Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Ali Akbaş Armağanı», lehekülg 7

Анонимный автор
Font:

Şairimiz Ali Akbaş’ı Şahsen Tanıma

Ali Akbaş’ı şahsen tanıyana kadar onu şiirleriyle tanımalıydım. Onu şahsen tanıdığımda sanki hayat boyu onu tanıyormuşum gibi kendimi hissettim. Evine gittiğimde ise evine ve ailesine sanki yıllarca misafirliğe gidiyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Şiir yoluyla tanıdığım şair ve gerçek şair uyum içindeydi. Bu intibaı kitapta şöyle anlatmışım: “Nedense bazı insanlarla tanıştığınız zaman kendilerini sanki hayatınız boyunca tanımışsınız gibi yakın hissediyorsunuz. Ali Bey ise şiirlerinde olduğu gibi sohbetlerinde de ‘ağzından bal akan’ bir şairdir. Birkaç ay önce gönderdiği kitap da yanımdaydı ve ben imzalamasını rica ettim. Ali Bey, o dört ağustos gecesinde “Kuş Sofrası”nın ilk sayfasına en güzel ithaflardan birisini yazmıştı: “Nesil ve medeniyet farkına rağmen ruh akrabam olan Mariya Hanım kızıma en iyi dileklerimle, teşekkürlerimle.” Fakat nedense onunla konuşurken bu nesil ve medeniyet farkını hiç hissetmiyorsunuz, sanki bir anda ortalıktan kayboluyorlar.” O gece Ali Bey’in şiirleri ve o şiirlerin çevirisi hakkında konuştuk. Ali Bey, Hüseyin Bey’in misafiriydi ve Makedonya’ya ilk defa geliyordu. Bu dönemde şiir çevirisi üzerinde çalışarak onu tanıma ve danışma fırsatım oldu. O, Türkiye’ye döndükten sonra Kuş Sofrası’nda bulunan şiirlerin çevirisine devam ettim. Bir yıl yoğun çalıştıktan sonra şiir çevirilerim tamamlandı. Kitap son hâlini alana kadar Ali Akbaş’la birçok danışma yaptım. Kitap tamamlanınca ben de kendime inanamıyordum. Kitabın her aşaması benim için yoğun, öğreticiydi, farklı anlamı ve önemi vardı. İlk yayın 2000 yılında, ikinci genişletilmiş yayın ise 2008 yılında gerçekleşti. Her öğrencim kitabı eline alınca ona hayran oldu. Bir öğrencim ise şiirleri akşamleyin kızına okurmuş. Petar adlı yeğenim ise ilköğretimdeyken ben bilmeden Kuş Sofrası’ndan birkaç şiir ezberlemişti. Öğrenciler için hazırlanmış olan bu kitabın kaderini artık tahmin etmek zor oluyor fakat dershane dışında küçük çocuklara ulaştığına ve ilgilerini çektiğine sevindim. Zaten hangi çocuk ve anne bu şiire hayran olmaz:

 
Anneciğim
Düşümde bir kuşmuşum
Kucağından uçmuşum.
 
 
Anneciğim
Düşümde bir mektupmuşum
Gideceğim yeri unutmuşum.
 
 
Anneciğim
Aç beni, oku beni
Basmadan uyku beni.
 
 
Anneciğim
Allah ne kadar yakın
Konuştum duydu beni.
 
 
Anneciğim
Yollar beni çağırır
Kuşlar beni
Rüzgâr beni
Uyku beni
Su beni.
(Uykuya Doğru)
 

Ali Akbaş’ın şiirlerinin ileride de farklı nesilleri bir araya getireceğine eminim. Aslında Kuş Sofrası’nda hem çocukların hem de büyüklerin okuyabilecekleri lirik şiirler vardır. Gönülden diğer eserlerini de bir an önce yayımlanmasını dilerim.

Ali Akbaş’la Üsküp’te ve Ankara’da birçok kez görüşme fırsatım oldu. Ankara’ya gittiğimde, orada oturan bütün öğretmen, yazar ve dostlarımı ararım ve görüşürüm. Bunların arasında şairimiz Ali Akbaş ve ailesi de vardır. Çünkü dostluk göğü süsleyen bir yıldızdır fakat sönmemesi için onu korumak gerek.

