Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Köktencilik

Köktencilik terimi, 1910’larda modern bilimi reddeden ve İncil’in kelimesi kelimesine Tanrı’nın sözleri olduğunu savunan Hıristiyanları tanımlamak için kullanılmıştır. Neredeyse bir yüzyıl sonra köktencilik halen Amerikan dini düşüncesinin önemli bir ögesi olmaya devam etmektedir. ABD’de ve dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan ve kendilerini evanjelik Hıristiyanlar olarak adlandıran milyonlarca insan bu düşünceyi benimsemektedirler.

19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başlarındaki bilimsel gelişmeler köklü Hıristiyan inançlarına meydan okuyordu. Charles Darwin (1809–1882) tarafından yapılan biyolojik araştırmalar hayvanların diğer canlı türlerinden evrimleştiğini ortaya koymuştu. Bu İncil’deki yaratılış hikayesi ile çelişen bir durumdu. Albert Einstein (1879–1955) gibi bilim insanlarının çalışmaları evrenin kutsal kitaplarda anlatıldığından çok daha karmaşık ve kompleks bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyuyordu.

Bu bilimsel keşiflere bir yanıt olarak kimi Hıristiyan bilginler 20. yy başlarında inançlarını yenilemeye başladılar. Emekli bir Harvard başkanı olan Charles W. Eliot (1834–1926) 1909 yılında “Dinin Geleceği” adıyla bir konuşma yaptı. Konuşmasında dinin zaman içerisinde otoriteye dayanmaktan uzaklaşacağı fikrini işledi. Gelecekte “ölü atalara, öğretmenlere ya da yasa koyuculara” tapılmayacaktı. Gelecekte dinlerde kişisel kurtuluş takıntısı olmayacak, iç karartıcı hava bütünüyle ortadan kalkacaktı.

Eliot’un konuşması ve yüzyılın başlarında dini inançlarla ilgili yaygınlaşan şüphecilik, muhafazakar Hıristiyanlar arasında bir tepkinin gelişmesine neden oldu. Bir yıl sonra Princeton Teoloji Semineri’nin üyeleri Hıristiyanlığın özüne ilişkin olduğuna inandıkları temel prensiplerini açıkladılar. Bunların arasında İncil’in yanılmazlığı ve çarmıha gerildikten sonra İsa’nın yeniden hayata dönüşü de bulunuyordu.

Köktencilik özellikle Babtistler ve Metodistler arasında taraftar buldu. Köktencilik, 1920’lerin başlarında okullarda evrim teorisinin okutulmasına karşı bir kampanya yürüttü. Hıristiyan gruplar, eğitimcileri evrim yerine yaratılışı öğretmeye zorladılar. Günümüzde köktenciliğin çeşitli Hıristiyan gruplarında destekçileri bulunmaktadır.

Ek Bilgiler

1- Köktenciliğin önde gelen destekçilerinden biri de başkan adayı William Jennings Bryan’dı (1860–1925). “Maymun Davası” sırasında İncil’e inançlarını ortaya koyunca gazeteci H. L. Mencken (1880–1956) tarafından alay konusu yapılmıştı.

2- Köktenci terimi, bazı Müslümanları tanımlamak için ilk olarak 1980’lerdeki Lübnan rehine krizi sırasında kullanılmıştır.

3- 2007 yılında yapılan bir anket Amerikalıların %39’unun Tanrı’nın insanları bugünkü formunda yarattığını düşündüğünü ortaya koymaktadır.

Lou Gehrig

Kendi döneminde Lou Gehrig (1903–1941), “Demir At” namıyla bilinirdi. Beyzbolu kendisinden önce ve sonra pek az kişinin oynadığı gibi oynayan çelik bir makineydi. Art arda 2130 oyunda oynayarak rekor kırmıştır. Aynı zamanda sessiz ve alçakgönüllü bir adamdı. Ne var ki “New York Yankees”ten takım arkadaşı Babe Ruth’un (1895–1948) gölgesinde kalmıştı.

