Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

Hülyaları kayalığın arkasında birden parlayıveren bir alevle bölündü. Kuş korkup uçuverdi. Baoyu de neredeyse kuş kadar ürkmüştü. Ateşin kısacık çatırtısından sonra öfkeli bir bağırtı geldi.

“Eceline mi susadın, Ouguan? Bu paraları ne cüretle Bahçe’de yakıyorsun! Seni hanımefendilere söyleyeceğim. Temiz bir dayak yiyeceksin!”

Baoyu neler olduğunu görmek için kayalığın diğer tarafına koştu. Yüzünde gözyaşı lekeleri olan Ouguan yere çömelmiş, elinde ateşle, için için yanan altın rengi ruh parasının kalıntılarına üzgün üzgün bakıyordu.

“Kim için bu?” diye sordu Baoyu. “Biliyorsun burada yakmaman lazımdı! Herhâlde ailenden birileri içindi? Bana adlarını söyle, bir kâğıda yazayım, çocukları gönderip bu işi doğru dürüst hallettireyim.”

Gelenin Baoyu olduğunu gören Ouguan dudaklarını sımsıkı kapadı ve hiçbir soru ona ağzını açtıramadı. Tam o sırada ona bağıran kadın, yüzünde sinsi bir zafer ifadesiyle hızla gelip kızı kolundan tuttu.

“Seni küçük hanımlara şikâyet ettim.” dedi kadın. “Çok çok sinirlendiler.”

Ouguan daha bir çocuktu. Küçük düşürüleceğinden çok korktu, çocukça direnmeye kalkıştı.

“Haddini aştığını söyledim.” dedi kadın. “Burada, dışarıda davrandığın gibi her istediğin şeyi yapamazsın. Burası farklı. Biz kural ve düzen isteriz.” Sonra Baoyu’yü işaret etti. “Efendi Bao bile kurallara uymak zorunda. Buraya gelip kuralları bozmaya kalkışabileceğini mi sanıyorsun? Olmaz! Artık korkmak için geç kaldın. Gel benimle, çık karşılarına!”

“Bu ruh parası değil.” dedi Baoyu aceleyle. “Bayan Lin için boş kâğıtları yakmış. Şikâyet etmeden önce dikkatli bakman gerekirdi!”

Çaresizliğinin arasında bir de Baoyu’nün gelişiyle Ouguan’ın dehşeti daha da artmıştı. Baoyu kendisini koruyunca kulaklarına inanamadı. Korkusu sürpriz bir memnuniyete dönüştü ve kendisini savunmak için cesaretini topladı.

“Evet, ruh parası olduğunu nereden çıkardın? Bayan Lin’in yazı kâğıdıydı.”

Ama kadın hiç umursamadı. Eğilip küllerin içindeki yanmamış parçalardan bir iki tane aldı.

“Benimle tartışmaya kalkma! İşte kanıtlar burada! Benimle görüşme odasına gelip kendin açıklayacaksın.”

Ouguan’ı kolundan tutup çekiştirdi ama Baoyu de öteki kolundan tutup, bastonuyla kadının eline vurdu.

“İstiyorsan kâğıtları onlara götür.” dedi. “Ben sana doğrusunu söyleyeyim. Dün gece rüyamda Kayısı Ağacı Ruhu bana geldi ve bir an önce iyileşmek istiyorsam ona ruh parası adamam gerektiğini söyledi. Benim evimden birinin değil de bir yabancının yapması gerekiyormuş. Kimsenin de haberi olmaması lazımmış. O kadar uğraşıp bu kızı bulduktan sonra sen görünce her şey boşa gitti. Hastalandığımdan beri ilk kez ayağa kalkmıştım. Şimdi tekrar hastalanırsam, bu senin kabahatin. Hâlâ onu götürmek istiyor musun? Git de gör onları, Ouguan. Şimdi söylediklerimi anlat onlara. Büyükannem geri dönünce ona olanları anlatacağım. Bu kadının bile bile sana engel olduğunu söyleyeceğim.”

Ouguan çok sevindi. Şimdi kendisi kadını çekiştirmeye başladı. Kadın elindeki kâğıt parçalarını yere attı ve yüzünde hastalıklı bir gülümsemeyle Baoyu’ye yalvardı.

“Bilmiyordum, gerçekten bilmiyordum. Eğer büyük hanımefendiye söylerseniz, benim için her şey biter.”

“Bu konuda konuşmazsan ona söylemem.” diye söz verdi Baoyu.

“Ama şimdi onlara anlattığım için Ouguan’ı getirmemi istediler.” dedi kadın. “En iyisi Bay Lin’in çağırdığını söyleyeyim.”

Baoyu biraz düşündü ve başını sallayarak onayladı. Kadın dediğini yapmaya gitti. O gittikten sonra Baoyu sorularına devam etti.

“Kimin içindi? Ailenden biri için olmadığından eminim. Gizli mi?”

Ouguan kendisini koruduğu için Baoyu’ye minnet duyuyordu. Onun anlayışlı biri olduğunu anlayarak daha fazla geri çeviremedi. Gözünde yaşlarla cevap verdi.

