Morgan Rice
Sevilmiş Vampır Mektupları’ın 2. kitabı
“SEVILMIŞ, Vampire Journels serisinin ikinci kitabıdır ancak en az ilk kitap kadar etkileyicidir. İçersinde maceradan, aksiyona, romantizmden gerilime kadar pek çok duyguyu içermektedir. Harika bir devam kitabıdır ve Morgan Rice’dan çok daha fazla kitap beklemenize neden olacak seviyededir. Eğer ilk kitabı beğendiyseniz kemerlerinizi bağlayıp ikinci kitaba başlayın. Kitap devam kitabı olarak yazılmıştır ama Rice’ın ustaca üslubu sayesinde ilk kitaptan bağımsız olarak da okuyabilirsiniz.”
--Vampirebooksite.com
“THE VAMPIRE JOURNALS serisinin kurgusu gerçekten harika ve özellikle de SEVILMIŞ gece elinizden bırakamayacağınız bir kitap. Sonu da öyle heyecanlı bitiyor ki kitabı bitirir bitirmez bir sonrakini almak isteyeceksin. Görebileceğiniz gibi bu kitap seri için çok önemli bir adımdır ve A+’yı hak etmektedir.”
--The Dallas Examiner
“Morgan Rice SEVILMIŞ adlı kitabında ne kadar iyi bir hikâyeci olduğunu bir kez daha kanıtladı… SEVILMIŞ kitabının en güzel taraflarından biri gerçek tarih ile bağlantılar kurmasıdır. Gerçek tarih ile kitap arasında bağlantı kurmaya başladığınızda karakterlere neler olacağını daha çok merak ediyorsunuz. İnanıyoruz ki SEVILMIŞ her yaştan vampire/fantezi tarzını seven okura hitap etmektedir. Romantik sahneler 13 yaşından küçük çocuklar için de uygundur ve hiç bir şekilde olumsuz cinsel içerik bulunmamaktadır. SEVILMIŞ konu olarak ilk kitaptan çok daha derindir. Karakterleri çok daha iyi bir şekilde açıklar ve hem karakterleri hem de konuyu daha iyi anlamamızı sağlar. Hikâye akıcı bir şekilde ilerler ve sonu şok edicidir ve Heyecanın en üst noktasındayken hikâyenin sonu gelir. Kitaptan oldukça keyif aldım ve ilk kitaba nazaran daha çok beğendim. Bir sonraki kitabı da merakla bekliyorum.”
--The Romance Reviews
"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"
--Vampirebooksite.com
Morgan Rice
Morgan Rice Hakkında
Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!
Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan THE VAMPIRE JOURNALS serisinin yazarıdır.
Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.
www.morganricebooks.com
YAZARIN KITAPLARI
THE SORCERER’S RING
Kahramanların Görevi
A QUEST OF HEROES (Book #1)
A MARCH OF KINGS (Book #2)
A FATE OF DRAGONS (Book #3)
A CRY OF HONOR (Book #4)
A VOW OF GLORY (Book #5)
A CHARGE OF VALOR (Book #6)
A RITE OF SWORDS (Book #7)
A GRANT OF ARMS (Book #8)
A SKY OF SPELLS (Book #9)
A SEA OF SHIELDS (Book #10)
A REIGN OF STEEL (Book #11)
A LAND OF FIRE (Book #12)
A RULE OF QUEENS (Book #13)
AN OATH OF BROTHERS (Book #14)
THE SURVIVAL TRILOGY
ARENA ONE (Book #1)
Arena Bir Köletüccarları
Üçlemesi
ARENA TWO (Book #2)
THE VAMPIRE JOURNALS
TURNED (Book #1):
Dönüşüm
LOVED (Book #2)
Sevilmiş
BETRAYED (Book #3):
Aldatılmış
DESTINED (Book #4)
Yazgı
DESIRED (Book #5)
BETROTHED (Book #6)
VOWED (Book #7)
FOUND (Book #8)
RESURRECTED (Book #9)
CRAVED (Book #10)
FATED (Book #11)
Lista!
