediğimi hiç bilmiyorum ama aptalca saçmaladığımın farkındayım. Bana kızmana hiç şaşırmadım.”

Ağabeyinin özür dileyişindeki beceriksizlik Baochai’i güldürdü. Yüzünü mendilinden kaldırıp alaycı bir şekilde buruşturdu.

“Numara yapma!” dedi, nefretle tükürerek. “Asıl amacının ne olduğunu çok iyi biliyorum. Etrafında kadınların olmasını istemiyorsun ve bizden kurtulmanın bir yolunu arıyorsun; böylece burası sana kalacak.”

“Bu fikre nereden kapıldın bilmem, kardeşim.” dedi gülerek. “Bu kadar şüpheci ve kötü olmak sana hiç yakışmıyor.”

“Sen ona kötü mü diyorsun?” diye araya girdi annesi, öfkeyle. “Dün akşam senin kardeşine söylediklerin çok mu güzeldi sanki? Aklını kaçırmış olmalısın!”

“Kızma, anne!” dedi Xue Pan. “Sen de üzülme, kardeşim. Bir daha içmeyeceğime ve o serserilerle aylaklık etmeyeceğime söz veriyorum. Tamam mı?”

“Sonunda aklın başına geldi!” dedi Baochai gülerek.

“Sen bu sözünü tutarsan, dragonlar bile yumurtlar.” diye alay etti annesi.

“Tamam o zaman.” dedi Xue Pan. “Bir daha onlarla içtiğimi duyarsan, yüzüme tükür, bana hayvan, işe yaramaz serseri de! Bir daha benim yüzümden endişelenmenizi istemiyorum! Seni kızdırmak bile yetiyor, anne; bir de zavallı kardeşimi üzüyorum! İnsan değilim ben! Babam ölünce sana evlat, kardeşime de iyi bir ağabey olacağıma, ikinizi de üzüyorum. Gerçekten hayvanın tekiyim!”

Koca ahmak ağlamaya başladı. Annelerinin üzüldüğünü gören Baochai zoraki bir neşeyle araya girmek zorunda kaldı.

“Yaptıkların yetmedi mi ki bir de annemi ağlatıyorsun?”

“Ağlattığımı kim söyledi?” dedi Xue Pan, gözyaşlarına hâkim olup sırıtarak. “Tamam o zaman. Bu konuyu kapatalım ve bir daha konuşmayalım. Xiangling’i çağırayım da size güzel bir çay yapsın.”

“Çay falan istemem, teşekkürler.” dedi Baochai. “Annem hazır olduğunda Bahçe’ye gideceğiz.”

“Şu kolyene bir bakayım. Parlatılması gerekiyor sanırım.”

“Gerek yok. Hâlâ yeni gibi parıldıyor.”

“Yeni giysiler almanın zamanı gelmedi mi?” dedi Xue Pan. “Hangi renk ve desen istediğini söyle bana.”

“Daha bütün kıyafetlerimi giymedim bile. Yenisine ne gerek var?”

Bu sözlerden kısa bir süre sonra Xue teyze üstünü değiştirip geldi, Baochai’in elinden tutup Bahçe’ye götürdü, Xue Pan de kendi yoluna gitti.

Anne kız Baoyu’ye bakmak için Kızıl Neşe Avlusu’na geldiklerinde, büyük bir hizmetçi kalabalığının dışarıdaki verandada ve içerideki girişte beklediğini görüp, Büyükanne Jia ve diğer hanımların orada olduklarını anladılar. İçeri girip hanımlarla selamlaştıktan sonra Baoyu’nün yattığı sedirin yanına giderek kendisini nasıl hissettiğini sordular. Baoyu, Xue teyzeyi görünce doğrulmaya çalıştı.

“Teşekkür ederim.” dedi. “Biraz daha iyiyim. Ne çok sıkıntıya neden oldum! Sırf beni görmek için gelmenizden çok utanıyorum!”

Xue teyze onu tekrar yatırdı. “İstediğin bir şey olursa bana haber ver.”

“Tabii, teşekkürler.” dedi Baoyu neşeyle.

“Yemek istediğin bir şey var mı?” diye sordu annesi. “Dönünce hemen yaptıralım.”

“Aç değilim aslında ama bir keresinde küçük lotus yaprakları ve tohumlarıyla yaptığın çorbadan isterim.”

Konuşmaları dinleyen Xifeng bir kahkaha attı.

“Şuna bir bakın! Ne kadar basit zevkleri var. O kösele gibi şey nereden aklına geldi?” dedi.