1. Lama Dalaj. (2008). Kniga na mudrosta. Magor – Skopje, 28.

2. Akbaş Ali. Акбаш Али. (2008). Kuş Sofrası. Птичја софра. Топер – Скопје, 128.


ALİ AKBAŞ’IN MAL VARLIĞI
Özcan ÜNLÜ

Gül yapraklı ekmekle dolu bereketli Kuş Sofrası

*

Kızların gümüş hâreli çayda –hâlâ- kilim dokuduğu Masal Çağı

*

Dedesinin fukara komşusu Deli Ali’den dinlediği destanlar ve halk hikâyeleri

*

 Herkesin ağzına kadar başkası olduğu dünya adasında sadece bir ‘Kızıl

Elma’: Türkümü unutturdun!/ Beni böyle eve köye koymazlar

*

Masal ülkesi köyü Çatova’dan Ankara’ya götürüp biriktirdiği çocukluk hatıraları

*

 Uzun kış gecelerinde, tandır başında tatlı dilli Güz Ana’dan dinlediği masallar ve maniler

*

Beynini kaynatan temmuz sıcağında döven sürerken avuçlarına kazınmış nasırlar

*

 Kurak tarlalarda çift sürerken okuduğu Kerem ile Aslı ve dahi Karacaoğlan şiirleri

*

Hemen tamamı ıslıkla da çalınabilen ağıtlar ve türküler

 
Gül ağacı boğum boğum
Gül yaprağın döktü bugün
 
 
Kardeşe inkisar eden
Muradına yetti bugün
 
*

 Rüya gibi hatırladığı babasının ardından edindiği çiçeklerle, kuşlarla, gökyüzüyle ve yıldızlarla konuşma ilmi

*

Gizli hazinesinde sakladığı “Manevera” ve “Kemik Gitti” oyunları

*

 Herkesin unuttuğu zaman dilimlerinde keş fedip okuduğu Abdullah Kozanoğlu ve Feridun Fazıl Tülbentçi duyarlılığı

*

“Yazıp-çizmede faydası olmuştur” dediği ortaokul Türkçe hocası Ali Arıkan’dan tevarüs ettiği adamlık

*

 Türk Dünyası’nın dört bir köşesinde çok biriktirilmiş, hiç ‘kullanılmamış’ dostlar/dostluklar

*

Yaşı kaç olursa olsun kendini Küçük Prens olarak da gören herkes için söylediği nahif çocuk şiirleri

*

 Sancak’tan Kaşgar’a, Tuzhurmatı’dan Kazan’a.. dünya coğrafyasına yayılmış Türk acı larına karşı besleyip büyüttüğü yardımseverlik ve merhamet

*

Savaş yüzünden, ekmeksizlik kederinden mülteci olmuş ya da iltica ettirilmiş bütün canlar için yazdığı Göç

 
Sirkeci’den tren gider
Ona binen verem gider
Bir kampana çalar analar ağlar
Oğul oğul, çocuklar öksüz, gelinler dul
Akşam olur, hüzün çöker
Omuzlarım bir bir düşer
Sirkeci’den tren gider
Gözyaşımı döker gider
Sirkeci’den tren gider
Evim barkım viran gider
 
*

 Bir dağ köyündeki Elif ’e verdiği sözü tutamamanın verdiği sahih mahcubiyet

*

Mavi dumanlı koyda devşirip Hoca Ahmet Yesevi ve Yunus Emre ruhuyla üflediği binlerce yıllık keder

*

Dede Korkut duruluğunda Türkçe söyleyiş

 
Dün ola, düğün ola
Düşte gördüğüm ola
Ya yaza, ya kışa
Ayrılanlar kavuşa
Dargınlar barışa
Sayrılar sağ ola
Bozkırlar bağ ola
Yaz gele, kış geçe
Kırk gün kırk gece
Bir ulu şenlik ola
Dirlik düzenlik ola
 