Amazon
Audible
iTunes
Copyright © 2014 by Morgan Rice
Tüm hakları saklıdır. U.S. Copyright Act of 1976 (Birleşik Devletler Telif Anlaşması) izni haricinde, yazarın izni olmaksızın bu yayının bir bölümünün ya da tamamının hiç bir şekilde ya da hiç bir amaçla yeniden yayınlanması, kopyalanması, dağıtılması ve aktarılması yasaktır. Bu e-kitap sadece sizin kişisel zevkiniz için ruhsatlandırılmıştır. Bu e-kitap diğer kişilere tekrar satılamaz veya girilemez. Eğer bu kitabı başkaları ile de paylaşmak istiyorsanız lütfen her biri için ek kopyayı satın almalısınız. Eğer kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız ya da sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen kitabı iade edip başka bir kopya satın alınız. Yazarın yoğun çalışmasına saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Kitap tamamen kurgudan oluşmaktadır. İsimler, karakterler, meslekler, organizasyonlar, mekanlar ve olaylar tamamen yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da kurgu amacıyla kullanılmıştır. Ölü ya da diri gerçek herhangi biri ile olan benzeşme tamamen tesadüfîdir.
Yazar: Morgan Rice
Çeviri: Emrah Saraçoğlu
Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Yönetmen: Faruk Derince Yayın Koordinatörü: Ceylan Şenol Düzelti: Fatma Özay
İç Tasarım: Tuğçe Gülen Baskı: Melisa Matbaacılık Matbaa Sertifika No: 12088
Çifte Havuzlar Yolu
Acar Sitesi No: 4
Davutpaşa/İSTANBUL
YAKAMOZ KİTAP © MORGAN RICE
Orijinal Adı: Turned-The Vampire Journals
Copyright © Morgan Rice.
GERÇEK HADİSE:
1692 yılında Salem’de, ‘müteessirler’ diye bilinen bir grup genç kız, histerik hâle gelmelerine ve yöredeki cadıların kendilerine azap çektirdiğini birbirlerinden habersiz şekilde bağırmalarına yol açan esrarlı bir hastalık geçirdiler. Salem cadı mahkemelerinin kurulmasının nedeni buydu.
Kızları pençesine düşüren bu gizemli hastalığın ne olduğu, bugüne kadar hiç açıklanamadı.
“Bu gece rüyasında görmüş
heykelimi
Öyle ki yüzlerce masurası
olan bir fıskiye gibi
Halis kan akıtıyormuş: Ve bir dolu heveskâr Romalı
Gülerek gelip, içinde ellerini yıkamışlar: O, işte bunları
zikreder ikazlar, alâmetler
Ve eli kulağında iblislerden…”
-William Shakespeare, Julius Caesar
Birinci Bölüm
Hudson Vadisi, New York
(Günümüz)
Caitlin Paine haftalardır ilk kez gevşediğini hissetti. Kü- çük bir ambarda, rahatça yere oturmuşken sırtını bir balya kuru ota yaslayıp gerindi. On adım ötesindeki taş şö- minede ateş yanıyordu. Bir parça odunu yeni atmış ve odu- nun çatırdamasından gelen sesle rahatlamıştı. Mart henüz bitmemişti ve bu gece özellikle soğuktu. Uzak duvardaki pencereden karanlık gökyüzü görünüyordu ve Caitlin hâlâ kar yağmakta olduğunu görebiliyordu.
Ambarın içi sıcak değildi; fakat biraz olsun ısınmak için ateşe yeteri kadar yakında oturuyordu. Pek rahattı ve göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyordu. Ambarın içini ateşin kokusu doldurmaktaydı. Sırtını biraz daha geri yas- ladığında omuzları ve bacaklarındaki gerginliğin gittiğini hissetti.
Elbette biliyordu ki huzur hissinin kaynağı ne ateş ne sır- tını dayadığı yumuşak ot ne de ambarın korunaklılığıydı. Her şey onun yüzündendi, Caleb yüzünden. Durdu ve ona baktı.
On beş adım mesafede karşı tarafta sırtını yaslamış, hiç kıpırdamadan duruyordu. Uyuyordu. Caitlin bu fırsatı; onun yüzünü, kusursuz hatlarını, soluk ve yarı-saydam teni- ni incelemek için kullandı. Hiç bu kadar kusursuz çizilmiş hatlar görmemişti. Gerçeküstüydü, tıpkı bir heykele bakmak gibi. Üç bin yıldır nasıl olup da hayatta kaldığına akıl sır erdiremiyordu. Caitlin daha on sekizinde olmasına rağmen Caleb’den daha yaşlı gösteriyordu.
