Çin mitolojisi

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Kuang Ch’êng-Tzu


Taoizmin Çin’in mitolojik karakterleriyle olan bağlantısı, bütün inanılmaz eylemleri ve evren hakkındaki gizemli teorileriyle eksiksizdir. Harfler Okulu’nun (Ju Chia) yorumlarına ve kayıtlarına bel bağlamış olsaydık elimizde çok az malzeme olurdu; zira bir devletin kurulmasını ve geliştirilen medeniyetin yayılmasını sağlayan büyük isimlerle sınırlandırılmış olurduk. Budizm hakkındaki çalışmalar bizi Hindistan’ın eski mitolojisine doğru çok uzaklara yönlendirmektedir. Günümüzde Sarı İmparator’dan geldiği düşünülen Eski Çin’in mitolojik karakterlerini ve hayat hakkındaki görüşlerini bir arada Taoizmde buluyoruz.

İkinci Bölüm
Üç İmparator

Çin mitleri hakkında bir değerlendirme yapacak olursak, Sarı İmparator yani Huang Ti bir hareket noktası olarak kabul edilebilir. Üç İmparatordan üçüncüsü olan San Huang bağımsız bir kişilik atfedilen ilk imparatordur. Fu Hsi, yani ilk imparator, Çin’e yerleşen ilk göçebe kavimlerin oluşturduğu Avcı Çağı’nın bir örneğidir. İkinci imparator Shên Nung, kalıcı yerleşimlerin kurulup tarımsal uğraşların başladığı Tarım Çağı’na örnek gösterilebilir. İnsanın bireyselliği yalnızca Sarı İmparator ve Çin medeniyetinin başlamasına sebep olan yüce eylemlerle ilişkilendirilmiştir. İsimleri unutulmuş birtakım şahsiyetlerin başarıları ve şanları Huang Ti’de toplanmış olabilir. Onda en azından Fu Hsi ve Shên Nung gibi tamamen masalsı çağlara ait soyadlarının dışında mitolojik bir karaktere rastlıyoruz.

Han Li Chih (Han Hanedanının Kronolojisi), erken Çin kronolojisini on büyük çağa ayrılmış iki milyon yıldan bile daha eskiye götürür. Bu çağlardan birincisi hem ilk yaratılan varlık hem de ilk yaratıcı olan Pan Ku ile başlamıştır. Bu çağlar Dokuz Hükümdar’ın adlarıyla (Chiu Ti) anılır. Ardından en yaşlı, ikinci, üçüncü, dördüncü ve en genç olarak isimlendirilen “Beş Ejderha” (Wu Lung) çağı gelir. Beş Ejderha’ya gamdaki beş notanın isimleri ve gezegen isimleri de verilmiştir. Üçüncü çağ elli dokuz nesilden meydana gelir. Üç neslin dördüncüsünden, altı neslin beşincisinden ve dört neslin altıncısından oluşur fakat bu dört çağda yaşamış hiçbir hükümdara bir isim verilmemiştir. Yedinci çağda yirmi iki hükümdar vardır. Bunlar o kadar erdem sahibi insanlardır ki yöntemleri dönemin insanları tarafından memnuniyetle takip edilmiştir. Sekizinci çağda on üç kişi hüküm sürmüştür. Bunlardan ikincisi günümüzde Siçuan denilen bölgenin hükümdarıydı ve burada insanlara ipek yapmayı öğretmişti. Bu çağda “Yuva İnşacıları”ndan (Yu-chao) iki nesil, “Ateş Yakıcılar”dan (Sui-jên) dört nesil ve “Başaranlar”dan (Yung-chêng) sekiz nesil vardı. Dokuzuncu çağ hayal alemi ve gerçek dünya arasındaki köprüdür. İsmini, veraseti evrenin sabit kanunlarına göre hareket eden kişiye geçiren Shan Tung’un erdeminden alır. Başlangıç çağlarının sonuncusu olan onuncu çağ Huang Ti, Sarı İmparator ile başlatılır. Sonu içinse Hsia hanedanının kurucusu Yüce Yü ya da Zhou hanedanının kurucusu Wu gibi farklı hükümdarları içeren senaryolar vardır. Çin’in ilk mitlerinin, tarihi dönemlerde yaşayan insanların çalışmalarının sonucu olduğuna inanılır. Çağların ayrımına yalnızca bu konuda başvurulur. İnsanlar efsaneleri, halk hikâyelerini, halk türkülerini ve diğer bütün ulaşılabilir bilgileri bir araya getirerek tarihi dönemin başlangıcında kurulan medeniyetin gelişimini açıklayacak bir sistem tanımlamışlardır. Çağların Sarı İmparator Huang Ti ile sona eriyor olması onun Çin mitolojisi çalışmalarının hareket noktası olarak kabul edilmesinin bir diğer sebebidir. On çağdan oluşan bu dönem, Çin yazarları tarafından güven verici tarihi bilgiler olarak kabul edilmez. Dönemden tümüyle hayal ürünü olarak bahsedilir.


