Karnaval

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Durmuş, Oturmuş Bir Koca

Zekâyi’nin Arslangözyan ailesine tanıştırılması konusundaki önemi yukarıki bölümde belirtmiştik. Bu önemi takdir edebilmek için Madam Arslangözyan hakkında yalnız Resmi yanında varlığını gösterme şeklini anlattığımız zaman vermiş olduğumuz bilgiler yeterli gelir mi? Bu aile gerçekten önemlidir. Özellikle de hikâyemizce önemi birinci derecelerde olan önemlerdendir. Dolayısıyla bu aile hakkında lazım gelen açıklamaları okuyucularımıza arzla beraber, Resmi’nin bu ilk tanışıklığı ne şekilde sağladığını ve Zekâyi Bey’i ne şekilde tanıştırdığını da ona göre hikâye etmeliyiz. Hamparson Arslangözyan Ağa için ilk verdiğimiz sıfat ki kilise yöneticiliğidir.

Bu sıfatı küçücük bir şey zannetmezsiniz ya? Din birliği olanlar arasında bu itibar en seçkin olan kibara verilir. Hamparson Ağa’nın Beyoğlu’nda bir evi vardır ki süsçe birincilerden sayılır. Evinin sistem ve düzeni tam alafrangadır. Böyle bir evi idare eden kişinin ne kadar zengin olduğuna tarif gerekir mi?

Ömrünün gençlik devirlerini, İstanbul’da Beyoğlu, Adalar, Ayastafanos, Kadıköyü, Büyük Dere eğlencelerinde ve Avrupa’da da Paris ve Viyana ve Petersburg’un en gözde, en meşhur salonlarında geçirmiştir. Sefahat âleminde bu adamın başvurmadığı köşe ve bucak kalmayıp gayet zengin bir baba ve ondan daha zengin bir haladan kendisine geçen bitmez tükenmez servetin büyük bir kısmını buralarda harmanlamış ve artakalanı ise hâlâ İstanbul’da kendisini birinci derecede zenginlerden saydırtabilecek derecelerde kalmıştır. Ancak Hamparson Ağa’nın sefahat müddetini öyle birkaç seneden ibaret zannederseniz ne geçirdiği ömre, ne sarf eylediği akçeye dair bir fikir edinemezsiniz. Hamparson Ağa gençliğinin geçtiğine kolay kolay inanabilir mi? Yaşı kırkı geçtiği hâlde bile henüz yirmi beş yaşında bulunan gençler ile rekabet ederdi. Ta kırk yedi, kırk sekiz yaşına gelip de artık bıyığında beyazlar siyahlara gereği gibi galebe17 eyledikten ve hele başındaki saçları hemen hiç kalmayıp döküldükten sonra, “Ey, artık evlilik zamanı geldi!” diye Avrupa’dan İstanbul’a geri dönmüştür.

Hamparson Ağa, şimdiki hanımıyla henüz kızın on yedi, on sekiz yaşlarında bulunduğu bir zamanda evlenmiştir. Bu kızın dünya üstünde hiçbir kimsesi olmayıp Soeurs de Charite18 okulunda eğitim görmüştür.

Gerek kızı ve gerek Hamparson Ağa’yı tanıyanlar, bunları birbirlerine pek fazla layık ve uygun bulmuşlardı. Öyle ya! Hamparson Ağa ununu elemiş, eleğini asmış, durmuş, oturmuş bir kocadır. Artık hanımını kahredecek haşarılıklar kendisinden asla beklenmez. Biçare kızcağız, henüz gözleri göz yatağında fırıl fırıl dönen bir ateşli delikanlıya verilip de o da bin türlü hovardalık ile kızcağızı üzse, kahretse idi daha mı iyi olurdu? Ama kız pek güzelmiş. İsterse dünya güzeli olsun. Peri olsun. Ama pek terbiyeli, pek nazikmiş. Ne kadar terbiyeli olursa olsun zengin erkekler güzel kadınları her yerde bulup bilfiil haz edebilirler. Kendilerine eş olmak üzere de mutlaka zengin kızları ararlar. Ama Hamparson Ağa’nın biraz yaşı geçkince imiş. Hiç de değil! Henüz kırklık bir adam. Kırk yaşındaki erkek ihtiyar mı olurmuş! Tam mükemmel zamanı. Hele zenginliği! Artık koca denilen şeyin de gençliğinden evvel zenginliği aranır. Gençlik, güzellik karın doyurmaz kuzum! Paraya bakalım!

İşte, en fazla Hamparson Ağa’nın kıskançlığını besleyenler, durmuş, oturmuş koca ile hanımı arasında ilişkiyi bu şekilde ortaya koyarlardı.

Kıskançlıklarının en çoğu kız hakkında olanların aklından geçirdikleri de esasen söz konusu beraberliği bir kat daha uygun bulup ve onaylamakla beraber, şu şekilde dışa vurabilirlerdi:

“Pek uygun, pek yakışır!”

