Dürdane Hanım

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Binaenaleyh Acem Ali, sandalcıya dedi ki:

“ ‘Hepi topu birkaç defa görüştük.’ mü dedin? ‘Onlar da pek üstünkörü idiler.’ mi dedin? Gerçi hakkın var. Haydi öyleyse bu gece seninle enine boyuna bir görüşelim. Hem de sen ne istersen öyle yapalım. Hangi meyhaneyi beğenirsen orada içip hangi lokanta hoşuna gidiyorsa orada yemek yiyelim. Yemekten sonra dahi geceyi hep senin istediğin gibi geçirelim. Paralar benden! Nasıl, beğendin ya?”

“Evet, fena olmaz. Hazır yarın da pazar olduğundan işimiz yok demektir.”

“Öyleyse haydi bakalım, kalk da nereden başlayacaksak önüme düş gidelim.”

Biraz düşündükten sonra Sandalcı Sohbet şöyle dedi:

“Ben sana bir şey söyleyeyim mi?”

“Söyle!”

“Biz öyle rakıyı bir meyhanede, yemeği bir lokantada, eğlenceyi bir tiyatroda yapacağımıza, şuradan seninle kalksak, (…) oteline gitsek de ta yarın sabaha kadar her eğlencemizi orada tamamlasak fena mı olur?”

“Sen bilirsin. Bu gece ben sana tabiyim dedim ya!”

“Orada içki de var, yemek de var, her türlü eğlence de var! Hem pahaca dahi o kadar şikâyet olunacak derecede değildir.”

“Sen para cihetine karışma. Ne kadar giderse gitsin.”

“Evet! Zaten ben de orasını onun için istiyorum ya işte! Gündeliği bir mecidiyeyi güç dolduran benim gibi bir sandalcı için o yerler gidilir görülür şeyler değildir. Bir kerecik sizden iyi olmasın bir beyefendiyle gitmiştik. Şimdi o bey artık Galatalara tenezzül etmeyip Beyoğlularına devam etmeye başlamıştır. Belki siz dahi buralardan usanırsanız Beyoğlu’na devam edersiniz. Lakin bizim Galata için ondan daha kibar bir mekân bulunamaz.”

“Galata’dan usanmak, Beyoğlu’na devam etmek, şimdi bilinecek, hükmolunacak şeyler değildir. Eğer oralara devam etmeye kadar varırsak ihtimal ki yine beraber olur. Biz şimdiki hâlde bu gecelik eğlencemize bakalım!”

Bundan evvel “Henüz On Yedi Yaşında” başlığıyla kaleme almış olduğumuz bir romanda Beyoğlu’nun eğlence mahallerine dair okuyucularımıza epeyce tafsilatlı malumat vermiştik. Bu defa Galata’nın eğlence mahalleri hakkında o ölçüde tafsilat vermeyeceğiz. Zaten evvelce dahi dediğimiz gibi hikâyemizin Galata’yla ilgisi nispeten pek az bir şey olup bununla beraber Beyoğlu hakkında evvelki hikâyemizdeki izahlar, Galata’ya dahi tatbik olunabilmesi için şu noktayı dikkatlice anlamaya çalışmak kifayet eder ki biz “Henüz On Yedi Yaşında” romanında Beyoğlu’nun en muteber eğlencelerini tasvir etmiş olduğumuz hâlde o tarafın en müptezel eğlence mahalleri ne kadar murdar ve tehlikeli olmak lazım gelirse işte o murdar ve tehlikeli yerlerin dahi Galata’ya nispetle en muteber bir yer olacağı malumdur.

En rezil bir aşüfte, Beyoğlu’nda artık beş para edemeyecek kadar bayağılaştıktan sonra Galata’ya indiğinde henüz yeni türeme olmak mertebesinde itibarlı sayılır.

Beyoğlu’nda muteberce yerlerde pazarlık için liralar vahid-i kıyasi8 olup en müptezel yerlerinde mecidiyeden bahsolunur. Galata’daysa mecidiye denildiği zaman beşibiryerde liradan bahsolunmuş kadar hüküm sürüp çeyrek ve kuruş dahi vahid-i kıyasi kabul edilmektedir.