Ancak mesele bundan öteydi. Ona ait bir hava, açı- ğa vurduğu gizli bir enerji vardı. Büyük bir huzur hissi… Onun etrafında olduğu zaman her şeyin yoluna gireceğini biliyordu.
Hâlâ burada, hâlâ onun yanında olmasından dolayı mut- luydu. İçin için, birlikte kalmalarını umut etmeye bıraktı kendini. Ancak bunu düşündüğü sırada başına dert açtığı- nın farkına vararak kendine kızdı. Bunun gibi adamlar dur- duğu yerde durmazdı. Tabiatları buna müsait değildi.
Caleb küçük soluklarla öyle güzel uyuyordu ki Caitlin, onun uyuduğunu tam olarak emin bir şekilde söyleyemez- di. Bunun öncesinde, dediğine göre, beslenmeye gitmişti. Daha rahatlamış bir hâlde, elinde bir istif odunla dönmüş ve karlı havanın rüzgârını engellemek için ambarın kapısını sabitlemenin bir yolunu bulmuştu. Ateşi o yakmıştı, artık uyuduğu için ateşi besleme işi Caitlin’e kalmıştı.
Uzanıp kırmızı şarap dolu bardağından bir yudum daha aldığında sıcak sıvının yavaş yavaş onu gevşettiğini hissetti. Bu şişeyi, bir ot istifinin altındaki gizli bir sandıkta bulmuş-tu. Küçük kardeşi Sam’in aylar önce bir kapris uğruna bu şişeyi nasıl buraya koyduğunu hatırlıyordu. Asla içmezdi; fakat başından geçen bunca şeyden sonra birkaç yudumdan zarar gelmeyeceğini düşünüyordu.
Defterini dizlerinin üstüne, açık bir şekilde koymuş bir elinde kalemi, diğer elinde ise bardağı tutuyordu. Kalemi tutmaya başlayalı yirmi dakika olmuştu. Nereden başlayaca- ğı konusunda hiçbir fikri yoktu. Daha önce yazmak konu- sunda hiç sıkıntı çekmemişti; ama bu sefer durum farklıydı. Son birkaç gündür olanlar öyle dramatikti ki kâğıt üzerinde işlenmeye gelmiyordu. Hareketsiz ve rahatlamış hâlde otur- duğu ilk sefer buydu. Ucundan bile olsa güvende hissettiği ilk sefer buydu.
En baştan başlamanın en iyisi olacağına karar verdi. Neler olmuştu? Neden buradaydı? Hatta o kimdi? Bunu kâğıda dökmeliydi. Artık cevapları kendisinin bile bildiğine emin olamıyordu.
*
Bir önceki haftaya kadar hayat normaldi. Sonunda Oakville’i sevmeye başlamıştım. Sonra bir gün annem eve geldi ve taşınacağımızı
duyurdu. Hayatım allak bullak oldu, onun yanındayken hep olduğu gibi.
Bu sefer her
şey daha kötüydü. Başka bir banliyöye gitmiyor- duk.
İstikamet New York’tu. Kent yani. Devlet okulu ve beton- dan bir hayat. Üstüne üstlük tehlikeli bir mahalle.
Sam de kızmıştı. Oraya gitmeyip birlikte kendi yolumuza gitmek hakkında konuştuk. Ancak gerçek
şuydu ki gidecek baş- ka bir yerimiz yoktu.
Biz de el mahkûm yola koyulduk. Birbirimize eğer orayı
sevmezsek evden ayrılacağımıza dair söz verdik. Başka bir yer bulacaktık. Herhangi bir yer. Bir ihtimal babamızın bile pe-
şine düşecektik; her ne kadar ikimiz de bunun olmayacağını
biliyorduysak da.
Sonra her
şey birden oluverdi. Çok hızlıca. Vücudum dönüş- tü. Değişti. Hâlâ ne olduğunu ya da neye dönüştüğümü bilmi- yorum. Ancak
şunu biliyorum ki artık aynı
insan değilim.