Hamparson Ağa bundan iyisini nerede bulacaktı? Aslında kendisi çok zengin bir adamsa da kendisi gibi zengin olan bir aile tutup da ona kızını veremez. Ellisini geçmiş, altmışına yaklaşmış bir herif! Zaten gençliğinde de güzel değilmiş. Zengin kızlar bu kadar çeyizleriyle koca mı bulamazlar ki ona varsınlar? Ama kimsenin almadığı kız tam Hamparson’un arayıp da bulamayacağı bir kızdır. Gençtir, güzeldir, Frenk mektebinden çıkmış, terbiyelidir. Lisan bilir, müzika bilir. Her şeyi bilir! Serveti yoksa kocasının serveti ona da yeter. Hamparson Ağa gibi gezmiş, tozmuş, alafranga bir adam da öyle olur olmaz, mıymıntı bir kadınla da yaşayamaz. Kısacası çok uygun oldu. İkisi de birbirlerine layıktırlar.

Halkta düşünüp taşınma mı istersiniz? Çok! Bir şeyi çekiştirmek lazım geldi mi bütün evrenin kanıtları onların ellerinde ve dillerindedir. Övmek mi lazım geldi? O kadar değilse de yine milyonlarca kanıtın ortaya konulmasından âciz kalmazlar. Ancak halkın gıpta ettiği bahtiyarlıklar içinde büyük büyük yıkımlar olmasa ve halkın yüreğini acıtan yıkımlar içinde büyük büyük bahtiyarlıklar bulunmasaydı, romancılara sermaye mi kalırdı?

Gerçekten Hamparson Ağa, pek çok kadının gıpta edecekleri bir koca çıktı. Karısından bir dakika ayrılmaz. Gündüzden akşama, gece yatak zamanına kadar hep beraberdir.

Vay, beraberliği yalnız yatak zamanına kadar mı? Asıl beraberliğin yatak zamanından sonra başlaması lazım gelmez mi?

Alafrangayı bilmiyor musunuz? Alafrangada kibar olanlar çoğunlukla ayrı ayrı odalarda yatarlar. Çoğunlukla değil, kibar kısmında hemen genel olarak böyledir. Madamın dairesi başka olur, mösyönünki başka. Bizim Hamparson Ağa, Avrupa’da bir değil birkaç kitap devirmiş ve kendi davası nedeniyle âdeta Frenk olmuş bir adam olduğu gibi hanımı da Frenk okulunda terbiye görmüş bulunduğundan alafrangaya herkesten fazla uyanlardandırlar.

Hamparson Ağa gıpta edilmeye değer bir kocaydı dediğimize iyi dikkat buyurunuz. Hanımını asla sıkmazdı. Mevsimine göre ziyafetler, souppeler,19 ballar20 verip hele her moda değiştikçe hanımına elbise yapmak ve tuvalet takımlarını bizzat sağlamak Mösyö Arslangözyan’ın birinci derecelerde önem verdiği bir şeydir. İsterdi ki hanımı modacıların kitaplarına koydukları resimler kadar süslü bir kadın olsun.

Artık kocasının bu derecelere kadar önemsemesine sahip olan bir kadın da bahtiyar olmaz da kim bahtiyar olur? Ya Madam Hamparson bu derecelerde özene layık bir kadın değil miydi? Ciddi olarak haber veririz ki bundan daha pek çok fazla özen ve önemsenmeye de layıktı. Boyca boy, vücutça vücut, endamca endam bir kadında ne kadar mükemmellik hayal edilirse edilsin, o kadın yine de Madam Arslangözyan’ın topuğuna bile erişmiş sayılamaz.

Düşünmelidir ki Resmi gibi bir adam bu kadını ilk gördüğü zaman elindeki çekici hayretinden düşürmüştür.

Madam Hamparson sürekli denilebilecek bir şekilde yarı dekolte elbise giymekte olup gerçekten o kadar beyaz göğüs, o kadar güzel ense, o derecelerde latif gerdan bir kadında bulunur da o kadın, yakası kulaklarına çıkan bir fistan21 giyer ise en güzel tabiat vergisini cimriler gibi gizleyip saklamış olur. Hâlbuki Madam Hamparson bu güzelliklerini gizlemek için yine tabiat vergisi yaradılışından olmak üzere o kadar gür, güzel ve kumral bir saça sahiptir ki onları bir özel hünerle tarayıp da omuzları üzerine döktüğü zaman genellikle Rus kadınlarda görüldüğü üzere tüyü dışarıya çevrilmiş bir samur şinel22 giymiş zannedilir.

Ya o çehredeki uyum! O güzellik! O şirinlik!

Kaşlar gayet uzun kolların bir diğerine girişmiş, dolaşmış bulunmasından şekillenmiş bir çift kıvırcık kaş! Gözler, gayet iri ve güzel ela gözler olup etrafındaki kirpikler hem o kadar sık hem o kadar uzundur ki insanın yüzüne bakacak olduğu zaman gözlerini güzelce açarak pek dikkatli bakmayacak olur ise kirpikler gözlerin güzelliğini âdeta gizlerler. Doğrusu şudur ki bu kirpiklerin duruşu öyle garip bir şekildedir ki kadın gözlerini açıp da insanın yüzüne pek dikkatli baktığı zaman bile güya bakmıyor, belki göz süzüyor zannedilir.