*

Zamana ve zamana olanın tahribine karşı güçlü bir direnç

*
 
“Sazdaki naz”ı anlayabilme cehdi ve berrak bir türkü duyarlılığı
Bağlama dediğin üç tel bir tahta
Ne şaha baş eğmiş ne taca tahta
Tüm dertleri özetlemiş bir ah’ta
Bozkırda naradır bizim türküler
 
*

Tabiilik, millîlik, yerlilik ve özgünlük: Vay, çekicim Çekoslovak, testerem Alman

*

 “Bir ince sanat” olan hayata dağlar, ovalar, ırmaklar, köyler, harmanlar, çocuklar, tarih, mekân ve aşk penceresinden bakabilme kudreti

*

Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, erenler ve alp-erenlerin nefesiyle Erenler Divânında söylediği mısralar

*

Modern dünyanın kafese kapattığı/kapattırdığı çocuklarımıza duymamız gereken suçluluk

 
Anneleri çaydadır
Partidedir çaydadır
Çözün uçsun bebekler
Çözün kundaklarını
 
*

Unutulan, unutturulmaya çalışılan, itilip- kakılan Kerkük isyanı:

 
Ne zaman ki Kerkük gelir aklıma
Boğazlanan bir Türk gelir aklıma
Fuzûli bağını talan edenin
Yüzü için tükrük gelir aklıma
 
 
Kerkük bir öbek kar çöl ortasında
Ah anamız ağlar el ortasında
Sağır mısın sağır mısın Ankara
Öldük güpegündüz yol ortasında
 
*

Elbistan’a, Buhara’ya, Semerkant’a, Altaylar’a, Çanakkale’ye, Ural’a, Hazar’a, Aral’a bitmeyen özlem

 
Her meyvenin kurdu içinde saklı
Her yeni gün Hakkı müjdeliyor bak
İri bir gül gibi büyülü, sıcak
Güneşimiz hep doğudan doğacak
 
*

Köklere bağlılık: “Klasiklerle beslenmeyen yeninin kalıcı olamayacağı ve ancak geçmişten, yâni maziden güç alarak yeniyi kurabiliriz.”

*

Ve şiir… Sadece şiir.

SÖNMEZ KOR
Tahir KAHHAR

O kendine özgü şairdir, başkalarından farklı olarak geleneksel yönlerden kaçar ve değişiklik sağlamaya çalışır, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez.


AY ve GÖK

-Türkiyeli şair Ali Akbaş’a-


 
Çay akarken Ay bakar… Ay ve Gök, göksudadır
Ay – Yiğit Gök göğsünde. Ay ile Gök, sudadır
Yâr benim göğsümdedir. Ben de Yâr göğsündeyim
İkimiz Yer göğsünde, Yer de Gök göğsündedir…
 
28. 10. 2011 Ankara

Sonbaharda turna kuşunun göçmesi doğal fenomendir. Dolayısıyla bu olay mevsimin sonlandığını anlatıyor. Oysa onların yaşadıkları güzel hayatın geride kalması çok üzücü bir şeydir aslında. Şair bu çizgiyi şiirlerinde yansıtırken, kendisine çağdaş olan uzak- yakın kişiler gözünün önünden göçmen kuşlar gibi geçer, onların yüzü, ruhu, gönül dertlerini düşünür ve hisseder…

Ali Akbaş tüm güzel şairler gibi vatan, yurt sevdalısı! O bütün Türk milletinin, topraklarının, medeniyetinin, geçmiş tarihi ve fedakâr insanlarının aşığıdır! O yüzden okuyucu Ali Akbaş’ın şiirlerini okurken, Türkiye’nin bugünü ve geçmişi hakkında bilgiye sahip olmakla beraber Türk milletinin tefekkürü ve ruhunu da hissedecektir.

