Yazgi

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

“YAZGI, Vampire journals serisinin 4. kitabıdır  ve sizi hayal kırıklığına uğratmayacak.  Morgan Rice okuyucuları bağlayan muhteşem bir iş yapmış.. İyi yazılmış bir hikaye. Aksiyon yüklü bu kitaptaki dönemeçler ve olaylar sonuna kadar sizi kitaba bağlı tutar. Hikaye boyunca o kadar çok önemli olay ve heyecan verici gelişmeler var ki dikkatinizi sürekli üzerinde tutmayı başarıyor.  Ana karakter Caitlin, gelişiyor ve olgunlaşıyor. Ayrıca eski karakterlerin sunuş ve konuya karıştırılma şeklini de sevdim.. Mükemmel macera/aşk romanı!”

--The Romance Reviews

“Hikayelerin gelişme şeklini çok beğeniyorum. Karakterlerin büyümesini ve kendileri ve birbirleri hakkında yeni şeyler öğrenmesini izlemekten keyif alıyorum.. YAZGI büyük bir hikayeydi. Sizi gerçekten içine çekiyor! Bu kitapta kimi destekleyeceğimi bilemedim. Ve yine Major Cliffhanger!!! Aman Allah’ım, bir sonraki kitaba başlamak için sabırsızlanıyorum! İleride neler olacağını derhal öğrenmeliyim. Daha önce söylediğim gibi, TÜM SERİYİ alın! Hepsini kısa bir sürede bitirebilirsiniz. Bu kitaplar genç yetişkin serileridir. 30 yaşına yeni girdim, bu kadar sevdiğim az sayıda genç yetişkin serisi kitapları var ve bunlar da kesinlikle o listede! OKUYUN! OKUYUN! Unutmayın OKUYUN!”

--werevampsromance.org

"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"

--Vampirebooksite.com
Morgan Rice

Morgan Rice Hakkında Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!

Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan VAMPIR MEKTUPLARI serisinin yazarıdır.

Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.

www.morganricebooks.com

YAZARIN KITAPLARI

THE SORCERER’S RING

Kahramanların Görevi

A QUEST OF HEROES (Book #1)

A MARCH OF KINGS (Book #2)

A FATE OF DRAGONS (Book #3)

A CRY OF HONOR (Book #4)

A VOW OF GLORY (Book #5)

A CHARGE OF VALOR (Book #6)

A RITE OF SWORDS (Book #7)

A GRANT OF ARMS (Book #8)

A SKY OF SPELLS (Book #9)

A SEA OF SHIELDS (Book #10)

A REIGN OF STEEL (Book #11)

A LAND OF FIRE (Book #12)

A RULE OF QUEENS (Book #13)

AN OATH OF BROTHERS (Book #14)

THE SURVIVAL TRILOGY

ARENA ONE (Book #1) Arena Bir Köletüccarları Üçlemesi

ARENA TWO (Book #2)

THE VAMPIRE JOURNALS

TURNED (Book #1): Dönüşüm

LOVED (Book #2) Sevilmiş

BETRAYED (Book #3): Aldatılmış

DESTINED (Book #4) Yazgı

DESIRED (Book #5)

BETROTHED (Book #6)

VOWED (Book #7)

FOUND (Book #8)

RESURRECTED (Book #9)

CRAVED (Book #10)

FATED (Book #11)

Lista!
Amazon
Audible
iTunes

Copyright © 2014 by Morgan Rice

Tüm hakları saklıdır. U.S. Copyright Act of 1976 (Birleşik Devletler Telif Anlaşması) izni haricinde, yazarın izni olmaksızın bu yayının bir bölümünün ya da tamamının hiç bir şekilde ya da hiç bir amaçla yeniden yayınlanması, kopyalanması, dağıtılması ve aktarılması yasaktır. Bu e-kitap sadece sizin kişisel zevkiniz için ruhsatlandırılmıştır. Bu e-kitap diğer kişilere tekrar satılamaz veya girilemez. Eğer bu kitabı başkaları ile de paylaşmak istiyorsanız lütfen her biri için ek kopyayı satın almalısınız. Eğer kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız ya da sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen kitabı iade edip başka bir kopya satın alınız. Yazarın yoğun çalışmasına saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Kitap tamamen kurgudan oluşmaktadır. İsimler, karakterler, meslekler, organizasyonlar, mekanlar ve olaylar tamamen yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da kurgu amacıyla kullanılmıştır. Ölü ya da diri gerçek herhangi biri ile olan benzeşme tamamen tesadüfîdir.