Tüm bunların başladığı
o vahim geceyi hatırlıyorum.
Car- negie Hall. Jonah ile buluşmamız. Sonra… Ara… Benim… Beslenmem? Birini öldürmem? Hâlâ hatırlayamıyorum. Sadece bana söyleneni biliyorum. O gece bir
şey yaptığımı biliyorum; ama her
şey o kadar bulanık ki. Her ne yaptıysam hâlâ içimde yaradır. Kimseye zarar vermek istememiştim.
Sonraki gün kendimdeki değişikliği fark ettim. Kesinlikle daha kuvvetli,
ışığa daha duyarlı
hâle geliyordum. Kokular da keskinleşmişti. Etrafımda bulunan hayvanlar garip davranı- yordu. Ben de onların etrafındayken garip davrandığımı
his- sediyordum.
Annem o gece, Carnegie Hall’a gitmeden önce, bana onun gerçek kızı
olmadığımı söyledi.
Ardından o vampirler tarafın- dan öldürüldü ki esasen benim peşimdeydiler. Ona hiç böyle zarar verilmesini istemezdim. Hâlâ benim hatammış
gibi his- sediyorum fakat her
şey bir kenara, böyle hissetmeme müsaade etmemeliyim. Önümdeki
şeylere odaklanmalıyım, kontrol ede- bileceğim
şeylere.
Sonra yakalandım.
Şu acımasız vampirlerce. Sonra kaçtım. Caleb… O olmasaydı
eminim beni öldürürlerdi. Belki de daha kötüsünü yaparlardı.
Caleb’in meclisi, onun insanları, çok farklıydı. Ancak vam- pirlerin hepsi aynı. Bölgeci, kıskanç,
şüpheci. Beni attılar ve ona bunu kabullenmek dışında bir seçenek bırakmadılar.
O yine de seçimini yaptı.
Her
şeye rağmen beni seçti.
Bir kez daha beni kurtardı. Benim için her
şeyini riske attı. Bu yüzden ona âşığım. Onun hiç bilemeyeceği kadar.
Ben de ona yardım etmeliyim. Benim ‘o’ olduğumu düşünü- yor; bir tür vampirlerin mesihi gibi bir
şey olduğumu. Benim onu vampirler savaşını
durdurup herkesi kurtaracak kayıp kı- lıç gibi bir
şeye götüreceğime inanmış
durumda.
Şahsen buna inanmıyorum. Kendi insanları
da inanmıyor. Ancak elindeki tek
şeyin bu olduğunu, bunun onun için her
şey olduğunu bi- liyorum. Benim için her
şeyini ateşe attı
ve ben de en azından bunu yapabilirim. Benim için mesele kılıç falan değil. Sadece onun çekip gittiğini görmek istemiyorum.
O yüzden ben de elimden ne geliyorsa yapacağım. Nasıl olsa her zaman babamı
bulmak istemiştim. Onun gerçekten kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Benim gerçekten kim olduğumu da; gerçekten yarı
vampir miyim, yoksa yarı
insan mı
ya da her neyse işte. Cevaplara ihtiyacım var. Her
şey bir kenara, neye dönüşüyor olduğumu bilmeliyim…
*
“Caitlin?”
Sersemlikle uyandı. Yukarı baktığında, elini hafifçe om- zuna koymuş olan Caleb’i gördü. Gülümsüyordu.
“Sanırım uyuyakalmışsın” dedi.
Etrafa bakınınca dizlerinin üstünde açık kalmış olan def- terini görüp çat diye kapattı. Yanaklarının kızardığını his-setti. Onun bunları, özellikle ona karşı hissettikleriyle ilgili olan kısımları, okumamış olduğunu umut etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.
Olduğu yerde doğrulup gözlerini ovuşturdu. Hâlâ gecey- di ve her ne kadar köze dönmüş olsa da ateş yanmaktaydı. Caleb de daha yeni uyanmış olsa gerekti. Ne kadar zamandır uyuduğunu merak ediyordu.
“Üzgünüm” dedi. “Günlerdir ilk kez uyuyorum.”
