Sevilmiş

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

“SEVILMIŞ, Vampire Journels serisinin ikinci kitabıdır ancak en az ilk kitap kadar etkileyicidir. İçersinde maceradan, aksiyona, romantizmden gerilime kadar pek çok duyguyu içermektedir. Harika bir devam kitabıdır ve Morgan Rice’dan çok daha fazla kitap beklemenize neden olacak seviyededir. Eğer ilk kitabı beğendiyseniz kemerlerinizi bağlayıp ikinci kitaba başlayın. Kitap devam kitabı olarak yazılmıştır ama Rice’ın ustaca üslubu sayesinde ilk kitaptan bağımsız olarak da okuyabilirsiniz.”

--Vampirebooksite.com

“THE VAMPIRE JOURNALS serisinin kurgusu gerçekten harika ve özellikle de SEVILMIŞ gece elinizden bırakamayacağınız bir kitap. Sonu da öyle heyecanlı bitiyor ki kitabı bitirir bitirmez bir sonrakini almak isteyeceksin. Görebileceğiniz gibi bu kitap seri için çok önemli bir adımdır ve A+’yı hak etmektedir.”

--The Dallas Examiner

“Morgan Rice SEVILMIŞ adlı kitabında ne kadar iyi bir hikâyeci olduğunu bir kez daha kanıtladı… SEVILMIŞ kitabının en güzel taraflarından biri gerçek tarih ile bağlantılar kurmasıdır. Gerçek tarih ile kitap arasında bağlantı kurmaya başladığınızda karakterlere neler olacağını daha çok merak ediyorsunuz. İnanıyoruz ki SEVILMIŞ her yaştan vampire/fantezi tarzını seven okura hitap etmektedir. Romantik sahneler 13 yaşından küçük çocuklar için de uygundur ve hiç bir şekilde olumsuz cinsel içerik bulunmamaktadır. SEVILMIŞ konu olarak ilk kitaptan çok daha derindir. Karakterleri çok daha iyi bir şekilde açıklar ve hem karakterleri hem de konuyu daha iyi anlamamızı sağlar. Hikâye akıcı bir şekilde ilerler ve sonu şok edicidir ve Heyecanın en üst noktasındayken hikâyenin sonu gelir. Kitaptan oldukça keyif aldım ve ilk kitaba nazaran daha çok beğendim. Bir sonraki kitabı da merakla bekliyorum.”

--The Romance Reviews

"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"

--Vampirebooksite.com
Morgan Rice

Morgan Rice Hakkında Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!

Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan THE VAMPIRE JOURNALS serisinin yazarıdır.

Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.

www.morganricebooks.com

YAZARIN KITAPLARI

THE SORCERER’S RING

Kahramanların Görevi

A QUEST OF HEROES (Book #1)

A MARCH OF KINGS (Book #2)

A FATE OF DRAGONS (Book #3)

A CRY OF HONOR (Book #4)

A VOW OF GLORY (Book #5)

A CHARGE OF VALOR (Book #6)

A RITE OF SWORDS (Book #7)

A GRANT OF ARMS (Book #8)

A SKY OF SPELLS (Book #9)

A SEA OF SHIELDS (Book #10)

A REIGN OF STEEL (Book #11)

A LAND OF FIRE (Book #12)

A RULE OF QUEENS (Book #13)

AN OATH OF BROTHERS (Book #14)

THE SURVIVAL TRILOGY

ARENA ONE (Book #1) Arena Bir Köletüccarları Üçlemesi

ARENA TWO (Book #2)

THE VAMPIRE JOURNALS

TURNED (Book #1): Dönüşüm

LOVED (Book #2) Sevilmiş

BETRAYED (Book #3): Aldatılmış

DESTINED (Book #4) Yazgı

DESIRED (Book #5)

BETROTHED (Book #6)

VOWED (Book #7)

FOUND (Book #8)

RESURRECTED (Book #9)

CRAVED (Book #10)

FATED (Book #11)