Şairin eserlerinde konu çoğunlukla Türk Dünyası ile ilgilidir. Özellikle Azerbaycan, Tatar, Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız, Saha, Kırım-Tatar, Kerkük vb. ülkelerinin güzel tabiatı ve fedakâr insanları hakkında yazdıkları övgüyü hak ediyor. Şair bu çizgileri okuduğu kitaplardan esinlenerek değil, aksine gezilerinden, gördüklerinden kaynaklanarak kendi şiirlerine “döktü”. Mesela, Özbekistan seyahatinden kaynaklanan Aral ve Çolpan gibi şiirleri Türk Dünyası’nın geçmişi ve bugününü köprü gibi bağlamışsa, Azerbaycan gezileri esnasında yazdığı Göygöl, Şehriyar gibi şiirlerinde vatan ve millet kaygısı öne çıkıyor. Kazan Tatarları ve Yakutistanlı kardeşleri ziyaret ettikten sonra doğan Tokay şiiri, Oyunskiy Sagusu, Kuzey Kıbrıslı ve Fuzuli’yi yetiştiren Bağdat-Kerküklü okuyucularla buluştuktan sonra onların duygularını yansıtan Bağdat Ateş İçinde, Kerkük, Bir Türkmen, Fuzuli gibi şiirleri dünya yüzünü gördü.

Kutlu Taş şiiri okuyucuyu Orhun-Yenisey abideleri, eski Türk yazıları ve medeniyeti beşiği olan kutsal yerlere hayalen götürüyor. Onun, Kırıldı Altın Kalemim şiiri Türk Dünyası’nın büyük yazarı Cengiz Aytmatov hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade ediyor, Bizim şarkılar, Armağan, Serdengeçti adlı şiirlerinde ise okuyucuya çağdaş Türk sanatçıları hakkında söylüyor. Kazak Bozkırlarında şiirini okurken, kalbimizin eski Türkistan sınırları gibi genişlediğini hissetmiş oluruz.

Kısacası, Ali Akbaş şiirleri okuyucunun gözünün önünde Türk Dünyası haritasını, Türk insanının duygularını, ruhunu çizmekle zevk sunar.

Bu özelliğiyle Ali Akbaş’ı iyice takip etmek gerekir: o hem hece hem de serbest hareket edebilen bir şairdir. Gazelleri, tuyuğu da vardır. Öyle bir özelliği taşıyan şiirleri de var ki, şair mısraları ipliğe dizerken hiç bir yerde noktalama işaretleri kullanmıyor. Dolayısıyla bu durum daha derin anlamlar verir, okuyucuyu daha ince düşünmeye davet eder. Ali Akbaş’ı izlerken, aynı şiirde hatta karışık hecelerle de karşılaşırsınız. Yeri gelmişken şunu belirtmek gerekir ki, o kendine özgü şairdir, başkalarından farklı olarak geleneksel yönlerden kaçar ve değişiklik sağlamaya çalışır, şiirlerinde belli bir şekil endişesi gözetmez. Yalnız hangi tarzda yazılmış olursa olsun bu şiirlerin ortak özelliği müzikal ve sade oluşlarıdır.

“Kuş Sofrası” adlı şiir kitabı Makedonyada Mariya Leontiç çevirisiyle 2000 yılında, Özbekistanda Miraziz Azam çevirisiyle 2013 yılında yayınlanmıştır. Ramiz Esker tarafından Azerbaycan Türkçesinde “Seçilmiş şiirler”i 2011 yılında Bakü’de neşredilmiş. III. Türk Dünyası Edebî Dergileri Kurultayında “Yılın Şairi” olarak seçildikten sonra, şiirleri birkaç Türk dilli ülkeler basınlarında yayımlandı. Özbekistan’da yayımlanmakta olan Cihan Edebiyatı ve Gülistan dergilerinde ve birçok gazetelerde okuyuculara armağan edildi.

Yeri geldiğinde Ali Akbaş’ın özellikle Özbek edebiyatının Türk Dünyası’nda ve Türkiye’de tanınmasında hizmet verdiğini söylemek gerekir.

Yetmiş yaşını aşmış, hâlen dünya derdi ile yanıp ateşlenmekte ve hizmet peşinde koşmaktadır. Bence şairin her güzel şiiri, koru sönmez bir ateştir. Şair Ali Akbaş yaratıcılığının ateşi de sönmezdir.

