İlyada

Tekst
Autor:
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Ancak savaştan kaçan veya isteksiz birini gördüğünde öfkeyle azarladı. “Argoslular!” diye bağırdı, “Yüreksiz, sefil yaratıklar, utanmıyor musunuz burada böyle korkak geyik yavrusu gibi durmaya, artık ovada koşmaya mecali kalmaz da birbirine sokuluverip mücadele etmezler hani? Bir geyik kadar şaşkın ve ruhsuzsunuz. Kıyıda bekleyen gemilerimizin başına ulaşmalarını mı bekleyeceksiniz Truvalıların, Kronosoğlu’nun sizi korumak için elinizi tutup tutmayacağını görmek için?”

Birlikler arasında emir vere vere dolaştı böyle. Kalabalığı geçerek İdomeneus’un çevresinde silahlanan Giritlilerin olduğu yere geldi, en öndeydi o, bir yaban domuzu kadar azgın, bu sırada da Meriones arkadaki taburları hazırlıyordu. Agamemnon onu gördüğüne memnun oldu ve tatlı tatlı konuştu. “İdomeneus!” dedi, “Sana diğer Akhalara göre çok daha ayrıcalıklı davranırım, savaşta veya diğer işlerde, sofrada da. Prensler en seçkin şarabımı karma kabında kardıkları sıra herkesin belli bir miktar payı vardır, ancak senin bardağını benimki gibi hep dolu tutarlar, canın istedikçe içmen için. Haydi git öyleyse savaşa ve her zaman olmaktan gurur duyduğun adam olarak göster kendini.”

İdomeneus yanıt verdi: “Sana ilk başta söz verdiğim gibi güvenilir bir yoldaşın olacağım. Diğer Akhaları isteklendir de savaşa bir an önce başlayalım, çünkü Truvalılar yeminlerini çiğnediler. Ölüm ve yıkım onların olacaktır, yeminlerini ilk bozanlar ve bize saldıranlar olduklarını bildiğimden.”

Atreusoğlu hoşnut olarak devam etti, ta ki bir ordu dolusu yaya askerin ortasında silah kuşanan iki Aias’la karşılaşana dek. Nasıl bir keçi çobanı yüksek bir noktadan batı yelinin önünde denize yayılan fırtınayı seyrederse -enginler katran gibi karadır ve güçlü bir kasırga ona doğru yaklaşır, böylece korkup sürüsünü bir mağaraya sürer-Aiasların emrindeki korkusuz delikanlılardan oluşan birlikler de öyle savaşmak için koyu bir küme olarak hareket ettiler, kalkanları ve mızrakları ile korkunç görünerek. Kral Agamemnon onları görünce memnun oldu. “Gerek yok…” diye bağırdı, “sizin gibi Argos liderlerine emirler vermeye, zira siz kendiliğinizden adamlarınızı savaşa teşvik edersiniz kudretiniz ve kuvvetinizle. Keşke Zeus Baba, Athena ve Apollon vereydi de hepsi sizin gibi istekli olaydı, Priamos şehri çok yakında ellerimize düşerdi ve yağmalardık biz de.”

Böylece bıraktı onları ve Pylosluların usta hatibi Nestor’a doğru gitti, adamlarını diziyor ve kışkırtıyordu o, yanında Pelagon, Alastor, Khromios, Haimon ve halkının önderi Bias’la beraber. Öncelikle atlılarını arabaları ve atları ile beraber ön saflara yerleştirdi, yaya askerler, cesur erler ve güvendiği diğer adamlar da arkadaydı. Korkakları ortaya yerleştirdi ki, isteseler de istemeseler de savaşsınlar. Emirlerini öncelikle atlılara verdi, karmaşayı önlemek için atlarını ellerinde iyi tutmalarını söyleyerek. “Hiçbir kimse…” dedi, “Gücüne ve iyi at binmesine güvenerek öne geçip Truvalılarla tek başına uğraşmasın aynı zamanda geride de kalmasın, aksi takdirde saldırının tesiri azalır; ancak her biriniz düşmanın arabasıyla karşılaştığında mızrağını fırlatsın; bu en iyisi olacaktır. Eskiler kasabaları ve kaleleri böyle aldılar, kafalarında bu düşünce vardı.”

Böyle emretti yaşlı adam onlara zira pek çok savaşta bulunmuştu ve Kral Agamemnon memnun olmuştu. “Keşke…” dedi, “Bacakların esnek olaydı ve gücün mutlak olaydı muhakemen kadar; ancak insanoğlunun ortak düşmanı yaşlılık, ellerini senin üzerine koymuş, keşke bir başkasının başına geleydi de sen hâlâ genç olaydın.”

Gerene’nin şövalyesi Nestor da cevap verdi: “Atreusoğlu, ben de memnuniyetle güçlü Eurythalion’u katlettiğim zamanki adam olmak isterim, ancak tanrılar bize her şeyi beraber ve aynı zamanda vermez ki! O zamanlar gençtim, şimdi ise yaşlı, ancak hâlâ atlılarımla beraber gidip onlara yaşlıların vermeye hakkı olan öğütleri verebiliyorum. Mızrak atmayı benden daha genç ve güçlü olanlara bırakıyorum.”