Lista!
Amazon
Audible
iTunes

Copyright © 2014 by Morgan Rice

Tüm hakları saklıdır. U.S. Copyright Act of 1976 (Birleşik Devletler Telif Anlaşması) izni haricinde, yazarın izni olmaksızın bu yayının bir bölümünün ya da tamamının hiç bir şekilde ya da hiç bir amaçla yeniden yayınlanması, kopyalanması, dağıtılması ve aktarılması yasaktır. Bu e-kitap sadece sizin kişisel zevkiniz için ruhsatlandırılmıştır. Bu e-kitap diğer kişilere tekrar satılamaz veya girilemez. Eğer bu kitabı başkaları ile de paylaşmak istiyorsanız lütfen her biri için ek kopyayı satın almalısınız. Eğer kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız ya da sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen kitabı iade edip başka bir kopya satın alınız. Yazarın yoğun çalışmasına saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Kitap tamamen kurgudan oluşmaktadır. İsimler, karakterler, meslekler, organizasyonlar, mekanlar ve olaylar tamamen yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da kurgu amacıyla kullanılmıştır. Ölü ya da diri gerçek herhangi biri ile olan benzeşme tamamen tesadüfîdir.

Yazar: Morgan Rice

Çeviri: Emrah Saraçoğlu

Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Yönetmen: Faruk Derince Yayın Koordinatörü: Ceylan Şenol Düzelti: Fatma Özay

İç Tasarım: Tuğçe Gülen Baskı: Melisa Matbaacılık Matbaa Sertifika No: 12088

Çifte Havuzlar Yolu

Acar Sitesi No: 4

Davutpaşa/İSTANBUL

YAKAMOZ KİTAP © MORGAN RICE

Orijinal Adı: Turned-The Vampire Journals

Copyright © Morgan Rice.

GERÇEK HADİSE:

1692 yılında Salem’de, ‘müteessirler’ diye bilinen bir grup genç kız, histerik  hâle gelmelerine  ve yöredeki cadıların kendilerine azap çektirdiğini birbirlerinden habersiz şekilde bağırmalarına yol açan esrarlı  bir hastalık  geçirdiler.  Salem cadı mahkemelerinin kurulmasının nedeni buydu.

Kızları pençesine düşüren bu gizemli hastalığın ne olduğu, bugüne kadar hiç açıklanamadı.

 
“Bu gece rüyasında  görmüş heykelimi
Öyle ki yüzlerce masurası olan bir fıskiye gibi
Halis kan akıtıyormuş: Ve bir dolu heveskâr Romalı
Gülerek gelip, içinde ellerini yıkamışlar: O, işte bunları zikreder ikazlar, alâmetler
Ve eli kulağında iblislerden…”
 
-William Shakespeare, Julius Caesar


Birinci Bölüm

Hudson Vadisi, New York

(Günümüz)


Caitlin Paine haftalardır ilk kez gevşediğini hissetti. Kü- çük bir ambarda, rahatça yere oturmuşken sırtını bir balya kuru ota yaslayıp gerindi. On adım ötesindeki taş şö- minede ateş yanıyordu. Bir parça odunu yeni atmış ve odu- nun çatırdamasından  gelen sesle rahatlamıştı.  Mart henüz bitmemişti  ve bu gece özellikle soğuktu.  Uzak duvardaki pencereden karanlık gökyüzü görünüyordu  ve Caitlin  hâlâ kar yağmakta olduğunu görebiliyordu.

Ambarın  içi sıcak değildi;  fakat biraz olsun ısınmak için ateşe yeteri kadar yakında oturuyordu.  Pek rahattı ve göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyordu. Ambarın içini ateşin kokusu doldurmaktaydı.  Sırtını biraz daha geri yas- ladığında omuzları ve bacaklarındaki gerginliğin gittiğini hissetti.

Elbette biliyordu ki huzur hissinin kaynağı ne ateş ne sır- tını dayadığı yumuşak ot ne de ambarın korunaklılığıydı. Her şey onun yüzündendi, Caleb yüzünden. Durdu ve ona baktı.

On beş adım mesafede karşı tarafta sırtını yaslamış, hiç kıpırdamadan  duruyordu.  Uyuyordu. Caitlin bu fırsatı; onun yüzünü, kusursuz hatlarını, soluk ve yarı-saydam teni- ni incelemek için kullandı. Hiç bu kadar kusursuz çizilmiş hatlar görmemişti. Gerçeküstüydü, tıpkı bir heykele bakmak gibi. Üç bin yıldır nasıl olup da hayatta kaldığına akıl sır erdiremiyordu. Caitlin daha on sekizinde olmasına rağmen Caleb’den daha yaşlı gösteriyordu.

