Karnaval

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Her Şeyden Habersiz Bir Aşık

Mevsim aralık başları. İstanbul’da genellikle şubattan itibaren hükmünü sürmeye başlayan şiddetli kış, bu sene o müsaadeyi göstermeyip tam tersine o kadar erken bastırmıştı ki aralık başlarında bulunulduğu hâlde kar, bora, fırtına, soğuk; maazallah!

Resmi bir iş için Beyoğlu’na çıkmıştı. Havaya dikkat edince, “Bu havada deli olan bile evinden çıkmaz. Mösyö ve Madam Arslangözyan mutlaka yalnızdırlar. Gider birkaç sohbet ile kendilerini eğlendirirsem pek memnun olurlar.” diye doğruca Hamparson Ağa’nın evine gitti. Gerçekten, hava deli olanların bile evlerinden, yani tımarhanelerinden çıkmalarına müsaade verecek hâlde olmadığı gibi madam ve mösyö Arslangözyan da asla deli değildiler ise de iki gün evvel bir gündüz ziyafetine davet olunarak, olur cevabını da vermiş bulundukları için çarnaçar34 çıkmışlardı. Eğer Madam Küpe-liyan o gün ev bekçisi gibi bir şekilde orada bulunmasaydı Resmi Efendi geri dönecekti. Madam Küpeliyan, Madam Hamparson’un en aziz dostlarından olup yaradılışça da gayet nazik ve oldukça melek gibi bir fakir kadıncağız olduğundan, kendisine hiçbir değer verilmeksizin geri dönülür ise bundan kırılacağını söyleyince Resmi Efendi biraz düşünüp, “Birkaç lakırdı etmeli.” diye salonda ateş başına oturmuştu.

Ateş kışın meyvesi imiş! “Ateş, kışın çayırıdır.” denilse de olabilirdi. Çünkü birbirlerine bitiştirilebilir olmak hususunda ateş ile meyve arasında bir ilişki bulunamaz ise de göze hoş gelir olmak hususunda yazın çemenzarı ile kışın ateşi arasında epeyce bir ilişki bulunabilir.

Hele o gün Arslangözyan, salonunun şöminesi fazlasıyla neşe verecek bir şekilde yanmakta bulunduğundan, Resmi Efendi bu seyirden lezzet aldığı gibi Madam Küpeliyan da sözü o kadar latif vadilerde dolaştırmakta idi ki bu sözlerden hoşlanmayacak bir erkek düşünebilmek mümkün değildir.

Aşktan, muhabbetten konuşulurdu. Düşünmelidir ki erkekler bile yekdiğeriyle bu bahsi edecek olsalar saatlerce devam eylediği hâlde hiçbir kimseye usanç gelmez. Hele kadınlarla bu muhabbet edilirse usanç gelmek mümkün olur mu? Özellikle bir salon içinde, güzel bir ateş karşısında yalnız, bir tek kadın ile baş başa aşka dair konuşulursa! Özellikle o kadın da Madam Küpeliyan gibi fakirliğine bakılmaksızın, kendi hâlinde doğal olarak var olan alımıyla insana sıklet35 vermeyecek gibi bir kadın olursa!

Ancak şu kısacık tarifimizden Madam Küpeliyan’ın oldukça aşüfte meşrep36 bir kadın olduğunu anlamamalıdır. Madam Küpeliyan o kadınlardandır ki insan onlardan şuhluğu pek ateşli olarak ümit eylediği, hâl ve sözlerinden buna dair ipuçları beklediği hâlde ümitleri ne derhal gerçek olur ne de gerçekleşmesinin imkânsız olduğu görülür. Zaten bundan dolayıdır ki o kadın ile ne kadar sohbet edilse, ne kadar konuşulsa insana asla usanç gelmez.

Madam Küpeliyan, Resmi’nin içten içe beslediği gizli şehvani duygularına kendisi hakkında bir gönül rahatlığı vermeye de çalışmazdı. Güya Resmi’nin bazı gizli aşkları varmış, güya kendisi de bu gize vakıf imiş de Resmi’nin ağzını arıyormuş gibi davranırdı.

Sözün başları pek çok şaka tarzıyla geçtiği hâlde söz yavaş yavaş ciddiyetini arttırır. Çünkü Madam Küpeliyan dedi ki:

“Resmi Efendi! Ne kadar inkâr edecek olsanız da fayda vermez. Sizin bir kadını pek fazla sevdiğinizi yakından bilirim.”

Bu sözün Resmi’nin bayağı merakına neden olacak bir şekilde söylendiğini göz önüne alırsanız, Resmi’yi biraz düşündürmüş olmasını da uygun görürsünüz.

Madam Küpeliyan şunu da ilave eyledi:

“Gördünüz mü bir kere, nasıl düşünmeye başladınız?”

“Ben mi madam?”

“Ya kim olacak? Bu düşünceniz benim keşfimi haklı gösterir. Hâlbuki keşif de değil! Pek yakından bilirim ki…”

“Şaşılacak bir şey. Ben âşık olayım da ben haberdar olmayayım!”

“Ben size haberdar değilsiniz diyemem. İnkâr ediyorsunuz demek isterim.”

