Lugege ainult LitRes'is

Raamatut ei saa failina alla laadida, kuid seda saab lugeda meie rakenduses või veebis.

Loe raamatut: «Elçine Armağan»

Анонимный автор
Font:

Takdim

Edebiyat, tiyatro, resim ve sanatın diğer türleri meydana geldiği toplumun kültürel belleğinden önemli izler taşır. Özellikle yazılı edebiyatın beslendiği kaynaklar arasında halk kültürü önemli bir yer tutar. Bazı sanatçılar ise eserinin iz taşımasından öte yapıtını bu kültür birikiminin üzerine inşa eder. Elçin, Azerbaycan Türk edebiyatının önemli bir evresi olan 60 Nesri’nin mühim kalemlerindendir. Sovyet sisteminin dikte ettiği katı ve tekdüze edebiyatı yıkan ve millî değerlere bağlı, insanlığın temel meselelerini, bizzat insanın kendisini edebiyatın odağına alan bu kuşakta Elçin, sembol bir isimdir.

Elçin’in edebiyatında coğrafyasıyla, geleneğiyle ve insanıyla Azerbaycan Türklüğü vardır. O, kültür düzeyi yüksek biri olarak roman ve hikâyelerinde folklorik unsur olarak sözlü kültür, maddi kültür ve manevi kültür gibi kültürün farklı boyutlarına sıkça yer vermiştir. Elçin metnini kurgularken özellikle sözlü kültürden bir hayli faydalanmış; efsane, menkıbe, ağıt, masal, halk hikâyesi türkü ve mâni gibi sözlü kültür ürünlerine başvurmuştur.

Çok yönlü ve üretken kişiliğiyle Elçin; roman, hikâye, povest, senaryo gibi çeşitli tür ve alanlarda eser verirken millî kimlik ve millî kültür hususiyetlerinde hassas bir yaklaşım sergiler. Elçin, milletinin kültürünü, Türk kültürünün bilinen halk hikâyelerinden Kerem ile Aslı’nın alt metni üzerine oturttuğu Mahmut ile Meryem romanı ve kültürel imgelerle dolu Ak Deve adlı romanında, Azerbaycan toplumunun sosyo-kültürel yaşamını Gümüş Beyazı Karavan hikâyesiyle gözler önüne serer.

Elçin, yalnızca Türk kültürünün folklorik zenginliğini yansıtmakla kalmaz, Azerbaycan’daki sosyal ve kültürel yaşamı, toplumsal çatışmaları, ayrıca II. Dünya Savaşı’nın toplumda yaşattığı travmaları, bıraktığı izleri de eserlerinde yansıtıp tarihsel bilinç oluşturmak ister. Metinler, yaşadığı coğrafya ve kültüründen bağımsız olarak düşünülemez ve Elçin de yaşam sürdüğü coğrafya ve bu coğrafyanın tarihini bilmek önem arz eder ve Mahmut ile Meryem ve Kafa romanlarını tarihî bilgilerden de faydalanarak kaleme almıştır.

Türkiye’de Elçin üzerine yapılan çalışmalar sınırlıdır. Yukarıda da ifade edildiği üzere gayet üretken bir kalem olan Elçin’in eserleri, birçok bakımdan incelenmeye açıktır. Bu eser ise, bu büyük yazarın 80. yaşına armağan olarak hazırlanırken bu boşluğu bir nebze olsun doldurmayı amaçlanmıştır. Eserde Elçin’in hem romancılığı hem de hikâyeciliği irdelenmiştir. Bu itibarla eserin oluşmasında payı olan her yazarı ayrı ayrı tebrik ederken eserin yayıma hazırlama işini üstlenen Prof. Dr. Salim Çonoğlu, Doç. Dr. Mehdi Genceli, Dr. Yasin Yavuz ve Dr. Cem Sevinç’e de ayrıca teşekkür ederim.

Doç. Dr. Yakup Ömeroğlu
Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı

I.BÖLÜM
ELÇİN’E DAİR

ELÇİN’E MEKTUP: ÖLÜM HÜKMÜ! KİME? NEYE?
Bahtiyar Vahapzade Türkiye Türkçesine Aktaran: Serdar Acar1

Hürmetli Elçin!

Ölüm Hükmü romanını hevesle ama acele etmeden, her noktayı, her imayı içe içe, akıl ve duygu süzgecinden geçire geçire okudum. Yaşadığım acı günleri, korku ve endişe dolu yılları, yeniden yaşadım ve hemen senin yaşını düşünüp hayrete düştüm. Çünkü acı, işkence, korku ve endişe dolu yılları sen bir insan olarak yaşamamışsın ama yazar olarak yazmışsın. O acımasız ve korkunç yılların bu kadar doğal ve bu kadar inandırıcı şekilde kaleme alabilmene şaşırdım. Sen o yılların talihsizliklerini o kadar doğal kaleme almışsın ki bunların senden yaşça büyüklerin sohbetlerinden değil yalnız kişisel gözlemlerin ürünü olabileceği sonucuna varmamak elde değil. Eğer bu romanı benim yaşıtlarımdan biri yazsaydı ben buna şaşırmazdım. Örneğin, ben “İki Korku” şiirimi yaşadığım şahsi korku hissimden yola çıkarak, gözlemlerime dayanarak yazdım. Bunun için de burada hayret edilecek hiçbir şey yoktur.