Agamemnon keyifli keyifli yoluna gitti ve yakınında Peteos’un oğlu Menestheus’u buldu, olduğu yerde oyalanırken ve onunla beraber savaşta naralar atan Atinalıları. Yanında kurnaz Odysseus da oyalanıyordu, etrafında güçlü Kephallenlerle beraber. Savaş narasını henüz duymamışlardı zira Truva ve Akha birlikleri daha yeni yürümeye başlamışlardı, bu yüzden öylece durup başka bir Akha kıtasının Truvalılara saldırmasını ve savaşı başlatmasını bekliyorlardı. Agamemnon bunu görünce onları azarladı ve dedi ki: “Peteos’un oğlu ve sen diğeri, kurnazlıkta âlim, açıkgöz yürek, neden orada korkudan sinmiş ve diğerlerini bekler durursunuz? Siz ikiniz en önde gidenler olmalıydınız çetin savaşa girmek için, zira siz davetimi en önde kabul edenler olursunuz Akhalı kurul şölen yaptığında. Kızarmış etleri bolca alıp, istediğiniz kadar şarap içerken yeterince memnun olursunuz da şimdi on kıta Akhalı önünüzdeki düşmanla çarpışırken nasıl olur da umursamazsınız!”

Odysseus ona yan yan baktı ve yanıt verdi: “Atreusoğlu, sen ne dersin böyle? Bize nasıl tembel dersin? Akhalar Truvalılarla tam güç savaştayken göreceksin, tabii dikkat edersen eğer, Telemakhos’un babası en öndekilerle savaşa girecek. Boş boş konuşuyorsun!”

Agamemnon, Odysseus’ın öfkelendiğini görünce, ona tatlı tatlı gülümsedi ve sözlerini geri aldı. “Odysseus!” dedi, “Laertes’in soylu oğlu, akıl vermede üstün, senin ne kusurunu bulmaya ne de emir vermeye çalışırım, zira bilirim ki kalbin iyidir ve senle ben aynı taraftayız. Yeter, sana söylediklerimi geri aldım ve şimdi söylenen fena sözleri tanrı da yok saysın.”

Sonra onları bırakıp başka tarafa gitti. Yakınlarda Tydeusoğlu soylu Diomedes’i gördü, arabası ve atları yanında dururken, Kapaneus’un oğlu Sthenelos da beraberinde. Bunun üzerine onu azarlamaya başladı. “Tydeusoğlu!” dedi, “Niye korkudan sinmiş burada durursun savaş başlamak üzereyken? Tydeus hiç çekinmedi, aksine hep adamlarının önündeydi düşmanlara karşı onlara liderlik ederken -en azından onu savaşta görenler öyle der- zira ben kendi gözlerimle hiç görmedim. Derler ki onun gibi biri yoktu. Bir keresinde Mykene’ye geldi, düşman olarak değil de dost olarak, Polyneikes’le beraber adam bulmak için orduya, zira güçlü şehir Thebes’e savaş açmışlardı ve halkımıza onlara yardımcı olacak seçme bir grup adam vermelerini rica ettiler. Mykene’nin erleri almalarına razı oldu onları ancak Zeus hayırsız alametler göstererek onları caydırdı. Bu yüzden Tydeus ve Polyneikes yollarına devam ettiler. Çok yeşillikli ve sazlıklı Aesopus’un kıyılarına kadar varınca, Akhalar Tydeus’u elçileri olarak gönderdi ve böylece Kadmosluların kalabalık hâlde Eteokles’in evinde bir şölen için toplandıklarını öğrendi. Yabancı olduğu hâlde, kalabalığın arasında tek başına olmaktan korku duymadı, aksine onlara çok çeşitli yarışmalarda meydan okudu ve hepsinde de ilk elde yendi, çünkü Athena ona yardım etti hep. Kadmoslular başarısına öfkelendiler ve elli delikanlıdan oluşan bir grup oluşturdular, başlarında iki kaptanla beraber -Haimonoğlu tanrısal kahraman Maion ve Autophones’in oğlu Polyphontes- onun dönüş yolunda pusuda beklemeleri için. Ancak Tydeus her birini katletti, sadece Maion’a dokunmadı, gökten gelen alamete uyarak onu serbest bıraktı. Aitolialı Tydeus işte böyle bir adamdı. Oğlu ondan daha dilbazdır ama babasının dövüştüğü gibi dövüşemez.”

Diomedes hiç cevap vermedi, zira Agamemnon’un azarından utanmıştı ancak Kapaneus’un oğlu konuşmaya başladı ve dedi ki: “Atreusoğlu, yalan söyleme, söyleyeceksen doğru söyle. Biz babalarımızdan bile üstün adamlar olduğumuz için övünürüz, yedi kapılı Thebes’i aldık, surlar daha güçlü ve adamımız daha az olduğu hâlde, zira tanrıların alametlerine ve Zeus’un yardımına güvendik, onlarsa tam bir akılsızlıkla yok oldular, o zaman övünçten yana bir tutma bizi babalarımızla.”