“Madam! İnkâr ile yalan arasındaki sınır hemen hemen kıldan bile incedir.”

“Tasdik ederim. Sevdiğini inkâr etmek isteyenlerin yalnız böyle düpedüz inkâr etmeleri değil, hatta açıktan açığa yalan söylemeleri bile istibat37 olunamaz.”

“Estağfurullah! Cidden bir ilgim var olsa neden inkâr edeyim? Neden yalan söyleyeyim?”

“Kim bilir? Hele daha fazla şaşırmaya değer bir taraf daha vardır ki o da sevdiğiniz kadın, size olan yakınlığını gizlemediği hâlde sizin gizlemeye çalışmanızdır.”

Resmi, biraz düşündükten sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi davranarak:

“Sevdiğim kadın benimle olan yakınlığını gizlemediği hâlde mi? Ah Madam Küpeliyan! Şimdiye kadar sizden bana cesaret verebilecek bir hâl göre idim, derdim ki bana olan sevgi ve alakasını gizlemeyen bir kadın olsa olsa yine siz olabilirsiniz.”

Bu sözün Madam Küpeliyan’ı memnun eylediği, Resmi bu sözü söylediği zaman madamın gözlerinin içi gülmüş gibi bir hâller görülmesinden anlaşıldı. Ancak kadın bu hoş sözlere yenilgi tavrı göstermemeye çalışarak dedi ki:

“Hakkımdaki güzel düşüncelerinize teşekkür etmeyi kendime borç sayar isem de bilirim ki sevdiğiniz kadını bildiğime dair olan sözlerim sizi sıkmaya başladığı için sırf o sözü kapatmak üzere konuyu bana yüklemeye çalışıyorsunuz. Hiç sevdiğiniz kadın gibi bir kadına sahip olan adam bir biçare Küpeliyan’a tenezzül mü eder?”

“Estağfurullah efendim! Hakikat söylerim ki…”

“Lüzumu yok Resmi Efendi, lüzumu yok! Asıl konunun dışına çıkmayalım. Ben sizin sırrınıza o kadar vakıfım ki işte şimdiye kadar hiçbir kimseye açmamış olduğunuz diğer bir şeyi bile size ben haber vereyim.”

“Neyi?”

“Ermenice öğrendiğinizi!”

Bu söz hakikaten Resmi’de bir durgunluğa neden oldu. Gerçekten de Resmi üç dört aydan beri Ermenice öğrenmeye olağanüstü gayret edip hatta bu dilde konuşmak konusunda o kadar beceri kazanamamış olduğu hâlde, okuduğu kitapları anlamak ve kendisi Ermeni lisanıyla yazmak konusunda oldukça beceri sağlamış ise de öğretmeni Samatyalı bir adamdı. Küpeliyan’ın nasıl olup da bundan haberdar olduğuna şaşırmıştı. Dedi ki:

“Evet madam, bu lisana heves eylediğim için bir zamandan beri dersine çalışmaktayım.”

“Teşekkür ederim ki bunu inkâr etmediniz. Öyle ise itiraf ediniz ki bu dili sevdiğiniz kadın Ermeni olduğu için öğreniyorsunuz.”

“Acayip! Mutlaka sevdiğim bir kadın bulunması sizce kesinlikle olması gereken bir şey olduktan fazla, Ermeniceyi onun için öğrenmem de bu yüzden olmalı! Öyle mi?”

“Olmalı değil! Bizce bunlar tümüyle muhakkak! Fakat siz inkâr ediyorsunuz.”

“Canım, bir sevdiğim olsa neden inkâr edeyim?”

“Kim bilir?”

“Hayır, mutlaka bileceksiniz! Eğer bilmezlik etmek istiyorsanız müsaade ediniz de ben söyleyeyim.”

“Söyleyiniz!”

“Evet, söylemeliyim ya! Mutlaka söylemeliyim! Demeliyim ki eğer benim sevdiğim olduğu hâlde bunu inkâr ediyorsam bunun sebep ve hikmeti olsa olsa, mutlaka sizi o sevdiğimden daha güzel, daha sevimli bulmaklığım olabilir. Yalnız bu da yeterli gelmez. Hatta sizin lütfunuzdan ümit var dahi bulunmaklığım gerekir.”

“Hep asıl konudan dışarı çıkmaya çalışıyorsunuz. Hep inkârınıza kuvvet vermek için beni söze katmak istiyorsunuz. Pekâlâ! Ben size sevdiğiniz kadının ismini dahi haber verirsem?..”

“Madam!..”

Resmi’nin ağzından şu son kelime hakikaten dikkati üstüne çekecek bir ağırlıkla çıkmıştı. O kadar ki tavrına dikkat edilse gerçekten Resmi bir ismin meydana konulmasından çekiniyor zannolunurdu.