Üç İmparator: Huang Ti, Fu Hsi ve Shên Nung


Sarı İmparator’un bu unvana Toprak unsuruna denk olan wu ssu gününde doğduğu için sahip olduğuna inanılıyor. Atası Shên Nung tarafından toprağın özelliklerine sahip olduğunun göstergesi olan tablet (jui) ile ödüllendirildiği söylenir. Toprak sarı renklidir, bu yüzden o da Sarı İmparator diye anılmaya başlanır. Soyadı Kung-sun, kendisine verilen adıysa Hsien-yüan’dı. Babası, günümüzdeki adı Lo-yang olan Yu-hsiung’un valisiydi. Namuslu bir insan olarak tanınırdı ve karısı Fu-pao bütün seyahatlerinde kendisine eşlik eden yetenekli bir kadındı. Anlatıya göre çift bir bahar akşamı Fu Hsi’nin ve Shên Nung’un mezarlarını ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında gökyüzünde altından bir daire ile Büyük Ayı takımyıldızının etrafını saran göz kamaştırıcı bir ışık belirir. Eve dönüş yolunda Fu-pao hamile olduğunu fark eder ve yirmi dört ay sonra dünyaya bir erkek çocuk getirmiştir. Doğum sırasında pek çok harikulade işaret gözükmüş, gökyüzü kendisini en güzel bulutlarla süslemiştir. Gençlik dönemindeyken çocuğun hem zihinsel hem fiziksel olarak sıradışı vasıflarla kutsandığı ortaya çıkar. Bu mucize çocuk, babasının ölümünden sonra Yu-hsiung eyaletinin valisi olur.

Ülke, Sarı İmparator’un Shên Nung’un imparatorluk kuvvetleriyle mağlup ettiği Chih Yu zamanında harabeye dönüşmüştü. Bu olaydan sonra prensler tarafından imparator ilan edilmiştir. Prensler arasından en şanlı olanlarını veziri yapmıştır. Eşi Hsi-ling Shih, ülkeyi ipek böceği yetiştiriciliği ve kumaş üretimiyle tanıştırmıştır. Tarihi temeli olan bu olay mitolojik bir karaktere atfedilmiştir. İmparatorun hayatındaki diğer olaylar Lieh Tzu ve Huang Ti Ping King Su Wên’in yazarı tarafından kaydedilmiştir. Sarı İmparator’un rüyalarında, havada yürüyüp boşlukta uyuyan ruhların yaşadığı uzak diyarlara yolculuk ettiğine inanılıyordu. Bu ruhlar ne suda batar ne de ateşte yanarlarmış. Acı, keder veya korku nedir bilmeden yaşadıklarına inanılırmış. İmparator üç ay süren böylesine bir rüyadan uyandıktan sonra, insanlara doğanın güçlerini ve kendi kalplerini nasıl kontrol edeceklerini öğretmiştir. Bir başka uzun uykudan sonra öğretme yetisini kazanmış. Ülkeyi yirmi yedi yıl boyunca öyle başarılı bir şekilde yönetmiş ki, insanların hava soluyup normal yiyecekler yerine çiy yudumladıkları bir periler ülkesi kadar mutlu bir yer meydana getirmiş. İnsanlar doğuştan gelen bütün ihtiraslarını kontrol altına alabiliyormuş. Dolayısıyla bu toplum, dört dörtlük erdem kurallarına göre yaşamış.

Su Wên’de Sarı İmparator ile Chi Po arasında geçen tıp ve doğa bilimleri hakkındaki bir konuşma bulunuyor. Diyaloğa göre, kadim zamanlarda iyi bir adam Gök’ü ve Yer’i avuçlarının içinde tutuyorumuş. Temiz havayı soluyup, ruhunu havanın mükemmelliğinde muhafaza edip ışık ve karanlıkla ilgili ilkeleri öğreniyormuş; bedeni ruhuna sadıkmış. Bu yüzden Gök ve Yer gibi ölümsüzlüğü elde edebilmiş. Bu iyi insan, bir münzevi olup sonsuza kadar Gök’te ve Yer’de dolaşabilmek için ruhunu özenle muhafaza etmiş. Sarı İmparator ve sohbet arkadaşı önce dört mevsimin anlamı üzerine sonra ise evrenin düzenine açıklık getirmek için sohbet etmiştir. Üç tür hava vardır: Gök’ün (t’ien-ch’i), Yer’in (ti-ch’i) ve dönüşümün havası (yün-ch’i). Bir de insanlara saldıran, bütün hastalıkların kaynağı olduğu için uzak tutulması gereken kötü bir buhar vardır. Kitapta Yer, havada asılı durup doğuya doğru hareket eden bir beden olarak tasvir edilir. Gök ise batıya doğru hareket eder. Sarı İmparator, Chi Po’dan bu durumu açıklamasını ister. Chi Po cevap olarak beş elementin (metal, ateş, hava toprak ve su) sabit devinimini tarif eder. Bu devinim güneş, ay ve gökyüzündeki diğer gezegenlerin hareketine benzer. Yukarıdaki boşluk yeryüzünde bulunan bütün canlı formların saf cevherini tutmaktadır. Chi Po, Sarı İmparator’un “Dünya aşağıda değil midir?” sorusuna şöyle cevap verdi; dünya insanların altındadır fakat uzayın ortasındadır ve etrafını saran büyük hava ile yukarıda durmaktadır. Doğa bilimsel bu soruşturmaların arasına insanı ölümsüz kılacak tıbbi tedavilerle ilgili tartışmalar da girmektedir.