Diomedes sertçe baktı ve şöyle dedi, “Sakin ol dostum, sana söylüyorum. Agamemnon’un Akhaları hücuma teşvik etmesi yanlış değil zira şehri alırsak zafer onun olacak ve yenilirsek de utanç. Bu yüzden yiğitliğimizle kendimizi aklayalım.”

Böyle derken atladı arabasından ve zırhı öyle şiddetli çınladı ki üzerinde, cesur bir adam bile epey korkardı bundan.

Nasıl güçlü bir dalga gümbürderse kıyıda, batı yeli onu hiddetle kamçıladığı zaman -tepesi şahlanır uzakta da kıyıya yığılıverir sonra, sarp kayalar üstünde kavisli tepesini eğip yükseklerden tuzlu köpüklerini her yana sıçratır- sıra sıra dizilmiş Danaolar da kararlı bir biçimde savaşa doğru öyle ilerlediler. Her bir önder kendi adamına emir verdi, ancak adamlarından bir kelime çıkmadı, hiçbiri düşünmedi bile, zira ordu devasa olmasına rağmen sanki dilleri yok gibiydi, sessizce itaat ettiler ve yürüdükçe üzerlerindeki silahlar güneşte ışıl ışıl parladı. Ancak Truvalı birliklerin gürültüsü, zengin bir sürü sahibinin avlusunda meleyen binlerce koyunun gürültüsü gibiydi, zira tek bir söylemi ve dili yoktu bunların, aksine lisanları farklıydı ve değişik yerlerden gelmişlerdi. Kimini Ares, kimini Athena kışkırtıyordu; üç tanrı daha vardı onları kışkırtan: Korku, Bozgun bir de kızgın Kavga, insan öldüren Ares’in yoldaşı. Önce biraz doğrulur o, uzar, yükselir sonra, bakarsın ayakları yerde, başı da göktedir. İnsanları birbirine katan savaşı saldı yine ortalığa, yürüdü insanlara doğru ve sardı ortalığı iniltiler.

Karşılaştıklarında meydanda kalkanlar kalkanlara, mızraklar mızraklara vurdu savaşın şiddetinde. Kabartmalı kalkanlar birbirine çarptı, çok büyük bir uğultu vardı -ölen ve öldürenlerin ölüm ve zafer çığlıkları- dahası yeryüzü kırmızı kana bulandı. Nasıl yağmurla beraber gelirse sel, çılgınca derin kanallar boyunca ta ki kızgın sular bir boğaza gelene dek ve çoban da uzaklardan gelen gürültüyü yamaçtan duyarsa, işte karşı karşıya geldiklerinde orduların kavgası ve gürültüsü de aynen böyleydi.

Önce Antilokhos Truvalıların silahlı bir savaşçısını öldürdü, Thalysios’un oğlu Ekhepolos’u, en ön sıralarda savaşan. Miğferinin taşkın kısmına vurup mızrağı alnına kadar geçirdi; tuncun ucu kemiğini parçaladı ve gözlerini karanlık perdeledi, kule gibi baş aşağı yıkıldı ortasına savaş izdihamının. Düşer düşmez Khalkodon’un oğlu ve gururlu Abantların önderi Kral Elephenor etrafına düşen okların dışına sürüklemeye başladı onu, aceleyle silahlarını almak için. Ancak bu çaba fazla sürmedi, Agenor ölüyü sürüklediğini gördü ve onu tunç uçlu mızrağı ile yan tarafından vurunca -zira eğilirken yan tarafı kalkanı ile korunmadan kalmıştı- öldü gitti. Sonra ölüsü üzerine Truvalılar ve Akhalar arasındaki kavga öfkeyle büyüdü ve birbirleri üzerine kurtlar gibi saldırdılar, birbirlerini karşılıklı tepeleyerek.

 