USTALIĞI GİBİ İTİBARI VAR, İTİBARI GİBİ USTALIĞI
Todur ZANET

Onu ilk gördüğünde bir kere bile o bir şair ya da literatür adamı demeyeceksin. O, milyonlarca insan gibi, sıradan bir insan.


Bu dünyaya zaman zaman milyonlarca şair gelir. Onların kimileri, su gibi akıp gider. Kimileri, kuvvete hizmet edip ceplerini altınla doldurup, sonunda dibe batar. Kimileri, durmaksızın “ban! ban!” bağırıp, hep üstte olmaya çalışırlar ama içleri, eserleri boş olduğu için, şamandıra gibi, su üstünde oynarlar, sonunda ise öldüklerinde kaybolurlar. Bu sırayı daha çok uzatabiliriz ama Allah’a şükrederiz ki, o boşların arasında ara sıra dünyaya halis, usta ve millî şairleri de yolluyor. Onların eserleri binlerce yıl insanların aklında, kalbinde, fikirlerinde kalıyor. Öyle şairlerden biri de Ali Akbaş. O bugünkü Türkiye’nin, Türk Dünyası’nın en büyük şairleri arasında bulunuyor.

Bu laflardan hiç korkmuyorum zira onun şiirlerini okudum, biliyorum. Onun şiirleri halkının derin köklerinden, onun çalışkan ellerinden, tarlanın toprak kokusundan, ananın pak ekmeğinden gelir. O sıcaklıktan seni seven yakınlarından, milletinden gelir. Ana sütünden ve ana dilini, millî kültürünü kalbine almaktan, kanına girmekten gelir. Bunların hepsini sen milletinden borç, ödünç alırsın sonra, vakit geldiğinde, uğraşırsın bunları şiirlerinde anlatmaya milletine borcunu ödemeye, ödüncünü geri vermeye. Her seferinde bunu yapmayı başarırsın onları öyle temiz, öyle duygulu, geri çevirirsin, seni Millî Şair olarak tanırlar, öyle kabul ederler.

Bu lafların, cümlelerin hepsi büyük şaire, Ali Akbaş’a, uyar. Onların hepsini zamanla aldı, şiirlerinde halkına geri çevirdi, çeviriyor. Karınca gibi, durmadan çalıştı, ustalığını inceledi, ustalığıyla ağırlaştı, ağırlaştıkça usta oldu, Ali Akbaş bununla Türk halkı, Türk Dünyası tarafından tanındı, millî şair oldu.

Onu ilk gördüğünde, bir kere bile o bir şair ya da literatür adamı demeyeceksin. O, milyonlarca insan gibi, sıradan bir insan, çiftçi de olsun, doktor da, mühendis de. Bunu düşünerek ya da hiç düşünmeyerek, onun yanından habersizce nicesi geçer, bu geçişte o insanla tanışmamak en büyük kayıplardan birisi olacaktır. Ama kısmetinde varsa o insanın sana bir bakışından anlayacaksın ne derinlik var onun gözlerinde, ne keskin akıl sahipliği oradan yayılıyor. En büyük kısmet düşecek o zaman, usta sana laf atacak, onun yavaş, yağ gibi sesinden, tatlı-şıralı hem ince laflarından, anlayacaksın ne geniş ne verimli bir sanat dünyası var onda. Anlayacaksın, ne kadar sonsuz ince onun iç dünyası, insana insanlığı, ne kadar açık canlı, olgun onun duyguları. Zira bunların hepsi tatlı meyveler olmuş, onun şairlik ağacının dallarında.

Bana bu büyük şairle tanışmak kısmet oldu. O meyvelerinden tatmak… Allah’a şükrederim. Avrasya Yazarlar Birliğinde, Ali Akbaş Genel Kurul Başkan yardımcısı olarak bütün Türk Dünyası’yla, “Kardeş Kalemler” dergisi baş redaktörü olarak, literatür tarlasına da hizmet eder.