Ne hacet? Geçenlerde Galata’da bir yangın zuhur ederek yangından sonra arsası kazılırken beş altı insanın kemikleri ortaya çıkmış ve bunlar yangında helak olan adamlar olmayıp ondan evvel defterleri dürülerek mağazaların içine defnedildikleri ortaya çıkmıştı. Bu gibi tehlikeler Beyoğlu’nda yüzde bir muhtemel ise de Galata’da yüzde doksan dokuz muhtemeldir.

Acaba bizim genç Acem dilberinin Sandalcı Sohbet’le arkadaşlık etmesi bu tehlikeleri bildiği için Sohbet’in şöhretinin himayesinde kendi emniyetini de muhafaza etmiş olmak için midir?

Pek iyi bilemezsek de pek kuvvetli olarak zannederiz ki bunun için olmamalıdır. Zira Acem Ali’nin kendisi dahi demiş olduğu üzere bu gibi tehlikelere karşı hiçbir yardımcının himayesine muhtaç olmadığı gibi canı isterse Beyoğlu’nun en itibarlı yerlerinde eğlenebilecek kadar zengin de görünmektedir.

Herhâlde yine daha şimdiden hikâyenin her sırrını keşfetmek için zihni yormayalım da Acem Ali’yle Sandalcı Sohbet’i kendi gidişlerine bırakarak hâl ve hareketlerinin neticesinin nereye varacağını görelim.

Bunlar önceden karar verdikleri gibi (…) oteline vardılar. Fakat otelin herkes için gazino kabul edilen mahalline oturmayıp kendilerine mahsus bir oda açtırdılar.

Zaten Sandalcı Sohbet her yerde meşhur olduğu gibi namı bu otelde dahi bilindiğinden ilk defa geldiği zamandan beri orada hizmetçilik eden bir uşak Sandalcı Sohbet’in oraya geldiğini herkese haber verince sadece otel içinde bulunan kadın erkek hizmetçiler değil hatta müşteriler arasında dahi henüz Sohbet’in yüzünü görmemiş olanlar “Böyle Galata’yı sindirmiş olan Sohbet acaba nasıl bir adammış, görelim.” diye kapının önünden gelip geçerek ve birçoğu da birer vesileyle odaya girerek hasılı otelin içini altüst etmişti.

Böyle bir mahalde Sohbet’in yanında bir de güzel delikanlı bulunmasına bâdi-i emirde herkesin ne mana vereceğini izaha lüzum var mıdır?

Fakat bu şüphe çok vakit devam etmedi. Zira içkileri, yemekleri emreder iken bu delikanlının kese sahibi olduğu anlaşılacak tavırlarda bulunması ikinci derecede olarak kendisinin bir mirasyedi ve Sohbet’in de onun yanında dalkavuk olduğu hükmünü verdirip bir de delikanlının ismi “Acem Ali Bey” olduğu anlaşılınca zaten Ali Bey’in de ismi Galata’da şurada burada yavaş yavaş duyulmaya başladığından bu ikinci hüküm dahi bertaraf olarak herkeste en doğru inanç husule geldi.

Kendilerini birbirine beğendirmeye gayret eden iki yeni dostun her şeyde olduğu gibi içki içme hususunda dahi tam bir mümaşattan9 geriye durmayacakları kabul edilir. Hatta içki içme alışkınlıkları olmasa bile iyi arkadaşlığa halel vermemek için ikisi de Bekri Mustafa kesilirler. Bu hâl Acem Ali Bey’le Çerkez Sohbet arasında dahi görülüp kadehler boşaldıkça derhâl doldurulur ve sanki kadehlerin dolu durmaları ayıpmış gibi hemen boşaltılır ve yine doldurulurdu.

Binaenaleyh oraya varışlarından yarım saat sonra bunlar çakırkeyif derecesinden kendilerini bilmeyecek kadar sorhoşlaşmaya başladılar. Hatta o zamana kadar sohbetleri pek hususi iken ondan sonra odalarına gelen birkaç aşüfteye dahi hüsnükabul yüzü göstererek cemiyetlerini büyüttüler.