Gehrig, kariyerini ve yaşamını erkenden sonlandıran nadir görülen hastalığı ile anılan simge bir isim haline gelmiştir. Beyzbolu bıraktıktan iki ay sonra Yankees Stadyumu’nda kalabalıklara yaptığı dokunaklı veda konuşması bugün dahi hatırlanmaktadır.

Gehrig, Manhattan’da doğmuş ve Columbia Üniversitesi’ne gitmiştir. Yankees 1923 yılında onunla sözleşme imzalamıştır. 1925 yılından itibaren düzenli olarak birinci kalede bulunmuştur. Yedek vurucu olarak yer aldığı bir oyunun ardından, Gehrig birinci kalede savaş gazisi Wally Pipp’in (1893–1965) yerine geçmiştir. Sonraki on üç yıl boyunca yerini koruyacaktır. Art arda 2130 oyunda yer alma rekoru ancak 1995 yılında “Baltimore Orioles”teki Cal Ripken Jr. (1960–) tarafından kırılabilecektir.

Gehrig çok geçmeden beyzbol tarihinin en iyi vurucularından biri haline gelmiştir. 1927 yılında 47 kez topu oyun alanının dışına göndermiş ve 0,373’lük bir vuruş ortalamasıyla 175 sayı yapmıştır. Aynı yıl 60 kez topu oyun alanının dışına gönderen Ruth dışında hiçbir oyuncu bir sezonda böyle bir sonuca ulaşamamıştır.

1931 yılında Gehrig 184 RBI (vurucunun fırlattığı topa karşılık koşucunun skor kazanıp kazanmadığını gösteren bir beyzbol istatistiği) ile halen korunan bir lig rekoruna sahiptir. 1934 yılında Amerikan Ligi’nin üçlü tacını kazanmıştır (0,363 vuruş ortalaması, 49 kez topu oyun alanının dışına gönderme, 165 RBI).

1938 yılında, 1925’ten beri ilk kez Gehrig’in vuruş ortalaması 0,300’ün altına düşmüştür. O sezon tüm müsabakaların başlangıç kadrosunda yer almıştır. Fakat 1939 yılında yalnızca sekiz maça çıkabilmiştir. İlk kez kendi isteğiyle oyun dışında kalmaktadır. Böylece kesintisiz oyunculuğu ve kariyeri 2 Mayıs 1939 tarihinde son bulur.

Bir ay sonra Gehrig’e beyin hücrelerinin yavaşça bozulduğu nörolojik bir hastalık olan “amyotrofik lateral skleroz” teşhisi konuldu. Günümüzde bu hastalık genellikle “Lou Gehrig Hastalığı” olarak anımsanmaktadır.

4 Temmuz 1939 tarihinde Yankees, Gehrig için bir kutlama toplantısı düzenledi. Toplantı sırasında eski yıldız yaklaşık 62 bin hayranına şöyle seslendi: “Bugün kendimi dünyanın en şanslı insanı sayıyorum.” İki yıldan kısa bir süre içerisinde, henüz otuz yedi yaşında ALS hastalığı nedeniyle hayatını kaybetti.

Ek Bilgiler

1- Gehrig’in forma numarası 4’tü. Bu profesyonel spor tarihinde özel olarak bir sporcuyla birlikte emekli edilen ilk forma numarasıdır.

2- Gehrig, Dünya Serisi oyunlarında 0,361 vuruş ortalaması ile Yankees’in altı Dünya Serisi ve yedi şampiyonluk kazanmasına yardımcı olmuştu.

3- Gehrig birinci lig “Kariyer Büyük Slam”i rekorunu (23) halen muhafaza etmektedir. Kariyerini 0,340 vuruş ortalaması, 493 kez topu oyun alanın dışına gönderme ve 1995 RBI skorları ile tamamlamıştır.