“Benim haricimde sadece iki kişi bunu biliyor. Sizin dairenizdeki Fangguan ve Bayan Bao’nın dairesindeki Ruiguan. Bugün olanlardan sonra sanırım siz üçüncü olacaksınız. Ama hiç kimseye söylemeyeceğinize söz verin.” Sonra ağlamaya başladı. “Ama yüzünüze karşı söyleyemem. Eve döndüğünüzde yanınızda kimse yokken, Fangguan’a sorun size anlatsın.”

Sonra Baoyu’yü merak içinde bırakarak kaçıp gitti. Bambu Evi’ne doğru yoluna devam eden delikanlı Daiyu’yü öncekinden daha zayıf buldu ama kız birkaç gün öncesinden çok daha iyi hissettiğini söyledi. O da Baoyu’nün zayıfladığını fark etti ve sebebini düşününce gözyaşı dökmeye başladı. Daha birkaç dakika konuşmuşlardı ki henüz nekahet döneminde olduğunu hatırlayarak evine dönüp dinlenmesi için ısrar etti; Baoyu de onu dinlemek zorunda kaldı.

Evine dönünce, Fangguan’a Ouguan’ın sırrını sormak için sabırsızlandı ama Xiangyun ve Xiangling uğrayıp yan odada Fang-guan ve Xiren’le hararetli bir sohbete girişti. Eğer yanına çağırırsa ötekilerin sorgulamaya başlayacaklarından korkup sabırlı olmaya karar verdi.

Kısa bir süre sonra Fangguan saçını yıkatmak için analığının yanına gitti ama kadının o suyla öz kızının saçını yıkamasına izin verdiğini öğrenince itiraz etti.

“Ne! Kızının yıkandığı suyu mu bana veriyorsun? Bütün aylığımı aldığın düşünülürse artıklardan daha fazlasını hak ediyorum herhâlde!”

Kabahatli olduğunu bilen kadın sinirle bağırdı.

“Seni nankör sefil! Oyuncuların geçimsiz olduklarını söylemelerine hiç şaşmamak lazım. Başlangıçta ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, bu mesleğe başlayınca bozuluyorlar. Böyle çelimsiz bir yaratığın bu kadar cakalı olacağı insanın aklına bile gelmez. En iyisini istiyor hanımefendi! Ya hep ya hiç! İstediğini elde edemeyince de hemen sivri dilli oluyor! Eşini ısıran katır gibi!”

Sonra ikisi kapışmaya başladı. Xiren onları sakinleştirmek için birisini gönderdi.

“Kesin gürültüyü! Büyük hanımefendi evde yok diye kimse sesinin son perdesinden bağırmadan konuşamıyor mu?”

“Fangguan çok yaygaracı.” dedi Qingwen. “Neden bu kadar mükemmel olduğunu sanıyor, bilmem. Birkaç oyun biliyor diye, sanırsınız savaş kazanmış!”

“Kavga iki kişi arasında olur.” dedi Xiren. “Büyük olanın bu kadar adaletsiz, küçük olanın da bu kadar huysuz olmaması lazım.”

“Fangguan’ın suçu değil.” dedi Baoyu. “Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmak sesin yükselmesine neden olur. Büyük bir filozof böyle demiş. Burada kimi kimsesi yok. Bu kadın parasını alıyor ve ona kötü davranıyor. Bu, doğruluktan ayrılmak değil de nedir? Sesini yükseltti diye ona kızamazsınız! Zaten ayda kaç para alıyor ki?” Bu soruyu Xiren’e sormuştu. “Parayı sen alıp ona baksan daha iyi olmaz mı? Sorun da ortadan kalkar!”

“Bakmak sorun değil de eğer bunu yapacaksam para için yapmam. O zaman dedikodudan geçilmez.” dedi Xiren.

Bunu söylerken ayağa kalkıp öteki odaya geçti; bir şişe çiçek yağı, birkaç yumurta, sabun ve saç kurdelesi getirdi. Kadınlardan birinden bunları Fangguan’a götürmesini istedi.

“Söyle ona kavgayı bıraksın. Biraz su getirtip saçını yıkayabilir.”

Ne yazık ki analığı herkesin içinde rezil edildiğini düşünerek daha da öfkelendi.

“Nankör şey!” dedi Fangguan’a. “Güya paranı alıyormuşum!” dedi ve kıza tokat attı. Fangguan ağlamaya başladı. Baoyu hemen dışarı fırlayacaktı ki Xiren ona engel oldu.

“Ne yapıyorsun? Ben konuşurum onunla.”

Qingwen kadını yatıştırmak için dışarı çıkmıştı bile.

“Yaşın gereği böyle şeyleri bilmen gerekir! Saçını yıkasın diye senin vermediğin şeyleri ona biz veriyorsak utanç duyman lazım! Sen kalkmış vuruyorsun bir de! Ne yüzle! Hâlâ eğitimine devam ettiğine göre böyle bir şey yapmaya nasıl cüret edersin?” diye çıkıştı kadına.