“Yaptırın! Yaptırın!” dedi Büyükanne Jia, coşkulu bir şekilde. “Yesin çocuk!”

“O kadar acele etme, büyükanne!” dedi Xifeng, gülerek. “O küçük şekilleri vermek için kalıpların nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyorum.”

Sonra kendilerine eşlik eden yaşlı hizmetçilerden birine dönüp, başaşçıya sormasını söyledi ama kadın uzunca bir süre sonra eli boş döndü.

“Aşçı, uzun zaman önce sizin talimatınızla dört kalıbın verildiğini söylüyor.”

Xifeng bir süre düşündü.

“Kime gönderdiğimi hiç hatırlamıyorum.” dedi. “Muhtemelen kilerdedir.”

Sonra birisini kiler sorumlusuna gönderdi ama orada da yoktu. Sonunda altın ve gümüşlerle ilgilenen görevlide olduğu ortaya çıktı. Getirtilen kalıpları ilk inceleyen Xue teyze oldu. Bir kutunun içine oturtulmuş dört gümüş kalıptı. Yaklaşık otuz santim uzunluğunda, iki buçuk santim genişliğindeydi. Her birinin üzerinde bir fasulye tanesi büyüklüğünde otuz kırk şekil oyulmuştu. Birinde kasımpatılar, birinde erik çiçekleri, birinde lotus yaprakları ve tohumları, birinde de su kestanesi şekilleri vardı.

Xue teyze neşeyle Büyükanne Jia ve Wang Hanım’a döndü.

“Her şeyi ayrıntısıyla düşünüyorsunuz! Bütün bunlar bir kâse çorba için mi! Siz demeseniz bunların ne işe yaradıklarını tahmin bile edemezdim.” dedi.

Xifeng yaşlı hanımlardan önce atılıp araya girdi;

“Bilemezdin zaten, halacığım. Geçen yıl Majesteleri’nin ziyareti sırasında buldukları bir şey bu. Bunlarla, nasıl yapıldığını tam olarak bilmediğim bazı özel hamurlara şekil verdiler ve çorbanın içine kattılar. Sonbahar lotusuyla tatlandırılmış olabilir ama pek belli olmuyordu. Sık sık yemek isteyebileceğin türden bir şey değildi. Aslında ilk kez o ziyarette yemiştik. Hâlâ hatırladığına bile şaşırdım.”

Kalıpları hizmetçilerden birine verdi.

“Mutfaktakilere söyle on kâse çorba pişirecek kadar tavuk kesip malzemeleri hazırlasınlar. Çok çabuk olsun!” dedi.

“Neden o kadar çok?” diye sordu Wang Hanım.

“Geçerli bir nedenim var.” dedi Xifeng. “İnsanın her gün yediği bir şey değil bu. Şimdi Kuzen Bao sözünü edince, sadece onun için yaptırıp da Büyükanne Jia, sen ve Xue halanın tatmaması aptallık olur. Madem yapıyoruz, herkese yetecek kadar olsun.” Muzipçe gülümsedi. “Ben bile tatmak istiyorum.”

Büyükanne Jia güldü.

“Seni küçük maymun! Halkın parasını özel eğlencelere harcamak denir buna!”

Ötekiler de güldüler. Hiç umursamayan Xifeng lafa girdi.

“Hiç sorun değil. Böyle küçük bir ikramı ben karşılayabilirim.” Refakatçi kadına döndü. “Mutfaktakilere söyle, her şeyi bolca kullanıp benim hesabıma yazsınlar.”

Kadın bir şeyler mırıldanıp emri yerine getirmek için çıktı. Baochai bu konuşmaları keyifle dinliyordu. “Kuzen Feng çok zeki bir kadın olabilir ama burada olduğum yıllar boyunca büyük hanımefendiyi alt edebildiğini hiç görmedim.” dedi.

“Ah sevgili çocuğum, artık çok yaşlandım, bu yaşımda bende zekâ ne arar? Feng’ın yaşındayken onu gölgede bırakırdım. O zamanlar benim olduğum kadar keskin zekâlı olmasa da hiç fena sayılmazdı. Wang teyzenden daha iyi olduğu kesin. Zavallı teyzeciğin kendisini savunmak için bir odun parçasından daha fazla konuşmaz. Asla Feng gibi kendisini ortaya koymaz! Feng sivri dillidir. Zaten bu yüzden yaşlı büyükannen ona çok düşkün!”

Baoyu kıkırdadı.

“Yani çok konuşmayanları pek sevmediğini mi söylüyorsun, büyükanne?”