Okuyucu benim şaşkınlığımı “O zaman edebiyatımızda yaratılan birçok tarihî romanın doğallığına neden şaşırmıyorsunuz?” diye yorumlayabilir. Kuşkusuz başarılı tarihî romanlarımız da var. Ancak o romanların başarısı, kaleme aldıkları dönemin genel tutkusunu umumî olarak düzgün yansıtılmasından kaynaklanmaktadır. Tarihî romanlarda dönemin, zamanın hadiseleri, ortamın atmosferi gibi ayrıntılardan ziyade hayatın öncelikli tutkusunda genel olarak yansıtılır. Bu başka türlü mümkün değil.

Ölüm Hükmü romanının ilk sayfaları 30’lu yıllardan, Stalin repressiyasının şiddetli döneminden bahsediyor. Ancak genel bir şekilde değil, özellikle mühim detaylarıyla romanı okumak beni dehşete düşürüyordu. Lisans ve lisansüstü öğrencisi olduğum 40’lı yıllar, beraber okuduğumuz Gülhüseyn, İsmihan, Hacı, Azer gibi düşünen gençlerimizin başına gelen talihsizlikler aklıma geliyor, o yılları nasıl bitirdiğimize, o dönemin kasırgalarından nasıl sağ kurtulabildiğime şaşırıyorum.

Sevgili Elçin, sen kaleminin gücüyle o yılları bir daha kalbimden geçirip beni okur olarak sarsabildiysen o zaman burada tasvir ettiğin hadiselerin doğallığına istinaden sanatının büyüsüne ve yeteneğinin gücüne şaşırmak lazımdır. Böylelikle sen beni bir kez daha kaleminle yeteneğin gücüne ve sanatın kudretine inandırdın. Bak, bu Ölüm Hükmü’nün esas başarısıdır. Bu başarından dolayı seni tebrik ediyorum.

Romandan birkaç örnek vermek istiyorum. Tepesinden tırnağına kadar kendi döneminin yetiştirdiği biri olan Eflatun’un okul müdürü Elesger muallime “Cemaat birdenbire 10 tane düşman ifşa ediyor… Biz ise var yok iki tane.” demesi, böylece Elesger muallimin 10 yaşındaki pioner2 kızı Arzu’nun ziyafetten sonra Hüsrev muallimi duvar gazetesinde ifşa edeceğini bildirmesi, “Üzeyir Bey ‘Köroğlu’nu bu yüzden yazmış ki yani modern hayattan yazması” yargısıyla büyük sanatçıyı ifşa etme niyeti, onları değil günümüzü ifşa ediyor. Böylece o zamanın masumlarını ifşa etme eğilimi, bugün o zamanın ifşası hâline geliyor. O dönemde insanları ifşa etme yiğitlik, güzellik ve namus sayılıyor, vay o dönemde yaşayanların hâline! Böyle bir zamanda hangi güzellikten, hangi yücelikten söz edilebilir?

İkinci örnek: roman boyunca insanperver ve necip bir insan olarak tanıdığımız Elesger muallim tutuklanma korkusuyla karşı karşıya kaldığında sevdiği, derin hürmet beslediği, Eflatunlar ve Hıdırlardan koruduğu Hüsrev muallimi “ifşa etmesi” okuyucuyu sarsıyor. Bu romanın sonu da eserin en başarılı kısımlarındandır. Romanın başında güzel ve kibar bir insan olarak tanıdığımız Elesger muallimin bu uygunsuz hareketi için de biz onun kendi tabiatını değil yine zamanı sorumlu tutuyor, “Bak zaman iyi insanları da nasıl çirkinleştirebiliyormuş?” diye döneme lanet okuyoruz. Biz roman boyunca Eflatun ve Hıdırların çirkin tabiatına, “iftiralarına”” şaşırmıyoruz. Çünkü zaman mihenk taşı gibi onların tabiatındaki sahtekarlığı, alçaklığı gün yüzüne çıkarmıştır. Ancak Elesger muallim gibi iyi insanların vicdansız davranışlarının suçu onların değil sadece zamanın omuzlarına düşer. Iago, Iago’dur. Onun elinden zamanına göre her türlü fenalık gelebilir. Peki, ya Othello? Onun katilliği tabiatındaki masumiyetten değil düştüğü durumun çaresizliğinden kaynaklanır. Bu yüzden de biz Othello’dan nefret etmiyor, sadece ona acıyoruz. Aynı şekilde biz Elesger muallimin ihanetini haklı çıkaramasak da onun bu ahlaksız davranışının suçunu Othello’da olduğu gibi durumunun çaresizliğinde görüyoruz. Shakespeare’in ustalığı, Iago’nun aşağılık eylemlerini betimlemesinde değil, Othello’nun katil olmasına üzülmemizi sağlama becerisindedir. Elesger muallimin alçakça davranışıyla okuyucuyu incitmemesi, bu romanda üçüncü zaferidir.