Her ne kadar biz Sarı İmparator’u erken Çin mitlerinin geliştiği kaynak olarak belirlemiş olsak da onun iki selefi olan Fu Hsi ve Shên Nung da dikkat edilmesi gereken imparatorlardır. Fu Hsi’nin imparator olarak resmi adı Tai Hao idi (Her Şeye Gücü Yeten Yüce Varlık). Bir kısmı insan bir kısmı doğaüstü şekilde tasvir edilir. Kung-chang yakınlarında (günümüzde Kansu eyaleti) mucizevi bir şekilde doğmuştu. Fu Hsui’nin günümüze kadar gelen en eski temsili MS 160’ta Shantung eyaletinde Wu Liang Tz’u’nun taş tabletlerinde bulundu. Bu temsilde ona bedeninin alt kısmı yılan kuyruklarıyla sarılmış bir kadın figürü eşlik etmiştir. Bu varlık günümüze ulaşan en eski tarihi kanıt olarak değerlendirilir. Buradan Han hanedanının Fu Hsi’yi insan olarak kabul etmediğini anlıyoruz. Shên Hsien Tung Chien’e göre Fu Hsi “Sekiz Diyagram”ı (pa kua) şu şekilde bulmuştur: “Mêng Nehri sahillerindeyken suyun yüzeyinin üzerinde oynayan devasa büyüklükte bir canavar görmüştür. Bu canavarın bedeni at şeklinde olup üstü balık pulları ile kaplıdır ve pek çok ayağı vardır. Bedenin alt tarafları kıllarla kaplıdır, sırtında bir tablet taşır. Fu Hsi canavara seslenip sahile çıkmasını rica etmiştir. Canavar hemencecik bu dileği yerine getirmiş ve Fu Hsi tabletin sahibi olmuştur. Tablette figürlerin iç içe geçtiği elli beş satıra rastlanır. Tableti boş vakitlerinde üzerinde çalışabileceği Fu Shan’a götürür. Çalışmaların sonucunda Sekiz Diyagram oluşturulmuştur.” Geleneğe göre evlilik kurumunu tesis eden ve aynı soyadına sahip iki insanın evlenmesine yasak getiren de Fu Hsi’dir. Demiri keşfeden Fu Hsi, avlanma ve balıkçılık gereçleri icat etmiş, vahşi hayvanları ülkeden kovmuştur. Ülke boyunca günümüzde Shantung, Honan ve Shensi olarak bilinen yerlere doğru, doğuya seyahat etmiştir. Merkez şehri Honan eyaletindeki Kai-fêng yakınlarındaki Chên’deydi. Yazı yazmaya ilk defa kurallar getiren ve meydanda adak taşı üzerinde Gök’e ilk defa kurban veren odur. Bunlara rağmen en dikkat çekici işi, Sekiz Diyagramı bulmasıdır. Ya da Sekiz Diyagramın bulunmasının Fu Hsi mitinin icat edilmesine sebep olduğunu söylemek daha doğru olacaktır.

 

Fu Hsi’den ayırt edilmesi için Dünyevi İmparator olarak adlandırılan Shên Nung tarımsal uğraşlar çağını temsil eder. Günümüz Hupeh eyaletinin sınırları içerisindeki Lieh Dağı’nda doğduğu varsayılır. İki buçuk metreyi aşkın boyda ve insan bedeni üzerinde bir boğa kafasıyla tasvir edilir. Doğumundan üç gün sonra konuşan, beş günlükken yürüyebilen, yedi günlükken bütün dişleri çıkmış olan imparator üç yaşındayken tarlaları sürebilmiştir. Konfüçyüs’ün doğum yeri olan Chü Fu’daki krallığı için bir başkent kurduktan sonra, at arabasını ve çeşitli zirai aletleri icat ettiği söylenir. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna ürünlerin takas edilebileceği pazarlar tesis etmiştir. Dünyevi İmparator’un bitkiler üzerinde incelemeler yapıp onları bedensel hastalıkların tedavisinde kullandığına ve hatta yetmiş çeşit bitkisel zehir keşfettiğine inanılır. Üç yüz altmış beş adet şifalı bitkiyi sınıflandırıp haklarında bir kitap yazmıştır. Yüz altmış sekiz yıllık uzun bir ömür sürmüş ve sonrasında ölümsüzlüğe ulaşmıştır.