Bir çehrede şöyle bir çift kaş ve göz altında yine bunlarla uyumlu olacak bir şekilde resmedilmiş bir burun, ağız ve çene bulunmalıdır ki o çehre Madam Hamparson’un çehresine benzeyebilsin. Fakat ya onun cildindeki incelik ve tazelik her deride bulunabilir mi? Hamparson Ağa, bir takım kozmetikleri falan boş yere taşıyordu. Gerçekte bunlar cilde körpelik vermek için icat olunmuşlar ise de Madam Hamparson’un yüzüne, gerdanına ve sinesine tersine sertlik verirler. Deri, kozmetiklerden daha sert olmalıdır ki cilt onların oranında yumuşaklığından istifade edebilsin. Ama cilt kozmetiklerden daha körpe olursa bu etkiye yer mi kalır? Şüphe yok ki aksi kaziye23 gerçekleşir.

 

Şu kısacık, eksik tarif ve biçimlendirmelerimizle karşınızda cisimlendireceğiniz Madam Arslangözyan tarzındaki güzeller için hemen kibir ve gurura işaret edecek seviyelerde bir de sertlik ve çatıklık hayal ederseniz. Gerçekten pek şairane bir tasarımda bulunacağınızı inkâr edemeyiz. Ancak sizce bir kusur sayılacak olursa, ona da bir şey diyememek üzere haber veririz ki Madam Hamparson’da aksine öyle devamlı bir tebessüm vardır ki o tebessümü bir gülüş ve hatta kahkaha derecesine vardırmak için en az pek sıradan bir tuhaflık yeterli gelebilirdi. Sanki mutlak yaratıcı hazretleri alımlılık ve şenlikte abartının da bir cisim örneğini göstermek için bu vücudu donatmış!

Abartıya vermeyiniz! Birkaç defa her ne nedenle ağladığı hâlde, ufacık bir tuhaflık üzerine, hâlâ gözlerinde yaş varken kahkahalarla güldüğü de olmuştur.

Bahtiyar kadın!

Kadın mı bahtiyar? Yoksa buna sahip olan mı?

Şüphe yok ki herkes, “Buna sahip olan bahtiyardır!” diyecek. Ya, “Bu kadına köle olan bahtiyardır!” denilse reddedilir mi? Hiç kadın kısmına sahip olmak mümkün olur mu? Meğer insan ona köle olmalıdır ki o da kölenin hizmet ve mükafatını, kendisine sahipmiş gibi bir şekilde belirlesin de insan da bahtiyar sayılsın!

İşte Hamparson Ağa bu kadına köle olmuş ya?

Ne belli; “Ben sana köle olayım, sen bana sahip ol.” diye bir kontrat yapmak, gönül pazarlığı konusunda yeterli midir?

Resmi, bu ailede peyda eylediği ilk yakınlığı kuvvetlendirme konusunda o kadar zorluk çekmedi. Orgun tamiri meselesi, Hamparson Ağa’nın olanca dikkat ve önemseyişini Resmi’ye kazandırmış olduğu gibi org tamir olup da denenmesi de yapıldığı gün Madam Arslangözyan’ın Resmi’yi gözden geçirme şekli ve incelemesi zaten düşündürücü sonuçlar vadederdi. Böylelikle bundan sonra sözleşerek görüştükçe yakınlıkları kuvvet bularak ve yakınlıkları kuvvet buldukça görüşme adetleri artarak artık Resmi, Arslangözyan ailesinin sürekli gelip giden dostlarından sayılır oldu.

Madam Arslangözyan kadar güzel olan bir kadının evine devamı arttırıp da insanın gerek o kadını ve gerek kendisini dillere düşürmesi de asla istemeyeceği bir şey olursa, nasıl davranmak lazım geldiğini tarife gerek var mıdır? Varsa, Resmi’nin hareket şekline son derece ciddi olarak dikkat eylemek lazımdır.

Aslında biz henüz Madam Arslangözyan ile layıkıyla tanışıklık peyda etmemiş olduğumuz için bu kadının hakikaten ne kadar iffet ve özellikle iffet savunuculuğuyla ne derecelerde mağrur olduğunu öğrenememiş bulunduğumuzdan, onun salonlarına devam konusunda uyulması lazım gelen kuralları birdenbire gözümüz önünde bulmalıyız. Resmi ise cidden iyi analizcilerden olduğu için bulunduğu yeri ve durumu hemen o saatte anlayarak sonradan mahçup ve utanç içinde kalmamak üzere izleyeceği yolu dikkatle belirlemiş ve o yoldan asla dışarı çıkmamayı kesinlikle azmetmiştir.