Romandaki Abdül Gafarzade çok ilginç ve orijinal bir karakterdir. Bu karakter de bütün çirkinliği ve dönemin tipikliği ile tam olarak kendi döneminin meyvesidir. Bu adam 30-40 yıl öncesi değil bugün de ortaya çıkan bir mafyanın bütün karakteristik özelliklerini özünde topluyor. Günümüz hayatından kitaba düşen bu insana hepimiz her gün rastlıyoruz, onun tenden tene geçişine ve bütün girdaplardan zarar görmeden çıkabilmesine şaşırmıyoruz. Çünkü bu durum günümüz toplumunda basit bir kuralla norm hâline dönüştü. Bu adamın yaptıklarını izledikçe, insanlık ne kadar alçalmış ki alçala alçala, insana has olan en mukaddes duyguları yitire yitire topladığı serveti evladı için kazdırdığı mezarda sakladığını düşünüyorsunuz. Bu rezaletin son noktasıdır. Servetiyle beraber oğlunu toprağa gömdükten sonra Abdül Gafarzade’nin sık sık kabri ziyarete gelmesi bir insan olarak onun özünde de şüphe uyandırıyor. O, buraya yavrusunu mu yoksa servetini mi ziyarete gidiyor? Onun bu ziyaretini evladını yitiren babanın bu acıyı ağır bir şekilde yaşadığına, bu acıya dayanamadığına bir gerçeğin dayatması ile kendi babalık duygusundan şüphelenmeye başlıyor. Bu noktada azıcık da olsa insanlığı gün yüzüne çıkan Abdül Gafarzade buraya mezara gömdüğü servetini kontrol etmeye değil, çocuğunu ziyaret etmeye geldiğini kendini inandırmaya çalışıyor.

“Ama böyle anlarda sanki bu adamın içine bir şeytan giriyordu ve nefesi kesile kesile nabız gibi aralıksız atıyordu: ‘Hayır, sadece oğlun için gelmiyorsun buraya!’”

Bu korkunç! Bu sahne son derece psikolojik bir buluş ve biz o anda bir kıvılcım gibi yanıp sönünce de Abdül’ün vahşi tabiatına baş kaldıran insanı görüyor ve onun kadar sarsılıyoruz. Elbette ki bu, yarattığı karakteri bütün derinliği ile anlayan, psikolojik durumlardan geçiren kalemin gücüdür.

Şaşırtıcı olan, zamanın ortaya çıkardığı bu insanların yaptıklarına ve iğrençliklerine o kadar alışmışız ki onların alçaklığını, en mukaddes duygulara ihanetini, kısaca, insanlığa yakışmayan çirkinliklerini doğal kabul ediyoruz ve buna şaşırmıyoruz. Niye? Çünkü biz bu çirkinliklerin esas sebebini onların özlerinde değil, çevrede, zamanda görüyoruz. Bu yüzden de biz onlar için değil, onları bu hâle getiren zaman, çevre ve şartlar için ölüm hükmünü arzu ediyoruz.

Böylece, eser bu şekilde adının hakkını veriyor. “Eğer bu ortam, bu şartlar toplumdan kendi ölüm hükmünü almasa bu dönemde yaşayan insanların vay hâline!” diye düşünüyoruz.

Sevgili Elçin, ben romanı tamamıyla tahlil etmeyi amaç edinmedim. Amacım bu romanın üzerimdeki etkisini ve romanın esas başarılarını sana aktarmak ve yazar olarak teşekkürümü bildirmektir.

Derin hürmetle.

Bahtiyar Vahabzade
1990 (Azerbaycan Gençleri, 23 Aralık 1990)

ELEŞTİRİ VE DÜZYAZI HAKKINDA
Mir Celal Türkiye Türkesine Aktaran: Muhammet Güntay3

Elçin’in edebî hayatı Azerbaycan edebiyatında ilginç ve karmaşık bir dönemdi. Aynı zamanda, özellikle sanatsal nesirimiz, “Abşeron”, “Siyah Taşlar”, “Şamo”, “Uzak Sahillerde”, “Köprü Kuranlar”, “Dostluk Kulesi”, “Gölge”, “Söğütlü Ark “Gülşen”, vs. gibi önemli romanlar olarak, bir dizi anlatı ve hikâye yaratılır. Eserlerin bazı sanatsal kusurları olmasına rağmen, modern tema ve halk yaşamları, literatürümüzün hiçbir döneminde böyle bir ayrıntıyı kapsamamıştır.

O zaman, Azerbaycan edebiyat eleştirisi sanatsal nesir gelişimine ayak uyduramadı ve bazen zayıf ve donuk çalışmalar için zemin hazırladı. Ayrıca “eleştirmenler” yazarları zayıf eserleri övme, iyi işleri görmezden gelme ve literatürümüze zarar verme girişimiyle suçladılar. Bedii yaratıcılığı ve bu sanat literatürünü yaratanları karalamakla uğraştılar. Bazı eleştirmenlerin bilimsel-teorik seviyesi, genel dünya görüşü, sosyolojinin kısıtlanmasına olanak vermiyordu ki, bu yazarlar çağın gereksinimlerini karşılayacak makale ve tezlerle edebî eleştiriyi zenginleştirsinler.

Binden fazla dergi, makale ve bir dizi ders kitabını incelendi ve analiz etti. Savaş sonrası dönem, Azerbaycan nesrinde tüm eserleri inceledi. Şimdiye kadar çalışılmamış önemli noktalara dikkat etti ve önemli kararlar verdi, sonuç olarak Elçin önemli bir çalışma oluşturdu.