Üç İmparator döneminin diğer iki mitolojik hikâyesinden de söz etmek gerekir. Bunlardan biri dört gözü olduğu söylenen, yazı sanatının efsanevi mucidi Tsang Chieh hakkındaki hikâyedir. Yazıyı icat ederken kuşların kum üzerinde bıraktığı izlerden ve “kuş ayak izi yazısı” (niao chiwên) olarak bilinen beş yüz kırk adet özel eski karakter biçiminden ilham almıştır. Diğer hikâye Fu Hsi’nin kız kardeşi ve halefi olduğu söylenen Nü Kua hakkındadır. İsmini oluşturan iki karakter doğal olarak bir kadın olduğuna işaret etse de bazı eski gelenekler ismin anlamını görmezden gelerek Nü Kua’nın bir erkek olduğunu ileri sürmüştür. Wu Liang Tz’u yarım kabartmasında vücudunun Fu Hsi’nin vücuduyla iç içe geçmiş halde olması bu ikisinin abla kardeş veya karı koca olduğuna işaret eder. Kanaatimce gerçeğe en yakın gözüken üçüncü bir açıklama vardır: Nü Kua ağabeyinin hükümdarlığı sırasında ona yardımcı olmuştur. Ti Wang Shih Chi’de Nü Kua’nın bir yılan vücuduna ve bir öküz kafasına sahip olduğu ifade edilir. Nü Kua evlilik törenlerini başlatma görevini yerine getirmiş ve ağabeyi Fu Hsi tanrılara dua ederken yanında hazır bulunmuştur. Shih Chi’de geçen ifadelere göre, Nü Kua’ya ilahi bir feraset bahşedilmiş olup hükümdar olarak ağabeyi Fu Hsi’nin halefi olmuştur. Saltanatının sonuna doğru Kung Kung isimli feodal prenslerden biri ayaklanarak Nü Kua’yı tahtan indirmeye çalışmıştır. Kung Kung savaşta yenildikten sonra kafasını Pu-chou Dağı’na vura vura paramparça etmiştir. Bu olay Gök’ün sütunlarını sarmış ve yeryüzünün köşelerini yok etmiştir. Gökkubbeye verilen zararı onarmak için Nü Kua bir ritüel uygulamıştır. Beş renkten taşları eritip Yer’in dört köşesine yerleştirmek için kaplumbağanın ayaklarını kesmiştir. Büyük selleri durdurmak için kamış otlarını yakıp kül etmiştir. Böylece, daha sonraki Çin hükümdarlarının yuvası olan Chi topraklarını felaketlerden kurtarmıştır.

Bu bölümde Fu Hsi’yi Shên Nung’u ve Huang Ti’yi Üç İmparator olarak sınıflandıran yazılı kaynakları kullandım. Wu Liang Tz’u yarım kabartmalarında farklı bir sınıflandırma sözkonusudur. Fu Hsi ve Nü Kua birlikte ilk heyeti oluştururlar. Chu Jung bir sonrakini işgal eder ve üçüncüsü Shên Nung’undur. Huang Ti, daha sonra Beş Hükümdar arasında bir konuma atanır. Üç İmparator’u anlatan bu iki listedeki farklılık Han hanedanında görülür. Buna rağmen benim benimsediğim liste sonraki hanedanlarca genellikle kabul edildiğinden, bugünkü anıtların tanıklığını kitaptakilere tercih etme yöntemimi terk edip genel olarak kabul gören listeyi benimsemek daha akıllıca olur.