Sonsuz Kitap: 86  1. Baskı: Aralık 2012  ISBN: 978-605-384-549-2  Yayıncı Sertifika No: 16238  Yazar: Morgan Rice  Çeviri: Emrah Saraçoğlu  Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince  Görsel Yönetmen: Faruk Derince  Yayın Koordinatörü: Ceylan Türk  İç Tasarım: Tuğçe Gülen  Baskı: Melisa Matbaacılık  Matbaa Sertifika No: 12088  Çifte Havuzlar Yolu  Acar Sitesi No: 4  Davutpaşa/İSTANBUL  YAKAMOZ KİTAP © MORGAN RICE Orijinal Adı: Destined-The Vampire Journals Copyright © Morgan Rice. arafından yayımlanmıştır. Türkçe yayım hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığıyla alınmıştır. Yayınevinden izin alınmaksızın tümüyle veya kısmen çoğaltılamaz, kopya edilemez ve yayımlanamaz. Sonsuz Kitap, Yakamoz Yayınları’nın tescilli markasıdır. YAKAMOZ KİTAP / SONSUZ KİTAP

GERÇEK:

Rivayete göre 2009  yılında Venedik göleti üzerindeki Lazzaretto Nuovo  denen  küçük adada, bozulmamış bir vampir cesedi bulundu.16.  yüzyıldaki salgında ölen  kadın  vampir, ağzında bir kalıpla gömülmüştü. Bu, vampirlerin Kara Ölüm* gibi salgınların arkasında oldukları yolundaki Orta Çağ inancını destekler nitelikte.

GERÇEK:

1700’lerin Venedik’i  dünyadaki başka hiçbir yere benzemiyordu. Dünyanın her yanından insanlar müsrif partilere ve balolara katılıp zarif elbiseler ve maskeler kuşanmak için oraya üşüşürlerdi. İnsanların sokakta kostümlü halde dolaşması serbestti. Tarihte  ilk kez, cinsiyet eşitsizliği sayfalardan silinmişti. Önceden otorite tarafından sindirilmiş olan kadınlar, şimdi erkek kılığına girip canlarının istediği yere erişebiliyordu.

 
“Ah aşkım! Karıcığım!
Ölüm, hani şu senin nefesini solduran
Güzelliğine ilişememiş henüz
Zapt edememiş seni, güzelliğinin nişanıdır hâlâ duran
Dudaklarının  ve yanaklarının şu al kırmızısı…”
 
--William Shakespeare, Romeo ve Juliet


Birinci Bölüm

Assisi, Umbria (İtalya)

(1790)


Caitlin Pane simsiyah bir karanlığın içinde yavaşça uyan- dı. Gözlerini açıp nerede olduğunu anlamaya çalıştıysa da fayda etmedi. Ellerini, kollarını hareket ettiremiyordu. Yumuşak bir dokunun içine batmış, onunla kaplanmış ol- duğunu hissediyordu  ve ne olduğunu çıkartamıyordu. Ağır- dı ve bir şey onu aşağı çekiyordu, her geçen saniyeyle birlikte gömülüyordu.  Nefes almaya çalıştığında burun deliklerinin tıkalı olduğunu fark etti.

Telaşa kapılan Caitlin ağzından derin bir nefes almaya ça- lıştı, ne var ki buna kalkışır kalkışmaz boğazının içine bir şe- yin oturduğunu hissetti. Kokusu burnunu kapladı ve nihayet onun ne olduğunun anladı: Toprak. Toprağa gömülmüştü; toprak yüzünü, gözlerini ve burnunu kaplıyor; ağzının içine giriyordu. Onu aşağı çekiyordu, her saniye ağırlaşıyor, hava almasını engelliyordu.