Her pazar akşamı Madam ve Mösyö Arslangözyan’ın kabul akşamları olduğundan, gayet süslü olan salonlarında kadın, erkek birçok misafir toplanır ve bazıları müzika ve şarkı, bazıları oyun ve kumar ile gece yarılarından sonralara kadar zaman geçirirler. Lakin kabul gecelerinden başka da bu evde misafir bulunmak hemen hemen ender görülen şeylerden olup birkaç misafir mevsimine göre saat dörtlere, beşlere kadar gayet eğlenceli gece eğlentileriyle vakit geçirirler. Resmi, aslında sessiz bir adam olduğundan Madam Arslangözyan, Resmi’nin her lakırdısını gülecek lakırdılardan bulamaz ise de o sessiz yaradılışlı ve bir dereceye kadar çatık surat olan Resmi, eğer bir de gülünecek şey söyleyecek olursa -çünkü hâl ve tavrı o gülünçlüğe tamamıyla bir ciddiyet rengi verdiğinden- artık madamın kahkahaları bitmek bilmezdi. Bu ender gülünçlüklerden birisine bir örnek verelim:

Bir gece, Hamparson Ağa’nın verdiği bir soupe’de mevsimin kış olması nedeniyle cevizli bir bal kabağı yenilirdi. Güya o toplulukta bulunanların hiçbirisi bal kabağının ne olduğunu bilmezler imiş de ilk defa olarak görüyorlarmış gibi herkes bu kırmızı şeyin ismine bal kabağı denildiğini ve alaturka leziz bir yiyecek olduğunu yekdiğerine tavsiye etmeye başladılar. Hepsi İstanbul bekârları ahalisinden olan bu kişilerin şu uyduruk alafranga lakırdılarına Resmi biraz tutuldu. Fakat hiç ses çıkarmadı.

Kabağı yemeye başladıklarında herkes lezzetini falanını övmeye başlamıştı. Resmi her lokmada büyücek bir ceviz kabuğunu dişi ile öğütmeye mecbur olduğu sırada orada bulunanların bazılarından, “Şekeri pek yolunda ise de pekmez ile yapılsa daha iyi olur.” ve bazılarının da “Ceviz aslında pek güzel yaraşmış ise de fındık veyahut badem ile yapılsa daha başkaca olurdu.” tarzında düşünceler işitirdi. Madam Arslangözyan, “Siz ne dersiniz Resmi Efendi? Kabağımızı beğendiniz mi?” deyince Resmi, “Evet Madam! Her şeyi ne çok fazla ne çok eksik, tam yerindedir! Şu kadar var ki ceviz kabuğu konulacağına kaplumbağa kabuğu konulsa idi daha yaraşırdı zannındayım!”deyince sofrada bir kahkahadır koptu. Çünkü o zamana kadar dişlerinin altında birkaç parça ceviz kabuğunun ‘garç’ diye kırıldığını acıyla hissetmemiş âdeta hiçbir kimse yoktu. Kahkahalarından dolayı konuşabilmeye güç yettiremeyen Madam Hamparson, “Resmi Efendi! Kabağın içinde kabuk bulunması genel tarifine giren malzemelerden midir?” deyince Resmi, “Evet Madam! Eğer öyle olmasaydı koyarlar mı idi?” cevabını ciddi bir tavırla vermiş olduğundan, madamın kahkahalarına hakikaten son gelmedi.

O gece aklına geldikçe bu söze güldüğü gibi ondan sonra Madam Arslangözyan, Resmi’nin bu sözünü her şey için kullanır oldu. Yemek sırasında mesela pilav içinden bir taş çıkacak olsa, “Ne güzel bir pilav olmuş! Yağı falanı pek yerinde olmuş! Yağı falanı pek yerinde olduğu gibi taşı da yolunda! Fakat taşları biraz daha bolca olsa idi, galiba daha çok yaraşacak!” derdi.

Resmi’nin, Zekâyi Bey’i Arslangözyanlara tanıştırması âdeta tesadüfi bir şey olarak gerçekleşti. Bir pazar günü Resmi, Taksim’deki belediye bahçesindeki Zekâyi ile gezinirken Madam ve Mösyö Arslangözyan’ı ta aşağıda denize doğru güzel manzarası olan ve bahçenin sağ tarafına düşen köşecikte oturmuş görünce, “Dostlara bir bonjur demeli!” diye o tarafa yönelince Zekâyi, “Dostlarına beni de tanıtacaksın ya?” demiş ve Resmi, “Tabii!” cevabıyla Zekâyi’yi beraber götürüp tanıtmıştır. Bu genç adamın İstanbul’da birinci derecedeki zenginlerinden Uzleti Efendizade olduğu ve şöyle zengin, böyle saygın bulunduğu anlaşılınca Arslangözyanlar kendilerine bu kadar saygın bir dost daha kazandırmış olduğundan dolayı Resmi’ye özellikle teşekkürlerini sundular.

Zekâyi’nin zekâ ve konuşma becerisi bunlara o kadar parlak göründü ki yarım saat kadar konuşma üzerine Resmi, veda ederek ayrılmaya davranınca karı koca ikisi de protesto ederek biraz daha görüşmelerini rica ettiler. O akşam Zekâyi Bey’i de alıp yemeğe getirmesini Resmi’den rica etmeye kadar vardılar ise de Zekâyi Bey’in ancak gündüzleri çıkmaya izinli olduğundan ve saat on iki veyahut bir de ister istemez babası olan muhterem ihtiyarın yanında hazır bulunmaya mecbur olduğundan söz ederek affını rica edince, o hâlde bir saat kadar onların yanında vakit geçirmekle, bir tatlı ile ödeşmeye mecbur edildi.