Üçüncü Bölüm
Tarih Öncesi Dönemdeki Diğer İmparatorlar

Nasıl ki Fu Hsi Avlanma Çağını, Shên Nung Tarım Çağını ve Huan Ti İcat Çağını temsil ediyorsa Yüce Yao ve Shun da doğruluk üzerine kurulu muhteşem bir yönetim için efsanevi modellerdi. Eski iki hükümdar, Konfüçyüs tarafından köylülere bütün nesillerin gözlerini kamaştıracak erdemleri olan örnek yöneticiler olarak kabul ettirilmiştir. Shujing’te Yao’nun engin bilgi birikimine sahip, akıllı, yetenekli, düşünceli ve imparatorluğunun görkemiyle dolu olduğu yazmaktadır. Chu Shu (Bambu Kitapları) adlı tarihi kayıtların yorumlarında Yao’nun hükümdarlığının yetmişinci yılında, eşsiz takımyıldızlarının birinde parlak bir yıldızın belirdiği ve sarayın avlularında anka kuşlarının görüldüğü anlatılmaktadır. Yao’nun şerefine sedef otları yeşermiş ve tohumlar bereketlenmiştir. Tatlı çiyler yeri ıslatmış, berrak su kaynakları tepelerden yayılmıştır. Güneş ve ay bir çift mücevher gibi belirmiş, beş gezegen inci gibi dizilmiş. İmparatorluk mutfağında yelpaze kadar ince bir dilim et vardır. Bu et parçası sallandığında bütün yiyecekleri serin tutup bozulmalarını engelleyecek bir rüzgâr sağlıyordur. Saray merdivenlerinin her iki tarafında ayın on beşinci gününe kadar her gün bir koza veren otlar bitmiştir. Her gün olgunlaşan kozalardan bir tanesi nedense düşmez. Bu koza şanslı tohum ya da takvim tohumu olarak isimlendirilmiştir. Ayrıca bu dönemde büyük bir sel imparator tarafından durdurulur fakat imparator yaptığı işin faziletini istifasını istediği veziri Shun’a atfetmiştir. Sel yaşandıktan sonra perhize girip kendisini arındırmıştır. Uğurlu bir gün belirleyip Shun’u ve diğer takipçilerini Shou Dağı’na gönderdikten sonra Ho ve Lo nehirlerinin yakınında adak taşları inşa etmiştir. Ho adasında ise beş yaşlı adamın görüldüğü söylenir. Bu adamların beş gezegenin ruhları olduğuna inanılmıştır. Birbirleriyle sohbet edip “Ho Tu yakında ortaya çıkıp imparatoru uğurlu tarih hakkında bilgilendirecek. O, her iki gözünde de iki gözbebeği olan Huang Yao’yu görünce anlayacak,” demişler. Bunun üzerine beş yaşlı adam kayan yıldızlar gibi akarak Mao (Ülker) takımyıldızına ulaşmışlar. İkinci ayın Hsin-chou gününde öğle vakti merasimler düzenlenmiş. Güneş batarken göz kamaştırıcı bir ışık Ho Nehri’nde saklandığı yerden ortaya çıkmış, güzel buharlar bütün ufku kaplamış. Beyaz bulutlar gökyüzünde yükselmiş ve bir ejder-at ağzında pullarla kaplı, yeşil zemin üzerinde kırmızı çizgileri olan bir zırh taşırken belirmiş. Bu ejder-at adak taşına tırmanmış, t’u resminin üzerine uzanıp can vermiş. Zırh, dört metre genişliğinde bir kaplumbağa kabuğu gibiymiş. Tu, altınla kaplı, kırmızı mücevherden yapılmış kutunun içinde beyaz mücevherden bir not içeriyormuş. Yeşil bir iple bağlanmış notta, “İmparator Shun’a minnetle hediye edilmiştir,” yazıyormuş. Ayrıca Yü’nün ve Hsian’ın Gök’ten özel emirler aldığı da notta belirtilmiş. İmparator bu sözcükleri kaydettirip doğu sarayına göndermiştir. İki yıl sonra ikinci ayda vezirlerini Lo Nehri’ne göndermiştir. Lo Nehri, efsaneye göre imparatorun yuvarlak bir disk attığı nehirdir. Merasimden sonra dinlenip günün bitmesini beklemiştir. Bekleyişin sonunda kırmızı bir ışık belirmiş. Arkasında kırmızı çizgiler bulunan yazıtla sudan çıkan kaplumbağa bir süre sunakta dinlemiş. Yazıda imparatorun tahtı Shun’a devretmesi gerektiği yazıyormuş. İmparator da gereğini yapmış. Bu anlatı, “ho tu” ve “lo shu” yani resim ve güzel yazıyı kapsayan grafik sanatlarının kökeni hakkındaki versiyonlardan biridir.


Lo Tanrıçası ve Lo Shên


Shujing’te anlatılana göre Shun üstün zekâsı duyulup Yao tarafından tahtın varisi olma fikriyle sınandığında güçsüz ve sönük bir mevkidedir. Bambu Kitapları’nda Shun’un mucizevi bir şekilde doğduğu yazmaktadır. Gözlerinde Yao’nunki gibi iki gözbebeği vardır. Bu yüzden “Çifte Parıltı” olarak biliniyordu. Yüzü ejderhaya benziyordu, kocaman bir ağızla ve siyah bedenle tasvir ediliyordu. Kendi anne ve babası bile ondan hoşlanmazdı. Anlatıya göre ailesi alçıdan bir ambar yaptırır ve sonra orada onu ateşe verir fakat Shun üzerindeki kuş kıyafeti sayesinde uçarak kurtulur. Daha sonra onu kazması için bir kuyunun içine sokup üzerini taşlarla doldurmaya çalışırlar fakat bu sefer de ejderha yapımı kıyafet giydiği için kaçıp kurtulur. Bu olaydan sonra rüyasında kaşlarının saçları kadar uzun olduğunu görür.