Madam Küpeliyan ise Resmi’den bu kelimeyi işittikten sonra bir müddet yüzüne o kadar dikkat ile baktı ki bu kelimenin alt tarafını söylemesini beklediğini de anladı. Resmi birkaç saniye ve belki birkaç dakika söyleyeceği sözü zihninde arıyor gibi davrandı. Nihayet dedi ki:

“Rica ederim madam bu şakaya artık son veriniz. İhtimal ki şaka tarzında olsun ortaya bir isim koyarsınız ki o ismin sahibi kendi isminin şaka olarak dahi söylenmesine razı olamaz. Ben birçok kadın ile görüşüyorum. Her kadının benimle görüşmekten çekinmemesinin birinci sebebi, şaka şeklinde bile olsun, kendi isminin benim ismimle birlikte anılmayacağından emin bulunmasıdır. Yazıktır madam! Merhamet ediniz! Aslında sizinle edilen şu şakalaşmalardan kimsenin haberdar olamayacağından emin isem de bu şakalara da lisanımızın alışmasını istemem. Emin olunuz ki benim hiçbir kadın ile hiçbir şekilde ilişkim yoktur.”

“Çocuk!”

“Neden?”

“Gerçekten siz bir çocuk imişsiniz!”

“Niçin madam?”

“Çocuk olmayanda böyle telaşlar olur mu?”

“Olur madam! Eğer ortaya koyacağınız isim zaten ağızdan ağza gezen isimlerden olur ise asla tereddüt etmeyip söyleyiniz. Ben kendi nefsimi temize çıkarmaya çalışmayacağımdan, bunda hiçbir sakınca yoktur.

 

Bir ismi yüz adam ağzına alıyorsa bir de yüz birinci bulunsun. Ne olur? Ancak ismi ağızlara alınmamak lazım gelen bir muhterem kadının ismini ortaya koyarsanız…”

“Tekrar ederim ki çocuksunuz, çocuksunuz!”

“Sebebi?”

“Evvela şunun için ki zaten o kadın dillerde destan olduğu hâlde sizin haberiniz yoktur. İkinci olarak şunun için ki haberiniz varsa bile şayet o destanı siz engelleyebilecekmişsiniz gibi işi örtmek gayret-ı tıflanesinde38 bulunursunuz. Sonra şunun için ki kadın sizi sevdiğini gizlemeyip de kendi sırdaşlarına kendisi söylediği hâlde, siz hâlâ bilmezlikten geliyorsunuz, hâlâ inkârda bulunuyorsunuz.”

“Vay vay vay! İş bu kadar bilinir olmuş ha? Hâlbuki benim hâlâ haberim yok! İnsanı çıldırtacak bir garabet!39 O hâlde benim için yakıştırdığınız çocukluk doğru bile olsa, benim suçlu görülmeme ve rezil olmama vesile olamaz. Çünkü bir kadın, benimle o kadar dillerde destan olmuş da ben hâlâ bu destanın daha fazla ün almasına ve yayılmasına engel olmaya çalışıyorsam, o kadına daha doğrusu kadın cinsine bir koruyuculukta bulunmuş oluyorum demektir.”

“Hâlâ inkârda sebat ha?”

“Ya ne yapayım a canım? Kime haksız yere iftira edeyim?”

“Kimseye iftira ediniz demiyorum. İsterseniz sevdiğinizin ismini haber vereyim de bakınız, görünüz işin içinde iftira mı var yoksa doğru bir haber mi?”

Resmi artık gücünü tüketerek dedi ki:

“Söyleyiniz öyle ise, Allah aşkına söyleyiniz bakayım! Ben de bileyim ki şu âşık olduğum kadın kimdir?”

“Öyle ise geliniz yavaşça kulağınıza söyleyeyim!”

Biçare Resmi kulağını Madam Küpeliyan’a teslim eylediği zaman ne kadar heyecan içinde bulunacağını gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz ya! Salonda kendilerinden başka hiçbir kimse bulunmadığı hâlde bu ismi kulağına haber vermek istemesi…

Kadın o mühim ismi haber verdi. Dedi ki:

“Madam Arslangözyan!”

Resmi kendisini bir anda kaybedip yine o anda aklını başına toplayarak dedi ki:

“Öyle ise ben çocuk değilim madam! İnkârcı da değilim! Fakat siz büyük bir hataya kapılmışsınız!”

“Acayip! Şimdi Madam Hamparson hakkındaki beğeni ve ilginizi inkâr mı edeceksiniz? Ermeni lisanını dahi birden bire kendisine o lisan ile konuşarak beğenisini kazanmak için öğrendiğinizi inkâr mı edeceksiniz?”

“Madam Hamparson’un türlü türlü üstün niteliklerini inkâr etmek âdeta hayvanlıktır. ‘O kadar mükemmel bir kadının dostluk ve arkadaşlığından hoşlanmam.’ demek eşekliktir. Ancak şurada, salonunda bir araya gelerek akşam eğlenceleriyle tat ve zevk almaklığımıza izin verdiğinden dolayı haddimin haricine çıkmak da terbiyesizliktir. Ben kim, o kim? Hele Madam Hamparson’a gelince; sizi temin ederim ki o kadın her zaman, herkese gösterdiği ihtişamlı yüzünden başka, bana fevkalade olarak bir yüz göstermemiştir. Kendisi hakkında, haddimin haricinde sayılacak bir hevese cesaret alabileceğim şekilde hiçbir fırsat tanıyıcılıkta bulunmamıştır. Eğer bu sözü sizden başka bir kadından işitmiş olsaydım, âdeta iftira ediyor diye o kadından nefret eylerdim. Ancak sizin Madam Arslangözyan’ın sadık dostu olduğunuzu bildiğim için onun hakkında zerre kadar bir iftira eylendiğini işitseniz, benden evvel siz reddedersiniz diye inanmaktayım. Ama şayet Madam Hamparson size benim için buna yakın bir söz söylemiş ise emin olunuz ki şaka yapmıştır.”