Al Jolson

Al Jolson (1886–1950), kendi döneminde vodvillerin ve Broadway’in en popüler eğlence sanatçıları arasında yer almaktaydı. Aynı zamanda yenilikçi prodüksiyon The Jazz Singer’daki (1927) rolüyle anımsanmaktadır. Jolson, önde gelen sahne sanatçılarının genellikle siyah maskeyle sahneye çıktıkları dönemin temsilcilerindendir.


Jolson ve ailesi, o henüz bir çocukken Litvanya’dan Washington DC’ye göç etmişlerdir. Jolson erken yaşlarından itibaren sokak ve sahne sanatçılığı yapmıştır. 1898 Amerikan-İspanyol Savaşı sırasında Amerikan askerlerini eğlendirmiştir. 1911 yılında Broadway’de ve ülke çapındaki turlarda çeşitli gösteriler yapmıştır.

Jolson, çağdaşlarının sert ve soğuk tutumlarına karşılık, sahnede son derece canlı ve karizmatikti. Kimi zaman seyircileri eğlendirmek için belirlenmiş programın dışına çıkarak solo konserler verdiği bile olurdu. 1910 ve 1920’lerde ses sanatçısı olarak da parlak bir kariyeri vardı. Plakları 10 milyondan fazla satan ilk şarkıcı olmuştu.

Jolson The Jazz Singer’da kısmen kendini oynuyordu. Film bir sinagog kantorunun seküler bir eğlence sanatçısı olmak isteyen oğlunun hikayesini anlatıyordu. Şarkı ve konuşmaların görüntülerle senkronize edildiği ilk uzun metrajlı film olan The Jazz Singer, büyük bir gişe başarısı elde etti. Filmi, kısa süre içerisinde Jolson’un daha da büyük bir başka başarısı izleyecekti: The Singing Fool (1928).

Jolson hem sahnede hem de beyazperdede, döneminin en başarılı siyah maske performanslarını sergiliyordu. Siyah maske kullanımı dönemin eğlence sektöründe son derece yaygın olsa da, bu tartışmalı uygulama Jolson’un imajını ve popülerliğini ölümünden beri gölgelemiştir.

1940’larda Jolson neredeyse emekli olmuştu. Arada sırada turlar düzenliyor ve Broadway şovlarına çıkıyordu. 1946 yılında kendi hayatını anlatan The Jolson Story ile birlikte kariyeri yeniden canlandı. Eski plakları yeniden basılmaya başlamıştı.

Kalp yetmezliğine rağmen II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan askerleri için gösteriler düzenledi. 1950 yılında aynı şeyi yapmak için Kore’ye gitti. Sonraki ay, altmış dört yaşında kalp krizi geçirerek hayata veda etti.

Ek Bilgiler

1- Kimi canlı gösterilerde seyircilerin arasına giren bir rampa kullanıyordu. Böylece onların arasında dolaşıp, izleyicilerle sohbet edebiliyordu.

2- O dönemde plak satışlarına dair bilgiler mevcut olmamasına rağmen, “Billboard” dergisi Jolson’un yirmi üç adet hit plağı olduğunu tahmin etmektedir.

3- Jolson, Jazz Singer’daki çoğu diyaloğu doğaçlama geliştirmiştir. Öte yandan filmin açılış cümlesi olan, “Henüz hiçbir şey duymadınız” onun sahne performanslarının temel bir unsuruydu.

J. Edgar Hoover

J. Edgar Hoover (1895–1972), Federal Araştırma Bürosu’nun (FBI) ilk müdürüdür. Yaklaşık elli yıl boyunca kurumun yönetiminde rol oynamıştır. Onun yönetimi altında FBI; kaçakçılarla, casuslarla ve mafyayla mücadele etmiştir. Öte yandan Hoover, FBI ajanlarının insan haklarına saygı duymadıkları gerekçesiyle eleştirilere konu olmuştur.



Hoover Washington DC’de doğmuştu. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra Adalet Departmanı’na girdi. 1924 yılında yirmi dokuz yaşında bir bürokrat olarak, departmanın küçük araştırma bürosunun kontrolünü eline aldı.