Ancak mesele bundan  öteydi.  Ona ait bir hava, açı- ğa vurduğu gizli bir enerji vardı. Büyük bir huzur hissi… Onun  etrafında olduğu zaman her şeyin yoluna gireceğini biliyordu.

Hâlâ burada, hâlâ onun yanında olmasından dolayı mut- luydu. İçin için, birlikte kalmalarını umut etmeye bıraktı kendini. Ancak bunu düşündüğü sırada başına dert açtığı- nın farkına vararak kendine kızdı. Bunun gibi adamlar dur- duğu yerde durmazdı. Tabiatları buna müsait değildi.

Caleb  küçük soluklarla öyle güzel uyuyordu  ki Caitlin, onun uyuduğunu tam olarak emin bir şekilde söyleyemez- di. Bunun öncesinde, dediğine göre, beslenmeye gitmişti. Daha rahatlamış bir hâlde, elinde bir istif odunla dönmüş ve karlı havanın rüzgârını engellemek için ambarın kapısını sabitlemenin bir yolunu bulmuştu. Ateşi o yakmıştı, artık uyuduğu için ateşi besleme işi Caitlin’e kalmıştı.

Uzanıp kırmızı şarap dolu bardağından bir yudum daha aldığında sıcak sıvının yavaş yavaş onu gevşettiğini hissetti. Bu şişeyi, bir ot istifinin altındaki gizli bir sandıkta bulmuş-tu. Küçük  kardeşi Sam’in  aylar önce bir kapris uğruna bu şişeyi nasıl buraya koyduğunu  hatırlıyordu.  Asla içmezdi; fakat başından geçen bunca şeyden sonra birkaç yudumdan zarar gelmeyeceğini  düşünüyordu.

 

Defterini  dizlerinin üstüne, açık bir şekilde koymuş bir elinde kalemi, diğer elinde ise bardağı tutuyordu. Kalemi tutmaya başlayalı yirmi dakika olmuştu. Nereden başlayaca- ğı konusunda hiçbir fikri yoktu. Daha önce yazmak konu- sunda hiç sıkıntı çekmemişti; ama bu sefer durum farklıydı. Son birkaç gündür olanlar öyle dramatikti ki kâğıt üzerinde işlenmeye gelmiyordu. Hareketsiz ve rahatlamış hâlde otur- duğu ilk sefer buydu. Ucundan bile olsa güvende hissettiği ilk sefer buydu.

En baştan başlamanın en iyisi olacağına karar verdi. Neler olmuştu? Neden  buradaydı? Hatta o kimdi? Bunu kâğıda dökmeliydi. Artık cevapları kendisinin bile bildiğine emin olamıyordu.

*

Bir önceki haftaya kadar hayat normaldi. Sonunda Oakville’i sevmeye başlamıştım.  Sonra bir gün annem  eve geldi ve taşınacağımızı duyurdu.  Hayatım allak bullak oldu, onun yanındayken hep olduğu gibi.

Bu sefer her şey daha kötüydü. Başka bir banliyöye gitmiyor- duk. İstikamet New York’tu. Kent yani. Devlet okulu ve beton- dan bir hayat. Üstüne üstlük tehlikeli bir mahalle.

Sam de kızmıştı. Oraya gitmeyip birlikte kendi yolumuza gitmek hakkında konuştuk. Ancak gerçek şuydu ki gidecek baş- ka bir yerimiz yoktu.

Biz de el mahkûm yola koyulduk. Birbirimize  eğer  orayı sevmezsek evden ayrılacağımıza dair söz verdik. Başka bir yer bulacaktık. Herhangi bir yer. Bir ihtimal babamızın bile pe- şine düşecektik; her ne kadar ikimiz de bunun olmayacağını biliyorduysak da.

Sonra  her şey birden oluverdi. Çok hızlıca. Vücudum dönüş- tü. Değişti. Hâlâ ne olduğunu ya da neye dönüştüğümü  bilmi- yorum. Ancak şunu biliyorum ki artık aynı insan değilim.