“Yok canım!” dedi Büyükanne Jia. “Sessizlerin de kendilerine özgü erdemleri var, tıpkı dilbazların kusurları olduğu gibi. İnsanın kendisi hakkında çok fazla konuşmaması en iyisi! Bazen dilbazlar çok yorucu oluyor, o zaman sessizleri tercih ediyorum.”

“Çok doğru.” dedi Baoyu. “Yengem Li Wan de çok konuşmaz ama onu da en az Feng kadar sevdiğinden eminim. Önemli olan tek şey dilbazlık olsaydı, ailede en çok Kuzen Feng ile Kuzen Lin’i severdin.”

“Eğer bir kıyaslama yapıyorsak, Xue teyzene iltifat olsun diye söylemiyorum ama doğrusu bu ailedeki bütün kızların içinde en çok Baochai’i seviyorum.” dedi Büyükanne Jia.

“Öyle söylemeyin. Bunu demek istemediğinizden eminim.” diye itiraz etti Xue teyze gülerek.

“Yok, yok, aynen öyle!” diye araya girdi Wang Hanım. “Biz yalnızken de büyük hanım Baochai’den övgüyle söz eder.”

Baoyu, Büyükanne Jia Daiyu hakkında güzel bir şeyler söylesin diye araya girmişti ama onun yerine yaşlı kadının Baochai’i övmesine çok şaşırdı. Baochai’e bakıp gülümsedi ama kız hemen başını çevirip Xiren ile konuşmaya başladı.

O sırada bir hizmetkâr gelip yemeğin hazır olduğunu bildirdi. Büyükanne Jia ayağa kalktı. Önce Baoyu’ye iyice dinlenip bir an önce iyileşmesini tembihledikten sonra Xue teyzeyi önüne katıp, Xifeng’ın koluna yaslanarak kapıya yöneldi. Odadan çıkarlarken çorbanın hazır olup olmadığını sordu. Sonra Xue teyzeye dönüp özellikle yemek istediği bir şey var mı diye öğrenmek istedi.

“Varsa haberim olsun.” dedi. “Feng’a nasıl yaptıracağımı bilirim ben.”

Xue teyze güldü.

“Ona takılmayı nasıl da seviyorsunuz! Sizin için hep güzel şeyler hazırlatıyor ama siz pek bir şey yemiyorsunuz.” dedi.

“Bakma sen ona halacığım!” diye karşı çıktı Xifeng. “Büyük hanım ne yiyeceğini iyi bilir. İnsan etinin ekşi olduğunu düşünmese çoktan beni bile yemişti!”

Bu sözler herkesi güldürdü. Baoyu de canının yanmasına rağmen içeriden onlara katıldı.

Yatağının yanında duran Xiren de gülmeden duramadı.

“Bayan Lian de ne kadar sivri dilli!”

Baoyu elinden tutup çekerek onu yanına oturttu.

“Gel! Saatlerdir ayakta durmaktan yorulmuşsundur!”

“Ah, az kalsın unutuyordum!” diye bağırdı Xiren. “Bayan Baochai henüz avludayken, bize birkaç file örmesi için Yinger’ı göndermesini isteyecektim.”

“İyi ki hatırlattın.” dedi Baoyu. Kafasını kaldırıp pencereye doğru seslendi.

“Kuzen Bao! Yemekten sonra Yinger’ı bana gönderir misin? Birkaç tane file örmesini istiyorum.”

“Tabii ki.” dedi Baochai, geri dönerek. “Hemen gönderiyorum.”

Büyükanne Jia ve diğer hanımlar da durup dinlediler. Doğru dürüst duyamayan yaşlı kadın ne olduğunu sorunca, Baochai açıklama yaptı.

“Tamam, yavrucuğum, gönder! Onun yerine birine ihtiyaç duyarsanız, bomboş oturan bir sürü kız var benim orada. Onlardan birini çağırtabilirsiniz.”

“Yinger olmadan da idare ederiz biz.” diyerek onu ikna etti Xue teyze ve Baochai. “Yapacak fazla bir işi yok, aylaklık etmemesi için bir şeyler yapması lazımdı zaten.”

Konuşarak yollarına devam ederlerken, Xiangyun, Pinger ve Xiangling’e rastladılar. Yapay bir dağın kenarında pelesenk topluyorlardı. Büyükanne Jia ve diğerlerinin geldiklerini görünce çiçekleri bırakıp onlara katıldılar. Kısa süre içinde grup Bahçe’den çıkmıştı. Büyükanne Jia’nın yorulmuş olmasından endişelenen Wang Hanım biraz durup kendi dairesinde dinlenmesini teklif etti. Gerçekten de yaşlı kadının ayakları sıkıntı vermeye başlamıştı, başını sallayarak kabul etti. Wang Hanım önden bir hizmetçi gönderip hazırlık yapılmasını istedi.