Shun’un tahta çıktığı gün uğurlu fasulye merdivenlerin üzerinde büyümüş, anka kuşları avlulara yuva yapmıştır. Taştan yapılma müzik aletleri dokuz merasim gösterisinde çalındığında bütün hayvanlar gülüp oynamaya başlamış ve parlak bir yıldız belirmiş. Hükümranlığının on dördüncü yılında çanlar, çınlayan taşlar, orglar ve flütlerle sergilenen büyük bir gösteride tören sonlanmadan önce korkunç bir fırtına kopar. Kuvvetli bir rüzgâr evleri altüst edip ağaçları paramparça eder. Bagetler ve davullar yerlere saçılır, çanlar ve taşlar tarumar olur. Dansçılar düşer, müzik direktörü delicesine kaçar. Shun çanların ve taşların asılı olduğu çerçeveleri tutmaya devam ederken gülerek şöyle demiştir: “İmparatorluğun bir adama ait olmadığı nasıl da belli. Böyle olmadığı, şu çanlardan, orglardan ve flütlerden anlaşılıyor.” Sonra, Yü’yü Gök’e çıkarıp yalnızca bir imparatorun üstlenebileceği türden merasimler icra ettirmiştir. Sonra ahenkli dumanlar her taraftan karşılık verir, mutlu bulutlar ortaya çıkar. Dumanlara benzerler ama tam olarak duman değildirler; bulutlara benzerler ama bulut değildirler; ışıl ışıl, birbirine dolanmış, dolambaçlı ve fırıl fırıldırlar. Memurlar hep beraber mutlu bulutlar hakkında şarkı söylemişler, imparator koroya önderlik edip şöyle demiş: “Mutlu bulutlar ne kadar da parlaksınız! Ne güzel bir düzene girmişsiniz! Güneşin ve ayın parlaklığı her sabah tekrar eder.” Bütün vezirler ortaya çıkıp öne eğilerek şöyle demişler: “Parlak yıldızların sıraya girdiği gökkubbe ne kadar da nefis. Güneşin ve ayın parlaklığı imparatorumuzu yüceltiyor.” İmparator bunun üzerine tekrar şarkı söylemeye başlar: “Güneş ve ay sabittir. Yıldızlar ve diğer semavi cisimler devinimlerince hareket ederler. Dört mevsim onların kurallarına uyar. İnsanlar içten hizmet ederler. Ne zaman müziği düşünsem gökyüzüne karşılık veren beyinler, bilginlere ve saygıdeğer kişilere naklediliyor gibi gelir. Her şey onu dinler. Dalga sesi ne kadar da heyecan vericidir. Dansa nasıl da ilham verir!” Yüce parlaklık tükendiğinde bulutlar büzüşüp gözden kayboldular. Sekiz rüzgârın hepsi neşeyle esti ve mutlu bulutlar kümelendi. Ejderhalar çömelmiş vaziyette aceleyle inlerini terk etti. Iguanadonlar1 ve balıklar derinlerdeki yuvalarından çıktı; tosbağalar ve kaplumbağalar deliklerinden çıkıp geldi. Böylelikle Yü’yü Hsia hanedanını kurması için desteklediler. Ardından Shun, daha önce Yao’nun yaptığı gibi Ho Nehri’nde bir adak taşı inşa etti. Güneş battığında güzel ve parlak bir ışık belirdi ve sarı bir ejderha sırtında kırmızı ve yeşil çizgilerin iç içe geçtiği bir t’u çizimi olduğu halde adak taşına geldi. T’unun üzerindeki yazı Shun’un Yü lehine karar vermesini sağladı.

İmparator Yü dokuz eyaletin sınırlarını çizdi, bir dizi tepenin planını yaptı, nehirlerini derinleştirdi. Toprağa ve hediye olarak sunulması gereken eşyalara vergi koydu. Bunlar Shujing’ten onunla ilgili elde ettiğimiz bilgiler. Bambu Kitapları’nda annesinin ismi Hsiu-chi olarak geçiyor. Hsui-chi kayan bir yıldızdı ve bir rüyada hamile kalıncaya kadar bulanık bir zihni vardı. Daha sonra bir inci yutmuş ve bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. Oğlanın kaplan gibi bir burnu, geniş bir ağzı ve üç delikli kulakları vardı. Büyüdüğünde bir bilgenin erdemine sahip oldu ve boyu yaklaşık üç metreyi buldu. Rüyasında Ho Nehri’nde banyo yaptığını ve nehrin bütün suyunu içtiğini gördü. Ayrıca iyi talih getirdiğine inanılan dokuz kuyruklu beyaz tilkiyi de gördü. Bir gün Ho Nehri’ne bakarken beyaz suratlı ve balık vücutlu uzun bir adam gelip “Ben Ho’nun ruhuyum. Wên Ming, nehrin sularına bir düzen verir,” dedi (Wên Ming, Yü’nün kişisel ismi oluyor). Çokça konuştuktan sonra imparatora Ho’nun taşkın suları kontrol etmekle ilgili gerekli düzenlemeleri içeren planını verip ortadan kayboldu. Yü hemen işe koyuldu. İşini bitirdiğinde gökyüzü ona koyu renkli bir topuz verdi ki bununla herkese ilan edebilsin. Yü’nün temelini attığı Hsia hanedanının serveti giderek artıyordu. Bütün bitkiler gürleşmişti, yeni ejderhalar ortaya çıkmıştı ve tosbağanın kabuğunun üzerinde Lo’dan “Yüce Plan” denilen yazı geldi.

 

Yü ile alakalı ihmal edilmemesi gereken bir başka mit daha var. Güneye doğru yol alırken geçtiği nehrin ortasında iki sarı ejderha teknesini sırtlanır. Mahiyetindekiler korkarken Yü gülerek şöyle der: “Gökyüzünden görevimi aldım ve insanlara faydam olsun diye tüm gücümle çalıştım. Doğmak doğanın işleyişidir, ölmek ise Gök’ün emriyle olur. Ejderhaları niçin dert ediyorsunuz?” Ejderhalar bunu duyunca kuyruklarını arkalarında sürükleyerek uzaklaşırlar.