Tüm bunların  başladığı o vahim geceyi hatırlıyorum. Car- negie  Hall. Jonah  ile buluşmamız. Sonra… Ara… Benim… Beslenmem? Birini öldürmem? Hâlâ hatırlayamıyorum. Sadece bana söyleneni biliyorum.  O gece bir şey yaptığımı  biliyorum; ama her şey o kadar bulanık ki. Her ne yaptıysam hâlâ içimde yaradır. Kimseye zarar vermek istememiştim.

Sonraki gün kendimdeki  değişikliği fark ettim. Kesinlikle daha kuvvetli,  ışığa daha duyarlı hâle geliyordum. Kokular da keskinleşmişti. Etrafımda  bulunan hayvanlar  garip davranı- yordu. Ben de onların etrafındayken garip davrandığımı his- sediyordum.

Annem o gece, Carnegie Hall’a  gitmeden  önce, bana onun gerçek kızı olmadığımı  söyledi. Ardından  o vampirler tarafın- dan öldürüldü ki esasen benim peşimdeydiler. Ona hiç böyle zarar verilmesini istemezdim. Hâlâ benim hatammış gibi his- sediyorum fakat her şey bir kenara, böyle hissetmeme müsaade etmemeliyim. Önümdeki şeylere odaklanmalıyım, kontrol ede- bileceğim şeylere.

Sonra yakalandım. Şu acımasız vampirlerce. Sonra kaçtım. Caleb… O olmasaydı eminim beni öldürürlerdi. Belki de daha kötüsünü yaparlardı.

Caleb’in meclisi, onun insanları, çok farklıydı. Ancak vam- pirlerin  hepsi aynı. Bölgeci, kıskanç,  şüpheci. Beni attılar ve ona bunu kabullenmek dışında bir seçenek bırakmadılar.

O yine de seçimini yaptı. Her şeye rağmen  beni  seçti. Bir kez daha beni kurtardı. Benim için her şeyini riske attı. Bu yüzden ona âşığım. Onun hiç bilemeyeceği kadar.

Ben de ona yardım etmeliyim. Benim ‘o’ olduğumu düşünü- yor; bir tür vampirlerin mesihi gibi bir şey olduğumu.  Benim onu vampirler savaşını durdurup  herkesi kurtaracak kayıp kı- lıç gibi bir şeye götüreceğime  inanmış durumda. Şahsen buna inanmıyorum.  Kendi insanları da inanmıyor. Ancak elindeki tek şeyin bu olduğunu, bunun onun için her şey olduğunu  bi- liyorum. Benim için her şeyini ateşe attı ve ben de en azından bunu yapabilirim. Benim için mesele kılıç falan değil. Sadece onun çekip gittiğini görmek istemiyorum.

O yüzden  ben de elimden  ne geliyorsa yapacağım. Nasıl olsa her zaman babamı bulmak istemiştim. Onun gerçekten kim olduğunu  öğrenmek istiyorum.  Benim  gerçekten kim olduğumu da; gerçekten yarı vampir miyim,  yoksa yarı insan mı ya da her neyse işte. Cevaplara ihtiyacım  var. Her  şey bir kenara, neye dönüşüyor olduğumu bilmeliyim…

*

“Caitlin?”

Sersemlikle uyandı. Yukarı baktığında, elini hafifçe om- zuna koymuş olan Caleb’i gördü. Gülümsüyordu.

“Sanırım uyuyakalmışsın” dedi.

Etrafa bakınınca dizlerinin üstünde açık kalmış olan def- terini görüp çat diye kapattı. Yanaklarının  kızardığını his-setti. Onun  bunları, özellikle ona karşı hissettikleriyle ilgili olan kısımları, okumamış olduğunu umut etmekten başka bir şey gelmiyordu elinden.

Olduğu yerde doğrulup gözlerini ovuşturdu. Hâlâ gecey- di ve her ne kadar köze dönmüş olsa da ateş yanmaktaydı. Caleb de daha yeni uyanmış olsa gerekti. Ne kadar zamandır uyuduğunu merak ediyordu.

“Üzgünüm” dedi. “Günlerdir ilk kez uyuyorum.”

Caleb  tekrar gülümsedikten sonra odanın diğer tarafın- daki ateşe doğru yürüdü. İçine birkaç kütük daha attığında kütükler  çatırdayıp alev alarak ateşi canlandırdılar.  Caitlin sıcaklığın ayaklarına uzandığını hissedebiliyordu.