Odalık Zhao hastalık bahanesiyle ortalarda görünmediğinden, iki odalıktan sadece Bayan Zhou dairenin yaşlı kadınları ve hizmetçi kızlarıyla beraber Büyükanne Jia’yı karşılamak için çıktı. İçeri girmesi için kapının perdesini kaldırıp, sedirin üzerindeki yastıkları düzeltti. Xifeng’ın kolunda sedire doğru giden yaşlı kadın Xue teyzeyle birlikte şeref konuğu yerine oturdu. Baochai ve Xiangyun daha alçaktaki oturaklara oturdular. Wang Hanım fincanı gayet resmî bir şekilde iki eliyle tutarak kayınvalidesine bizzat çay servisi yaptı, Li Wan de Xue teyzeye.

“Bırak da gençler hizmet etsinler.” dedi Büyükanne Jia, Wang Hanım’a. “Sen otur da sohbet edelim.”

Wang Hanım itaatle sedirin yanındaki tabureye oturdu ve vekâletini Xifeng’a bıraktı.

“Büyük hanımefendinin yemeğini buraya getirmelerini söyle.” dedi ona. “Bir iki porsiyon daha eklesinler.”

Xifeng hemen çıkıp Wang Hanım’ın hizmetçileriyle büyük hanımefendinin hizmetçilerine haber gönderdi. Oradaki yaşlı kadınlar da bu emri hizmetçi kızlara iletince, büyük bir hizmetkâr ordusu Wang Hanım’ın dairesine koşuşturdu. Wang Hanım da diğer küçük hanımların davet edilmesini emretti ama uzun bir süre beklemelerine rağmen Tanchun ve Xichun’den başka kimse gelmedi. Yingchun pek iyi değildi, canı bir şey yemek istemiyordu. Daiyu de on öğünden yalnızca beşini yediğinden, onun yokluğunu fark eden olmadı. Kısa süre içinde yemekler getirildi. Sedirin üzerine alçak bir masa kuruldu. Xifeng elinde havluya sarılmış bir demet fildişi çubukla hazır bekliyordu.

“Büyük hanımefendi ve Xue hala, resmiyeti bir tarafa bırakıp rahat davranın lütfen, her şeyi bana bırakın!” dedi.

Büyükanne Jia, Xue teyzeye dönüp, “Biz de öyle yaparız!” dedi.

“Evet tabii.” dedi Xue teyze, gülümseyerek.

Xifeng atılıp Büyükanne Jia ve Xue teyze için iki çift, Baochai ve Xiangyun için de birer çift çubuğu masaya yerleştirdi. Wang Hanım ve Li Wan de yemeklerin servisini denetliyorlardı. Xifeng bir kişilik daha servis getirtip, elinde çubuklarla tabaklar arasında dolaşarak Baoyu için yemek seçimi yaptı. Birkaç dakika sonra lotus yaprağı çorbası getirildi ve Büyükanne Jia’nın incelemesi için sunuldu. Wang Hanım hızla etrafına bakınınca Yuchuan’in hemen yakınında hazır beklediğini gördü; bir kâse çorba ile Xifeng’ın seçtiği yemekleri Baoyu’ye götürmesini emretti. Xifeng hepsini tek kişinin taşıyamayacağını söyledi. Tam o sırada Yinger ve Xier içeri girince, Baochai onların yemeklerini bitirdiklerini bildiğinden Yinger’ın yardım etmesini önerdi.

“Efendi Bao gidip onun için file örmeni istemişti. Sen de Yuchuan’le birlikte gidip o işi de halledersin.”

“Tabii küçük hanım.” dedi Yinger ve tabaklardan bazılarını alıp Yuchuan ile çıktı. İkisi yalnız kaldıklarında, “Bu tabaklar çok sıcak. Onca yolu nasıl gideceğiz?” dedi.

“Merak etme sen!” dedi Yuchuan. “Ben ne yapacağımızı biliyorum.”