Ne nefes alabilen ne de görebilen Caitlin’in vücudunu bir telaş kapladı. Kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye çalıştı ancak onlar da ağırlaşmıştı. Tüm gücüyle mücadele etti ve sonunda kollarını az da olsa kaldırabilmeyi başardı; sonra onları gittikçe daha yukarı kaldırdı. Toprağı deldi ve elleri havayla buluştu. Taze bir güçle tekrar tüm gayretiyle çırpındı, üstündeki toprağı çılgın gibi eşelemeye ve atma- ya çalıştı. Oturur pozisyona geçmeyi başardı, her yanından toprak dökülüyordu. Yüzüne, kirpiklerine, ağzının içine ve burnuna bulaşmış kiri temizledi. Kendini kaybetmiş bir şe- kilde iki elini kullanıyordu ve nihayet nefes almasına yetecek kadar temizlenmeyi başarabildi.

Yutkunarak derin derin nefes aldı, içine çektiği oksijen için daha önce hiç bu kadar minnettar olmamıştı. Nefes alırken ciğerlerini parçalarcasına öksürmeye başladı, ağzı ve burnuna girmiş toprağı dışarı çıkardı.

Caitlin görebilecek kadar göz kapaklarını araladı. Gün batıyordu. Kırsal bir bölgedeydi. Küçük, kırsal bir mezar- lıkta bir toprak tepeciğine gömülmüş yatıyordu. Kafasını kaldırdığında şaşkın halde ona bakmakta olan üstü başı dö- küntü bir düzine aylak köylünün suratlarını gördü. Arka- sında mezar kazıcı duruyordu; göbekli adam toprak atmayı henüz bırakmamış, hâlâ durumu fark etmemişti. Hatta eği- lip küreğindeki kiri onun tarafına doğru atarken o yana bile bakmıyordu.

Daha Caitlin’in tepki vermesine kalmadan bir kürek do- lusu toprak tam suratına isabet ederek gözlerini ve burnunu kapladı. Kafasını silkeleyip daha dik bir şekilde oturdu, ba- caklarını hareket ettirerek taze ve ağır toprağın altından çıkmak için elinden gelen çabayı sarf ediyordu. Sonunda mezar kazıcı onu fark etti. Tam yeni bir kürek toprak atıyordu ki onu gördü ve geri sıçradı. Elindeki kürek yavaşça kaydı ve adam birkaç adım geri çekildi.

 

Köylülerin birinden gelen çığlık sessizliği bozdu. Caitlin’in cesedi olması gereken şeyin o anda toprağın üstüne çıkışı- na bakan, batıl inançlı yaşlı bir kadının çığırtkan feryadı… Haykırış durmak bilmiyordu.

Diğer köylülerin tepkileri birbirinden farklıydı. Birka- çı arkasını dönüp koşarak kaçtı. Bazıları sadece ağızlarını elleriyle kapamakla yetinmişti. Tek bir kelime edemeyecek haldeydiler. Caitlin’e  doğru birkaç ihtiyatlı adım attılar; Caitlin onların yüzlerindeki ifadeden, elleriyle havaya kal- dırdıkları çiftçi aletlerinden saldırmaya hazırlandıklarını anlayabiliyordu.

Neredeyim ben, diye sordu kendine ümitsizce. Bu insanlar kim? Dünyası ne kadar şaşmış olursa olsun, Caitlin’in aklı hızlı hareket etmesi gerektiğini fark edecek kadar yerindey- di. Sinirli bir şekilde tırmalayarak bacaklarını yere yapışık tutan toprağı fırlattı. Ne var ki toprak ıslak ve ağırdı. Bu ona kardeşi Sam ile beraber kumsaldayken onun tarafından gö- müldüğü zamanı hatırlattı. O zaman da kımıldayamamıştı. Ona kendisini salıvermesi için yalvarmış ama Sam onu saat- ler boyu öylece tutmuştu.

Öyle çaresiz, öyle kapana kısılmış hissediyordu ki kendi- ni tutamayıp ağlamaya başladı. Vampir kuvvetinin nereye kaybolduğunu merak ediyordu. Artık sadece bir insan mıydı yani? Öyleymiş  gibi geliyordu. Ölümlü, zayıf. Tıpkı diğer herkes gibi. Aniden kalbini bir korku sardı.

“Lütfen biri bana yardım etsin!” diye bağırdı Caitlin, ka- labalık içindeki kadınlardan biriyle göz göze gelmeye çalışıp, sevimli bir surat bulmayı umarak. Fakat sadece şok olmuş ve korku dolu bakışlarla karşılaştı.