İki arkadaştan birisinin bu derecelerde çok ilgi çekmesi hâlinde diğerinin bundan içerlemesi çoğunlukla görülür durumlardandır. Hele Madam Arslangözyan gibi kadın huzurunda olursa o içerlemenin kıskançlık derecelerine bile varması mecburdur. Eğer Resmi’nin, Madam Hamparson hakkındaki hisleri, her genç adamın her güzel, hem de haddinden fazla güzel olan kadın hakkında ki hisleri gibi olsaydı, ihtimal ki bu içerleme, bu kıskançlık Resmi’de de var olurdu. Ancak Resmi, Madam Hamparson’un güzelliğinden, çekiciliğinden ve pırıltısından çok fazla tat almakla beraber, kadının ne tavırda bir kadın olduğunu da tamamıyla anlamış olmasıyla, almış olduğu bu tadı hiçbir zaman ne Madam Hamparson ve ne de kendisi için sıkıntıya neden olacak derecelere vardırırdı. Dolayısıyla Zekâyi’nin iyi bir şekilde karşılanmış olması Resmi’ye asla kıskançlık nedeni olmayıp tersine şu alafranga adamlar içinde bir terbiyeli Türk’ün daha girmiş olmasından dolayı memnun bile oldu.

Şurada olsun bildirelim ki Resmi öyle namusa cisim ve şahıs olmak üzere tanıtılacak adamlardan da değildir. Tersine zevk ve eğlence dünyasında başvurmadık köşeler de bırakmamıştır. Ancak kadınların bir diğerine asla kıyas kabul edemeyen bir takım sınıfı olduğunu da genellikle işte zevk ve eğlence âlemlerinde bu şekilde koşmuş deneyim sahipleri anlarlar. Resmi de o deneyim sahiplerinin hakikaten ileri gelenlerindendir.

Zekâyi ise o günkü görüşmeden Resmi’de olan his gibi bir his ile geri dönmedi. Kendi kendisine dedi ki “Vay hınzır Resmi vay! Nerelere de çatmış! Bu oğlanın tanımadığı hiçbir kimse yok. Madam Arslangözyan, gerçekten, görüşülmesi cana safa verecek bir şey! Tahminde hata yoksa Resmi artık bana bundan güzel, bundan latif hiçbir kadının arkadaşlık şerefini kazandıramaz.” İşte bu sözün içerdiği ince anlamdan da anlaşılabilecek olan his ve heves büyüyerek Zekâyi Bey evine vardığı zaman o kadar artmıştır ki o gece uykusu bile biraz rahatsız geçmiştir. Şu durumda Zekâyi ile Resmi arasında bir karşılaştırma yapılması gerekirse deriz ki Resmi’nin en büyük şaşkınlığı elinden çekici düşürdüğü ilk görüşmesinde olup ondan sonra Madam Arslangözyan ile görüşmesi çoğalıp arttıkça o şaşkınlık yumuşaya yumuşaya gayet eğlenceli ve lezzetli bir ahbaplık şeklini almış ve Zekâyi’nin en küçük şaşkınlığı ise Taksim Bahçesi’ndeki ilk görüşmede ortaya çıkmış olan derece olup ondan sonra Madam Hamparson ile görüşmeleri çoğalıp arttıkça derecesi arta arta, hemen kadının hayaline sarılıvermek seviyelerini bulmuştur.

Bununla beraber biz Zekâyi’ye yirmi beş yaşına kadar evinden dışarı çıkmamış dedikse bütün bütün hoppa ve ahmak da demedik. Zekâyi şu yolda bir ilgi üzerine madamın kocasına tam bir emniyet ve güven vermek lüzumunu anlamaya muktedirdi. Kadın hakkında da pek kötü davranmadı. O zamana kadar kendisi için ayıplanmayı gerektirecek yerlerin hiçbirisinde görülmemiş ve kibarlığı ise hakikaten Resmi’nin haber verdiği dereceden belki de daha yüksek görülmüş olduğundan, Hamparson Ağa şöyle bir kibarzadenin dostluğunu bir şeref nedeni bildiği gibi madam da Zekâyi’nin bin arzu şiddetiyle kendisine günden güne arttığı alakasından fazlasıyla hoşlanmaya başlamıştır.

Şu başlangıç üzerine eğer Zekâyi Bey sonunda elde etmek istediği şeyi ele geçirmekte pek aceleci olmasaydı belki daha hayırlı sonuçlara varabilirdi. Ancak Zekâyi, her kadını ya konağındaki cariyeler gibi aldığı emirlere birkaç itiraz ve biraz da nazdan sonra boyun eğmeye mecbur eder veyahut dışarıda tanıdığı birtakım elde edilmesi ticarete bakan kadınlar gibi müşteriye göstereceği zorlukları, sırf malının değerini çoğaltmak için gösterir inancındaydı. İşte bu hatası, o arzulanan neticeyi güç hâllere sürükleyecek hatalardandı.