Yaşlı kadınlardan birine kapaklı bir sepet getirtti. Çorba kâsesi ve diğer tabakları içine yerleştirip taşıması için kadına verdi. Yinger ile ikisi ellerini kollarını sallayarak Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yollarına devam ederken, her şeyi taşıyan yaşlı kadın arkalarından geliyordu. Avlunun kapısına geldiklerinde Yuchuan kadından sepeti aldı, iki kız eve doğru ilerledi. Xiren, Sheyue ve Qiuwen’i iç odada Baoyu’yle eğlenirken buldular. Üçü gülerek ayağa kalkıp onları selamladı. Xiren onların kendi dairelerinden geldiklerini düşünerek, nasıl aynı anda geldiklerini sordu, sepeti alırken. Yuchuan kendisini bir tabureye bırakıverdi; Yinger ise o kadar cüretkâr değildi. Xiren tabure getirdiği hâlde oturmak istemedi.

Baoyu Yinger’ın gelmesine çok memnun olmuş ama Yuchuan’i görünce ablası Jinchuan’ı hatırlayıp utanç ve üzüntü karışımı bir sancı duymuştu. Bu yüzden Yinger’ı boş verip sadece ona ilgisini yöneltti. Xiren bunu fark edince Yinger’ın alınmasından korktu. Kısmen bu nedenle kısmen de Yinger ayakta çok rahatsız göründüğünden ve belli ki Baoyu’nün yanında oturmak istemediğinden, elinden tutup onu yan odaya götürdü, çay ikram edip sohbete başladı. Bu arada Sheyue ve diğer kızlar Baoyu’nün yemeğini ve çubuklarını getirdiler. Ama Baoyu yemeğine başlayacağına, Yuchuan’le ilgilenmeye devam etti.

“Annen nasıl?” diye sordu.

Somurtan ve Baoyu’ye bakmaktan kaçınan Yuchuan, uzunca bir süre sesini çıkarmayıp sonunda “İyi.” diye mırıldandı. Baoyu’nün canı sıkıldı ama nazik olmak için elinden geleni yaptı.

“Yemeğimi getirmenizi kim söyledi?” diye sordu.

“Tabii ki hanımefendiler.”

Baoyu onun yüzündeki üzüntüyü görebiliyor ve Jinchuan nedeniyle bu hâlde olduğunu biliyordu. Onun gönlünü almanın yollarını aradı ama ötekilerin yanında kendisini küçük düşürmek istemedi ve çeşitli bahanelerle onlardan kurtulmaya çalıştı. Bunu başarınca, bütün cazibesini kızın üzerinde denedi. Yuchuan önce onun sorduğu soruları duymazdan gelmeye çalıştı ama Baoyu o kadar sabırlı ve ısrarcıydı, kızın dirençli katılığını öyle bir sıcaklık ve zarafetle karşıladı ki sonunda yüreği yumuşadı ve hafif bir memnuniyet ifadesi yüzüne yerleşmeye başladı. Baoyu artık yemeğini isteme zamanının geldiğine hükmedince, “Çorbamı verir misin, sevgili kardeşim. Bir bakalım nasılmış.” dedi gülerek.

“Ben kimseye yemek yediremem.” dedi Yuchuan. “Hiç yapmadım. Diğerlerinin gelmesini beklemeniz lazım.”

“Ben yedirmeni istemedim ki.” dedi Baoyu. “Sadece bana getirmeni istiyorum çünkü yürüyemiyorum. Sonra çıkıp onlara görevini tamamladığını söyleyerek kendi yemeğini yiyebilirsin. Seni yemeğinden alıkoymak istemem. Açlıktan ölüyorsundur. Tabii getirmek istemiyorsan, ben acılara katlanıp kendim de alabilirim!”

Yatağından kalkmaya yeltendi ama bu çabası acı dolu çığlıklarına neden oldu. Bu duruma daha fazla dayanamayan kız hemen ayağa kalktı.

“Tamam. Yatın siz!” dedi. “Daha önceki yaşamınızda ne günahlar işlediyseniz şimdi böyle acı çekiyorsunuz! Cezanızı çekmek için çok beklemek zorunda kalmadınız. Size acımamı beklemeyin!”

Birden bir kahkaha attı ve çorbayı getirdi.

“Sevgili Yuchuan, eğer hâlâ öfke duyuyorsan, şimdi burada duyabilirsin.” dedi Baoyu. “Hanımefendilerin yanında sinirlerine hâkim ol. Onlarla beraberken de böyle yaparsan başın derde girer.”

“Çorbanızı için siz! Beni bu tatlı sözlerle kandıramazsınız. Her şeyin farkındayım.”

Baoyu onun ısrarı üzerine birkaç kaşık çorba içti ama sonra beğenmemiş gibi yaparak bıraktı.

“Güzel değil.”

“Değil mi?” dedi Yuchuan, yüzünde bir tiksinti ifadesiyle. “Kutsal Buda! Bunu beğenmiyorsanız başka neyi beğenirsiniz acaba?”