“Evet söyledi. Hem de şaka olarak değil, pek ciddi olarak söyledi.”

“Madam Hamparson mu?”

“Ta kendisi!”

“Ne dedi?”

“ ‘Resmi’nin bana ilgisi var; benim için hevesi pek büyüktür.’ dedi.”

“Ya siz hata ediyorsunuz ya o; hatanız da galiba isimlerde olmalıdır. Zannederim ki ‘Resmi’ dediğiniz isim ‘Zekâyi’ olacaktır. Böyle bir cesaret, olsa olsa Zekâyi’de bulunabilir.”

“Zekâyi Bey’de mi? Hiç ümit edemem ki Madam Hamparson bu cesareti Zekâyi Bey’e versin!”

“Öyle ise böyle bir cesareti bana da vermemiş olduğundan emin olunuz! Öyle ise size o sözü mutlaka bir şaka olmak üzere söylemiştir. Hele kendisinin bende böyle varsayılan bir cesaretin varlığını beğenmiş olduğunu söylememiş olduğuna hiç şüphe etmem. Öyle değil mi?”

“Beğenmiş olduğunu söylemedi ama ayıplamadı da.”

“Ayıplamadı mı? Öyle ise ayıplamayı terbiyesine yediremediği için ayıplamadı.”

“Dedi ki ‘Resmi fena çocuk değildir.’ “

“Yalnız bu kadar mı dedi?”

“Yalnız bu kadar dedi.”

“Tamam! Şimdi anlaşıldı. Madamın bazı kere… Hayır bazı kere değil genellikle o kadar parlak hâlleri olur ki karşısında bulunanları hayran eder. Şayet böyle bir hâlde hayretimi biraz fazlaca görmüş ise…”

“Demek oluyor ki işte madama hayran olduğunuzu itiraf eyliyorsunuz.”

“Vay! Madam Arslangözyan’a hayran olmamalı da nefret mi etmeli? Fakat Cenab-ı Hakk’ın Madam Hamparson namı altında gösterdiği yaratış ustalığına hayran olmak, kendisine alaka etmiş bulunmak demek mi olur? Mutlaka dediğim gibidir. Bende biraz fazlaca hayret gördüğü için hakkımda böyle bir fikirde bulunmuştur. Ama ‘Resmi fena çocuk değildir.’ demesi, ‘Resmi’den bu cesareti ele almasını bekleyecek kadar kendisini terbiyesiz addetmem ise de nasılsa hata etmiştir.’ anlamına gelir.”

Sözde biraz daha devam için meydan olsa idi ihtimal ki birtakım katmerler daha kalkardı. Fakat o aralık Madam ve Mösyö Arslangözyan davetli oldukları yerden döndüğü için o gün söz, bu kadar kaldı.

Madam Hamparson, Resmi ile Küpeliyan’ı bir salonda yalnız oldukları hâlde görmüş olduğuna hiçbir önem vermedi. Büyük bir şenlik ve neşe içinde ateş başına koşup, “Resmi Efendi! Nasıl, kar helvası zevkiniz midir? O kadar kar yağıyor ki ağzınıza, burnunuza biraz pekmez sürseniz ister istemez rüzgâr size bir çok kar helvası yedirirdi!” diye şakalarla ısınmaya başladı.

Resmi’nin şu geçen konuşma üzerine zihnine o kadar perişanlık gelmişti ki madama söyleyecek hiçbir söz bulamadı. Hamparson Ağa da, “Vay, baba Resmi! Sizi burada bulduğumuza pek memnun olduk!” diye ateşe yaklaşıp karı koca o günkü kış şiddetini becerebildikleri kadar abartarak tarife başladılar.

Resmi içindeki sıkıntılardan bunlara ipucu vermemek için, “Evet Madam! Gerçekten kar pek hızlı yağıyor!” yahut “Evet Hamparson Ağa! Bu kış pek erken başladı!” gibi sözleri bile pek güçlükle bir araya getirerek zaten akşam da yaklaşmış bulunduğu için, “Şu şiddetli havada gündüz gözüyle kendimi İstanbul’a atayım!” diye bir müsaade yaratıp çıktı, İstanbul yolunu tuttu.