Bir diğer büyük imparator, Shang hanedanının kurucusudur. Tang veya Chênng Tang, yani “Başarılı Tang” diye anılır. Ailesinin eski bir soydan geldiği varsayılır ve mucizevi doğumundan önce, mucizenin gerçekleştiği başka bir zaman vardır. Yüzünün alt kısmının geniş, üst kısmınınsa konik uçlu olduğu söylenir. Beyaz bir yüzü ve bıyıkları vardır, vücudunun bir kısmı diğerinden daha geniştir, güçlü bir sese sahiptir. Anlatıya göre boyu yaklaşık iki metre yetmiş santimdir ve her bir kolunun dört eklemi vardır. Yao tarafından dikilen adak taşını görmek için doğuya, Lo’ya gelmiştir. Suya bir mücevher atıp belirli bir mesafeden izleyen Tang’ın etrafında sarı balıklar çiftler halinde hoplamaya başlamıştır. Onu takip ederek adak taşının üzerinde duran siyah kuş büyülü bir biçimde siyah bir mücevhere dönüşmüştür. Bir de ideogramlar oluşturan kırmızı çizgili bir kaplumbağadan bahsedilir. Bu ideogramlar üzerinde şöyle yazarmış: “Hsia İmparatoru Chieh Kuei, düşük ahlak sahibi bir adamdır ve bu nedenle Tang onun yerini almalıdır.” Bir ruh, ağzındaki kancayla beyaz bir kurdu sürükleyerek Tang’ın kurduğu Shang hanedanının avlusuna girmiştir. Tang’ın hükümranlığı sırasında tepelerden gümüş akmış ve tüm değerli metaller bollaşmış.

Shang hanedanının hükmünün yaklaşık altı yüz yıl sürdüğü düşünülüyor. Buna rağmen mitolojik hikâyelerle örülen göze çarpan bir figür bırakmamıştır. En iyi bilinen figürü zalimliğinden dolayı sonu gelen zorba Chou Hsin’dir. Acımasız eylemlerinden dolayı tarih kitaplarında kötü anılır. Keskin duyulara sahip, olağanüstü zihinsel yetenekleri olan ve fiziksel anlamda çok güçlü bir adam olarak temsil edilmektedir. Engin bilgisi vezirleri tarafından sık sık yapılan itirazları önemsememesine imkân vermiştir. Etkili konuşma yeteneğiyle korkunç eylemlerini gizleyebilmiştir. Sürekli olarak yeteneklerini övüp, yapmış olduğu fevkalade işleri ön plana çıkararak imparatorluğunun şöhretini artırmaya çalışmış. Şaraba ve çapkınlığa düşkün bir adam olarak anılır, gönlünü kaptırdığı eşi Ta-chi aklını başından almıştır. Eşinin icraatları, bir imparatorun ahlaksız bir kadının etkisi altına girmesiyle ilgili öğretici hikâyeler olarak kurgulanmıştır. Ta-chi, Shujing’de yüzsüz, şehvet düşkünü ve zalim olarak tanımlanmıştır. En ahlaksız şarkılar onun eğlenmesi için bestelenmiş ve en iğrenç danslar onun için sergilenmiştir. Chi’de onun için nadide hayvanların bulunduğu bir park hazırlanmış, genişliği yaklaşık beş yüz metre olan terasıyla meşhur bir saray yapılmıştır. Bu saray için yapılan masraflar ağır haraçları zorunlu kılmış, bu da insanları öfkelendirmiştir. Sha-chiu’da (günümüzde Chihli eyaletindeki Ping-hsiang bölgesinin olduğu yer) aşırı savurganlık ve israf hâlâ devam etmekteymiş. Bölge tasvir edilirken şarap dolu bir göletten ve ağaçlardan sarkan insan etlerinden bahsediliyor. Erkekler ve kadınlar neredeyse çırılçıplak bir şekilde birbirlerini kovalıyorlarmış. Sarayda içki alemlerinin yapıldığı, büyük partilerin gece boyunca sürdüğü bölümler varmış. Bu aşırılıklar prenslerin ayaklanmasına sebep olunca İmparatoriçe Ta-chi tahtın görkeminin korunmuyor oluşuna, cezaların hafifliğine ve idamların seyrek yapılmasına karşı çıkmış. Bu nedenle yeni işkence aletleri geliştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi “ısıtıcı” olarak bilinir ve insanların ellerini soktukları, ateşte ısınan bir metalden oluşur. Diğeri harlı bir ateşin yandığı çukurun üstünde uzanan, yağ sürülmüş bakır bir sütundur. Suçlular bu sütunun bir ucundan diğer ucuna yürümeye zorlanır ve ayakları kaydığında ateşin içine düşerlermiş. Ta-chi “kavurma” adı verilen bu cezadan büyük keyif alırmış. Bahsedilen kötülükler ve işkenceler bütün imparatorluğun öfkeyle dolmasına yol açmış. Chou’nun zalimliğinin en kötü örneklerinden birisi Pi Kan’a yaptıklarıdır. Pi Kan zorbanın iyi huylu bir akrabasıdır. Chou’ya sarayda yaşanan aşırılıklardan dolayı karşı çıkar. Chou çok kızar ve üstün erdemlere sahip bir insanın kalbinin yedi deliği olduğunu dile getirir. Duyduğu bu bilginin doğruluğunu ve akrabası Pi Kan’nın erdemli olup olmadığını öğrenmek için Pi Kan’ın kalbinin sökülmesini emreder.