“Hiçbir lezzeti yok!” dedi Baoyu. “Bana inanmıyorsan kendin dene de gör!”

Yuchuan numarasını yuttu ve kaşığı alıp ağzına götürdü. Baoyu kahkahayı bastı.

“Şimdi lezzeti yerine gelmiştir!”

Yuchuan çorbayı içirmek için kendisini kandırdığını anladı.

“Daha demin beğenmemiştiniz, şimdi isteseniz de vermiyorum.”

Baoyu gülerek yalvardıysa da geri vermedi ve öteki hizmetçileri içeri çağırıp yemeğinin devamını vermelerini söyledi. O anda Bay Fu’nun iki yaşlı dadısının Efendi Bao’yı ziyarete geldiği haberi geldi.

Baoyu bu ‘Bay Fu’nun, bir zamanlar babasının himayesinde olan ve onun şöhreti sayesinde bir yer edinen Vali Yardımcısı Sekreteri Fu Shi olduğunu anladı. Jia Zheng onu takdir eder, himayesindeki pek çok gencin en akıllısı olduğunu düşünürdü; Fu Shi de bağlantıyı koparmamak için sürekli olarak konağa mesajlarını ve saygılarını gönderip dururdu. Baoyu’nün bu hayatta katlanamadığı iki tip insan varsa, o da aptal, yaşlı kadınlar ve sırnaşık gençlerdi. Bu yüzden de Fu Shi’nin gönderdiği bu iki yaşlı dadının hasta odasına hemen kabul edilmeleri çok tuhaftı. Tabii ki bunun bir nedeni vardı. Baoyu, Fu Shi’nin Fu Qiufang adında bir kız kardeşi olduğunu duymuştu. Muhteşem bir mücevher gibi güzel olduğu söylenen bu kız aynı zamanda çok da marifetliydi. Onu hiç görmemiş olsa da onu hayalinde canlandırıp, uzaktan uzağa hayranlık beslemişti. Yaşlı kadınları kabul etmemek onun gözünde Fu Qiufang’a karşı kabalık etmek demekti. Bu yüzden hemen içeri davet etti.

Fu Shi kız kardeşinin bu özelliklerinden yararlanarak, onu güçlü ve aristokrat bir aileye gelin olarak verip kendi pozisyonunu sağlamlaştırma ümidi besliyordu. Bu hırsı onun diğer önemsiz tekliflere yüz çevirmesine neden olduğundan, Fu Qiufang yirmi iki yaşına geldiği hâlde daha nişanlı bile değildi. Mesele şuydu ki akraba olmak istediği güçlü ve aristokrat aileler, Fu Shi’yi hem soy hem de yetiştirilme açısından yetersiz, fakir bir kâtip olarak küçümsüyorlar ve kız kardeşini gelin olarak alma konusunda en ufak bir eğilim göstermiyorlardı. Doğal olarak Fu Shi’nin Jia ailesine yaranmak için haklı nedenleri vardı. Aileyle yakınlığını ilerletmeye çalışıyor, tutkusunu gerçekleştirmek için umudunu kesmiyordu.

Baoyu’yü ziyaret için gönderilen iki yaşlı dadı pek sersemdi. Kabul edildiklerini duyduklarında, odaya girip Baoyu’nün sağlığını soran bir ya da iki cümle ettiler, sonra aptal bir sessizliğe büründüler. Yabancıların gelişiyle beraber Yuchuan Baoyu’ye yüklenmeyi bırakıp elinde çorba kâsesiyle sessizce dikilerek konuşmaları dinlemeye başladı. Artık iki yaşlı dadıya ne söylenebilirse tüm konuşmayı yapmak, bir yandan da yemeğine devam eden Baoyu’ye kalmıştı. Birden çorba için elini uzattığında Yuchuan de karşılık verince, ikisi de gözlerini misafirlerden ayırmadığı için bir çarpışma yaşandı. Kâse devrildi ve Baoyu’nün eline sıcak çorba döküldü. Kendisine bir şey olmamasına rağmen Yuchuan irkilip çığlık attı.

“Şu yaptığınıza bakın!”

Diğer hizmetçiler kâseyi almak için ileri atıldılar. Kendi acısına aldırmayan Baoyu, Yuchuan için endişelendi.

“Neren yandı? Canın acıyor mu?”

Yuchuan ve diğer kızlar güldüler.

“Asıl yanan sizsiniz. Neden bana soruyorsunuz?” dedi Yuchuan.