Yolda giderken Resmi ayaklarının nereye bastığını hemen hemen fark edemeyecek derecede dalgındı. Kendi kendisine düşünürdü ki:

“Acaba Madam Hamparson, Küpeliyan’a yalnız o kadarcık mı söz söylemiş? Acaba fazla bir şey söylememiş mi? Yalnız ‘Resmi fena çocuk değildir.’ demiş ise mutlaka anladığım gibidir. Yani beni bazı şaşkınlıklarımda hoş görmüştür. Yok daha başka sözler söylemiş de onlar da beni ayıplamaya yönelik iseler, doğrusu pek fazla mahçup olacağım!.. Yoksa hakikaten Madam Küpeliyan, isimler konusunda hata ediyor. Eğer bu cesareti ele aldıran Zekâyi ise bir diyeceğim kalmaz. Zaten Madam Hamparson’a pek fazla istekli görünüyordu. Hatta beni bile bayağı kıskanıyordu. Aslında beni kıskanmasını gerektirecek hiçbir tavrı görmemiş ise de sırf kendisi istekli olduğu, hem de pek fazla istekli olduğu için yüreğini bu kıskançlık duygularından alıkoyamıyordu.”

Resmi’nin kendi kendisine söylediği şu sözlerden anlaşılıyor ki her ne kadar Zekâyi’nin arzularından haberdar ise de beyin aşkını ilan ederek ret cevabı dahi almış bulunmasından haberdar değildir. Hatta devam eden düşüncelerinde kendi kendisine demişti ki:

“Sakın Madam Küpeliyan’ın bugünkü konuşmalarında amacı bizi bir soruşturup denemek olmasın! Sakın bu soruşturmayı da Madam Hamparson istemiş bulunmasın! Evet evet! Bu da akla yakındır. Zekâyi ile şayet mercimeği fırına vermiş iseler bu sırrın açığa çıkmış olup olmadığını benden anlamak isterler. Öyle ya! Ara yerde böyle bir mercimek fırını veyahut fırın mercimeği varsa onu herkesten önce mutlaka benim haber alacağımı bilirler. Benim ağzımı aradılar da eğer ben bu sırra vakıf olmuş isem diyeceğim ki ‘Adam siz ne diyorsunuz? Madam Hamparson’u benim sevebilmekliğim mümkün olur mu ki onun arslan gibi bir amantı40 var. Bizim gibi biçarelere o saadet nasip olur mu?’ Ben böyle bir söz söyledikten, yani sırlarına sahip olduğumu anlattıktan sonra elbette benden başkalarının da bu sırdan haberdar olacağını tahmin edeceklerdir. Öyle ise Zekâyi’ye dair söylediğim iki lakırdıyı da keşke söylememiş olsaydım. İhtimal ki o lakırdım üzerine de bu hükmü verirler. Zekâyi’nin işini bozmuş olurum!”

Gerçekten de Zekâyi, böyle bir başarının yollarını aradığı hâlde eğer Resmi o işi bozsa idi, üzülürdü. Ancak bu üzüntüsü Madam Hamparson hakkındaki kayıtsızlığından kaynaklanmazdı. Çünkü insan için Madam Hamparson gibi bir kadına karşı kayıtsız bulunmak mümkün ve düşünülebilir olamaz. Belki kendisi için ele geçirilmesi imkânsız olan bir şeye Zekâyi’nin kavuşmasından alıkoymak, o şeyi Zekâyi’den kıskanmak demek olup bu hasede ise hiçbir lüzum olmayacağı ve bir arkadaşını büyük bir nimetten boş yere mahrum etmiş sayılacağı için üzülmüş olurdu.

İşin gerçeğine gelince; Resmi, Madam Hamparson ile karşılıklı konuşmaktan ve sohbet etmekten o kadar lezzet alırdı ki alınan bu lezzetin büyüklüğünün hemen hemen bir arzulayış derecesinde olmasını Madam Hamparson’un bilmesinden ve fakat kendisini küçük düşürecek hiçbir taşkınlığın asla meydana gelmeyeceğinden de emin olması, dolayısıyla da Resmi’ye darılmak konusunda kendisini haklı göremediğini eğer bilseydi Resmi bunu pek büyük bir bahtiyarlık sayacaktı.

İşte bu yoldaki düşünceler Resmi’yi evine kadar takip eylediği gibi uyku âlemine bile bu düşünceler ile beraber gidip zavallı Resmi, bütün gece rüyasında Madam Küpeliyanlar, Madam Hamparsonlar, Zekâyi Beyler ile uğraştı. Kâh kendisini Madam Hamparson’a ilan-ı aşk ederken gördü kâh kadın aşkını reddediyor göründü kâh kabul şeklinde görünüp Resmi’yi sevinçten çıldırtmak derecelerine getirdi. Hele Zekâyi tarafından büyük büyük rekabetler görerek son derecelerde perişan oldu. Kısacası o gece kendisine pek şiddetli bir ağırlık basarak sabahlara kadar bundan kurtulamadı.

Demek oluyor ki Resmi, Madam Hamparson’a gerçekten alakadar ve âşık imiş de kendisi bihaber imiş.