Caleb orada durup ateşe bakarken düşüncelere dalıp git- miş ve gülümsemesi yüzünden silinmişti. Alevlere bakarken yüzü ateşin ışığıyla parlıyor ve bu onu bir kat daha çekici hâle getiriyordu. Büyük,  açık kahve renkteki gözleri koca- man açılmıştı  ve Caitlin onu izlerken  renkleri  açık yeşile döndü.

Caitlin iyice doğrulduğunda  kırmızı  şarabının olduğu bardağın hâlâ dolu olduğunu gördü. Bir yudum aldığında içi ısındı. Bir süredir hiçbir şey yememiş olduğu için alkol doğrudan kafasına vurdu. Diğer plastik bardak gözüne ilişti- ğinde nihayet adab-ı muaşereti hatırladı.

“Sana da koyayım mı?” diye sorduktan sonra çabucak ek- ledi, “Yani, tabii, içiyor musun bilmiyorum ama…”

Caleb güldü.

“Evet, vampirler de şarap içer” dedi gülümseyerek ve ya- nına gelip o şarabı dökerken bardağı tuttu.

Caitlin hayretler içinde kalmıştı; sözlerinden değil, gülü- şünden. Kahkahası yumuşaktı, zarifti ve odanın içine yayılı- vermişti. Onun hakkındaki diğer her şey gibi bu da pek bir esrarengizdi.

Caleb bardağı  dudaklarına  doğru götürürken  Caitlin, onun da aynısını yapmasını umarak gözlerinin içine baktı.

O da baktı.

Ardından ikisi de aynı anda gözlerini kaçırdılar. Caitlin kalbinin daha hızlı atmaya başladığını hissediyordu.

Caleb geldiği yere dönüp otların üstüne oturdu ve sırtını geri yaslayıp ona baktı. İşte şimdi onu inceliyordu. Caitlin mahcup hissetti.

Farkında  olmaksızın elini üstündeki  kıyafete götürdü ve daha iyi bir şeyler giymiş olmayı dileyebildi sadece. Üs- tündekini hatırlamak için hafızasını zorladı. Yol üstünde, neresi olduğunu hatırlayamadığı bir şehirde durdukların- da mevcut tek kıyafet dükkânına gidip üstündekileri de- ğiştirmişti.

Çekinerek alta doğru baktığında kendini tanıyamadı. Es- kimiş yırtık bir kot, bir numara büyük ayakkabılar, tişörtün üstünde duran bir kazak giyiyordu. Onların üstündeyse yine kendisine büyük gelen, bir düğmesi düşmüş soluk, mor bir mont vardı; ama sıcak tutuyordu.  Şu an için ihtiyacı olan tek şey de buydu.

Mahcup hissetti. Onu neden bu hâlde görmek zorunday- dı ki? Gerçekten içini kıpırdatan ilk adamla tanışması sıra- sında hoş gözükmesini sağlayacak bir fırsat bulamamasına ne demeliydi? Bu ambarda bir tuvalet yoktu, tuvalet olsa bile yanında makyaj malzemesi yoktu. Tekrardan utanarak uzak- lara doğru baktı.

“Ben uyuyalı epey oldu mu?” diye sordu.

“Emin değilim. Ben de yeni uyandım” dedi arkasına yas- lanıp elini saçında dolaştırarak. “Bu gece erken beslendim. Beni mayıştırdı.”

Caitlin ona baktı.

“Açıkla bana” dedi.

Caleb ona baktı.

“Beslenmek” diye ekledi. “Yani, nasıl oluyor? Gidip… in- sanları mı öldürüyorsun?”

“Hayır, asla” dedi.

Caleb söyleyeceklerini toparlarken odayı sessizlik kapladı.

“Vampir ırkındaki her şey gibi bu da biraz karmaşık” dedi. “Ne türden bir vampir ve hangi meclise bağlı olduğuna göre değişir. Ben sadece hayvanlar üzerinden beslenirim. Çoğun- lukla geyik. Zaten nüfusları  epey fazla, insanlar da onları avlıyor. Hatta insanlar onları avlayıp yemiyorlar bile.”

Yüzündeki ifade ağırlaştı.

“Ancak diğer meclisler pek bu kadar merhametli değildir. İnsanlardan beslenirler. Genellikle arzu edilmeyenlerden.”