Ancak o zaman Baoyu kendi elinin yandığını fark etti. Hizmetçiler çabucak elini temizlediler. Artık yemeğine devam etmek istemeyen Baoyu ellerini yıkayıp çayını içti ve yaşlı kadınlarla biraz daha konuştu. Sonra kadınlar izin istediler. Qingwen ve diğer hizmetçiler köprüye kadar onlara eşlik ettiler. Kadınlar yalnız kaldıklarında, ziyaretleri hakkında konuşarak yollarına devam ettiler.

“İnsanlar Baoyu için kötü bir meyve gibi diyorlardı, görünüşü güzel ama içi çürük.” dedi biri, gülerek. “Hiç şaşırmadım. Biraz budala görünüyor. Kendi elini yakıyor, sonra başkasına neresi acıyor diye soruyor! Ahmak galiba! Ha, ha, ha!”

“Gerçekten de öyle!” dedi diğeri. “En son buraya geldiğimde bana demişlerdi zaten. Bir keresinde sağanak yağmurda sırılsıklam olmuş da başkasına ‘Yağmur yağıyor, dışarı çıkma.’ demiş. Budala değil de ne? Ha, ha, ha! Yalnızken ağlar ya da kahkaha atarmış. Kırlangıç görse onunla konuşur, nehirde balık görse onunla sohbet eder diyorlar. Ay ve yıldız gördüğünde de iç geçirir, inler, deli gibi kendi kendisine mırıldanırmış. Bir bebek kadar safmış. Küçük hizmetçiler bile her istediklerini yaparlarmış ona. Canı tasarruf etmek istediğinde bir parça ip için bile yaygara koparırken, başka bir zaman milyonları savururmuş.”

Böyle konuşarak Bahçe’den çıkıp evlerine doğru yol aldılar. Onları burada bırakıyoruz.

Xiren’e dönecek olursak, iki misafir gidince Yinger’ı içeri çağırıp Baoyu’ye nasıl bir file istediğini sordu.

“Konuşmaya dalıp seni unutmuşum.” dedi Baoyu gülerek. “Benim için file yap diye çağırdım seni buraya.”

“Ne için?” diye sordu Yinger.

“Orasını boş ver.” dedi Baoyu, neşeyle. “Her türlüsünden yap.”

Yinger ellerini çırparak güldü.

“Ne! Bu on yılımı alır!”

“Sevgili küçük hanım, bütün zamanlar senin olsun.” dedi Baoyu, gayet hoş bir havayla. “Eminim daha kısa süre içinde halledeceksin.”

“Herhâlde bir oturuşta yapmasını beklemiyorsun?” dedi Xiren. “En iyisi en çok istediğin birkaç tanesini seç, önce onları yapsın.”

“Çeşitlerinden söz ediyorsanız sadece üç türü var: Yelpazeler, kokulu keseler ya da kuşaklar için.”

“Tamam.” dedi Baoyu. “Kuşak için olsun.”

“Kuşak ne renk?”

“Kırmızı.”

“Siyah ya da lacivert kırmızıya yakışır.” dedi Yinger. “Daha açık bir renkle kırmızı çok baskın durur.”

“Açık yeşile ne yakışır peki?” dedi Baoyu.

“Şeftali pembesi.”

“Çok şatafatlı görünür. Biraz daha gösterişsiz bir şey olsa?”

“Açık yeşil ve yeşilimsi sarıya ne dersiniz?” diye sordu Yinger. “Çok uyumlu bir karışım.”

“Peki, üç tane yap o zaman, bir siyah, bir şeftali pembesi, bir de açık yeşil.”

“Ne deseni istersiniz?”

“Ne desenler biliyorsun?” dedi Baoyu.

“Çubuk, merdiven, elmas, çift elmas, zincir, erik çiçeği, söğüt yaprağı…”

“Geçen gün Tanchun için hangisini yapmıştın?”

“Ortaları dolu erik çiçeği deseniydi.”

“Ondan istiyorum.”

Bu arada Baoyu Xiren’den ipleri getirmesini istedi. Geri döndüğünde pencereden bir hizmetçi seslendi.

“Yemeğiniz hazır, hanımefendi.”

“Gidip yemeğini ye!” dedi Baoyu. “Bitirince hemen gel.”

“Burada misafirimiz varken nasıl giderim?” dedi Xiren, gülümseyerek.

“Saçmalama!” dedi Yinger, ipleri seçerken. “Git haydi.”

Xiren güldü ve ikisini yalnız bırakıp çıktı; sadece ihtiyaç olur belki diye çok genç iki hizmetçiyi bıraktı.