Elçin’in eserlerinde aynı zamanda bir dizi önemli sorun da çözüldü: Millî gelenek ve edebî geleneğin birbirine karıştırılması, müspet kahraman ve genellikle karakterlerin edebî eserlerde ortaya çıkması, modernliğin aciliyet, aciliyetinin ise ekonomik yenilik olarak görülmesi, edebî eleştiri konusuna karşı yanlış tutum sergilemesi vs. bu tür önemli konulardır.

Bana öyle geliyor ki… Elçin edebî eser tahlillerini gerçek hayattan kopya tahliller gibi gösteriyor. Açıkçası, sanatsal çalışmanın analizinde sadece tamamen kamuya açık içerikten yararlanmak olmaz. Sanatkârlık konularının analizi kendi hususiyetini korumalıdır. Ne yazık ki bazı kaba sosyoloji makalelerinde Kolhoz başkanının raporlaması ile edebî eser tahlili birbirinden ayırt edilmiyor.

Elçin’in edebî hadiselere objektif yaklaşması, yeri geldikçe keskin tartışmalara girişmesi, işin ağırlığından korkmaması, önemli ilmi problemlere teorik gerçeklerle yaklaşması, eserin kalitesini hayli artırmış, bu eseri iyi bir araştırmaya çevirmiştir.

Elçin henüz üniversitedeyken benim öğrencim olmuş, geniş dünya görüşü ile dikkatimi çekmiştir.

Sonra lisansüstü eğitime devam ederken onun bu özellikleri daha da belirginleşmiş ve o iyi bir edebiyatçı ve yazar olarak yetişmiştir.

Söylemeliyim ki, Elçin bu eseri kesin lisansüstü eğitim zamanında tamamlamıştır. O, konusuyla alakalı Moskova ve Leningrad şehirlerinde tahsil görüp beş makale yazarak yayınlatmıştır. Bu makaleler onun konusunu kapsamakla beraber Elçin’in olanaklarını da göstermektedir. Tesadüf değildir ki onun edebî eserlerinin yanı sıra diğer konulardaki makaleleri de profesyonelliği ile dikkat çekmektedir. Belirtmeliyim ki genellikle Elçin’in eseri yazarın araştırma başarısını, ilmi çalışmadaki hünerini göstermekle dönemin eleştiri ortamına bakışı açısından son derece önemli ve kıymetlidir. Şüphem yok ki genç âlimin bu eseri ilmi şuramızda hak ettiği değeri bulacak ve yayınlanırsa okuyucularımıza, edebiyat meraklılarına önemli bir araç olacak.

1969
(Elçin Eleştiri ve Nesir, Bakü, “Güneş” 1999 s.211-213)

ELÇİN’İN EN BÜYÜK MÜTTEFİKİ
Prof. Dr. Abid Tahirli Türkiye Türkçesine Aktaran: Serdar Acar4

Azerbaycan edebiyatının yaşayan bir klasiği, seçkin bir devlet adamı olan Elçin ile şahsi olarak tanışıklığım neredeyse 30 yıldır. Açıkça ve samimi bir şekilde söylemem gerekirse Elçin’in yaratıcılığı ve toplumsal faaliyeti hakkında yazmak şimdi olduğundan çok daha rahat idi. Ancak o dönemde, 60’lar edebiyatının temsilcilerinden ve parlak şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilen Elçin’in yaratıcılığı çok yönlü ve zengin, faaliyetlerinde de aktif ve dikkat çekiciydi. Yıllar geçtikçe Elçin’in mirasını ve kişiliğini daha sorumlu bir şekilde ele almayı gerekli kılan önemli bir faktör var: Elçin zamanın ilerisindedir, erişilemezdir, toplumun ve edebî çevrenin ön saflarında yer almaktadır. Elçin’in yaratıcılık teknolojisi o kadar cezbedici, renkli hâle gelmiş, aynı zamanda yaratıcılığın hızı o kadar artmıştır ki bazen insana, edebî bir muhitin içinde kendisi bir edebi muhitmiş gibi gelir. Bazen edebî mirası -romanları, povestleri, piyesleri, hikâyeleri, edebî eleştirisel bakış açısı, çevirileri, senaryoları ve gazetecilik örnekleri- bir kişinin değil, bir neslin mirası gibi görülür. Ama bunlarla iş bitmiyor, bu meselenin bir yönüdür. Elçin, aynı zamanda ülkemizde kültür politikasının şekillenmesinde ve yönünün belirlenmesinde önemli rol oynayan şahsiyetlerden biri olarak edebî ve kültürel bir muhitin gelişmesini teşvik eder.

Bu arada, Elçin’in çalışma hayatının, idarecilikte ve teşkilatçılıkta kazandığı zengin deneyiminin onu çalıştığı alandaki en güçlü ve seçkin temsilcilerden biri hâline getirdiğini belirtmek gerekir.