Böylece Zekâyi Bey haklı olarak kendi kendisine dedi ki; “Böyle güzeller padişahı olan bir kadının Hamparson Ağa gibi maymun suratlı ihtiyar ve eşek bir heriften memnun kalması mümkün değildir. Gençliğinde aldığı türlü türlü hastalıklardan dolayı dişleri dökülmüş, burnu bile asıl şeklinde kalamamıştır…” Bu düşünceden ötürü Zekâyi pek kibirli bir tavırla bir de şöyle düşündü ki; “Bu kadının gönlünü ele geçirmek olsa olsa bana nasip olabilir. Nem eksik? Gençliğim var, güzelliğim var. Zekâ ve zarafetim yerinde! Hele zenginliğine gelince ben de Hamparson’dan aşağı kalmam.”

Dedik ya işte! Zekâyi kadınlar sınıfını bir diğerinden güzelce ayırt edip seçemediği için bu kibirli sözü söyledi. Aslında gençlik, güzellik, zekâ ve zarafet ve hele zenginlik, Zekâyi gibi arzularda bulunanlar için birinci sermayelerdendir. Ancak bu sermayelerden yararlanabilmek için aşıkâne alış ve veriş limanlarınca genel bir tecrübe gerekir. O tecrübe ve bilgi olmazsa bu sermayeler insanı kâra değil, zararlara uğratır.

Zekâyi henüz tecrübe etmemişti ki dünyada cariye olmayan kadınlar da bulunup karşılarındaki erkeklere köle değil sahip olmak isterler. Bunun gibi dünyada fuhuş taciri olmayan kadınlar da bulunup aşklarını az çok bir miktar paha karşılığı satmak ve en doğrusu kiraya vermek değil, belki aşkının meyvelerini doğru sözün ve vefanın mükâfatı olmak üzere kendisi bahşeyler.

 

Ama bu inceliklere sahip olamadığından dolayı Zekâyi’yi ayıplamamalıdır. Mazur görmelidir. Büyük bir servetten dolayı her konuda bolluk içinde büyümüş olan Zekâyi zevk ve eğlence dünyasının bazı köşelerini babasından gizlice, alelacele gezip görmekle bu inceliklere sahip olabilir mi? Düşünmelidir ki Zekâyi hiçbir arzusunu yerine getirmek için yalvarmaya mecbur olmamıştır. Emri, yani parasının kuvveti, her başvurduğu kimseleri kendisine boyun eğdirmiştir. Dünyada her şeyden yoksun olarak bununla beraber bazı arzulara mağlup da olmalıdır ve arzularının gerçekleşmesi emrinde yalvarmaktan başka gücü de bulunmamalıdır ki Zekâyi gibi kişiler için hazırda bekleyen bir nimete el uzatabilmenin değil, gözle bakabilmenin bile ne kadar zor olduğunu insan düşünüp anlayabilsin. Ya kişiliğinin gururu, kendisini yalvarmaktan yani bu dilencilikten de alıkorsa?.. Aslında her şey için ayıp olan dilenciliği, aşıkâne dilekler konusunda caiz görmüşler ise de bazı gururlu kişilik sahipleri vardır ki bundan bile utanırlar. O durumdaysa arzularını gerçekleştirmek için insan bir icat fikrine sahip olmalıdır.

İşte Zekâyi’nin eksiği bundan ibaret olup böylelikle Madam Hamparson ile iletişimini arttıra arttıra, aklınca tam gönül ve kalbinde olanları ilan etmenin zamanı geldiğinde gücü yettiği kadar Fransızca ile madama bir mektup yazmış ve bunda öyle bir şekille dil döndürmüştür ki madamı şöyle sevdiğine ve aşkıyla böyle çıldırdığına, bu sevdasında pek haklı ve mazur da olduğuna, çünkü kadının dünyada bir eşi daha bulunmaz güzellerden olup terbiyesi ve nezaketinin de güzelliğiyle orantılı bulunduğuna, özetle eğer göz ucuyla olsun merhametli bir bakışına erişemez ise dünyanın kendisine zindan kesileceğine ve buna da o güzel göğüs altındaki güzel yüreğinin merhameti razı olamayacağına ve bir anlık iltifatına erişebilmek için olanca varını feda edeceğine, falana dair ne kadar söz bulabilmiş ise hepsini yazmıştır.

Bir gün madamı odasında yalnız bularak mektubunu teslim ve takdim etmeyi başardı. Kadın mektubu baştan aşağıya kadar okudu. Aslında görünüşe göre şüphesiz fena bir aşk ilanı değil; öyle değil mi? Bir kadının güzelliğini, zarafetini, zekâsını taşkınlık derecelerine vardırmaktan çok o kadının hoşuna gidecek bir şey olabilir mi? Kendisi için yandığını, tutuştuğunu, çıldırdığını, tımarhanelere gideceğini falanı söylemek de sevgisini açığa vurmak demektir. Olanca varını meydana koymak ise fedakârlığa işaret eder. Zaten pek çok kadını çekmeye sebep olan şeyler de bunlar değil midir?