Acem Ali Bey bir aralık kendisini yokladığında sarhoşluğun derecesinden ürkerek ihtiyata lüzum gördüyse de şöyle bir mağlubiyeti dahi kahramanlık şanına yediremediğinden Sohbet’e dedi ki:

“Bugün ağzıma lokma koymadım desem yalan değildir. Karnım bir aç ki! Bütün bütün aç karnına içtiğimiz için rakı da iyi sardı. Ama ne parlak neşeliyim!”

“İsterseniz artık yemek yiyelim.”

“Fena olmaz. Çünkü benim bir âdetim vardır ki ziyadece sarhoş olursam yemek de yemem. O hâlde yarın sabaha kadar açlıktan âdeta gebermek muhakkak olur.”

“Yiyelim yiyelim! Ben de içkinin bundan ziyadesini sevmem.”

“Yemekten sonra şarapla keyifler tazelemek dahi mümkündür.”

“Öyle ya!”

Yemek lafı ortaya çıkınca misafir olarak içki içmekte bulunan bir iki aşüfte kalkıp gitmeye davrandılar. Acem Ali Bey, Sohbet’in ne diyeceğini görmek için bunların dağılmasına hiçbir şey demedi. Sohbet dahi hiç ses çıkarmayınca Ali Bey kızlara dedi ki:

“Ismarladığımız yemek hepimize yeter. Oturunuz, güle oynaya beraber yiyelim de sonra gidersiniz.”

Hemen hiçbir vakit karınları güzelce doymamakta bulunan aşüfteler Acem Ali Bey’in şu cömertliğinden memnun kaldılar. Hatta yemeği hazırlamak için kendileri hizmete kalkıştılar.

Bunlar hizmetteyken bir aralık Acem Ali Bey ile sandalcı yalnız kalınca Ali demişti ki:

“Nasıl arkadaş? Bu kızlardan hangisini beğendin?”

“Ben mi?”

“Ya kim olacak? Artık bu geceyi bekâr geçirmek olamaz ya?”

“Eğer benim için düşünüyorsan hiç düşünme! Kendin içinse hiç ummam ki senin gibi bir bey böyle murdar karılara tenezzül etsin.”

“Acayip! Rakılarını içmek ve yemeklerini yemek için murdar değiller de koynumuza alıp sarılıp yatmak için mi murdardırlar?”

“Evet!”

“Nasıl evet? İşte buna şaşırdım. Karılardan hoşlanmaz mısın yoksa? Tabiatın başkaysa ona diyeceğim yoktur.”

Bu son bahis Sohbet’in çehresinde öyle bir utangaçlık peyda etmişti ki Acem Ali’nin zannettiği tabiatta olmadığını ispat için bundan daha parlak delil olamazdı.

Sonra Sohbet dedi ki:

“Kadınlardan hoşlanmam demek, ben insan değilim demektir. Fakat sen bunlara ‘kadın’ diyebilir misin?”

“İyi ama buralarda bulunabilen kadınlar da bunlardan iyi olamaz. Ama istersen haydi Beyoğlu’na gidelim. Bu gece nasıl istersen seni öyle eğlendireceğim.”

Sohbet Ağa bu teklife dahi hiçbir cevap vermedi. Acem Ali Bey sordu ki:

“Ne sustun ya? İstersen Beyoğlu’na gideriz dedim. Sen pahasına filana karışma!”

“Paha ve para meselesinde bulunmadığımızı bilirim. Teşekkür ederim fakat ben ne Galata karılarını isterim ne de Beyoğlu!”

Oteldeki karılar bir yandan sofrayı kurup murdar çatal bıçak ve kaşıklar ve ele alınmaz peşkirler ve yüzüne bakılmaz tabaklar, kadehler filanlarla sofrayı süslemekteydiler. Bizim iki arkadaş yine konuşmalarına devam ederlerdi.