Onun yönetimi altında, 1920’lerde büro hızla genişledi. Esas olarak içki kaçakçıları ve banka soyguncularına yoğunlaşmışlardı. Federal ajanlar, ünlü banka soyguncusu John Dillinger’ı yakalamış (1903–1934) ve Chicago’daki Biograph Tiyatrosu’nun dışında kurşun yağmuruna tutarak öldürmüşlerdi. Hoover büronun başarılarını sahiplenmek konusunda son derece hızlıydı. Büyük Buhran’ın suçla dolu yıllarında yasanın ve düzenin yüzü haline gelmişti.

 

1935 yılında büro, Federal Araştırma Bürosu (FBI) adını aldı. Franklin D. Roosevelt (1882–1945) Hoover’ı müdür yaptı. Ölene kadar bu görevde kalacak ve sekiz ABD başkanı için çalışacaktı.

Soğuk Savaş döneminde Hoover ABD’deki komünist ajanları bulmakla uğraştı. Ajanlarını yurttaşlık hakları gruplarına sızdırdığı ve illegal araçlarla liderleri Martin Luther King Jr’ı (1929–1968) dinlettiği için çok eleştirildi. Hoover onların komünist olabileceklerinden korkuyordu. COINTELPRO adı verilen bu program 1970’lerde ortaya çıkarıldı ve kongre tarafından kınandı.

Pek çok başkan Hoover’ı işten çıkarmayı düşünse de, bir suç savaşçısı olarak sahip olduğu popülarite ve kamusal yaşamdaki neredeyse her bilinen kişi için tuttuğu kalın dosyalar onu Washington’da daimi biri hale getirdi.

Özel hayatı tam bir bilmeceydi. Görünüşte kendisini tamamen işine verdiği duygusu uyanıyordu. Hiçbir zaman evlenmedi. Eşcinsel olduğu yönünde söylentiler dolaşıyordu.

Hoover’ın ölümünün ardından yapılan reformlarla dinleme cihazlarının kullanımına kısıtlama getirildi. Geleceğin müdürlerine on yıl görev kısıtlaması getirildi. Böylece başka hiç kimsenin Hoover gibi beklenmedik bir güce ulaşması istenmiyordu.

Ek Bilgiler

1- Washington DC’deki FBI karargahı ölümünün ardından “Hoover” adını aldı.

2- 1950 yılında, FBI’ın en çok aranan on kişi listesini yapmak Hoover’ın fikriydi.

3- Hoover’ın döneminde FBI, Kaliforniya’dan genç bir hukuk mezununun başvuru formunu geri çevirmişti: Richard M. Nixon (1913–1994).

Robert Frost

Robert Frost (1874–1963), 20. yüzyıl Amerika’sında yazılmış mektupların kıdemli devlet adamıydı. Öte yandan o, hem eleştirmenlerin hem de sıradan okuyucunun saygı duyduğu ulus çapında tanınmış bir şairdi. Sık sık alıntı yapılan biri olarak Frost, Amerikan yazın geleneğindeki en çok yanlış anlaşılan şairlerden biri olmanın karmaşık ayrıcalığından ötürü hoşnuttu. Okuyucular Frost’un çalışmalarını genellikle kırsal yaşamın kendine özgü bir anlatımı olarak yorumladılar. Gerçekte ise şiirleri, karanlık ve ironik bir mizahla hatta kötümserlikle yüklüydü.



Kaliforniya’da doğan Frost, New England’da yetişti. Bu bölgeyle çok güçlü bağları vardı. Şiir kariyeri yapmak üzere Dartmouth’tan ayrıldıktan sonra, uzun yıllar hayal kırıklığına uğramış biri olarak dolaştı durdu. Şiirler yazsa da bunları yayınlatamadığından emeğinin mali karşılığını alması bir türlü mümkün olamıyordu.