Hemen Telamon’un oğlu Aias, Antemion’un oğlu güzel delikanlı Simoeis’i katletti, anasının Simoeis kıyılarında doğurduğu, sürülerine bakmaya gittiği, ana babasının olduğu İda Dağı’ndan aşağı gelirken. Bu yüzden Simoeis adı verilmişti, ancak ana babasına büyütmelerinin karşılığını verecek kadar yaşamadı zira en öndeki savaşçılara doğru gelirken onu sağ memesinin oradan vuran güçlü Aias’ın mızrağı ile zamansızca öldürüldü, mızrak sağdan omzuna doğru geçince bir göl yakınındaki çayırda düz ve uzunca büyüyen ve tepesi dallardan kalınca bir kavak gibi düştü. Hani bir tekerlekçi güzelce bir arabanın tekerine ispit yapabilmek için baltasını köklerine indirir ve suyun kıyısında kuruyup gider ya kavak. Aynı şekilde Aias, Antemionoğlu Simoeis’i yere böyle devirdi. Bunun üzerine Priamos’un oğlu parlak zırhlı Antiphos Aias’a kalabalığın ortasından bir mızrak fırlattı, ancak vuramadı. Fakat Odysseus’ın cesur yoldaşı Leukos’u vurdu kasığından, Simoeis’in ölüsünü öbür tarafa sürüklerken, Leukos ölünün üzerine düştü kolları da iki yana. Odysseus, Leukos’un öldürüldüğünü görünce çok öfkelendi ve ön sıraları tam takım yararak çok yakına geldi, sonra etrafına bakındı ve nişan aldı, böyle yapınca Truvalılar geri çekildi. Kargısı boşa gitmedi, zira babasının kısraklarına baktığı Abydos’tan buraya gelen, Priamos’un gayrimeşru oğlu Demokoon’a saplandı. Yoldaşının ölümüyle kuduran Odysseus, mızrağını onun şakağına indirdi ve tunçtan ucu alnının diğer tarafından çıktı. Sonra gözlerini karanlık bürüdü ve yere ağır ağır düşerken silahı şangırdadı etrafında. Hektor ve öndekiler bunun üzerine geri çekildiler, Argoslular çığlık atıp ölüyü çekerken, aynı zamanda da ileri atıldılar. Ancak Apollon, Pergamos’tan aşağı bakıp Truvalılara bağırdı, zira hiç hoşnut değildi. “Truvalılar!” diye haykırdı “Düşmanın üzerine gidin ve Argoslular tarafından yenilmenize izin vermeyin. Derileri ne taştır ne de demir ki onlara vurunca zarar gelmesin. Hem sonra, güzel Thetis’in oğlu Aşil de dövüşmüyor ama gemilerinin yanında öfkesini büyütüyor.”

Güçlü tanrı onlara şehirden böyle bağırırken, Zeus’un Triton’dan doğan yaman kızı Akhaların ordusu arasına girip ne zaman gevşediklerini görse onları ilerlemeleri için kışkırttı.

Sonra Amarynkeus’un oğlu Diores’in kaderi geldi çattı, zira sağ ayak bileğinin yanından sivri bir taşla vuruldu. Bunu yapan İmbrasos’un oğlu Trakyalıların önderi Peiros’tu, Ainos’tan gelen. Kemikleri de sinirleri de acımasız bir taşla parçalanmıştı. Arkaya doğru düştü yere ve ölüm acısıyla uzandı yoldaşlarına doğru. Ancak onu yaralayan Peiros, üzerine atlayarak mızrağını karnına saplayınca bağırsakları yere boşaldı ve gözlerini karanlık kapladı. Bedenini terk ettiği sıra, Aitolialı Thoas memesinin yanından vurdu mızrakla ve ucu ciğerlerine saplandı. Thoas daha da yakınına gelerek mızrağı göğsünden çıkardı ve kılıcını çekerek karnına sapladı ölsün diye. Ancak silahlarını alamadı, zira Trakyalı yoldaşları ölüsünün etrafında durup uzun mızraklarla uzakta tuttular onu, endamı ve cesaretine karşın, böylece püskürtüldü. İki ölü yan yana yerde uzandı öylece, biri Trakyalıların önderi, diğeri de Epeilerin ve de diğer pek çoğu da etraflarına.

Hiçbir adam hafife alamazdı bu dövüşü, eğer ki sağlam ve yara almamış olarak aralarına girseydi, hem Athena da elinden tutup yol gösterse ve mızraklarla okların fırtınasından korusaydı onu. Zira pek çok Truvalı ve Akhalı, yüzleri yeryüzüne bakar hâlde uzandılar yan yana o gün.

KİTAP V

Athena tarafından yönlendirilen Diomedes üstün başarılar sergiler. Pandaros tarafından yaralanır ancak iyileşir ve onu öldürür. Sonra da Aeneas’ı yaralar ama o annesi Afrodit tarafından ölümden kurtarılır ve Apollon tarafından iyileştirilir. Diomedes daha sonra hücuma geçer ve Afrodit’i yaralayarak onu savaş alanından uzaklaştırır. Truvalılar Tanrı Ares ve liderleri Hektor tarafından kışkırtılır ancak Athena, Diomedes’e Ares’i nasıl savaşın dışında bırakıp Olympos’a göndereceğini gösterir.

Ondan sonra Pallas Athena Tydeus’un oğlu Diomedes’in yüreğine cesaret koydu ki diğer Argosluları geçsin ve zaferlerle dolup taşsın. Kalkanı ve miğferinden parlak bir ışık hüzmesi çıkardı onun, aynı yazın Okeanos’un sularında yıkandıktan sonra en göz kamaştırıcı şekilde parlayan yıldız gibi -başı ve omuzlarında bile-böyle parlak bir alev tutuşturdu, ona savaşın en yoğun karmaşasına doğru atılmasını emrederken.