Chou Hsin’in hükümdarlığı sırasında Zhou’nun ufak beyliği önem kazanır ve Zhou Beyi Wên Wang olarak kutsanır. Shang hanedanını tahtından eden isyana öncülük eder. Zhou’nun beyliğinin yerleşim alanı günümüzde Shensi eyaletinin merkezi olan Hsi’an şehrinin yakınlarındadır. Zhou Beyi’nin genç oğlu ismini bu ufak beylikten alan yeni hanedanın ilk hükümdarı olur. Adı tarihe Wu Wang olarak geçmiştir. Bekleneceği üzere gelenek, Zhou hanedanının kurucusu etrafında çok sayıda harikulade hikâye doğurmuştur. Çinlilere göre bu hanedan medeniyetlerinin kurulmasında diğer hanedanlara göre daha fazla pay sahibidir.

Wu Wang’ın soyu, karısı tuhaf bir şekilde anne olan İmparator Kao Hsin’e dayanmaktadır. Kadın çocuğunu doğurduktan sonra ondan kurtulmaya karar vermiş ve onu dar bir geçitte terk etmiştir. Fakat kuzular ve sığırlar tarafından bulunan çocuk hayatta kalmıştır. Anne çocuğunu ormana terk etse de çocuk bir ormancı tarafından bulunur ve yaşamaya devam eder. Son çare olarak kadın çocuğu nehirde buzun üzerine yatırır fakat büyükçe bir kuş gelip bir kanadıyla onun üstünü örter. Nihayetinde kadın çocuğundan kurtulmak için uğraşmaktan vazgeçer, bilakis onu emzirip büyütür ve Chi yani “Kazazede” ismini verir. Çocuğun yüzünün alt kısmı gereğinden fazla gelişmiş ve görünüşü de oldukça sıradışıymış. Büyüdüğünde imparatorluğun tarım bakanı olmuş ve insanlara büyük hizmetler sunmuş.


Pi Kan


Wu Wang’ın harikulade soyunda bir sonraki durağımız “Kazazede”nin torunu Kung Liu’dir. Kung Liu o kadar erdemli biriymiş ki prensler onunla bir imparatorun hakkı olan merasimler aracılığıyla görüşürmüş. Kung Liu’nun on üçüncü kuşaktan torunu Chi Li’dir. Li’nin doğumunun, Huang Ti döneminde, “Kuzeybatının reisinin muayyen bir yılda kral olması gerekir; Chang krallara layık haysiyetin temellerini atmalı, Fa bunun için gerekli hükümleri yerine getirmeli ve Tan onun ilkelerini geliştirmelidir,” diye bir kehanet yapıldığında belli olduğu söylenir. Doğumu önceden bildirilen Chang Chi, Li’nin oğludur ve ilerleyen zamanlarda Wên Wang olarak bilinir; Chang’ın oğlu Fa, Zhou hanedanının kurucusu Wu Wang olmuştur ve Tan ise Zhou Kung, yani Zhou Beyi olmuştur. Bu hikâyeden anlaşıldığı üzere hanedanın bu ünlü kurucusunun soyunu açıklamak için hem kehanete hem de mucizeye başvurulmuştur.

Wu Wang’ın babası Wên Wang ejderha gibi bir yüzü ve kaplanınki gibi omuzları olan bir insan olarak tarif edilir. Üç metre boyundadır ve göğsünde dört tane meme ucu vardır. Batı’nın reisi, yani Hsi Po olmuş ve Fêng’de kendisine bir başkent yapmıştır. Fêng, Zhou beyliğinin en önemli merkeziydi ve Çin’in merkez bölgesi yüzyıllar boyunca buranın yakınları olarak kabul edildi. Burası Çin’in güvenilir tarihi kayıtlarının ortaya çıktığı dönemde Çin’in merkeziydi. Merkezin Zhou hanedanının kurucusu tarafından seçilmesiyle ilgili bu anlatı, sözlü geleneğin bir örneği veya ilk kayıtların tutulmaya başlandığı zamandan edebi bir buluş olarak kabul edilebilir.

Wu Wang’ın soyuna daha fazla değer atfetmek için Zhou Beyi olan babası Wên Wan ve annesi Tai Ssu hakkında pek çok hikâye kayda geçirilmiştir. Bir sonbahar günü kırmızı bir kuş gagasında bir yazıyla başkente gelir ve yazıyı Zhou Beyi’nin kapısına bırakır. Bey kuşu saygıyla karşılayıp yazıdan Zhou hanedanının mevcut hanedanı yok etmesi gerektiği hükmünü çıkarır. Bir av gezisine çıkmak üzereyken yardımcılarından biri, seyahatinde bir bozayının hakkından gelemeyeceğini fakat ilahi öğüt tarafından destekleneceğini söyler. Av partisi gezintilerle devam eder ve sahilde Lü Shang (Tai Wang Kung) isimli, balık tutan bir adama rastlar. Bey adama yedi yıldır kendisiyle karşılaşmayı istediğini söyler. Lü Shang bu sözcükleri duyar duymaz ismini değiştirip kendisini Wang yani “Umut” olarak takdim ederek suyun içinde, üzerinde Chang’ın, Bey’in şahsi isminin, yazılı olduğu bir mücevheri aradığını söyler. Bu, hanedanın oğlu tarafından kurulması gerektiğini gösteren bir işarettir.

1Yaklaşık olarak 135-125 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen otobur bir dinozor türünün adıdır (ç.n.)
Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?