Acem Ali Bey dedi ki:

 

“Öyleyse mutlaka sevdiğin bir karı olmalıdır.”

“Neden sevdiğim bir karı olsun?”

“Böyle hiçbir karıyı beğenmek istememek ancak insanın sevdiği bir karısı olmasından kaynaklanır. Yok eğer bu suallerim can sıkıyorsa sormayayım. Arkadaşımı sıkmak istemem.”

“Hayır! Neden canım sıkılsın? Doğrusunu istersen ne sevdiğim bir karı vardır ne de yoktur.”

“Demek oluyor ki herhâlde bir kadın vardır ama…”

“Evet! Çamaşırlarımı yıkayan bir karı vardır.”

“Ama sevilecek bir şey olmadığından sevmezsin. Değil mi?”

“Ezcümle kırk beş yaşında bir karıdır.”

“Öyleyse bir gececik genç, güzel ve parlak bir kızla vakit geçirsen olmaz mı?”

“Senin canın istiyorsa istediğin gibi eğlenebilirsin. Hatta benim de refakat etmemi istersen beraber bulunurum. Lakin bana karı filan teklif etme!”

“Vallahi Sohbet! Ne kafada bir adam olduğunu anlayamadım!..”

“Hey beyim hey! Şimdiki hâlde bir Sandalcı Sohbet isem de ben de bir vakit bir Sohbet Bey’dim. Dünya gördüm beyim, çekmediğim bela kalmadıysa da gözlerim evvelden görmüş oldukları şeyleri bir türlü unutamazlar. Ben öyle beş on kuruş için koynuma girecek olan karı dünya güzeli olsa bile yine kabul etmem.

Acem Ali bir kahkaha kopardı, dedi ki:

“Demek oluyor ki o dünya güzeli kadının sana âşık olmasını, seni sevmesini istiyorsun ha? Fakat bir kere şu aynaya baksana! Hiç Sandalcı Sohbet öyle dünya güzeli hanımların sevebilecekleri bir herif midir?”

“Ben sevsinler demiyorum. Sevilmeyeceğimi ben de biliyorum. Fakat şu hâlde bir Sandalcı Çerkez Sohbet’im diye varıp da kendi karılıklarını kendileri dahi bilmeyen birtakım aşüftelerin kucaklarına atılacak değilim ya!”

“Öyleyse bir fakir kız bulup evlensene. Senin gibi adamlar fakirliğine, servetine itibar etmeyen fakat kendisini iyilikle kabul edecek olan bir kızcağızı canlarına sokarlar.”

“Pek doğrudur! Lakin günde ancak bir mecidiye kazanabilmekle o zavallı kızcağızı mesut edemem. Kış mevsiminde onu da kazanmak mümkün olamıyor.”

“Ama öyle bir kızda kanaat dahi bulunur.”

“Onda bulunursa bende bulunmaz. Ben karımın biraz da karıya benzemesini isterim.”

“Oo! Alicenaplığın da var ha?”

“Ne yapayım? Alicenabı olan adamlar içinde büyüdüm. Onun içindir ki ben de böyle Sandalcı Sohbet olduğum hâlde geberip gidinceye kadar sürünüp kalacağım. Kabahat bende değil amma!.. Neyse! Cenabıhakk’ın takdiri böyleymiş.”

Bu sözü söylediği zaman biçare Sohbet’in hâl ve tavrı pek ziyade nazarıdikkati ve ehemmiyeti çekecek bir suret peyda etmişti. Acem Ali, dikkat ehli bir adammış ki herifin bu tavrına çok dikkat etti. Lakin hiç sesini çıkarmadı. O zamana kadar sofra dahi kurulmuş olduğundan birkaç karıyla birlikte sofraya oturdular.

Cereyan eden konuşma Sohbet’te neşe bırakmamış olduğu gibi Acem Ali dahi nasılsa bir düşünceye vardığından davet olunan aşüfteler ise birkaç şenlik göstermek istediler ancak makbule geçmediği gibi zaten makbule geçebilecek tarzda dahi değildi.