Can abimin şiirlerini Gagavuz diline çevirirken, daha doğrusu onları Gagavuzcaya uygunlaştırırken dilimize ne kadar yakın olduğuna şaşırdım. Can özünden sızan, duygularımıza uyuyor. Şükür sana, büyük Usta Ali Akbaş!

Bugün kendimin “Ana Sözü” gazetesinin adından can abimin bu güzel 75. doğum gününde sağlık, uzun ömür, yaşamında, yaratmak yolunda, aile sıcaklığında, Allah sana sağlık versin!

Saygılarımla.

BUĞULU GÖYGÖL
Yasin MORTAŞ

Gözyaşımız köz olur uzaklara bakınca.

O, vefa yüzlü şair. Türk-İslam coğrafyasında kanayan yaraları görür de onu durdurmanın rahatsızlığıyla kâğıtlara tutar közlü kalemini.

Kalemi ağrır, kâğıdı ağrır da tarihimizi, kültürümüzü, dilimizi, bayrağımızı, töremizi içli sagularla anlatır.

Onun için cümlemiz sağanak yağmurlarız ve deniz olmalıyız olukları maveraya akan.

Ata ocaklarının tütmesi için kaleminin ucunda çıngılar taşır.

Eyeri hiç soğumayan doludizgin bir neferdir o ve atını dehler Ural Dağları’na.

Şiirinin şavkı vurur ufuklara ve o şavktan ışıklar yontar umutlara.

Bir çınar gölgesinin altına toplar kardeşlerini; ay ve yıldızların altında birliğe, öze dönmeye çağırır.

İçindeki sükûneti deniz yapar ve Van Gölü’nden Isık Gölü kıyılarına aşk yakamozları serper şiirleriyle.

İçinde oluşan buğulu Göygöl’den, kuşlar, ceylanlar su içer.

Yüreğiyle ısıttığı kelimeleri doru bir atın terkisine yükleyip azık yapar ve gittiği “bizden” coğrafyaların yüreğine koyar.

Selçuklu ve Osmanlı motifli minderlere oturup türküler okur kardeşlerine.

Bombalara karşı mısraları ateşli mızraktır onun ve onlarla karşı koyar küffara.

Yeryüzü aynasına baktıkça, hüzne yüzünü kaptıran toprağı ve yüzümüze yansıtan acıyı yazan bir Yemen Türküsü ’dür Ali ağabeyin ruhu.

Şehitlerine Fatihaları ve Yasinleri göğsünde taşıyan bir Osmanlı beyefendisidir.

Yağmura bakarken ıslanan kuşları – kanadı kınalı bir ak güvercini yüreğiyle karşılayan ve içten tebessümüyle onlara uçmayı hatırlatan bir telli turna türküsü söyler:

 
“Yıldız güzel ay güzel
Elif’le Umay güzel.”
 

Ve özlemenin tarihini uçurtmalara takıp yağmurlu sokaklarda ruhu üşüyen çocuklara Anadolu sofraları kurar.


Doğa, içinde renklerini bulmuş bir resim gibi durur. Çiğdemle, sümbülle, nergisle konuşur.

Varoluşun -bir oluşun derinliklerini bir derviş edasıyla anlatır.

Bazen Yunus, Karacaoğlan ve Köroğlu olur.

Ve toprak ana onun kavruk, yağmur toplayan yüzüne baktıkça şiir olur. O şiir gelip otağı kurar kalbimizin çöllerine ve çöl mümbit bir ova olur, kişneyen taylar gelip su içer şiir teknelerinden.

O kardeş dünyaların vefa yüzlü şairidir. Ki o kardeşlerinden bulutlarla, kuşlarla, ırmaklarla selam gönderilmesini bekler de elveda kor olmuş bir türkü gibi yakar kalbini.

Ağlayan anaların gözlerinden renk alan güllerin bitimsiz ağıtları bülbüllere yara olur. O bu yaraları Tuna boylarında yıkayıp temizler.

Hüzünleri anaların tülbentlerinden süzer ve acının tortularını kendi yüreğinde saklar.