Çiftçi aletlerini havaya kaldırmış öfkeli bir erkek toplulu- ğu ona doğru yaklaşmaktaydı.  Fazla zamanı yoktu. Doğru- dan onlara seslenmeyi denedi.

“Lütfen!” diye bağırdı. “Düşündüğünüz gibi değil! Size zarar vermek niyetinde değilim. Lütfen canımı acıt- mayın. Buradan çıkmama yardım edin!” Fakat bu onları yüreklendirmekten  başka bir işe yaramamış gibi gözükü- yordu.

“Öldürün şu vampiri!” diye bağırdı kalabalığın içinden bir köylü. “Onu tekrar öldürün!” Bu bağırtı coşkulu hay- kırışlarla karşılık bulmuştu. Kalabalık, Caitlin’i ölü istiyor- du. Diğerlerinden daha cesur olan, cüsseli, yabani bir köylü iki adım kadar yanına yanaştı. Caitlin hiddet dolu bir bakış atmasının akabinde baltasını yukarı kaldırdı. Caitlin onun tam yüzüne nişan aldığını görebiliyordu.

Adam, “Bu sefer öleceksin!” diye bağırdı son vuruşunun hemen öncesinde.

Caitlin gözlerini kapadı ve derinlerinde saklanan gücü çağırdı. İçinden gelen ilkel bir hiddet, ayak parmaklarından göğsüne doğru yükselip vücudunu sardı. Ateş gibi yanıyor- du. Bu şekilde ölmesi, saldırıya uğraması, bu denli çaresiz olması hiç de adil değildi. Oysa köylülere hiçbir şey yapma- mıştı. Hiddeti alev alacak kadar yükselirken kafasının içi hiç de adil değil diye yankılanıyordu.

Tam köylü baltasını dosdoğru suratına sallamıştı ki Cait- lin ihtiyacı olan kuvvet dalgasının geldiğini hissetti. Tek bir hareketle toprağın içinden sıçrayıp ayaklarının üstüne dikil- di ve baltayı sapının ortasından yakaladı.

Caitlin kalabalığın dehşete düştüğünü, nefesinin kesil- diğini hissedebiliyordu; irkilmişlerdi. Birkaç adım geri çe- kildiler. Baltanın sapı hâlâ elindeyken gözünü çevirdiğinde yabani adamın yüzünün apaçık bir korku ifadesine bürün- düğünü gördü. Onun hamle yapmasına izin vermeden Ca- itlin baltayı elinden kaptı, geri çekildi ve adamın göğsüne sert bir tekme attı. Adam uçarak havada altı metre geri gitti ve köylülerin oluşturduğu kalabalığın içine düşerek kendiyle beraber birkaç tanesini daha yere serdi.

Caitlin baltayı havaya kaldırdı, onlara doğru birkaç adım attı ve takınabileceği  en vahşi ifadeyi takınarak hırla- dı. Korku içindeki köylüler yüzlerini elleriyle kapayıp çığ- lık attılar. Bazıları ağaçlıklara doğru koşmaya başladı, geri kalanlar ise sindiler.

İşte bu Caitlin’in istediği neticeydi. Onları afallatacak kadar korkutmuştu. Baltayı yere bırakıp koşarak gün ba- tımına doğru uzaklaştı. Koştuğu sırada vampir güçlerinin geri gelmesini, birden havalanarak buradan uzaklaşması için kanatlarının açılmasını bekliyor ve umuyordu. Ne var ki o kadar şanslı değildi. Her nedense bir türlü olmuyordu. Onu yitirdim mi, diye düşündü. Artık yalnızca bir insan mıyım yeniden?

Sadece normal bir insan hızıyla koşuyor ve bunu ne kadar arzu ederse etsin, arkasında kanat falan olduğunu hissetmiyor- du. Şimdi o da diğerleri gibi zayıf ve savunmasız mıydı yani?

Bir cevap bulmasına kalmadan arkasında bir velvelenin yükseldiğini duydu. Omzundan geriye doğru baktı ve köy- lülerden oluşan kalabalığın onu kovaladığını gördü. Onun peşinden koşanlar ellerinde meşaleler, dipçikler ve çiftlik aletleri taşıyor, bağırıyor ve yerden taş topluyorlardı.