Sonunda Frost 1912 yılında ABD’den ayrıldı. Çalışmalarının Londra’da daha fazla ilgi görebileceğini ummuştu. Frost’un umutları boşa çıkmadı ve ilk kez 1913 yılında tam bir şiir derlemesi Birleşik Krallık’ta yayınlandı. Amerikalı şair Amy Lowell (1874–1925), Frost’un şiirlerini beğeniyordu. Bunları Amerika’ya getirdi ve bıkıp usanmadan Frost’u insanlara anlattı. Büyük ölçüde Lowell’ın çabalarının bir sonucu olarak, Frost’un çalışmaları çok satanların arasına girdi. Oldukça hızlı bir biçimde ünlü birisi haline gelmişti.

Frost’un şiirleri 19. yy New England’ının romantik geleneğinden ayrılıyordu. Doğayı yücelten betimlemelerden vazgeçerek, karanlık ve sorunlu doğa manzaralarına yöneldi. Dilinin basitliği ve kullandığı doğal imgeler, şiirlerinin karmaşıklığını örtüyordu. Eserleri basmakalıp yorumları geçersiz kılan, karmaşık çalışmalardı.

Frost’un insanların bariyerler inşa etmeye olan eğilimini anlatan “Mending Wall” şiiri, yaşam tercihlerinin gelişigüzelliği üzerine genellikle yanlış anlaşılan bir düşünce olan “The Road Not Taken”, dünyanın sonuna ilişkin arsızca bir anlatı olan “Fire and Ice”, doğa ve medeniyet arasındaki sınırlarla ilgili karanlık şiiri “Stopping by Woods on a Snowy Evening” en ünlü şiirleri arasında yer almaktadır.

Ek Bilgiler

1- Frost çalışmalarıyla dört kez Pulitzer Ödülü kazanmıştır. Bu, Amerika tarihindeki diğer şairlerin ulaşamadığı bir başarıdır.

2- 1961 yılında Başkan John F. Kennedy’nin (1917–1963) göreve başlama töreni için “Dedication” isimli bir şiir yazmıştır. Ne var ki seksen altı yaşına gelmiş olması nedeniyle zayıflayan görme gücü ve kış güneşi, notlarını okumasını güçleştirmiştir. Bu nedenle son dakikada eski bir şiiri olan “The Gift Outright”ı ezberden okumuştur.

3- Frost, zaman içerisinde kendini kanıtlamış şiir biçimlerini ve kafiye şemalarını çağdaş tekniklere tercih etmeye başladı. Serbest nazım için, “ağ olmadan tenis oynamak gibi” diyecektir.

Aaron Copland

Klasik müzik kimi zaman, toplumun üst tabakası tarafından toplumun üst tabakası için üretilmiş elit bir sanat formu olarak değerlendirilmiştir. Buna rağmen besteciler sıklıkla popüler sanat geleneklerinden de ilham almışlardır. Bu eğilimin en güzel örneklerinden biri de Amerikan bestecisi Aaron Copland’dir (1900–1990). Özgün bir Amerikan klasik müzik tarzı geliştirmeye çalışmış ve bunu Amerika’ya has popüler bir müzik türünü temel almıştır: Caz



Brooklyn’de doğan Copland genç bir delikanlıyken piyano dersleri almaya başlamış, klasik müziğin ve besteciliğin temellerini öğrenmiştir. Liseyi bitirdikten sonra bestecilik üzerine çalışmak için Paris’e gitmiştir. Burada avangard modern müziğin zirve ismi olarak kabul görmüş ve sanatını caz üzerine temellendirmiştir.

Müzik tarihçileri Copland’in kariyerini iki döneme ayırmaktadırlar. Bunlardan ilki ağırbaşlı dönemidir. Bu dönemde caz etkisi ve modernizme eğilimi çok daha belirgindir. Bu dönemde hazırladığı belli başlı eserleri arasında Symphony for Organ and Orchestra (1924), Music for the Theater (1925) ve Dance Symphony (1925) yer almaktadır.

Kariyerinin sonraki dönemlerinde Copland’in popülist eğilimleri daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Bölgesel dönem olarak adlandırılan bu aşamada ilhamını genellikle Amerikan halk geleneklerinden almıştır. Ünlü kanun kaçağını anlatan öyküyü temel aldığı Billy the Kid (1938) isimli bale eseri ve büyük Amerikan başkanını anlattığı Lincoln Portrait (1942) gibi.