Azerbaycan Milli İlimler Akademisi’nin Edebiyat Enstitüsü’nden başlayarak bu yol Yazarlar Birliği ve “Vatan” Cemiyeti’nde daha da genişler, kollara ayrılır. Azerbaycan sınırlarını aşar. Elçin’in sanatsal, eleştirel ve gazetecilik faaliyetleri, yalnızca onun büyük bir yetenek ve zekaya sahip olduğunu doğrulamakla kalmıyor, aynı zamanda karakterinin ve portresinin ana çizgisini ve göze çarpan özelliklerini tanımlamamıza da olanak tanıyor: ilkeli, kararlı, samimi, sadık, sorumlu, insancıldır. Yalana, kötülüğe, iftiraya karşı, yüzsüzlüğe tahammülsüzdür. Kendi sözleriyle, Elçin’in en büyük müttefiki ise heybetli hakikattir.

Tabii ki Elçin farklı insanların nazarında daha farklı üstün niteliklere de sahiptir. Torununun gözünde Elçin dünyanın en büyük büyükbabası ise çöküşün eşiğinde olan ama Elçin’in yardımıyla ölümden dönen bir insan için O, kurtarıcıdır. Ben belki de Elçin’de herkesin her gün gördüğü, gözlemlediği ama çoğunun farkına varmadığı tükenmek bilmeyen, yıllardır ondan ayrılmayan bir niteliğinden iki üç kelime ile bahsetmek istiyorum.

Elçin hayret etme, şaşırma pınarıdır. O, karşısındaki eserin mi yahut muhatabının mı onu şaşırtmasını, hayrete düşürmesini istiyor, arzuluyor. Elçin’in kendisi ise eseriyle, sohbetiyle karşısındakini hayrete düşürmenin, şaşırtmanın yetenekli ustasıdır. O, Baladadaş’tan bu yana, şimdiye kadar karakterlerinde daima buna yöneldi, bunun için çabaladı ve isteğine ulaştı. O, konu seçiminde, edebî üslup ve düşüncelerinde, eleştirel görüşlerinde olduğu kadar hayatında da böyledir. Buna birçok kez şahit oldum. Dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı hayat ve düşünce tarzına sahip, çeşitli iş insanları -yazarlar, şairler, diplomatlar, Doğulu alimler, Batılı alimler, ressamlar, sanatçılar ve hatta doktorlar… daha kimler- Elçin ile görüşmenin unutulmaz, zengin izlenimlerinden uzun müddet ayrılamadıklarını defalarca söylemiş ve yazmışlardır. 1990’lı yılların ortalarında, harici ülkelerden birinin ülkemizdeki sabık büyükelçisi, Elçin’in resepsiyonundan ayrıldığında, şair-gazeteci Dilsuz ile karşılaşır ve gayriihtiyari “Bu adam bir dahi, bu adam bir ansiklopedi.” der ve çevirmen söylediklerini şaire aktarır… Sonrasında Dilsuz, Elçin’in büyükelçiyle din ve vicdan özgürlüğü hakkında konuştuğunu, düşüncelerini büyükelçinin temsil ettiği ülkeden, bununla birlikte dünya edebiyatı klasiklerinin eserlerinden alıntılara dayandırdığını öğrenir.

Ben Elçin’i bugün böyle görüyorum, umarım gelecekte başarılarıyla şaşırtmayı ve büyülemeye devam eder.

YENİ EDEBİYAT VE ÇAĞDAŞ EDEBİYAT ELEŞTİRİSİNİN ÖNEMLİ BİR YARATICISI
Prof. Dr. İsa Habibbeyli5 Türkiye Türkçesine Aktaran: Serdar Acar6

Azerbaycan toplumunun seçkin halk yazarı, toplumsal şahsiyet ve edebiyat eleştirmeni olarak kabul ettiği Elçin Efendiyev’in çok yönlü yaratıcılık faaliyeti ile ülkemizin ilmî, edebî ve toplumsal çevresinde eşsiz bir yere ve konuma sahiptir. Elçin muallim en yeni dönem Azerbaycan bedii nesrinin, geçiş dönemi ve bağımsızlık aşaması dramaturgisinin ve son yarım yüzyıldan da fazla edebî eleştirinin ana yaratıcılarından biridir. O, Azerbaycan edebiyatında özel bir dalga olarak gelen “altmışlar”7 neslinin önde gelen temsilcisi olmanın yanı sıra umumi edebî ve içtimai fikrimizin en sürükleyici simalarından biri olarak tanınmaktadır. Yalnız “altmışlar”ın değil genel Azerbaycan edebiyatının, edebi-içtimai fikrinin son yarım yüzyıldan fazla bir dönemin gelişim süreçlerinde halk yazarı Elçin daima ileriye doğru harekete hem güçlü bedii yaratıcılığı ve ilmî eserleri hem de aktif vatandaşlık görevi ile önemli katkılar sağlamış, edebiyat ve kamuoyu önünde üzerine düşen sorumluluğu onurlu bir şekilde yerine getirmiştir. Bağımsızlık Dönemi Azerbaycan Edebiyatı’nın dünya edebiyatına doğru ufkunun genişlemesinde de Elçin muallimin şahsı ile alakalı unutulmaz sayfalar bulunmaktadır.