O, şiirleriyle avutur elleri kınalı gelinleri ve şiirinin aynalarına bakıp taranmaları için mahnılar söyler.

Yüreğindeki masal dağına çağırır o annelerini sayıklayan, yanaklarında dolunay büyüyen ve yaralı ceylan gibi seken çocukları. Ve onlara Anadolu yufkası gibi açılmış günlere, umutları dürüm eder de sunar şiirlerinde.

Onu okurken; hasret yüklü trenler geçer şiirin ortasından ve bir ağıt başlar raylarca uzayan yalnızlıklara ve garlarda ezanlar bekler.

Yalnızlığı yıkayan köy çeşmelerinde abdestler tazeler.

Bir ırmak kenarında seccadesi hep açıktır ve “Maveradan gelen ney sesi şiir” lerle dua eder.

Selam olsun Ali Akbaş Ağabeyime.

GÖÇ ŞAİRİ: ALİ AKBAŞ
Halit YILDIRIM

 
Sirkeci’den tren gider
Ona binen verem gider
 

Giriş

Bu coğrafyanın güzelliği dillere destandır. Güzel olunca sevda, sevda olunca hasret, hasretin ardı hicran, hicranın ilacı şiirdir, hoyrattır, destandır. Bu sevdalı gönüllerin şiirleri ile türküleri ile ağıları ile rüzgârlar esmiş, bulutlar bu efkâr ile kararmış ve nihayetinde bu efkârın yağmurları yağmıştır sicim sicim kavruk topraklara, yanık yüreklere… Bu yağmurların ab-ı hayat gibi yeşerttiği gönüller badedenmişçesine ötelerden gelen sesleri yüreklerinde hissetmişler ve duygularını saza söze dökerek bizlerin de duygularına tercüman olmuşlardır. Tıpkı Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahim Karakoç, Bahaettin Karakoç, Vasfi Mahir Kocatürk, Âşık Mahsuni Şerif, Adil Erdem Beyazıt, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu gibi…

İşte bu yanık yüreklerden birisi de Ali Akbaş’tır. Belki ilk etapta onu tanımayanlar Ali Akbaş da kimdir diyebilir. Hani bir zamanlar bir şiir dolaşırdı radyolarda, televizyonlarda, sahnelerde… “Sirkeci’den tren gider…” diye İbrahim Sadri’nin gönüllerimize astığı bu şiirin yazarıdır Ali Akbaş…

Ali Akbaş, gerek millî, manevi ve kültürel bütünlüğü yansıttığı şiirleriyle gerek bu birlik ve bütünlüğü korumak adına kurulmuş derneklerde aldığı görevlerle gerekse eğitim kurumlarında ve üniversitelerde gerçekleştirdiği öğretmenlik ve akademisyenliklerle ülkesine büyük katkılar sunmuş önemli bir düşünürdür. (Bulut, 2016: 56)

Hayatı

Şimdilik bu şiiri bir yana bırakıp Ali Akbaş’ı tanıtmaya devam edelim.

Hatta bu işi üstadın kendisine bırakalım. Yalın ve sade olarak hayatının çizgilerini o bize anlatsın. Zira o şiirlerini Makedonca ’ya çeviren Mariya Leontic’in dediği gibi şiirlerinde olduğu gibi sohbetlerinde de “ağzından bal akan” bir şairdir. (Leontic, 2017: 64)

“1942 yılında Elbistan’ın Çatova köyünde doğdum. Sırasıyla, Çatova Köyü İlkokulunu, Elbistan Ortaokulunu, K. Maraş Lisesini ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdim. Çeşitli liselerde, Gazi Eğitim Enstitüsü’nde ve Ankara Meslek Yüksek Okulunda edebiyat öğretmenliği ve idarecilik yaptım. Film, Radyo Televizyonla Eğitim Merkezinde radyo programcılığı görevinde bulundum. 1983 yılında araştırma görevlisi olarak H. Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne geçtim. Burada da yüksek lisansımı tamamlayarak Türk dili okutmanlığı görevine geçtim. Okutmanlık yanında şiirle ve çocuk edebiyatıyla da uğraşmaktayım. Masal Çağı, Kuş Sofrası, Gökte Ay Portakaldır adlı üç kitabım yayımlandı. Meslek hayatımda yirmi beş yılımı doldurarak emekli oldum.”