Copland, kariyeri boyunca avangard ürünler vermeye devam etse de çalışmalarını giderek popüler temalı eserler üzerine yoğunlaştırmıştır. Of Mice and Men (1939) ve Our Town (1940) gibi film müzikleri yapmıştır. En ünlü şarkılarından olan yurtseverlik temalı Fanfare for the Common Man, 1943 yılında icra edilmiş ve en iyi bilinen, aynı zamanda en sık icra edilen eseri olarak kalmıştır.

Ek Bilgiler

1- Copland, New York Filarmoni Orkestrası şefi Leonard Bernstein’ın (1918–1990) yakın bir dostuydu. Copland’in eserlerini en iyi Bernstein’ın yönettiği düşünülüyordu.

2- 1930’larda Komünist Parti’yi savunduğu için uzun yıllar ve özellikle de 1950’lerin komünizm korkusu döneminde parti üyesi olmakla itham edilmiştir.

3- Genç bir delikanlıyken Copland’in piyano öğretmeni Rubin Goldmark’tı (1872–1936). Goldmark aynı zamanda George Gershwin’e (1898–1937) de dersler vermişti.

Marx Kardeşler

Marx Kardeşler, sinema tarihinin en ünlü komedyen ailelerinden biriydi. 1929–1949 yılları arasında birlikte çektikleri on üç film sinema tarihinin en unutulmaz espri ve diyaloglarından bazılarını içermektedir.



Marx Kardeşler, komedi filmleri ile ilgilenen herkes için tanıdık hale gelmişlerdir:

-Asıl adı Julius Henry (1890–1977) olan Groucho, aceleci, bıyıklı, laf cambazı ve gözlüklüdür.

–Asıl adı Leonard (1887–1961) olan Chico ise piyano çalan İtalyan aksanlı bir serseridir.

–Asıl adı Adolph (1888–1964) olan Harpo ise arp çalan sessiz bir palyaçodur.

Asıl adı Herbert (1901–1979) olan dördüncü kardeş Zeppo, sıradan bir adamı canlandırarak sadece kardeşlerin yaptığı beş filmde rol almıştır.

Marx Kardeşler, göçmen Sam ve Minnie’nin çocukları olarak New York City’de doğdular. Annelerinin teşvikiyle kardeşler, komedyen amcaları Al Shean’in ardından şov dünyasına girdiler.

Kariyerleri vodvil sahnesinde başladı. Daha sonra Broadway’e gittiler. 1929 yılında çok popüler olan Broadway gösterilerinin film versiyonu The Cocoanuts gösterildi. Animal Crackers (1930), Monkey Business (1931), Horse Feathers (1932) ve Duck Soup’un (1933) içinde yer aldığı başarılı filmleri kaotik abartılı komedi, güldürü ve müzikal performanslardan oluşuyordu.

Groucho makyaj bıyığı, kalkık kaşları, özlü ve vurucu şakaları ile grubun temel taşıydı. Diğer karakterler ve hikaye onun etrafından dönerdi. Hareketleri filmin bir parçası olmakla birlikte, her şakasından sonra bilinçli biçimde göz kırparak seyirci ile direkt iletişim kurardı. Robert Ebert şöyle der: “Groucho’nun diyaloglarının üzerinde konuşmak onları alıntılamadan imkansız, Groucho’nun esprileri kendisine has anlatma şekline dayandığı için onu alıntılamaya çalışmak ise faydasızdır…”

Siyaset, savaş ve hükümetle ilgili bir taşlama olan Duck Soup kardeşlerin en başarılı filmi olarak kabul görmüştür. Gişede başarısız olsa da, faşist lider Mussolini’yi filmin İtalya’da yasaklanmasına neden olacak denli ürkütmeyi başarmıştır.