Caleb tekrar gülümsedikten sonra odanın diğer tarafın- daki ateşe doğru yürüdü. İçine birkaç kütük daha attığında kütükler çatırdayıp alev alarak ateşi canlandırdılar. Caitlin sıcaklığın ayaklarına uzandığını hissedebiliyordu.
Caleb orada durup ateşe bakarken düşüncelere dalıp git- miş ve gülümsemesi yüzünden silinmişti. Alevlere bakarken yüzü ateşin ışığıyla parlıyor ve bu onu bir kat daha çekici hâle getiriyordu. Büyük, açık kahve renkteki gözleri koca- man açılmıştı ve Caitlin onu izlerken renkleri açık yeşile döndü.
Caitlin iyice doğrulduğunda kırmızı şarabının olduğu bardağın hâlâ dolu olduğunu gördü. Bir yudum aldığında içi ısındı. Bir süredir hiçbir şey yememiş olduğu için alkol doğrudan kafasına vurdu. Diğer plastik bardak gözüne ilişti- ğinde nihayet adab-ı muaşereti hatırladı.
“Sana da koyayım mı?” diye sorduktan sonra çabucak ek- ledi, “Yani, tabii, içiyor musun bilmiyorum ama…”
Caleb güldü.
“Evet, vampirler de şarap içer” dedi gülümseyerek ve ya- nına gelip o şarabı dökerken bardağı tuttu.
Caitlin hayretler içinde kalmıştı; sözlerinden değil, gülü- şünden. Kahkahası yumuşaktı, zarifti ve odanın içine yayılı- vermişti. Onun hakkındaki diğer her şey gibi bu da pek bir esrarengizdi.
Caleb bardağı dudaklarına doğru götürürken Caitlin, onun da aynısını yapmasını umarak gözlerinin içine baktı.
O da baktı.
Ardından ikisi de aynı anda gözlerini kaçırdılar. Caitlin kalbinin daha hızlı atmaya başladığını hissediyordu.
Caleb geldiği yere dönüp otların üstüne oturdu ve sırtını geri yaslayıp ona baktı. İşte şimdi onu inceliyordu. Caitlin mahcup hissetti.
Farkında olmaksızın elini üstündeki kıyafete götürdü ve daha iyi bir şeyler giymiş olmayı dileyebildi sadece. Üs- tündekini hatırlamak için hafızasını zorladı. Yol üstünde, neresi olduğunu hatırlayamadığı bir şehirde durdukların- da mevcut tek kıyafet dükkânına gidip üstündekileri de- ğiştirmişti.
Çekinerek alta doğru baktığında kendini tanıyamadı. Es- kimiş yırtık bir kot, bir numara büyük ayakkabılar, tişörtün üstünde duran bir kazak giyiyordu. Onların üstündeyse yine kendisine büyük gelen, bir düğmesi düşmüş soluk, mor bir mont vardı; ama sıcak tutuyordu. Şu an için ihtiyacı olan tek şey de buydu.
Mahcup hissetti. Onu neden bu hâlde görmek zorunday- dı ki? Gerçekten içini kıpırdatan ilk adamla tanışması sıra- sında hoş gözükmesini sağlayacak bir fırsat bulamamasına ne demeliydi? Bu ambarda bir tuvalet yoktu, tuvalet olsa bile yanında makyaj malzemesi yoktu. Tekrardan utanarak uzak- lara doğru baktı.
“Ben uyuyalı epey oldu mu?” diye sordu.
“Emin değilim. Ben de yeni uyandım” dedi arkasına yas- lanıp elini saçında dolaştırarak. “Bu gece erken beslendim. Beni mayıştırdı.”
Caitlin ona baktı.
“Açıkla bana” dedi.
Caleb ona baktı.
“Beslenmek” diye ekledi. “Yani, nasıl oluyor? Gidip… in- sanları mı öldürüyorsun?”
“Hayır, asla” dedi.
Caleb söyleyeceklerini toparlarken odayı sessizlik kapladı.
“Vampir ırkındaki her şey gibi bu da biraz karmaşık” dedi. “Ne türden bir vampir ve hangi meclise bağlı olduğuna göre değişir. Ben sadece hayvanlar üzerinden beslenirim. Çoğun- lukla geyik. Zaten nüfusları epey fazla, insanlar da onları avlıyor. Hatta insanlar onları avlayıp yemiyorlar bile.”