Bedii yaratıcılığa 1959 yılında “Azerbaycan Gençleri” gazetesinde yayınlanan “O İnanırdı” adlı hikâyesi ile başlayan Elçin Efendiyev, ilk eserlerinde gerçek hayatı, sıradan insanları ve ilginç kaderleri yansıtmıştır. “Min Geceden Biri” adlı ilk hikâye kitabı (1966) edebî çevrede ilgi görmüş, farklı tepkiler uyandırmış olsa da yazarın bireysel özgünlüğe sahip olan yetenekli bir kalem sahibi olduğu kabul edilmiştir. “Acıg Pencere”, “Sos” (1969) povestlerinde8 insan maneviyatının iç dünyasının gariplikleri, sıradanlıkları, kendine has oluşu gerçekçi renklerle orijinal bir şekilde yansıtılmıştır. Yazar daha sonraları bu povestlerini arka plana atarak bedii yaratıcılık hazırlıkları olarak adlandırsa da bu eserler o dönemde okuyucunun büyük ilgisini çekmiş, biçim ve içerik açısından yenilikleri olan edebî nesir örnekleri olarak kabul görmüştür.

Halk yazarı Elçin, Azerbaycan altmışlı yıllar edebiyatının ana yaratıcılarından biri olarak kabul edilir. Daha ziyade Azerbaycan’da “altmışlar” edebî akımının sürekli bir edebî harekete dönüşmesinde Elçin’in özel rolü ayrıca belirtilmelidir. Genç yazarın XX. yüzyılın yetmişinci yıllarında yayınlattığı “Gümüşü, Narıncı, Mehmeri” (1973), “Bu Dünyadan Katarlar Keçer” (1974), “Bir Görüşün Tarihçesi” (1977) ve “Povestler” (1979) kitaplarında yer alan hikâye ve povest türünde yazılmış eserler Azerbaycan edebiyatında büyük edebiyat yaratma iddiasında olan orijinal bir yazarın varlığını kesin olarak tasdik etmiştir. Aynı zamanda, Elçin’in yaratıcılıktaki belirleyici konumu yeni edebiyat süreçlerine ciddi bir ivme kazandırmış, edebiyatı ve edebî tenkidi ileri taşımıştır.

Azerbaycan edebiyatında yeni dönem Azerbaycan hikâyesinin yaratıcıları arasında halk yazarı Elçin özel bir yere sahiptir. Onun küçük hacme sahip olan kısa hikâyelerinde hayatın ciddi, derin, kapsamlı hakikatleri canlandırılmıştır. Yazarın hikâye kahramanları basit, sıradan insanların arasında yer alıp halkın hayatını temsil eden akılda kalıcı, renkli karakterlerdir. Elçin’in hikâyelerindeki “aerodrom”9 kasketli, biraz iddialı, incirli üzümü bahçelerde sıradan bir hayat süren sıradan insanların iç dünyası gibi dış dünyası da benzersizdir. Elçin orijinal bir ressam gibi kendi kahramanlarının hiç birisi, hiçbir yazarın eserinde olan karakterlere benzemeyen, tüm ana hatlarıyla kişiselleştirilmiş bir resmini büyük bir ustalıkla çizebilmiştir. Çeşitli yıllarda Elçin Efendiyev’in kaleminden çıkmış “Baladadaşın İlk Mehebbeti”, “Baladadaşın Toy Hamamı”, “Gümüşü Narıncı, Mehmeri”, “Beş Kepiklik Motosikl”, “Hotel Bristol”, “Bu Dünyadan Katarlar Geder”, “Bülbülün Nağılı”, “Şuşaya Duman Gelib”, “Karabağ Şikestesi”, “Sarı Gelin”, Ayakkabı”, “Kış Nağılı” gibi hikâyeler küçük türün büyük boyutlarına ve imkânlarına yüksek bedii seviyede cevap veren yenilikler getiren başarılı edebî örneklerdir. “Bala-dadasın İlk Mehebbeti” hikâye serisi Elçin’in Azerbaycan edebiyatındaki bedii mührüdür. Genel olarak Elçin’in bütün yaratıcılığı boyunca hikâye türüne başvurması ve her aşamada diğer edebî türlerle birlikte ilginç, etkili hikâyeler yazıp yayınlaması Azerbaycan edebiyatının bu süreli türünün şekil ve içerik açısından daha da gelişmesine olumlu etki yaratmıştır. Elçin’in küçük çocuklar için yazılmış “Günay, Yalçın, Nigar, Bir de Selim” (1980) adı ile yayınladığı kitabındaki çocuk hikâyeleri bu doğrultuda Azerbaycan edebiyatının yeni döneminde ortaya çıkmış ilgi çekici bedii örneklerdir. Yakın zamanda yayımladığı “Absurd Hekayeler”i tamamıyla orijinal olup Azerbaycan hikâyeciliğinde yeni sayfalar açan benzersiz sanat örnekleridir. Genellikle Elçin “yüzyılın türü” olarak kabul ettiği hikâye türüne karşı daha talepkâr ve sorumlu bir tavır sergiliyor. Onun Azerbaycan hikâyesinin yaşadığı süreçlere dair aşağıdaki düşünceleri hem onun bu türe karşı tavrını yansıtır hem de genel olarak yaratıcılık süreçlerine yön verir.