Truvalılar arasında zengin ve şerefli bir adam vardı o zaman, Hephaistos’un rahibiydi ve adı da Dares’ti. Phegeus ve İdaios adında iki oğlu vardı, her ikisi de bütün savaş sanatlarında yetenekli idi. Bu ikisi Truvalıların grubundan ayrılıp öne çıktı ve Diomedes’in üzerine saldırdı, Diomedes yaya iken onlar arabalarından çarpıştı. Birbirlerine yaklaştıklarında, önce Phegeus nişan aldı, ancak mızrağı Diomedes’e saplanmadan sol omzu üzerinden geçti. Sonra Diomedes fırlattı ve mızrağı boşa gitmedi zira, Phegeus’u memesinin yanından vurdu ve onu arabasından düşürdü. İdaios kardeşinin ölüsü yanında kalmaya cesaret edemedi ve arabasından atlayıp kaçmaya başladı, aksi takdirde kardeşinin kaderini paylaşacaktı. Bunun üzerine Hephaistos onu karanlık bir bulut içerisine saklayıp kurtardı ki yaşlı babası büsbütün üzüntüye gark olmasın. Tydeus’un oğlu çekti götürdü atları ancak ve yoldaşlarına onları gemilere götürmelerini emretti. Truvalılar Dares’in iki oğlunu böyle görünce ürktüler, biri kaçar, diğeri arabasının yanında cansız yatar vaziyette. Bu sebeple Athena Ares’i elinden tutup dedi ki: “Ares, Ares, insanların baş belası, şehirleri yıkan kanlı el, Truvalı ve Akhaları kapışmaları içine kendi hâllerine bırakmayalım mı şimdi ve görelim Zeus hangisine zaferi lütfedecek? Haydi gidelim de onun öfkesine mahal vermeyelim.”

Böyle deyip Ares’i savaşın dışına çıkardı ve onu Skamandros’un sarp kıyılarına getirdi. Bunun üzerine Danaolar Truvalıları geriye doğru püskürttü ve her bir önderi bir eri öldürdü. Önce Kral Agamemnon, Halizonların önderi güçlü Odios’u devirdi arabasından. Agamemnon’un mızrağı sırtına saplandı, kaçmaya çalışırken. İki omzunun arasından girip göğsünden çıktı ve yere doğru ağırca düşerken silahları üzerinde şangırdadı.

Sonra İdomeneus, Boros’un oğlu Tarne’den gelen Maeonialı Phaistos’u öldürdü. Arabaya tırmanmaya çalışırken, güçlü İdomeneus sağ omzunu mızrağıyla deldi ve arabasından düşerken ölümün karanlığı üzerini örttü.

İdomeneus’un adamları onu silahlarından soyarken, Atreusoğlu Menelaos Strophios’un oğlu güçlü avcı ve av düşkünü Skamandrios’u öldürdü. Dağdaki ormanlarda yaşayan her türlü vahşi hayvanın nasıl öldürüleceğini Artemis’in bizzat kendisi öğretmişti ona, ancak ne o ne de okçuluktaki meşhur hüneri onu şimdi kurtarabilirdi, zira Menelaos’un mızrağı kaçarken onu sırtından vurdu. Omuzlarının arasından saplanıp göğsüne kadar girdi, böyle baş üstü devrilirken silahları üzerinde şangırdadı.

Meriones de Harmonides’in oğlu olan Tekton’un oğlu Phereklos’u öldürdü, bu adam el becerisi gerektiren her türlü işe yatkın biriydi, o yüzden Pallas Athena onu içtenlikle severdi. Odur Paris’e gemileri yapan da bütün bu belaların başlangıcı olan ve hem Truvalılara hem de Paris’in kendisine bu kötülükleri getiren, zira tanrıların buyruklarına aldırmamıştı. Meriones, kaçarken o arkasından yetişti ve sağ kalçasından vurdu. Mızrağın ucu kemikten geçip sidik torbasına girdi ve ölüm geldi üstüne çığlık atıp dizleri üzerine düşerken.

Daha sonra Meges Antenor’un oğlu Pedaios’u katletti, o gayrimeşru olsa da Theano onu kocasına duyduğu sevgi yüzünden kendi çocuğu gibi büyütmüştü. Phyleusoğlu ona yaklaşıp ensesine sapladı mızrağı, dişleri arasından dilinin altına geçti, böylece soğuk tuncu dişleyerek toprağa cansız serildi.

Euaimon’un oğlu Eurypolos, Hypsenor’u öldürdü, o ki oğluydu soylu Dolopion’un, Skamandrios Nehri’nin rahibi olan ve tanrıymış gibi insanlar tarafından saygı gören. Eurypolos, o önünde kaçarken peşinden gitti, kılıcıyla kolundan vurunca güçlü elini koparıp düşürdü. Kanlı eli yere düştü ve hiçbir kimsenin kaçamayacağı ölümün gölgesi gözlerine düştü.

Böyle öfkeyle devam etti savaş. Tydeusoğlu’nun Akhaların mı Truvalıların mı arasında olduğunu anlayamazdınız. Ovada taşarak setlerini yıkan kış seli gibi çağladı; hani hiçbir engel, hiçbir duvar engelleyemez gökten yağan yağmurlarla kabardığı zaman, öyle çarçabuk ilerler önündekileri katarak ve babayiğit insanların ellerinden çıkan pek çok tarlayı yok eder -aynı bu şekilde kalabalık Truvalı askerler Tydeusoğlu tarafından hezimete uğratıldı ve sayıları çok olmasına rağmen saldırılarına karşı koymaya güçleri yetmedi.