Eğer imkânlar âleminde kendi aşkından habersiz bulunmak mümkün ise ona diyeceğimiz yok. Şu kadar ki yine Resmi’de görülen hâli çok kimselerde görmüşüzdür. İnsan bir kadını o kadar beğenir, ondan o kadar hoşlanır, yani o kadını o kadar sever ki bu hissiyatına bir “aşk” denilir ise isim ile isimlendirilen arasında tam bir uyum bulunur. Ama ya son derece utandığından veyahut kadının kendisine hiçbir türlü ümit veremeyecek bir konum ve seviyede bulunmasından dolayı bu aşkına kendi de vücut veremeyerek çakmağı itilip ateş aldığı hâlde bir zamana kadar patlamayan ve silahşörler arasında “Tüfek kaynıyor.” diye tabir olunan tüfekler gibi asla fark olunamayacak bir şekilde ateşli bulunur. Böyle bir tüfeğin patlaması için falya tarafından pek az hava alması lazım geldiği gibi bu aşık, bu haberin de ateş alması için canan tarafından gayet az bir ümit rüzgârının estirilmesi yeter.

Önemli Bir Söyleşi

Madam Küpeliyan ile edilen sohbetin üzerinden birkaç gün geçtiği ve Resmi’nin hemen hemen eli işe varmayarak aklı fikri Beyoğlu tarafında kaldığı hâlde, sanki Madam Hamparson kendisini görecek olursa, “Sen ne halt ettin! Madam Küpeliyan ile bana dair niçin söz ettin?” diye darılıp bir daha yüzüne bakmayacakmış gibi Beyoğlu’na gelmek için bir türlü cesaret bulamadı. Bu süre boyunca Zekâyi Bey ile birkaç defa görüştü ise de bu günlerde Zekâyi Bey’in başka meşguliyetleri mi vardı ne idi fakat Resmi’ce bilinir olmayan bu meşguliyetlerin asıl sebebinin Madam Hamparson tarafından aldığı red cevabıydı. Zekâyi, madam hakkında hiçbir söz söylemediği gibi Resmi de kendisine dair Zekayi Bey’e hiçbir söz söylememişti.

 

Nihayet Resmi, bir gün, ne olursa olsun göze alıp Beyoğlu’na gitti. Hem de doğruca Hamparson Ağa’nın evine vardı. Akşam saat on idi. Öyle geç gitmesi de bir hesaba dayalı olup Resmi kendi kendisine demişti ki “Eğer madamın tavrını fena görürsem akşamı bahane ederek kaçar gelirim. Yok, aksi hâlde bulur isem biraz da arsızlığı göze alarak yemeğe de kalırım. Ta ki uzunca bir söz açılmasına bahaneler arayarak Madam Küpeliyan ile konuşmalarımızdan Madam Hamparson’un haber alıp almamış olduğunu ve almış ise bu konuşmanın kendisine ne yolda tesir etmiş bulunduğunu güzelce anlarım.”

Meğer Resmi’nin bu korku ve ürkekliğine hiç yer yokmuş. Madam Hamparson kendisini o kadar neşeli bir hâlde kabul eyledi ki Resmi, oraya nasıl bir ürkeklikle gitmiş olduğunu unuttu. Şu kadar ki daha ilk sözleriyle Madam Hamparson, Resmi’nin Küpeliyan ile olan konuşmasından haberdar olduğunu anlatmakla beraber bundan memnuniyetini de üstü kapalı olarak söyledi. Zira dedi ki:

“O! Resmi Efendi! Siz artık bizleri aramaz sormaz oldunuz ya? Bu kadar da vefasızlığı sizden ümit etmezdik. Galiba burada Madam Küpeliyan’ı yalnız bulacağınızı iyice hesap etmeyince bir daha bize gelmemeye karar verdiniz, öyle mi? Ben de size ağır bir ceza hazırladım. İşte, bu akşam ister istemez sizi yemeğe alıkoyacağım!”

Bereket versin ki kadın bu sözü, kendi özel odasında, bir Madam Küpeliyan ve bir de hizmetkârı Mariyanko bulunduğu hâlde söylemişti. O hâlde söylemiş iken bile Madam Küpeliyan’ın yüzü bayağı pembeleşti. Eğer salonda ve kalabalık içinde bulunsa idi ihtimal orada da böyle serbestane bir söz ile biçare Madam Küpeliyan’ı mahçup ederdi. Aslında Küpeliyan’ı böyle bir mahcubiyete düşürmesinin bedelini ödemek, Madam Hamparson için güç değil ise de böyle bir şakanın olmasından olmaması elbette hayırlı düşerdi.

Resmi, kendisinden evvel Madam Küpeliyan’ı şu güç durumdan kurtarmak için ona dair olan sözü hiç anlamamış gibi davranarak dedi ki:

“Cezanız bu kadar şeref verici olduğu hâlde ya lütuf ve iltifatınız ne yolda olur?”

“Şimdi iltifat konusunda değiliz. Ceza konusundayız. Bu gece ta geç vakitlere kadar sizi burada hapsedeceğim.”

“Mahkûmiyet süremi memnuniyetle geçirerek hatta bütün bütün tükenmemesi için bile dua ederim.”

Şu birkaç sözün karşılıklı söylenmesinden sonra Resmi, Madam Hamparson’un süsçe tamamlayacağı bazı şeyler olduğunu Mariyanko’nun elinde gördüğü bazı araç gereçten anlamış olduğundan, “Ağa cenapları galiba salondadırlar. Gideyim, dostluğumu arz edeyim.” diye çıktı, salona geldi. Çoktan beri görüşülmediğine dair Hamparson Ağa’dan da tatlı bir serzenişe uğrayarak, “Madam sizi görürse mutlaka bu akşam yemeğe alıkoyacaktır. Geçen akşam öyle söylüyordu.” deyince Resmi, “Şimdi madam cenaplarını gördüm. O da böyle söyledi.” diye teşekkür etmekle, içinden en büyük teşekkürü ise gıyabında da kendisine dair sözler söylediğinden ve hatta yemeğe alıkonulması hakkında konuşulmasına kadar varıldığından dolayı etmiştir.