Fakat Madam Hamparson böyle pek çok kadınları çekmeye sebep olan bu şeyleri körü körüne kabul edecek seviyede olan bir kadın değildi. Zekâyi’nin mektubunu yukardan aşağıya kadar hem de hoşnut ve gülümseyen bir tavırla okuduktan sonra kendisi hakkındaki güzel düşüncelerinin bu dereceye varmasından dolayı teşekkür etti ise de bu teşekkürü takiben bir de öğüt vererek dedi ki:

“Beyefendi hazretleri! Eğer bana gösterdiğiniz bu ilgi ikiyüzlülükten arınmış, ciddi ve doğru ise herhâlde benim hakkımda bir de saygı ve hürmetiniz olması lazım gelir.”

“Şüphe mi var madam!”

“Öyle ise size rica ederim ki işlerimizi, ilişkilerimizi bir daha asla bu vadiye24 taşımayınız.”

“Gönlümün zorlamasına karşı koyamazsam ne yaparım madam? Beni mazur görünüz. Seviyorum sizi! Çıldırıyorum! Bu kadar güzellik ve zarafet sizde iken benim gibi güzellik ve zarafete tapınan bir adamın çıldırmaması mümkün olur mu?”

“Tapındığınız şey güzellik ve zarafet olup da birer miktarını da bende görüyorsanız, ben yüzüme perde çekip güzelliğimi saklamıyorum. Size kaba davranıp zarafet ve nezaketten de yoksun bırakmıyorum. Eğer güzelliğime, zarafetime tapınanların şöyle safça ve namusluca arkadaşlıklarından başka el uzatmalarını kabul edecek olursam, göğüsten göğse gezen bir çiçek olur kalırım.”

“Aman Allah aşkına Madam!..”

“Elverir25 beyefendi elverir! Artık demek istediğimi anlatmışım zannederim. Fakat verdiğim şu cevap üzerine dostluğumuza zarar gelmiştir zannetmeyiniz. Tersine hakkımdaki sevginizin sizi böyle bir şeye cesaretlendirecek kadar arttığını görmek beni memnun eder. Benden mahrum olmuyorsunuz. Fakat o sevginizi açıklama konusunda göstermek istediğiniz sonuç beni aşağılamak demek olacağından, reddettiğim şey işte yalnız bu sonuçtur. Bunu şöyle açıktan açığa reddedişim, sadece dostluğunuzu pek kıymetli sayışımdandır. Yoksa dostluğunuza önem vermemiş olsa idim, şimdi sizden yüzümü çevirip bir daha buraya ayak basmanıza izin vermemesi için kapıcıya emir verirdim.”

Anlaşıldı ya? Kadın işi kesip attı. Hem de ne fena ve acıklı bir şekilde kesti attı! Eğer bir daha oraya ayak basmaması için kocasına söyleyeceğini bildirse idi, Zekâyi için bunu daha fazla hoş karşılanmış saymak mümkündü. Fakat kapıcıya emir verecekmiş! Kapıcılar, uşaklar aracılığıyla kovdurulan bir adamın ne kadar düşük olması lazım gelir!

Zekâyi, bu inceliklere tamamıyla akıl erdirdi. Pancar kesildi! Kadından özür dilemeyi de beceremeyip hele nasılsa o aralık salona birkaç misafir daha geldi de kendisini şu zor durumdan kurtardı.

Bilemeyiz; Madam Hamparson’a hak verenler, veremeyenlerden çok mu bulunur. Fakat gerek kendisine hak verilsin gerek verilmesin, madamın yorumu başkaydı. “Filanca âşık imiş!” diye onun arzularına uyum gösterecek olursa, kendisinin o filan efendinin heveslerine eğlence etmiş olacağını düşünürdü. Ama Madam Hamparson’un bu düşüncesi, aşkın ne olduğunu bilmediğinden ve aşka hürmet etmediğinden dolayı değildi. Aslında Soeurs de Charité okulunda dinin gereklerinden başka bir eğitim almamış ve Hazreti Meryemü’l-Azrâ’yı kendisine örnek alınacak bir model sayarak hele aşk denilen şeyin Cenab-ı Hak’tan başkasına uygulanacak bir yeri olduğunu, kimse kendisine söylememiş ise de aşkın anlamını öğrenmeye fazlasıyla düşkün ve şöhret olan kızların zaten bu yolda eğitim görenler olduğu bilinir. Fırsat ele geçip de türlü türlü romanları okumaya başladıkları zaman, onlar genellikle en açık romanları tercih ederek bunca garip olayın kahramanları ile sanki beraber yaşayıp onlara eşlik etmiş olurlar.

Şu kadar ki bu durumda olan kadınların pek çoğu romanlardan genellikle pek kötü örnekler aldıkları hâlde Madam Hamparson başkalarının maceralarındaki hatalardan kendisi için bir gerçek dersi, bir selamet örneği, bir iffet ibreti alan kadınlardandır. İşte bu nedene dayalı olarak kendisine aşkını açığa vuran Zekâyi gibi bir adama uyma konusunda başkaları her ne anlam verirlerse versinler, Madam Hamparson en galiz tabirince âdeta fuhuş anlamı verirdi.