Şu kadar var ki rakıyla tamam olmayan keyifleri şarapla tamamlamak hususunda dahi Acem Ali’yle Sandalcı Sohbet birbirlerine teşvik edici mümaşatta bulunmaya başladılar.

Sofradan kalkıldığı zaman iki arkadaşın ikisi de gerçekten kendilerini kaybedecek kadar sarhoştular. Hatta Acem Ali Bey, içkiye bu kadar alışkın adamlardan olmamalıdır ki içkinin tesiriyle daha ziyade etkilenmiş görünmekteydi. Binaenaleyh yemekten sonra eğlencede devama ihtimal kalmadı. Hemen yataklarda yuvarlanmak ihtiyacı baş gösterdiğinden hizmetçilere o yolda emirler verildi.

Bir yandan kahveler içilmek ve bir taraftan yatağa girileceği zamanı beklemekle beraber Acem Ali’yle Sohbet Ağa kalan sohbetlerine devam ettiler. Cereyan eden sohbet hep yukarıdan beri örneğini sunduğumuz tarzda olup Acem Ali tekrar tekrar Sandalcı Sohbet’e karı teklif eder ve Sohbet ise her defasında birer akıllıca özürle reddederdi. Şu kadar var ki bu sohbetlerin neticesinde Sandalcı Sohbet’in gerçekten şu sefil hâle layık bir adam olmadığı ve kadınları tanımak, kadınlara rağbet etmek hususunda gerçekten tabiat sahibi bir adam olduğu anlaşılırdı.

Gece henüz saat dörde gelmemiş olduğu hâlde bunların sarhoşluk mahmurluğuyla gözleri kapanmak derecelerine gelip nihayet soyundular, yataklarına girdiler. Hem de yatakların ikisi de bir odada olup buna ise Acem Ali lüzum göstermişti. İhtimal ki gençlik ve güzellik bazı yerlerde zenginlikten ziyade hırslı ve tamahkâr bakışları çektiğini göz önünde bulundurarak Sandalcı Sohbet’in himayesine kendisini bırakmak için böyle ikisinin bir odada yatmasına lüzum görmüş ve göstermiş olmalıdır.

İki arkadaşın ikisi de yatağa girer girmez horlamaya başladılar.

Hatta Sandalcı Sohbet, Acem Ali’den daha evvel uyumuştu.

Lakin horultu çok zaman devam etmedi. Sandalcı Sohbet bir aralık yatağından başını kaldırıp etrafı teftiş etti.

Ancak kaldırdığı başı tekrar yastık üzerine koymadı. Etrafı teftişten sonra gözleri Acem Ali üzerine dikilip orada dahi mıhlanıp kaldılar.

Acem Ali hâlâ horlamaktaydı.

Çerkez Sohbet hem Ali’yi temaşa eder hem de çehresinde o kadar değişimler gösterirdi ki dikkat ehli olan birisi bunu görecek olsa yüreğinden dahi pek çok şeyler geçmekte olduğuna hükmedebilirdi. Zira çehre yüreğin aynasıdır derler.

Sakın sandalcı baba, genç Acem delikanlı hakkında düşüncelerini değiştirmiş olmasın?

Sohbet Ağa yatağı içinde uzanmış olduğu hâlde Ali’yi temaşaya kanaat edemeyip kalktı, yatağın içine oturdu. Bir de sigara yaktı.

Anlaşılıyor ya! Sandalcının uykusu kaçtı.

Sigarasını içinceye kadar dahi yatağı içinde oturarak sonra yatağından çıktı. Ta Ali’nin yatağı yanına kadar sokulup iki gözlerini delikanlının yüzüne dikti. O kadar dikkatle bakıyordu ki bu bakışa bir âşık bakışı denilse pek de hata edilmemiş olur.

Acem Ali hâlâ horluyor. Hem de cidden pek derin uykuya varmış. Âdeta vücuduna iğne sokulsa duymayacak!