Lykaon’un oğlu onu gördüğü zaman böyle -ovayı tarayıp Truvalıları paldır küldür önüne kattığını- okuyla nişan aldı ve zırhının ön kısmından omzunun yanından vurdu. Ok metalin içinden geçti ve eti parçaladı, bunun üzerine zırh kana bulandı. Lykaon’un oğlu zafer coşkusuyla bağırdı: “Haydi Truvalı atlılar! Akhaların en yiğidi yaralandı ve çok fazla dayanamayacak eğer ki Kral Apollon benimleyse gerçekten Lykia’dan buraya geldiğimde.”

O öyle övündüğü hâlde, oku öldürmedi Diomedes’i, çekip giderek Kapaneus’un oğlu Sthenelos’un arabası ve atlarının oraya yetişti Diomedes. “Sevgili Kapaneus’un oğlu!” dedi, “Arabandan in ve şu oku omzumdan çek.”

Sthenelos arabasından fırlayıp oku yaradan çekti, bunun üzerine gömleğinde oluşan delikten kan fışkırmaya başladı. Sonra Diomedes yakardı şöyle diyerek: “Duy beni, zırh taşıyan Zeus’un yorulmayan kızı! Eğer ki babamı sevip savaşta destek olduysan, şimdi de aynısını bana yap, o adamın bir ok atmalık yakınına gitmemi ve onu öldürmemi sağla. Benden hızlı davranıp yaraladı beni ve şimdi de övünüp durur güneşin ışığını daha fazla görmeyeceğimi söyleyerek.”

Böyle dua etti ve Pallas Athena da onu duydu. Bacaklarını esnek, ellerini ve ayaklarını çevik kıldı. Sonra da yakınına gidip şöyle dedi, “Korkma Diomedes, Truvalılarla savaşmaktan zira yüreğine şövalye ruhlu baban Tydeus’un gücünü koydum. Üstüne üstlük, gözlerinden perdeyi indirdim ki tanrılar ve insanları ayırabilesin. O zaman eğer başka bir tanrı buraya gelip de sana dövüş teklif ederse onunla savaşma. Ancak eğer ki Zeus’un kızı Afrodit gelirse mızrağınla saldırıp yarala onu.”

Athena böyle söyleyip yoluna gitti, Tydeusoğlu da tekrar en öndeki savaşçılar arasında yerini aldı, hem de öncekinden üç kat daha ateşli! Bir dağ çobanın yaraladığı ancak öldüremediği bir aslan gibiydi, koyunlara saldırmak üzere ağılın duvarları üzerinden atlarken. Çoban hayvanı kızdırmıştır, ancak sürüsünü koruyamaz. Sonunda kulübelerin içinde saklanır, terk edildikleri için panikleyen koyunlar da öbek öbek boğulurlar birbiri üstüne ve kızgın aslan ağılın duvarından atlayıp gider. Diomedes de aynen böyle hiddetli bir biçimde Truvalıların arasına girdi.

Halkının önderleri Astynoos ve Hyperion’u öldürdü, birini mızrağını memesinin üzerinden saplayarak, diğerini de köprücük kemiğini kılıcıyla kesip omzunu boynundan ve sırtından ayırarak. İkisini de öylece bırakarak Abas ve Polyidos’un peşine düştü, yaşlı rüya tabircisi Eurydamas’ın oğulları olan. Düşlerini yorumlaması için geri dönmediler ona, zira güçlü Diomedes hayatlarını sona erdirdi. Daha sonra da Ksanthos ve Thoon’u kovaladı, Phainops’un oğulları ki ikisi de babalarının göz bebeğiydiler, zira yaşlılıktan bitkin düşmüş ve mallarını miras alacak başka oğlu olmamıştı. Ancak Diomedes her ikisinin de hayatını söndürdü ve babalarını büyük acılarla baş başa bıraktı, zira onların savaştan sağ salim eve geri döndüklerini göremedi ve akrabaları servetini kendi aralarında bölüştüler.

Sonra Priamos’un iki oğlu Ekhemmon’la Khromios’a vardı, ikisi de bir arabanın üzerindeyken. Sürü bir koruda otlanırken, bir ineğin veya buzağının ensesine kapanan bir aslan gibi üzerlerine sıçradı. Her türlü çabalarına rağmen onları arabalarından dışarı savurdu ve silahlarını üzerlerinden soydu. Sonra da atları gemilere götürmeleri için yoldaşlarına verdi.

Aeneas onun sıraları darmadağın ettiğini görünce, savaşın orta yerinden ok yağmuru içinden geçip Pandaros’u bulmaya çalıştı. Lykaon’un cesur oğlunu bulduğunda şöyle dedi: “Pandaros, nerede yayın şimdi, kanatlı okların ve meşhur okçuluğun, bu konuda burada hiç kimse seninle boy ölçüşemez veya Lykia’da seni yenecek tek bir kişi var mıdır? O zaman Zeus’a doğru kaldır ellerini ve ustaca savaşarak Truvalılara ölüm getiren şu adama bir ok gönder. Pek çok cesur adam öldürdü o.