Lütfen Tanrım, diye yalvardı. Lütfen bu kâbus bitsin, sade- ce nerede olduğumu  bilinceye ve tekrardan  güçlü hale gelinceye kadar.

Caitlin aşağı doğru baktığında üstünde ne olduğunun farkına vardı. Nakışlı, zarif, uzun, siyah elbisesi boynundan ayak parmaklarına kadar uzanıyordu. Resmî bir olay -mesela bir cenaze- için uygundu fakat koşmak için kesinlikle de- ğil. Bacaklarını kısıtlıyordu. Eğilip dizinin üstünden elbiseyi yırttı. Bunun faydası dokundu, artık daha hızlı koşuyordu. Yine de yeterince hızlı değildi. Yorulduğunu hissetti ama ar- kasındaki kalabalığın enerjisi de tükenecek gibi durmuyor- du. Hızla yaklaşıyorlardı.

Aniden kafasının arkasında keskin bir acı hissetti, başı döndü, sendeledi. Elini uzatıp kafasına dokundu. Eli kan içindeydi. Taşlanmıştı. Yanından geçip giden bir dolu taşı görünce kafasını çevirdi ve köylülerin ona taş atmakta ol- duklarını gördü. Bir başka taş yine acı verici bir şekilde sır- tına isabet etti. Kalabalık artık yalnızca beş metre uzaktaydı.

Biraz ileride dik bir tepe gördü, üstünde kocaman bir Orta Çağ kilisesi ve manastırı vardı. Oraya doğru koştu. Orada yaşayanların yanına sığınmayı umuyordu. Fakat om- zuna gelen taşın ardından bunun boş bir çaba olduğunu fark etti. Kilise çok uzaktaydı, kan kaybediyordu ve arkasında- ki kalabalık gittikçe yaklaşıyordu. Geri dönüp savaşmaktan başka çaresi yoktu. Durumun  ironik olduğunu düşündü. Başına gelen bunca şeyden sonra; tüm o vampir savaşların- dan, hatta zamanda yolculuğu bile atlattıktan sonra aptal bir köylü topluluğu tarafından öldürülebilirdi.

Caitlin koşmayı bıraktı ve arkasını dönüp köylülerle yüz- leşti. Ölüm kaçınılmazsa bu savaşarak olacaktı. Orada öylece dikilirken gözlerini kapadı ve derin nefes aldı. Odaklandı- ğında etrafındaki dünya duruverdi. Çıplak ayaklarının yere kök salmış çimenlere  bastığını hissedebiliyordu ve yavaşça ama kuşkuya yer bırakmayacak şekilde vahşi bir kuvvetin içinde yükselip vücudunu ele geçirdiğini hissetti. Hatırla- mak istiyordu; hiddeti, içine işlemiş vahşi kuvveti hatırla- mak istiyordu. Bir zamanlar eğitim görmüş ve insanüstü bir güçle dövüşmüştü. Bunun geri gelmesini öyle arzu ediyordu ki! Derinlerde bir yerlerde, bir şekilde bunun halen dolaş- makta olduğunu hissediyordu. Orada dururken hayatında karşısına çıkmış bütün serseri takımlarını, pislikleri düşün- dü. Ona en ufak bir iyiliği çok görmüş annesini düşündü, onu ve Jonah’ı New York’un ara sokaklarında kovalayan ka- badayıları hatırladı. Hudson Vadisi’ndeki ambarda karşılaş- tığı, Sam’in arkadaşları olan serserileri düşündü. Ve Cain’in Pollepel hakkındaki tanıtımını hatırladı. Görünüşe göre ka- badayılar hiçbir zaman hiçbir yerden eksik olmuyordu. On- lardan kaçmanın hiçbir faydası dokunmamıştı. Hep yaptığı gibi karşılarına çıkmalı ve dövüşmeliydi.