Yemek zamanına kadar Madam Hamparson, salona gelmedi. Yemeğin hazır olduğu haber verilip de Hamparson Ağa ile Resmi Efendi yemek salonuna gittikleri zaman Madam Hamparson ve Küpeliyan’dan başka diğer bir kadını da orada hazır ve bekler gördüler.

Yemek pek fazla neşeli geçti. Hatta bu akşam Madam Hamparson, kendi şarabının suyunu daha az koyduğu gibi bordo şişesini yarısından aşağıya indirerek gerek bunun ve gerek birbirini izleyen kahkahalarının tesirinden dolayı yüzünde peyda olan pembelikler, o güzel çehreye bin kat daha güzellikler ilave ettiğinden, Resmi o kadar mutlu olmuştu ki yerde midir yoksa gökte midir fark edemiyordu, denilse abartılmamış olur.

Birkaçı yemek sırasında ve birkaçı yemekten sonra gelen misafirler ile toplantı salonunda birleşildi. Bunlar arasında üç kadın olup erkeklerden ise dördü ekarte41 oyununa gayet meraklı adamlardan ve üçü Madam Hamparson’un bir şeker gülüşünü görmeyi cana minnet sayan gençlerden idiler.

Oyun meraklıları için uzun uzadıya sabır ve susmak mümkün olamadığından, Hamparson Ağa oyuncularını oyuna mahsus olan bir salona aldı, götürdü. Altı kadın ile dört erkek büyük salonda kalarak söyleşmeye başladılar. Böyle bir toplulukta söz ipinin her tarafa dönüp dolaşacağı malumdur. Ancak döne dolaşa geldi, bir önemli konu üzerinde karar kıldı.

O mesele ise zaten “Madame Angoie’nın Kızı” adlı bir operanın bütün dünyaca kavuşmuş olduğu rağbetten başlamış olan sözün getirip vardırmış olduğu Fransız aşıklıkları konusuydu.

Fransız tarihinin bu türlü rezaletleri üzerine açılan söz orada bulunmakta olan üç erkek misafir için olanca tarih bilgilerini ortaya koymaya bahane oldu. Her biri bir kişinin ifadesinden ve diğerlerinin doğrulama ve tamamlamasından oluşan bilgilerin özeti şu oldu ki:

Fransa’da sevişme pazarının en ilgi çekici olanları hemen büyük ihtilalden evvelce ve sonraca olan senelerde görülüp şimdiye kadar bazı tarafları iyileştirilip ve bazı tarafları tamamlana gelmemiş. Belki asırlar önce, yani şövalyeler zamanında aşıktaşlık usulünün ana kuralları terk olunmuş. Çünkü şövalyeler zamanında, her şövalyenin “dame” unvanıyla bir sevgilisi olup genellikle bu sevgililer en kibar kadınlardan seçilirmiş. Fakat fingirdeşmeleri pek halisane olup şövalye kendisini o kadının kulu kölesi addedermiş. Allah’tan sonra o kadına tapınarak savaşlarda onun aşkından, onun isminden yardım beklermiş. Hatta bu fingirdeşmeleri, o kadınların akrabası ve kocası dahi bilerek hâlisiyet ve saffetinden dolayı buna ilişmedikten başka tam tersine hanımının amantı olan şövalyenin kibarlığı ve zaferleri ile kendisi bile iftihar eylermiş. Gerek kadınlar gerek kocaları ve diğer dost ve yakınları fingirdeşmelere pek fazla önem vererek bir amantı olmayan kadını âdeta kibardan saymazlarmış. Bununla birlikte, şövalyelerin kadınlara gösterdikleri kulluklarına karşılık kadınlar da onlara pek büyük hürmet, uyum ve onların aşkına vefa ve sadakat gösterip eğer bir kadın kendi sadakatsizlik ve vefa vazifesine aykırı bir hâl ile hareket gösterecek olur da şövalye de aşk mahkemelerine şikâyetini beyan eylerse o kadın söz konusu mahkemelerde yargılanır ve birçok kadının önünde şövalyeden af istemek veyahut fukaraya yüklüce sadaka vermek gibi cezalar ile cezalandırılırmış. Anılan aşk mahkemelerinin üyeleri en kibar kadınlardan olup kadınların gerek mevki ve gerek haysiyet yönleriyle başı olan bir büyük madam reis seçilirmiş. Şövalye kendi damının aşkına cenk eylediği gibi onun namını ve namusunu savunmaya da hazır olup bu yolda gereğine göre düellolar eder ve canını fedaya kadar vardığı da olurmuş. Sonraları gitgide bu âdet bozulmuş. Çünkü bir kadın ile bir erkek arasında o kadar safiyane fingirdeşme insanın doğasının kaldırabileceğinin üstünde olduğundan, bu fingirdeşmeler sonradan doğasının gereğini de gösterirmiş. Seneler geçtikçe bu durum da bir çeşit izin ruhsatı şeklini alarak hele büyük ihtilalden sonra artık dinin gereklerine bile uymak kalmadığından, iffet konusunda özensizlik de yol almış. Ancak eski hâlden bazı şeyler kalmış olup şu kadar ki onların da rengi ve şekli değişmiş. Mesela önceleri bir kadının bir şövalyeye dame olması için kibarlık lazım gelip şövalyesi olmayan kadın kibardan bile sayılmadığı hâlde, sonraları bir kadının bir amanta, yani bir sevdalıya “metres”, yani sahibe ve malike olması için o kadının güzel ve işvebaz olması lazım gelip, bir amantı olmayan kadın sevimli ve güzel sayılmamaya başlamış. Gerçekten bir kimse, amantın metresine hakaret edecek olursa, iş yine düelloya kadar varır ise de bu gayret sonraları sadece bir kıskançlık davranışından ibaret olmak şeklini almış. Yani bir zampara kendi metresini bir başkası baştan çıkardığı için kıskanarak, işte bundan dolayı düello eder olmuş. Ne var ki eski aşk mahkemeleri hiç kalmamış. Çünkü bir metres, kendi amantına hıyanete bir kahpelik, bir değil birçok kahpelik edip de birisi veya birkaçı meydana çıktığı zaman amant için gidecek üç yol görünmeye başlamış ki bunun birisi, eğer metresini gerçekten kıskançlıkla seviyorsa ya ona veyahut kendisine kıymak ve ikincisi, centilmence yani kıskanmayarak onunla sadece yaşıyor ise hıyanetin gerçekleşmesi üzerine onu def edivermek ve üçüncüsü, kıskanmadığı hâlde muhabbet dahi ediyorsa başkalarıyla görüşmesine ses çıkarmaksızın yine zevkinde devam eylemek şekillerinden ibaret kalmış.