Hem Madam Hamparson’a aşk ilan edenlerin birincisinin Zekâyi olduğunu düşünmezsiniz ya? Bu kadar genç, güzel, zarif bir kadın Beyoğlu’nda tam alafranga bir hâlde yaşar da ona Avrupa’nın her milletinden güzelliğine, terbiyesine mağrur birçok adam Zekâyi’den belki daha ustalıklı bir şekilde aşk ilan etmez diye akla gelebilir mi? Madam Hamparson ise her ne zaman böyle bir durum olsa kendi kendisine derdi ki:

“Beni her arzu edenin kucaklarına atlayacak olsam, dünyanın kucağına atlamam lazım. Bana her olanca varını feda edecek olanın hevesine ayak uyduracak olsam, bütün dünyanın olanca varını ben toplamalıyım. Hâlbuki bende en fazla arzusu olan kocamdır. Bana varını ve hatta ismini vermiş olan da odur. Öyle ise herkesten çok kocamın arzularını kabul etmeliyim. Ama başında saç, ağzında diş, yüreğinde şevk kalmamış bir ihtiyar olup sevilmezmiş. Zaten bana özlemlerini sunanlar, benim kendilerini sevdiğim için arzularını sunmuyorlar ya? Kendileri beni sevdikleri için hevesleniyorlar. Mesele benim sevmekliğimde değil sevilmekliğimde olduğuna göre sevilmekliğim için en büyük izni ve hatta tek izni kocama vermeliyim. Ama mutlaka bir aşk suçlamasıyla suçlandırılacaksam, bari benim seveceğim veyahut sevdiğim bir adam olsun ki hiç olmazsa başkalarının istek ve hevesine kurban olmayım da kendi istek ve hevesim yolunda mahvolayım.”

İşte Madam Hamparson’un düşünceleri bu yolda idi. Bu fikir ve yorum üzerine herkes istediğini söylesin. Bizim fikrimiz sorulursa deriz ki:

Eğer bir kadın için şöyle bir aşk felaketi kaderinde var ise, o felakete birtakım heveskârların ateşli arzularını yatıştırmak için uğraşmaktansa, kendi arzuları uğrunda uğraşmak ve başkası için mahvolacağına kendisi için mahvolup gitmesi elbette tercih edilirdi. Özellikle bu tutum, bu yolda görülen genel felaketi bir anda yarısından aşağı bir dereceye indirir. Çünkü kendisini mahveden kadınların yarısından çoğu, kendilerinin bir arzusuna yenilmekten değil, belki başkalarının hevesine kurban gitmelerinden doğduğunu tahmin eden hakikat peşinde olanların yorumları itiraz kabul edemeyecek kadar doğrudur.

Demek oluyor ki Resmi Efendi’nin Madam Arslangözyan’daki güzelliğin çekicilikten ve zarif neşesinden yalnız dışardan bir seyirci olarak, bir temiz dostluk ve terbiye ile istifade etmesi pek doğru imiş. Resmi, kadının bu seviyede bir kadın olduğunu Zekâyi gibi acı bir tecrübe ile keşfetmeyip belki hâl ve tavrından işi anlamıştı.

Bununla birlikte, Zekâyi’nin aldığı ret cevabından dolayı tamamen ümitsiz olduğunu da zannetmemelidir. Bir adam Zekâyi kadar kibirli olur da öyle kolay kolay yenilgisini kabul ederek ümidini keser mi? Zekâyi, madamın şu ret cevabını nazda aşırılığına verdi. “Pek tok gözlü bir kadın taklidi yapıyor.” dedi. Aslında bu düşüncesinde bütün bütün haksız da sayılamaz. Çünkü Madam Hamparson, Zekâyi’nin mektubunu yırtıp atmadı. Kendisine de iade etmedi. Yanında alıkoydu. Bu ise Zekâyi için henüz bir ümidin varlığının bulunduğuna işaret etti. Zekâyi kendi kendisine dedi ki: “ Eğer madamın bir başka sevdiği olup da ona sadakat satmak için böyle bir nazlanma gösterdiyse, doğrusu bu ustalığını ben de alkışlarım. Mademki oynayacağımız oyun biraz güç görünüyor, o hâlde bunun için lüzumu olan yardakçıları da hazırlamalıdır. Hizmetçisi Maryanko en uygun görünüyor. Onu ele alıp madamın gönlünün kimden hoşlandığını öğrenerek usulünce rekabet etmeye başlarız. Yani yerimizi sağlamlaştırmak için ilk keşfimizi yaparken oluşan hücumda başarılı olamadık ise usulünce etrafını çevirmeye başlayarak elbette teslim olmaya mecbur ederiz.”.

17Galebe: Üstün gelme.
18Soeurs de Charite: İstanbul Bebek’te, Osmanlı döneminde kurulmuş ve Cumhuriyet Dönemi’nde de varlığını sürdürmüş olan ancak yakın tarihte kapanmak zorunda kalan Fransız kızlar yetimhanesi.
19Souppe: Gece geç vakitlerde verilen yemek.
20Ball: Balo.
21Fistan: Elbise.
22Kürk.
23Aks-i kaziye: Doğru farz edilen bir hükmün, konusu ile yükleminin ters çevrilmesiyle mecburi bir sonucun elde edilmesidir.
24Vadi: Burada saha, yol, yön anlamında.
25Elverir: Yeterli, kâfi, yeter.