Povest türünde de Elçin’in kendine özgü ilgi çeken büyük başarıları vardır. Bilindiği üzere Azerbaycan edebiyatında povest türünün tarihi Mirza Feteli Ahundov’un “Aldanmış Kevakib” eseri (1857) ile başlamış olsa da son dönemde bu tür edebiyatta en çok ilgi gören edebî biçimlerinden birine dönüşmüştür. Povest hikâye ile roman arasında “geçiş türü” olduğu için nesrin hem kendinden önceki hem de sonraki işlevlerini yerine getirmek zorunda kalmıştır. Bu anlamda Elçin’in povest türünde yazdığı eserlerin yerinin tespiti ve yenilikçiliğinin ortaya konulması, yazarın hizmetlerine açıklık getirmesi bağlamında önemli bir husustur. İlk olarak Elçin’in povestlerinin türün gereklerini fazlasıyla karşılayan eserler olduğunu belirtmek gerektiğini biliyoruz. Bedii nesrin hem hikâye, povest hem de roman türünde art arda eserler yazdığı için Elçin’in büyük hikâyesini ya da kısa romanını povest adlandırmasına özel bir ihtiyaç olmamıştır. Bu noktadan hareketle Elçin’in çeşitli nesir türlerinde yazdığı eserler ile drama eserleri arasındaki geçiş süreçleri gözlemlenebilir. Yazarın dram eserlerinde bedii nesrine ait bazı olay örgüsü, motif ve benzer karakterler yer almaktadır. Bu da edebiyatın ağır topu sayılan bedii nesirde ifade edilen özel ağırlığa sahip problemleri dram türünde senaryolaştırmakla okuyucu mütalaasından izleyici salonuna geçirilerek kitleleştirilmesi, Elçin’in povest türünde yazdığı eserlerde büyük hikâyenin veya küçük romanın belirli çizgileri olsa da bu bedii örnekler ilk aşamada daha çok povest türünün gereksinimlerini karşılar. Elbette, hikâye yaratıcılığı ile sürekli meşgul olmak Elçin’in povestlerinin ortaya çıkması için temel hazırlık rolü oynar. Bununla birlikte, Elçin povest için seçtiği problem, özellikle de tasvir ettiği olay, hikâyeden ve romandan ayırır. Onun povestlerinde olay örgüsünün çeşitlenmesi ve karakterler dünyasının sunumu da türün boyutundadır. Deneysel povestler olarak düşündüğü “Açık Pencere” ve “Sos”da da aslında povest olay örgüsü ve karakterleri vardır. “Bir Görüşün Tarihçesi” povestinde iki ana istikamet sevmeden aile kuran Mirzoppa – Mesmehanım, geçikmiş bir aşk yaşayan Memmedağa-Mesmehanım satırları vasıtasıyla insanın manevi hayatının iniş çıkışlarını kaleme alarak insanın kendini arayışının çeşitli anlarını gözler önüne serer. Zorlukları, heyecanları, umutları akla getirir. Düşüncemize göre povestin sonunda tasvir edilen “Zukulbanın Göyünde Uçan Humay Kuşu” hem karakterlerin hayallerini hem de yazarın estetik idealini bünyesinde barındırır. Okuyucu talih yıldızının doğması gibi Humay kuşunun gölgesinin de bir gün sahibini bulacağına inanır. Psikolojik boyutlara dayanan “Toyuğun Diri Kalması” povestinde de Ağagül-Nise ve Zibeyde-Zakir ilişkilerinin ibretlik detayları, iç ıstırapların ve derin itirafların gerçek bedii ifadesine yol açar. Yazar ortaya çıkan itirafları manevi arınmanın özü olarak okuyucusuna aktarır. Elçin’in povest yaratıcılığında özel bir yere sahip olan “Dolça” povestinde de olaylar, iki ailenin farklı hayat tarzının tasviri ile geliştirilir. Ağababa ile Beşir muallimin ailesinin yaşam tarzındaki tezatlıkları ortaya koyan yazar, çevrenin olumsuz etkilerinden korunma ihtiyacını dikte eder. Sahibine sadık olan evcil köpeği Dolça’nın kötü çevrenin ve nefsin sayesinde nasıl değiştiğini gösteren yazar, nihayetinde sebatı, tokluğu, manevi bütünlüğü yüceltmenin önemli olduğunu düşünür. “Bayraklar” povestinde ise bağımsızlık yollarında yaşanan süreçlerin arka planında milliyetçilik ve vatanseverlik düşüncesi ön plana çıkarılır.