Konunun en son kısmı, yani insanın bir kadını sevdiği hâlde kıskanması veyahut kıskanmaması meselesi bazı taraflardan alkışlanması, bazı taraflardan da kötü karşılanması, sohbetin hem biraz rengini değiştirmiş ve hem de şiddetini arttırmıştır.

Erkeklerden birisi, eşinin fingirdeşmelerinden haberdar olduğu hâlde kıskanmayan kocanın, şövalyeler zamanındaki halisane fingirdeşmeler göz önüne alındığında belki hoş görülebilir ise de sonraları bu fingirdeşmelerin âdeta tam anlamıyla oynaşma hâlini aldığı zamanlarda, böyle bir kocanın hoş görülemeyeceğini ortaya atınca -çünkü bu söyleşide bulunanların cümlesi bekâr adamlar olup kadınlara yaranmak gayretinde bulunduklarından- bunlar bu yoruma şiddetle itiraz etmişler ve alafranga kıskançlığın pek büyük terbiyesizlik sayıldığına ve bunun da pek yerinde olduğuna karar vermişlerdir.

Hatta bunlardan birisi şöyle bir de fıkra anlattı:

“Paris’te centilmenler kulübüne bir centilmen devam eylermiş ki ne önceden ve ne de gecikmeksizin akşam belirli bir saatte kulübe gelir ve her akşam hep bir koltukta oturup yalnız bir çeşit gazetenin, “high life”, yani kibarın av, avlanma ve at yarışı gibi en büyük eğlenceleri konusu ile ‘chronique theatrale’, yani tiyatrolara dair haberleri okuduktan sonra hep öteden beri kumar oynadığı adamlar ile kumarını oynar ve yine belirli olan saatte kalkıp alışkın olduğu bazı meşhur kadınların salonlarını dolaşarak evine gider ve ertesi akşama kadar uykucağızını uyurmuş. Seneler boyunca bu adam şu yolda davranışına asla halel getirmediği hâlde, nasılsa bir akşam âdeti olan saatten üç dört saat sonra gelip kumar arkadaşları da kendisini epeyce beklemiş olduklarından, nasıl olup da bu akşam geç kaldığını sormuşlar. Centilmen cenapları cevaben demiş ki: Artık çektiğim sıkıntıları sormayınız! Bizim madam sevgilisi ile kavga etmiş. Ama suç kendisinde. Çünkü sevgilisi olan budala, bizimkini gerçekten severmiş de madam da ona hıyanet eylediği için küsmüş! Tuhaf değil mi? Ne ise! Aralarını bulup barıştırıncaya kadar başıma ne hâller geldi! İşte onun için geciktim!”

34Çarnaçar: İster istemez, mecburen.
35Sıklet: Manevi sıkıntı; ağırlık.
36Aşüfte meşrep: Zevk ve şehvet düşkünü, ahlaksız kadın.
37İstibat: İhtimal vermeyiş, uzak görme.
38Gayret-i tıflane: Çocuklara yakışacak gayret; çocukça çabalama.
39Garabet: Garip durum, gariplik.
40Amantı: Dost.
41Ekarte: Oyun kağıdı, iskambil.
Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?