Yüzündeki ifade ağırlaştı.
“Ancak diğer meclisler pek bu kadar merhametli değildir. İnsanlardan beslenirler. Genellikle arzu edilmeyenlerden.”
“Arzu edilmeyenler derken?”
“Evsizler, aylaklar, fahişeler… Yoklukları fark edilmeyecek olanlar. Her zaman böyle olageldi. Irkın üstüne ilgi çekmek istemiyorlar.”
“Bu yüzden benim meclisime, vampir neslime saf kan deriz. Diğerleri ise saf değildir. Beslendiğin şeyin… enerjisi sana zerk olur.”
Caitlin oturduğu yerde düşünüyordu.
“Peki ya ben?” diye sordu.
Caleb ona baktı.
“Neden sadece bazen beslenmek istiyorum da geri kalan zamanlarda istemiyorum?”
Caleb kaşlarını çattı.
“Emin değilim. Durum sende daha farklı. Sen melezsin. Bu çok enderdir… Şunu biliyorum ki yaşın geliyor. Diğer- leri tek bir gecede dönüşüverirler. Sendeyse bu bir süreçtir. Geçireceğin değişimler, tam olarak oturman biraz zaman alabilir.”
Caitlin geçmişi düşündüğünde açlık krizlerini ve nasıl da durduk yerde baş gösterdiklerini hatırladı. Nasıl olmuş da beslenmek dışında hiçbir şey düşünemez hâle getirmişlerdi onu! Korkunçtu. Bunun tekrar olması düşüncesi tüylerini ürpertiyordu.
“Bir daha ne zaman olacağını nasıl bilebilirim?”
Caleb ona baktı. “Bilemezsin.”
“Asla bir insanı öldürmek istemem” dedi. “Asla.”
“Öldürmek zorunda değilsin. Hayvanlardan beslenebilir-sin.”
“Yine bir yerden çıkamadığım zaman başıma gelirse?”
“Bunu nasıl kontrol edeceğini öğrenmelisin. Biraz pratik ister, bir de irade. Kolay değildir; ama mümkündür. Bunu kontrol edebilirsin. Her vampir bu süreçten geçer.”
Caitlin canlı bir hayvanı yakalayıp üstünden beslenme- nin nasıl olacağını düşündü. Her zamankinden daha hızlı olduğunu biliyordu; fakat o denli hızlı olup olmadığından emin değildi. Gerçekten bir geyik yakalasaydı bile ne yap- ması gerektiğini bilemezdi.
Caleb’e baktı.
“Bana öğretir misin?” diye sordu umutla.
Bakışları kesiştiğinde kalp atışları kulağına gelecek kadar sertti.
“Beslenmek ırkımızda kutsaldır. Her zaman yalnız yapı- lır” dedi yumuşak ve özür diler bir şekilde. “Tek istisnası..”
“Tek istisnası?”
“Evlilik törenleridir. Karıyla kocayı birbirine bağlamak için.”
Caleb gözlerini kaçırdığında ruh hâlinin değiştiği görüle- biliyordu. Caitlin kanın yanaklarına hücum ettiğini hissetti ve içerisi birden daha sıcak oluverdi.
Oluruna bırakmaya karar verdi. Şu an açlık krizleri çek- miyordu ve o noktaya geldiğinde bu sınavı geçebilirdi. Bu olduğunda Caleb’in kendi yanında yer alacağını umdu.
Hem beslenmeyi, vampirleri ya da kılıçları pek de öyle aman aman umursuyor değildi. Bilmek istediği şeyler ona dair şeylerdi ya da ona karşı gerçekten neler hissettiği hak- kında. Ona sormak istediği bir dolu soru vardı.
Neden her
şeyi benim için riske attın? Hepsi kılıcı
bulmak için miydi? Yoksa başka bir
şey mi? Kılıcı
bulduğunda hâlâ yanımda kala- cak mısın? Bir insanla romantik
şeyler yaşamak yasak olsa da benim için bu sınırı
çiğner miydin?
Ancak korkuyordu.
O da bunların yerine basitçe şöyle dedi, “Umarım kılıcını buluruz.”
Sersem,
dedi k