Sandalcı Sohbet, Ali’nin yatağına biraz daha sokuldu. Fakat o kadar sakınarak sokuldu ve çehresi dahi o kadar başkalaştı ki âdeta o aralık Ali gözlerini açıverecek olsa sandalcının bir kere hoplayacak olan kalbi bir daha çarpmaya meydan bulamayarak biçarenin bir anda helak olacağına dahi hükmolunabilirdi.

Bununla beraber yine bu anda tavrında sınırsız bir memnuniyetle sınırsız cüreti itham eder yeni bir hâl ve suret daha gelerek yatağa bütün bütün sokulmakla beraber Ali’nin yorganını biraz kaldırmaya kadar vardı. Zira Ali yorganına tamamıyla bürünmüş olarak yalnız yüzünü göstermekteydi.

Ne garip hâl! Sohbet yorganı kaldırıp da Ali’nin vücuduna bakar bakmaz sanki yorgan altında korkunç bir şey görmüş gibi birdenbire tekrar örterek iki adım dahi geriye çekildi.

Sohbet’in çehresinde nice bin hayret alameti varsa da kalbinde olanlar maksadı bildirecek bir şeyi söylemiyor ki!

Şüphesiz on dakika kadar daha ve fakat hareketsiz bir hâlde durduktan sonra tekrar Ali’nin yatağına sokularak yorganı bir daha açtı. Hem de bu defa evvelkinden daha ziyade sakınma hâlinde bulunup şu sakınmasından anlaşılıyordu ki ilk açtığı zaman gördüğü şeyin sıhhat ve hakikatine inanamamış da inanç getirmek için bu ikinci keşfe dahi mecbur olmuştur.

Acaba bu ikinci bakışında biz dahi Ali’ye Sohbet’le beraber bakmış olsaydık ne görürdük?

Ne göreceğiz? Soyunduğu zaman ceketini, yeleğini, Frenk gömleğini çıkarıp yalnız fanilasıyla yatağa girmiş olan Acem Ali Bey’in göğsündeki fanilanın altına sanki iki turunç koymuşlar gibi bir hâl!

Eğer Sandalcı Sohbet biraz daha cesaret edip de Ali’nin göğsüne elini koymuş olsaydı bu küreciklerin turunç kadar katı olmadıklarını görerek âdeta en güzel kız memelerinden bir çift meme olduğunu anlar ve hükmederdi.

Demek oluyor ki Acem Ali Bey denilen ve rıhtım üzerinde on kişiyi çil yavrusu gibi dağıtan kahraman, âdeta nazik bir kız imiş.

Evet ama yalnız “nazik” sıfatı biraz fazla görülüyor! Çünkü o demir pençeye pek de “nazik” denilemez.

Eğer Acem Ali Bey şişman bir adam olsaydı, bu memelerin kız memesi olmadığı akla gelebilirdi. Zira bazı şişman adamlarda hemen kız memesine yakın memeler görülmekte olup özellikle de sıkıca bir fanila giyildiği zaman bunlar bayağı kız memesi gibi kürevîlik dahi peyda ederlerdi.

Ancak Acem Ali Bey âdeta nahif endamlı bir delikanlı olup ondan başka Sandalcı Sohbet bu zatın kulaklarına dahi dikkat etmişti.

Sandalcı Sohbet, gerçekten, dünya görmüş bir adam olduğunu şu dikkatiyle herkese kabul ettirebilir. Zira Acem Ali Bey’in Rüstem-i Zalleri dahi aciz bırakacak pazu kuvvetinin dışında simasında öyle bir tatlılık görmüştü ki bu tatlılığın ne kadar güzel ve mahbub olursa olsun bir delikanlıda bulunabilmesi mümkün olamaz. O güzel ağız bilahare bıyık denilen bir tutam kılla örtülmek için yaratılmamıştı. O mini mini ve yumru çene ileride sakal denilen bir kıllı mahfaza ile hayret bakışlarından saklanacaksa pek yazık olacaktı.

İşte Sandalcı Sohbet bu dakikalara kadar inceleyici bakışlarını sevk ettiği hâlde Acem Ali’nin kulaklarına dikkat etmemek mümkün olur mu?