İşte bu kadar Ali Akbaş’ın dilinden Ali Akbaş… Geldim bu dünyaya gider oldum asıl yurduma der gibi mütevazı, sade bir anlatım. Sade yaşayanların, şatafatsız, gösterişsiz, sessiz yaşayanların hayatları bu kadardır işte. Ama biz biliyoruz ki Akbaş, bu sessizliğe her bir kelimesi hazineler yüklü, anlamlar yüklü nice mısralar sığdırdı.

Onun eksik bıraktığı birkaç bilgiyi de biz aktaralım. Yazar daha 16 yaşında bir lise öğrencisi iken yazdığı ve köyüne duyduğu özlemi anlatan bir şiiri Engizek adlı mahallî bir dergide yayınlanır. Daha sonra 1964 yılında açılan Maraş Lisesi İçin Marş yazılması konulu şiir yarışmasında birinci gelir ve bu şiir, doğduğu yer olan Kahramanmaraş’taki “Kahramanmaraş Lisesi”nin marşı olarak kabul edilir. (Tatçı, 208: 143)

Ali Akbaş, Yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde “Yapalak ve Ekinözü Ağızları” konulu çalışmasıyla tamamladı. 1999-2000 öğretim yılında Kazakistan’da Ahmet Yesevî Üniversitesinde öğretim elemanlığı da yaptı. (Şahin, 2010: 24)

Onun; Masal Çağı (1983), Kuş Sofrası (1991), Eylüle Beste (2011), Turna Göçü (2011), Erenler Dîvânında (2011) ve Bütün Şiirleri (2018) isimli şiir kitapları yanında Gökte Ay Portakaldır (1992) çocuklar için yazılmış masal ve Kız Evi Naz Evi (1969) adıyla kaleme alınmış bir de tiyatro oyunu bulunmaktadır. Bu eser İstanbul Radyosunda Radyo oyunu olarak seslendirilmiştir.

Doğduğu toprakların derdiyle dertlendi, sevinciyle güldü, hüznüyle ağladı… Bu yüzden 1991 yılında Kuş Sofrası kitabıyla “Türkiye Yazarlar Birliği” şiir ödülünü almış, ayrıca bu kitap 2000 yılında Mariya Leontiç tarafından Makedonca ‘ya ve Miraziz Azam tarafından Özbekçe ’ye çevrilmiştir. Yine 1993 yılında Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’nde Mağcan Cumabayulı Ödülünü, 2004 yılında Kosova’da yayınlanan “Türkçem” Çocuk Dergisi tarafından yılın şiir ödülünü almıştır. Başarıları bunlarla da sınırlı kalmayan şair, 2005 yılında İtalya’nın Venedik kentinde düzenlenen 57. Şiir Bienali’nde ve 2007 yılında da 20. Moskova Kitap Fuarında Türkiye’yi temsil etmiştir.

Dr. Aslan Tekin’in tespitlerine göre Akbaş’ın şiirleri, Ötüken Türk Kültürü, Türk Edebiyatı, Erguvan, Doğuş Türk Yurdu, Hisar ve Hamle gibi dergilerde yayımlandı. (Tekin, 2005: 33)

Akbaş’ın edebiyat hayatı boyunca yazdığı dergiler arasında, Ülkü Pınarı, Divan, Yeni Divan, Doğuş, Kanat, Kardaş Edebiyatlar ile hâlen Genel Başkan Yardımcısı olduğu Avrasya Yazarlar Birliğinin yayın organı olan Kardeş Kalemler gibi dergiler bulunmaktadır. Şairin adı geçen dergi ve kitapların dışında şiirlerinin pek çoğu başta Türk Edebiyatı ve Türk Yurdu olmak üzere değişik dergilerde yayınlanmıştır. (Tatcı, 2008;142)

2,03 €