 

Lykaon’un oğlu da yanıt verdi: “Aeneas, o Tydeus’un oğlundan başkası değildir. Onu kalkanından, miğferinin önünden ve atlarından tanırım. Tanrı olması da muhtemeldir ancak eğer ki dediğim adamsa, bütün bu tahribatı tanrının yardımı olmadan yapmıyor, karanlık bir buluta bürünen ve onu vurduğum okumu başka yere döndüren. Ona nişan alıp vurmuştum sağ omzundan, zırhının göğüslüğünden geçmişti okum ve onu yeraltındaki dünyaya hemence gönderdiğimden emindim, ancak belli ki onu öldürememişim. Bana kızgın olan bir tanrı olmalı. Üstelik ne atım var ne de arabam. Babamın ahırında on bir tane harika araba durur, ustadan yeni gelmiş, çok yeni, üzerlerine de örtüler serilmiş ve her biri önünde arpa ve çavdar yiyen bir çift at durur. Yaşlı babam Lykaon bana tekrar tekrar söylemişti evdeyken benim arabaları ve atları almam için ki Truvalılara savaşta önderlik edebileyim, ancak onu dinlemedim. Dinleseydim çok daha iyi olurdu, fakat doyana kadar yemeye alışık atları düşündüm ve bu kadar insan kalabalığında kötü beslenmelerinden korktum, bu yüzden onları evde bırakıp İlyon’a sadece yayım ve oklarımı kuşanmış şekilde yaya olarak geldim. Bunlar belli ki işe yaramaz, zira vurdum iki önderi, Atreus ve Tydeus’un oğullarını, kanlarını da akıttığıma emin olsam da onları daha da azgın hâle getirdim şimdi. Yayımı askısından almakla kötülük etmişim, Hektor’a hizmet için kendi Truvalı ekibime İlyon’a dek önderlik ettiğim gün ve eğer ki bir gün evime dönüp kendi toprağımı, karımı ve koca evimi görebilirsem, yayımı kırıp da yanan ateşe atmazsam oracıkta benim kafamı kessinler, benimle öyle dalga geçmekte bu.”

Aeneas cevap verdi: “Daha fazla söyleme! İkimiz araba ve atlarla bu adama karşı gidip gücümüzü denemedikçe işler düzelmeyecek. Bin arabama ve gör Tros’un atlarının nasıl hızlandığını oraya buraya, ovada takipte de kaçarken de. Eğer ki Zeus tekrar Tydeusoğlu’na zafer bahşederse bizi sağ salim şehre getirirler. Tut o zaman şimdi kamçıyı ve dizginleri ben ayakta durup dövüşürken veya sen bu adamın saldırısına karşı koy ben atları idare ederken.”

“Aeneas!” diye karşılık verdi Lykaon’un oğlu, “Dizginleri al ve sen sür. Eğer ki Tydeusoğlu’ndan kaçmak zorunda kalırsak, atlar kendi sürücüsüyle daha iyi gider. Beklediklerinde sesini duyamazlarsa korkabilirler ve bizi savaşa götürmeyi reddedebilirler. Tydeus’un oğlu sonra ikimizi de öldürür ve atları alır. Bu yüzden kendin sür ve ben de mızrağımla hazır beklerim onu.”

Sonra arabaya binip Tydeusoğlu’na doğru tam sürat sürdüler. Kapaneus’un oğlu Stenelos gelirken gördü onları ve Diomedes’e dedi ki: “Tydeusoğlu Diomedes, kendi canımdan sonra gelen, iki tane yiğidin hızla sana doğru geldiğini görüyorum, ikisi de pek kudretli adamlar; biri Lykaon’un oğlu becerikli okçu Pandaros, diğeri babası Ankhises ve anası Afrodit olan Aeneas. Arabaya atla da çekip gidelim. Dilerim ki, hiddetle öne çıkmazsın, yoksa öldürülebilirsin.”

Diomedes kızarak ona baktı ve şöyle dedi: “Kaçmaktan bahsetme, zira seni dinlemeyeceğim! Ben kaçmayı da korkuyu da bilmeyen bir nesildenim ve bacaklarım da henüz yorulmadı. Arabaya binmeye hiç niyetim yok, böylece karşılarına dikileceğim. Pallas Athena benim hiçbir kimseden korkmamı istemez ve biri kaçsa dahi atları her ikisini de geri götürmeyecek. Şunu da söyleyeyim ve söylediğimi kafana koy, eğer ki Athena bana ikisini de öldürme şerefini bahşetmeyi uygun görürse, atlarını burada tut ve dizginleri hızlıca arabanın ispitine bağla, sonra da Aeneas’ın atlarına atlayıp onları Truvalıların saflarından Akhalarınkine sür. Onlar yüce Zeus’un oğlu Ganymedes’e karşılık olarak Tros’a verdiği atların soyundandır, güneşin altında yaşayan ve giden en iyileridir onlar. Kral Ankhises, Laomedon’un haberi olmadan kısraklarıyla çaldı kanından onların ve altı tay dünyaya geldi. Dördü hâlâ kendi ahırındadır, ancak diğer ikisini Aeneas’a verdi. Eğer ki onları alabilirsek büyük bir zafer kazanırız.”