“Arzu edilmeyenler derken?”

“Evsizler, aylaklar, fahişeler… Yoklukları fark edilmeyecek olanlar. Her zaman böyle olageldi. Irkın üstüne ilgi çekmek istemiyorlar.”

“Bu yüzden benim  meclisime,  vampir  neslime saf kan deriz. Diğerleri  ise saf değildir. Beslendiğin  şeyin… enerjisi sana zerk olur.”

Caitlin oturduğu yerde düşünüyordu.

“Peki ya ben?” diye sordu.

Caleb ona baktı.

“Neden  sadece bazen beslenmek istiyorum da geri kalan zamanlarda istemiyorum?”

Caleb kaşlarını çattı.

“Emin  değilim. Durum sende daha farklı. Sen melezsin. Bu çok enderdir… Şunu biliyorum ki yaşın geliyor. Diğer- leri tek bir gecede dönüşüverirler. Sendeyse bu bir süreçtir. Geçireceğin  değişimler,  tam olarak  oturman  biraz zaman alabilir.”

Caitlin geçmişi düşündüğünde açlık krizlerini ve nasıl da durduk  yerde baş gösterdiklerini hatırladı.  Nasıl olmuş da beslenmek dışında hiçbir şey düşünemez hâle getirmişlerdi onu! Korkunçtu.  Bunun  tekrar olması düşüncesi tüylerini ürpertiyordu.

“Bir daha ne zaman olacağını nasıl bilebilirim?”

Caleb ona baktı. “Bilemezsin.”

“Asla bir insanı öldürmek istemem” dedi. “Asla.”

“Öldürmek zorunda değilsin. Hayvanlardan beslenebilir-sin.”

“Yine bir yerden çıkamadığım zaman başıma gelirse?”

“Bunu  nasıl kontrol edeceğini öğrenmelisin. Biraz pratik ister, bir de irade. Kolay değildir; ama mümkündür.  Bunu kontrol edebilirsin. Her vampir bu süreçten geçer.”

Caitlin canlı bir hayvanı yakalayıp üstünden beslenme- nin nasıl olacağını düşündü.  Her zamankinden daha hızlı olduğunu biliyordu; fakat o denli hızlı olup olmadığından emin değildi. Gerçekten bir geyik yakalasaydı bile ne yap- ması gerektiğini bilemezdi.

Caleb’e baktı.

“Bana öğretir misin?” diye sordu umutla.

Bakışları kesiştiğinde kalp atışları kulağına gelecek kadar sertti.

“Beslenmek  ırkımızda kutsaldır. Her zaman yalnız yapı- lır” dedi yumuşak ve özür diler bir şekilde. “Tek istisnası..”

“Tek istisnası?”

“Evlilik törenleridir. Karıyla  kocayı birbirine bağlamak için.”

Caleb gözlerini kaçırdığında ruh hâlinin değiştiği görüle- biliyordu. Caitlin kanın yanaklarına hücum ettiğini hissetti ve içerisi birden daha sıcak oluverdi.

Oluruna bırakmaya karar verdi. Şu an açlık krizleri çek- miyordu ve o noktaya geldiğinde bu sınavı geçebilirdi. Bu olduğunda Caleb’in kendi yanında yer alacağını umdu.

Hem beslenmeyi, vampirleri ya da kılıçları pek de öyle aman aman umursuyor değildi. Bilmek  istediği şeyler ona dair şeylerdi ya da ona karşı gerçekten neler hissettiği hak- kında. Ona sormak istediği bir dolu soru vardı. Neden her şeyi  benim için riske attın? Hepsi kılıcı bulmak için miydi? Yoksa başka bir şey mi? Kılıcı bulduğunda hâlâ yanımda kala- cak mısın? Bir insanla romantik şeyler yaşamak  yasak olsa da benim için bu sınırı çiğner miydin?

Ancak korkuyordu.

O da bunların yerine basitçe şöyle dedi, “Umarım  kılıcını buluruz.”

Sersem, dedi kendi kendine. Söyleyebildiğinin  en iyisi bu mu? Düşündüklerini  söyleme cesaretini toplayamaz  mısın bir kerecik?

Ancak Caleb’in enerjisi o kadar yoğundu ki ne zaman onun yanında olsa berrak bir şekilde düşünmek zorlaşıyordu.