Bununla birlikte Elçin povestleri, onun romanları için merdivenin bir sonraki basamağı işlevi görür. Hikâye başlangıcı ve povest düşüncesi yazarda roman düşüncesini şekillendirmiştir. XX. yüzyılın altmışlı yılları Elçin’in yaratıcılığının hikâye dönemi, yetmişli yılları povestler aşaması, seksenli yılları ise roman çağı olduğu söylenebilir. Kuşkusuz bu aşamaların her birinde Elçin, ek olarak diğer türlerde de hatta edebî eleştiri alanında da eserler yazmıştır. Ancak her dönemin üstünlük kuran türleri anlamında yıllar merdiven gibi türlerin de gelişimini şart koşmuştur. Bu tür evrimsel süreçler, Elçin’in yaratıcılığında roman türünün doğal görünümünü hazırlamıştır. Geçen yüzyılın seksenli yıllarında yayınlanan “Mahmud ve Meryem” (1983), “Ağ Deve (1985) ve “Ölüm Hökmü” (1989) romanları edebiyatın ağır toplarının tüm silahlarını kullanma yeteneğini geliştirmiştir. Bu romanlarda çok yönlü bir olay örgüsü, zengin bir karakter dünyası ve önemli toplumsal sorunlar yansıtılır. Elçin’in roman tefekküründe estetiğin başı çekmesi yanında bilimsel görüşler de kendince yer almaktadır. Romanlarında bedii düşüncenin tüm olanaklarını sarf ettikten sonra sanki ikinci bir nefes almak için bilimsel anlayıştan ve kavrayıştan gelen enerjiden yararlanır. Böyle anlarda anlayış, bedii düşünceyi destekler ve derinleştirir. Yani zengin gerçeklere ve tarihi kaynaklara sahip olan “Mahmud ve Meryem” ile Büyük Vatanseverlik Savaşı10 olayları ve insanlarından bahseden “Ağ Deve”yi anlamadan sadece bedii algıyla üst düzeyde yazmak zor olur. Stalin Bağırov döneminin gergin atmosferini gerçek tarihi ve güncel siyaseti bilmeden roman düzeyinde derinlemesine yansıtmak mümkün olmazdı. Çok aktif okuma alışkanlıkları, bilimsel faaliyetlerde bulunma, araştırma makaleleri, adaylık ve doktora tezleri yazıp savunması Elçin muallimin dünya görüşünde, topluma ve insana bakış açısında bedii yeteneğin gerçekleri ile beraber, bilim faktörünü, anlayıştan gelen nitelikleri de benzersiz bir şekilde birleştirir. Elçin’in roman düşüncesi, bedii düşüncenin genişliği ile bilimsel anlayışın derinliğinden örülmüştür. Genel olarak Elçin, hayatın gerçeklerini yüksek bir bedii düzeyde ve anlayışın ışığında sunan mükemmel bir sosyolog yazardır.

Kanaatimizce XX. yüzyılın 70-80’li yıllarında Elçin’in ve onun çağdaşı olan diğer yazarların yaratıcılığında roman türünde yazılmış eserlerin daha geniş ve daha tutarlı bir şekilde ortaya çıkmasında Azerbaycan’da yaşanan süreçlerin önemli rolü olmuştur. Özellikle, önde gelen devlet adamı Haydar Aliyev’in Azerbaycan’a önderlik ettiği 1969-1982 yıllarında cumhuriyette harekete geçen milli uyanış, kendini anlama, tarihe, özüne dönen insanları, tarihi ve toplumu roman ölçeğinde kavramak ve yansıtmak için makul koşullar yaratmıştır. Bu tarihî aşamada edebiyatta sosyalizm realizmi edebî anlayışının gerektirdiği ideolojik çevrenin ötesinde ulusal fikirler, halkın kaderi, toplumsal ve manevi gelişiminde mühim rol oynamış büyük şahsiyetlerin mücadelesini tasvir ve terennüm eden kapsamlı eserler ortaya çıktı. Elçin’in romanlarının ortaya çıkmasında da bu millî uyanış ve öz farkındalık dönemi kendi sözünü söylemiştir. “Mahmud ile Meryem” romanında yaşanan büyük aşkla birlikte Azerbaycan devlet tarihinde özel bir yere sahip olan Şah İsmail Hatâyî Dönemi’nden, Çaldıran Savaşı’nın derslerinden bahsedilmesi ulusal tarihe dönüş döneminin kurguda açtığı olanakların bir yankısıydı. Mahmud ve Meryem’in aşk dünyasının gerçek sunumu da edebiyatta ideolojiden insana doğru hareketin Elçin’in çalışmalarında ortaya çıkan bir gerçekti. “Mahmud ile Meryem” insan ve zaman, aşk ve devran hakkında mükemmel bir macera romanıdır.

1.Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı.
2.Sovyet Dönemi’nde gönüllü çocuk komünist teşkilatı üyesi.
3.Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Doktora Öğrencisi.
4.Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, e-mail: seerdar.acar@gmail.com
5.Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Başkanı, Akademisyen.
6.Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı.
7.Detaylı bilgi için bk. Sedat Adıgüzel, Azerbaycan Edebiyatında 1960 Nesri (Hikâye ve Roman), Fenomen Yayınları, Erzurum 2007. A. N.
8.Kısa roman, uzun hikâye. A.N.
9.Aerodrom kelime anlamı olarak havaalanı anlamına gelir. Elçin, “Baladadaşın İlk Mehebbeti” (Baladadaş’ın İlk Aşkı) adlı hikâyesinde, anlatı başkahramanlarını Baladaş’ı “aerodrom” kepkalı (kasketli) olarak tasvir eder. Burada “aerodrom” kepkalı havalanı gibi geniş siperliği olan kasket anlamında kullanılmıştır. A.N.
10.II. Dünya Savaşı. A.N.
Elçine Armağan
Анонимный автор
Tekst
€1,21

Žanrid ja sildid

Vanusepiirang:
0+
Ilmumiskuupäev Litres'is:
01 august 2023
Objętość:
16 lk 28 illustratsiooni
ISBN:
978-625-6981-30-0
Kustija:
Õiguste omanik:
Elips Kitap

Selle raamatuga loetakse