Onlar böyle konuşurken, diğer ikisi onlara yaklaşmışlardı o an ve Lykaon’un oğlu önce konuştu. “Tydeus’un yüce ve güçlü oğlu!” dedi, “Okum seni devirmeye yetmedi, bakalım bir de mızrağımla deneyeceğim.”

Konuşurken de mızrağını hazırladı ve fırlattı. Tydeusoğlu’nun kalkanına isabet etti, tunç ucu parçalayarak ta zırhına kadar geldi. Bunun üzerine Lykaon’un oğlu bağırarak şöyle dedi: “Karnından vuruldun işte, fazla dayanamayacaksın ve savaşın galibi ben olacağım!”

Ancak Diomedes hiç aldırmadan cevap verdi, “Iskaladın, vuramadın ve bu işin sonunu görmeden önce ikinizden biri sert kalkanlı Ares’i kanıyla doyuracak!”

Böyle söyleyerek mızrağını fırlattı ve Athena da onu gözünün yanına, burnuna doğru yönlendirdi. Beyaz dişlerin arasını deldi geçti mızrak. Tunç ucu dilinin kökünden keserek çenesinden çıktı ve devrilirken ağır ağır yere parıldayan silahları etrafında şıngırdadı. Atlar korkudan yana kaçtı, ondan da canı ve gücü çekildi gitti.

Aeneas kalkanı ve mızrağı ile arabasından atladı, Akhaların ölüyü taşımasından korkarak. Gücüne güvenen bir aslan gibi etrafında durdu, önünde kalkan ve mızrağı, dudaklarında da savaş çığlığı, karşısına çıkmaya cesaret eden ilk kişiyi öldürmeye kararlı. Ancak Tydeusoğlu güçlü bir taş buldu, öyle koca ve büyük bir taş ki iki adam ancak taşırdı şimdi. Buna rağmen yardım almadan kolayca yukarı kaldırdı ve Aeneas’ı kasığından, kalçanın eklemle birleştiği “leğen kemiği” denen yerden vurdu. Taş bu eklemi parçaladı ve iki kirişi de kırdı, sivri uçları da bütün etini sıyırdı. Dizleri üzerine düştü yiğit ve ellerini yere dayadı ta ki gecenin karanlığı gözlerine inene kadar. Erlerin kralı Aeneas o an can verebilirdi oracıkta, eğer ki Zeus’un kızı, sürüsünü otlatan Ankhises’ten gebe kalan annesi Afrodit hızlıca fark edip beyaz kollarını sevgili oğlunun üzerine kapamasaydı. Onu güzel giysilerinin kıvrımları ile örterek korudu, Danaolardan biri göğsüne mızrak saplayıp öldürmesin diye.

Böylece sevgili oğlunu savaşın dışına taşıdı. Ancak Kapaneus’un oğlu, Diomedes’in verdiği emirleri unutmamıştı. Kargaşadan uzakta atların dizginlerini arabanın ispitine bağlayarak sağlamlaştırdı. Sonra Aeneas’ın atlarına atlayarak onları Truva saflarından Akha saflarına sürdü. Ondan sonra da en çok anlaştığı için hepsi içinde en değer verdiği seçkin yoldaşı Deiphobos’a gemilere götürmesi için verdi onları. Kendisi de arabasına tekrar atlayıp dizginleri alarak Tydeusoğlu’nu aramak üzere son sürat yol aldı.

Tydeus’un oğlu şimdi de elinde mızrakla Kıbrıslı tanrıçanın peşindeydi zira onun güçsüz olduğunu, Athena veya şehirleri yıkan Enyo gibi insanların savaşlarını yönetenlerden olmadığını biliyordu ve sonunda uzun bir kovalamacadan sonra onu yakaladı, üzerine atladı ve narin elinin etine mızrağını geçirdi. Ona Kharitler’in işlediği güzel kaftanını yırtarak bileği ile avuç içi arasındaki deriyi deldi ucu. Böylece kutsal ölümsüz kanı, tanrıların damarlarından akan özü yaradan aktı, zira tanrılar ne ekmek yer ne şarap içer, bu yüzden bizimki gibi kanları yoktur ve ölümsüzdürler. Afrodit koca bir çığlık attı ve oğlunu düşürdü, ancak Phoibos Apollon onu kollarından yakaladı ve karanlık bir bulutla sakladı, Danaolardan biri göğsüne mızrak saplayıp öldürmesin diye. Diomedes de giderken şöyle bağırdı: “Zeus’un kızı, savaşı ve dövüşü bırak git, ahmak kadınları kandırmak yetmez mi sana? Eğer burnunu sokarsan savaşa, savaşın isminden ürperir hâle gelirsin!”

Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?

Teised selle autori raamatud