“Umarım”  diye yanıt verdi. “Sıradan bir silah değil bu. Türümüz tarafından asırlardır göz konulmuş bir şey. Şimdi- ye kadar dövülmüş en iyi Türk kılıcı. Tüm vampirleri öldü- rebilecek bir metalden yapılma olduğuna dair söylentiler var. O elimizdeyken kimse karşımızda duramaz. O olmadan…”

Lafı yarıda bıraktı; sözünün sonunu getirmekten çekini- yor gibiydi.

Caitlin, Sam’in orada olup babalarının  peşine düşmek konusunda önayak olmasını dilerdi. Gözleriyle ambarı tek- rar taradı. Ondan kalma bir iz görünmüyordu. Keşke telefo- nunu yolda kaybetmemiş olsaydı; hayat çok daha kolay hâle gelebilirdi.

 

“Sam her zaman buraya uğrardı” dedi. “Burada olacağın- dan çok emindim. Buraya geri geldiğini biliyorum, bundan eminim. Yarın okula gideriz ve arkadaşlarımla konuşurum. Neymiş ne değilmiş, bakacağım.”

Caleb başıyla onayladı. “Babanın nerede olduğunu bildi- ğini mi düşünüyorsun?” diye sordu.

“Ben… bilmiyorum” diye cevap verdi. “Ancak Sam’in ba- bam hakkında benden çok daha fazla şey bildiğini  biliyorum. Onu ta ne zamandır bulmaya çalışıyor. Eğer bir şeyler bilen birisi varsa o da kardeşimdir.”

Caitlin hafızasını kurcaladığında,  Sam’in sürekli arayıp tarayarak ona yeni ipuçları gösterip sonra da her daim hayal kırıklığına uğradığı tüm o zamanları hatırladı. Her gece oda- sına gider ve yatağının köşesine otururdu. Babalarını bulma arzusu içinde dolup taşan, onunla birlikte yaşayan bir canlı gibiydi. Caitlin de aynı şekilde hissediyordu; fakat onun ka- dar tutulmuş değildi. Bazı açılardan onun hayal kırıklığını seyretmek çok daha zordu.

Caitlin berbat çocukluğunu, kaçırdıkları her şeyi düşün- dü ve birden hislerine hâkim olamadı. Gözünün  kenarında bir damla yaş oluştuğunda utanarak onu eliyle sildi. Caleb’in bunu görmemiş olmasını umuyordu.

Ancak Caleb görmüştü. Onun olduğu tarafa bakıp sade- ce Caitlin’i seyretti.

Yavaşça yerinden  kalkıp  onun yanına oturdu. O kadar yakındı ki enerjisini hissedebiliyordu. Çok yoğundu. Kalbi çarpmaya başladı.

Caleb, bir parmağını hafifçe onun saçında dolaştırıp yü- zünün üstüne düşen telleri geri attı. Sonra parmağını gözü- nün kenarına ve ardından yanaklarına doğru götürdü.

Caitlin yere bakar şekilde kafasını aşağıda tuttu; onunla göz göze gelmeye çekiniyordu. Kendisini  incelediğini hisse- debiliyordu.

“Tasalanma” dedi yumuşak ve Caitlin’i bütünüyle gevşe- ten derin sesiyle. “Babanı bulacağız. Birlikte yapacağız.”

Caitlin bunun için tasalanmıyordu. Tasalarının kaynağı Caleb’di. Onu ne zaman bırakacağını düşünüp duruyordu.

Yüzüne  dönüp baksa  onun öpüp öpmeyeceğini  merak etti. Dudaklarını hissetmek için yanıp tutuşuyordu.

Başını çevirmeye çekindi. Bunu yapması için gereken ce- sareti toplayıncaya kadar sanki saatler geçti.

Ancak Caleb zaten diğer tarafa dönmüştü.  Kuru otlara yaslanmış, gözleri kapalı,  ateşin aydınlattığı  yüzünde hafif bir gülümsemeyle uyuyakalmıştı.

Caitlin daha yakına sokulup arkaya yaslandı. Başı onun omzundan birkaç santim ötedeydi. Neredeyse temas edecek- lerdi.

Neredeyse… Bu kadarı onun için yeterliydi.