Kafası tüm bu adaletsizliklere  dalıp gitmişken içindeki hiddet büyüyüp vücudunu sardı. Önce ikiye, sonra üçe kat- landı; ta ki o, damarlarının bununla dolu, kaslarının pat- lamak üzere olduğunu hissedinceye  kadar. Topluluk iyice yaklaşmıştı. Bir köylü sopasını kaldırıp kafasına doğru salla- dı. Yerine gelmiş gücüyle Caitlin tam zamanında eğildi, öne yüklendi ve adamı omzunun üstünden fırlattı. Adam metre- lerce havada uçtu ve sırtüstü yere düştü. Bir başka adam bü- yükçe bir taşı tam atmaya hazırlanıyordu ki Caitlin yerinden fırlayıp onun bileğini tutarak geriye doğru burktu. Adam çığlıklar içinde dizlerinin üstüne çöktü. Üçüncü köylü ona çapasıyla saldırdı ancak Caitlin çok hızlıydı. Kendi etrafın- da dönerek çapayı sallanışının yarısında yakaladı. Onu el- lerinden kaptı, ters çevirdi ve adamın kafasında parçaladı. İki metre uzunluğundaki çapa tam da ihtiyacı olan şeydi. Geniş bir daire çizerek onu savurdu ve menzili dahilindeki herkesi yere yıktı, saniyeler içerisinde etrafında geniş bir alan oluşturdu. Bir köylünün büyükçe bir taşı ona doğru atma- ya hazırlandığını gördü ve çapayı doğruca ona fırlattı. Çapa adamın eline isabet ederek taşı düşürmesini sağladı.

Caitlin sersemlemiş kalabalığın  içine daldı ve yaşlı bir kadının elindeki meşaleyi kapıp vahşice sallamaya başladı. Uzun ve kurumuş çimlerin bir kısmını yakıverdi, pek çok köylü korku içinde geri çekilirken feryatlar koptu. Ateş du- varı yeterince genişlediğinde geri çekilip meşaleyi kalabalığa doğru fırlattı. Meşale havada uçtu ve bir adamın elbisesinin arkasına isabet edip onu ve yanındaki adamı alevler içinde bıraktı. Kalabalık çabucak ateşi söndürmek için onların et- rafına toplandı.

Bu, Caitlin’in işine yaradı. Köylüler nihayet ona kaçmak için ihtiyacı olan koşma şansını verecek kadar şaşırmışlardı. Caitlin onlara zarar vermek niyetinde değildi. Sadece rahat bırakılmak istiyordu. Biraz soluklanmalı, nerede olduğunu anlamalıydı.

Arkasını dönüp tepedeki kiliseye doğru koşmaya başladı. Yepyeni bir kuvvete ve hıza sahip olduğunu hissediyor, te- peyi sekerek çıkarken arkasındakileri geride bıraktığını bili- yordu. Sadece kilisenin açık olmasını ve onu kabul etmesini umuyordu.

Çıplak ayaklarının altındaki çimenleri hissederek  tepe- den yukarı koşarken alacakaranlık çöktü ve Caitlin manas- tır duvarları boyunca bir sürü meşalenin yakıldığını gördü. Yaklaşınca yüksek bir istihkâm duvarının üzerinde bir gece nöbetçisi olduğunu gördü. Adam aşağı doğru ona baktığın- da yüzünü bir korku ifadesi kapladı. Başının üstündeki me- şaleye uzandı ve bağırdı: “Vampir! Vampir!”

Ardından kilise çanları çalmaya başladı. Caitlin her tara- fını meşalelerin kapladığını gördü. Çanlar çalmaya ve gece bekçisi bağırmaya devam ederken ağaçlıkların içinden her koldan insanlar çıkmaya başladı. Bir cadı avıydı bu ve hepsi ona doğru yönelmekteydiler.

Caitlin hızını arttırdı, o kadar hızlı koşuyordu ki eklemleri ağrımaya başlamıştı. Nefes nefese kilisenin meşeden yapılma kapılarına vardı. Bir tanesini hızlıca çekerek açtı ve içeri girip sert bir şekilde kapıyı kapadı. İçeriye girdikten sonra delir- mişçesine etrafa bakınırken bir çoban değneği gözüne ilişti. Onu kapıp çifte kapıların arkasına yerleştirerek kapıları sür- güledi. Aynı anda kapıdan muazzam bir gümbürtü işitildi, pek çok el kapıyı yumruklamaktaydı. Kapılar sarsıldı ama açılmadı. Değnek sağlamdı, en azından şimdilik.