Baoyu uzanıp Yinger’ın file örüşünü seyrederken havadan sudan sohbet etmeye başladı.

“Kaç yaşındasın?”

Yinger işinden başını kaldırmadan cevap verdi.

“On altı.”

“Soyadın ne?”

“Huang.”

“Huang mı? ‘Sarı’ demek. Adınla çok uyumlu. Huang Yinger! Sarıasma Kuşu derler, değil mi?”

“Aslında adım Jinying’di ama küçük hanım söylemesini zor bulup Yinger olsun dedi. Şimdi herkes böyle çağırıyor.”

“Bayan Bao seni çok seviyor herhâlde.” dedi Baoyu. “Evlendiği zaman da seni yanında götürmek isteyecektir.”

Yinger burun kıvırıp güldü.

“Ben her zaman Xiren’e söylerim, hanımını ve seni alacak erkek çok şanslı.” dedi Baoyu.

“Bayan Bao sizin düşündüğünüzden çok daha iyi bir insan.” dedi Yinger. “Güzelliğinin yanı sıra bu dünyada pek çok kişide bulamayacağınız harika özellikleri var. Güzellikten çok daha önemli şeyler.”

Baoyu Yinger’ın yumuşacık sesinden, yapmacıklıktan uzak, sade konuşma şeklinden ve gülüşünden çok etkilendi. Hanımı hakkında bu şekilde konuşmasını dinlemek ona keyif verdi.

“Ne gibi şeyler?” diye sordu. “Söylesene bana.”

“Söylerim ama ona bundan söz etmeyin.”

“Elbette etmem.”

O anda dışarıdan gelen bir ses araya girdi.

“Hiç sesiniz çıkmıyor!”

Aynı anda ikisi de dönüp bakınca Baochai’in odaya girdiğini gördüler. Baoyu hemen onu buyur etti. Kız oturunca Yinger’ın nasıl bir file yaptığını sordu ve eğilip inceledi.

“Bunun ilginç bir tarafı yok ki. Ne için istiyorsun?” diye sordu daha yarısı tamamlanan fileyi görünce. “Neden değerli taşı için bir şey yapmıyorsun?”

Baoyu sevinçle ellerini çırptı. En başında Yinger’dan kendisi için bir şey yapmasını isteyecekti ama unutmuştu.

“Zeki kuzen! Söylediğin çok iyi oldu! Unuttum gitti. Peki, ne renk olsun?”

“Bir bakalım.” dedi Baochai. “Parlak renkler kesinlikle olmaz. Kırmızı yakışmaz. Sarı yeterince zıtlık taşımıyor. Siyah da çok kasvetli. Bak ne diyeceğim. Altın rengi bir ipi çok ince bir siyah iple birleştirip yaparsan çok güzel olur.”

Baoyu bu teklifi çok beğendi ve Xiren’e birkaç kez seslenerek altın rengi ip getirmesini istedi. O da tam o sırada iki tabak yemekle içeri giriyordu.

“Çok tuhaf!” dedi. “Büyük hanımefendi iki tabak göndermiş.”

“Ah demek çok fazla yemekleri varmış ki paylaşmanız için size göndermiş.” dedi Baoyu.

“Hayır.” dedi Xiren. “Bunlar özel olarak benim içinmiş ama gidip teşekkür etmeme gerek yokmuş. Çok tuhaf!”

Baochai güldü.

“Senin içinse gidip ye! Nedenini niçinini sorma!” dedi.

“Ama daha önce hiç böyle bir şey olmadı. Çok utandım.”

Baochai alaycılıkla dudaklarını buruşturdu.

“Bunda utanılacak ne var? Bir gün daha utanç verici şeyler gelecek başına.”

Xiren bu lafların arkasında başka şeyler olduğunu hissetti. Baochai’in iğneleyici sözler edecek biri olmadığını iyi biliyordu. Önceki gün görüştüklerinde Wang Hanım’ın da üstü kapalı sözler ettiğini hatırlayınca konuyu kapattı.

“Bunları yiyeyim o zaman, ellerimi yıkayınca ipi getiririm.” dedi Baoyu’ye tabakları göstererek.

Ardından aceleyle dışarı çıktı. Daha sonra yemeğini bitirip iple beraber geri geldiğinde, ağabeyinin çağırması üzerine Baochai gitmişti.

Žanrid ja sildid
Vanusepiirang:
0+
Ilmumiskuupäev Litres'is:
09 august 2023
Objętość:
3 lk 5 illustratsiooni
ISBN:
978-625-6862-35-7
Kustija:
Õiguste omanik:
Elips Kitap