Bu dikkati de yatağından kalkıp da Ali’nin yatağına sokulduğu zaman etmiş ve kulaklarında küpe takmak için birer delik görünce şüphesi artarak nihayet yorganı kaldırmaya kadar cüret bulmuştur.

İkinci defa olarak yorganı kaldırıp baktıktan sonra Sandalcı Sohbet artık doğruca yatağına gelip uzandı. Fakat uyumak için değil. Bilakis bir sigara daha yaktı. Yine gözlerini Ali’ye dikerek sigarayı o kadar sık sık çekerdi ki bu hâlin dahi derin bir meraktan kaynaklanacağı malumdur.

Kim bilir bu hâlde Sandalcı Sohbet, Ali’nin bazı hareketlerini mi beklerdi? Kim bilir Ali’yi uyku uyumayıp da uyanıktır diye mi zannediyordu?

Fakat sigaranın birisi bitti, bir dahası yapılıp o da bitti. Yine Ali’de hiçbir hareket olmayıp kalbi üzerinden kurşun yemiş Moskof kazağı gibi yatmaktadır.

Sigaraların birkaçı daha öncekilerini takip ederek kül oldular. Ali’de hâlâ bir hareket yok. Nihayet Sandalcı Sohbet’in dahi gözleri kapanarak uykuya vardı.

Galata Caddesi’nde gidiş gelişin peyda ettiği gürültü Sohbet’i uykudan uyandırdığı zaman pencerelerden içeriye giren güneş odanın içini ışığa boğmuştu.

Sohbet’in gözlerinin en evvel Acem Ali’nin yatmış olduğu yatak tarafına dönmesi tabii olup orada Ali’yi göremeyince oda içinde aranmaya başladı.

Ali oda içinde de yoktu. Sohbet hemen kalkıp alelacele elbisesini giyindi, tam potinlerini ayağına giyerken kapı açılıp Acem Ali içeriye girdi.

“Uyandın mı arkadaş?”

“Şimdi kalktım.”

“Bu sarhoşluk üzerine bir işkembe çorbası yarar ya?”

“Hayhay!”

“Ben hesapları ödedim. Haydi öyleyse işkembeci dükkânına!”

Bunlar oradan çıktılar. İşkembeci dükkânında kahvaltılarını ettiler. Fakat Acem Ali Bey hep dün akşamki Acem Ali Bey olduğu gibi Sandalcı Sohbet de hep dün akşamki Sandalcı Sohbet olup Ali’nin bir kız olduğunu keşfettiğine dair sandalcıda hiçbir tavır, bir alâmet yoktu.

İşkembeciden dahi çıktıktan sonra Acem Ali arkadaşına dedi ki:

“Ey Sohbet! Bu gece güzel eğlenebildin mi?”

“Benim gibi bir adam ne kadar güzel eğlenebilirse o kadar!”

“Şimdi beni dinle! İstersen her zaman böyle eğlenebilmek ve güzel bir kız ile evlenerek rahat bir köşeye çekilmek, rahatlamak senin için mümkündür. Fakat benim de sana gördürecek bir hizmetim vardır.”

“Ben eğlenmek, yaşamak, ölmek filan gibi hesaplarda değilim. Senin arkadaşın olmak bana yeter. Hizmetin neyse hemen söyle.”

“Lakin bu hizmette körü körüne itaat isterim. Eğer zerre kadar itaatsizlik olursa…”

“Zerre kadar itaatsizlik olursa o anda beni öldür. Kanım katlim helal olsun!”

“Bir de esrarı meydana çıkarmamak…”

“Onların hepsi belli şeyler…”

“Öyleyse iki gün sonra, yani pazartesi akşamı seni yine dün akşam bulduğum meyhanede bulmalıyım.”

“Allah ölümden aman verirse muhakkak olarak bulursun.”

“Tamam. Şimdi bana izin ver de ayrılalım!”

“Uğurlar olsun!”

8Vahid-i kıyasi: Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar. (e.n.)
9Mümaşat: Birlikte hoş geçinmek. Bir kimsenin fikrine katılıyormuş gibi görünme. (e.n.)
Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?