Caitlin çabucak içeriyi inceledi. Çok şükür ki kilise boş- tu. Devasa kilisenin kemerli tavanı metrelerce yükseğe uza- nıyordu. Mermer zemininin üstünde yer alan yüzlerce sıra bomboştu. Uzak köşede, mihrabın üstünde bir sürü yanan meşale vardı. Kafasını çevirdiğinde salonun uzak köşesinde bir hareket gördü.

Yumruklamalar  daha da şiddetlendi ve kapı sallanmaya başladı. Caitlin mihraba doğru koştu. Oraya ulaştığında haklı olduğunu anladı. Orada biri vardı. Sessizce diz çökmüş, arka- sı ona dönük olan kişi bir rahipti. Tüm bunları nasıl olup da görmezden geldiğini, onun mevcudiyetini umursamadığını, böylesi bir zamanda kendini bu derece dua etmeye kaptırmış olduğunu Caitlin’in aklı almıyordu. Rahibin onu peşindeki topluluğa teslim etmemesini umuyordu.

“Hey!” dedi Caitlin.

Adam hiç isitifini bozmadı. Caitlin diğer tarafına geçerek onunla yüz yüze geldi. Tıraşlı, saçları beyazlamış,  yaşlı bir adamdı ve açık mavi gözleri dua etmekte olduğu sırada boş- luğa bakıyordu. Kafasını kaldırıp ona bakma zahmetine bile girmiyordu. Onunla ilgili hissettiği başka bir şey daha vardı. İçinde bulunduğu şu vaziyete rağmen Caitlin onda farklı bir şeyler olduğunu sezebiliyordu. Onun kendi türünden biri, bir vampir olduğunu anladı.

Yumruklamaların  gürültüsü arttı ve menteşelerden biri yerinden çıkınca Caitlin korku içinde arkaya baktı. Bu kala- balık oldukça azimli görünüyordu ve Caitlin nereye gidece- ğini bilmiyordu.

 

“Lütfen, bana yardım et!” diye yalvardı.

Adam birkaç saniye daha duasına devam etti. Sonunda ona hiç bakmadan, “Zaten ölü olan bir şeyi nasıl öldürebi- lirler ki?” dedi.

Tahtaların kırılma sesi onlara ulaşıyordu.

“Lütfen” diye üsteledi. “Beni onlara verme.”

Adam ağır ağır ayağa kalkıp kilise mihrabını işaret etti. “İşte orada” dedi. “Perdenin arkasında gizli bir kapı var. Fırla!”

Caitlin adamın parmağının gösterdiği yönü takip etti, ne var ki sadece saten bir kumaşla kaplanmış geniş bir platform görünüyordu gözüne. Kumaşı çekti ve gizli kapıyı gördü. Ka- pıyı açıp vücudunu ufak boşluğa soktu. Ufak bir delikten dışarıyı görebiliyordu. Rahibin hızla yan kapıya doğru gidip şaşılası bir kuvvetle tekmeleyerek açışını seyretti. O sırada ana kapı kalabalık tarafından yıkıldı ve herkes koridora doluştu.

Caitlin çabucak perdeyi geri çekti. Onu fark etmemiş ol- malarını umuyordu. Ahşap üzerindeki delikten dışarıyı iz- lerken kalabalığın koridor boyunca koşturarak doğruca ona gelmekte olduğunu görüyordu.

“Şu taraftan!” diye bağırdı rahip. “Vampir şu taraftan kaçtı!” Eliyle yan kapıyı işaret etti ve kalabalık doğruca onun yanından geçerek gecenin içine doğru uzaklaştı.

Birkaç saniye sonra sonu hiç gelmeyecekmiş gibi gözüken insan seli kiliseden çıkmış ve etraf nihayet sessizleşmişti. Ra- hip kapıyı kapayıp arkadan kilitledi.

Caitlin ona doğru gelmekte olan ayak seslerini duyabiliyor- du ve korkudan titreyerek, soğuk terler döke döke kapağı açtı.

Adam perdeyi çekti ve ona baktı. Nazikçe elini uzattı. “Caitlin” dedi gülümseyerek, “uzun zamandır seni bekliyor- duk biz de.”