Marx kardeşler arasında bağımsız bir kariyer yapan sadece Groucho olmuştur. 1947’den 1961 yılına kadar başarılı bir radyo ve TV yarışma programı olan You Bet Your Life’ı sunmuştur.

Ek Bilgiler

1- Bir diğer kardeş olan Milton ya da Gummo (1892–1977) diğer dört kardeşiyle birlikte sahneye çıksa da filmlerde rol almamıştır. Kariyerinin büyük bölümünde aktör ve yazarlar için yetenek ajanlığı yapmıştır.

2- Groucho daha sonra ayrılmaz bir parçası haline gelecek olan ünlü makyaj bıyığını ilk kez 1924 yapımı bir sahne prodüksiyonu olan “I’ll Say She Is” için kullanmıştır. Sahneye geç kaldığından tam bir bıyık yapmaya zamanı olmamıştır.

3- Kardeşlerin birlikte çektiği son filmleri olan “Love Happy”de (1949) yirmi üç yaşında olan Marilyn Monroe’ya da rol verilmiştir.

Cephanelik Sergisi

Cephanelik Sergisi, 1913 yılında bir ay süresince New York City’deki askeri kışlada açılan çığır açıcı bir sanat sergisidir. Sergide Marcel Duchamp (1887–1968) gibi modern Avrupa sanatçılarının eserleri Amerikalı sanatseverlerin huzuruna ilk kez çıkarılmış ve ilk defa modern sanat Amerikan kültürüne tanıtılmıştır.



Üç yüzden fazla sanatçının yer aldığı sergide Wassily Kandinsky (1866–1944) ve Pablo Picasso (1881–1973) gibi Avrupalıların yanı sıra Mary Cassatt (1845–1926) ve George Bellows (1882–1925) gibi Amerikalı sanatçılara da yer verilmiştir. Kübizm, fütürizm, postempresyonizm ve diğer avangard sanat tarzlarını temsil eden ressam ve heykeltıraşlar sergiye dahil edilmiş ve ilk kez Amerikalı sanatseverlerin ilgisine sunulmuştur.

Sergi New York City’de 69. Alay Cephaneliği binasında 17 Şubat 1913 tarihinde açılmıştır. Serginin açık kaldığı bir aylık süre içerisinde Başkan Theodore Roosevelt (1858–1919) dahil olmak üzere binlerce Amerikalı sergiyi gezmiştir.

Tepkiler çok çeşitlidir. Düşman olanlar da hayran kalanlar da vardır. Duchamp’ın üst üste eklenmiş imajlardan oluşan hareketli bir figür olan kübist çalışması Nude Descending a Staircase pek çok eleştirmen tarafından alaycılıkla karşılanmıştır. Hayranları ise Duchamp’ın resimde hareketi göstermek için yeni bir teknik kullanmasını takdirle karşılamışlardır. Aralarında Roosevelt’in de olduğu eleştirmenlerse açık bir biçimde ondan nefret etmişlerdir.

Hayranlarının gözünde sergi son derece önemli bir etkinliktir. Amerikan sanatı üzerinde, çok geçmeden derin bir etki bırakmıştır. Sokak ve fabrika manzaralarını gerçek yaşama yakın bir biçimde betimleyen Amerikan sosyal gerçekçiliği, Cephanelik Sergisi’ndeki çizimlerin etkisiyle daha soyut bir sanat anlayışına doğru ilerlemiştir.

New York’ta tamamlanmasının ardından sergi Chicago’ya gitmiştir. Orada da aynı ölçüde, hayranlık ve şaşkınlık uyandırmış, ama aynı zamanda ilham kaynağı olmuştur.

Ek Bilgiler

1- “Nude Descending a Staircase” günümüzde Philadelphia Sanat Müzesi’nde sergilenmektedir.

2- Duchamp başarılı bir sanatçı olsa da 1920’lerde profesyonel bir satranç oyuncusu olmak üzere resmi bırakmıştır.

 

3- New York City’de 1999’dan beri her yıl yeni bir Cephanelik Sergisi açılmaktadır.