“Herkesin içinde beni rezil etmeye kalkıştığı için vurdum.” dedi kadın. “Ben onun analığıyım, buna hakkım var.”

“Sheyue, ben insanlarla tartışma konusunda pek başarılı değilim, Qingwen de çok fevri. Bu işle sen ilgilen.” dedi Xiren.

Sheyue hemen dışarı çıktı.

“Tamam, tamam. Bağırmaya gerek yok. Sana bir şey soracağım. Sen bu Bahçe’de hiç kimsenin efendisinin dairesinde çocuğunu cezalandırdığını gördün mü? Sadece burada değil, bütün Bahçe’de? Bırak evlatlığı, öz kızın olsa bile, bir kere evden ayrılıp başka birisinin hizmetine girdiği andan itibaren, onu cezalandırmak onlara ya da kıdemli hizmetkârlara düşer. Ailelerin sürekli işimize karışmalarını istemeyiz. Aksi takdirde bir kızı nasıl eğitebiliriz? Bilmiyorum! Siz yaşlandıkça daha beter oluyorsunuz! Daha kısa bir süre önce Zhuier’ın annesi burada olay çıkardı. Herhâlde o da senin gibi. Ama merak etme. Son günlerde şu hasta, bu hasta, büyük hanımefendi başka işlerle meşgul diye olanları bildirme fırsatı bulamadık. Birkaç gün daha geçsin, o zaman her şeyi anlatacağız. Sonra belki siz zorbalar ağızlarınızın payını alacaksınız. Bir şey daha var. Baoyu daha yeni iyileşmeye başladı, sesimizin fısıltıdan fazla çıkmaması gerekiyordu ama sen onun odasının önünde kızına vuruyor, hüngür hüngür ağlatıyorsun. Efendiler bir iki gün gitmeyegörsün, hemen kuralların üstündeymişsiniz gibi davranmaya başlıyorsunuz. Elinizden kimse kurtulmaz. Birkaç gün sonra bize de vurmaya başlarsanız hiç şaşırmam! Bana sorarsan senin gibi analık olmasa da olur. Eğer senin elinde bir çiçeğin açacağını sanıyorsan çok yanılıyorsun!”

Baoyu de o kadar sinirlendi ki bastonuyla eşiğe vurdu.

“Bu yaşlıların kalpleri taştan! Sorumlulukları altındaki kızlara bakacaklarına eziyet ediyorlar. Böyle devam ederse ne yapacağız?”

“Ne mi yapacağız?” dedi Qingwen. “Bu sevimsizleri defedin gitsin! İşe yaramazlara ihtiyacımız yok.”

Sheyue’nin nutkuyla utancından sessizliğe gömülen kadın cevap veremedi. Sheyue, Fangguan’a baktı. Kızın üzerinde kiraz kırmızısı, kapitone bir ceket, desenli yeşil ipekten bol bir pantolon vardı; parlak siyah saçları omuzlarına dökülüyordu. Acı acı ağlamaya başlamıştı. Sahnedeki daha bilindik hâlinden çok farklı bir görüntüsü vardı ki Sheyue bu tersliğe gülmeden duramadı.

“Şu anda Cui Yingying’e hiç benzemediğini söylemeliyim. Dayaktan sonra Reddie’ye benzedin. Artık makyaj yapmaya gerek kalmadan bu rolü oynayabilirsin! Haydi, gidip kendine çekidüzen ver.”

 

“Yo, gayet güzel.” diye itiraz etti Baoyu. “Gayet doğal bir hâli var. Neden çekidüzen versin ki?”

Qingwen, Fangguan’ı saçını yıkamaya götürdü. Havluyla kuruladıktan sonra gevşek bir şekilde bağladı ve giyinip Baoyu’nün odasına gitmesini söyledi.

Kısa bir süre sonra mutfaktan bir kadın gelip yemeğin hazır olduğunu bildirdi ve “Gönderelim mi?” diye sordu. Genç bir hizmetçi de Xiren’e danışmaya gitti.

“Saat kaçı vurdu? Dışarıda bu kadar patırtı olunca duyamadım.” dedi Xiren.

“Vurmadı.” dedi Qingwen. “Neden bilmem ama aptal şeyin yine tamire ihtiyacı var.” Sonra bir saat bulup getirdi. “Yarım fincan çaylık zaman var.” dedi. “Hemen hazır olacağımızı söyle.”

Kız mesajı iletmek için hemen dışarı çıktı.

“Düşündüm de Fangguan bu kadar yaramazlıkla tokadı hak etti aslında. Dün sarkacıyla oynayıp saati bozan oydu.” dedi Sheyue.

Konuşurken bir yandan da masayı hazırlıyordu. Genç hizmetçiler yemek kutularıyla içeri girdiler; Sheyue ve Qingwen kapaklarını açıp içine baktılar. Bir kâse çorba ve bildik pirinç lapasıyla yanında dört çeşit turşu vardı.

“Baoyu artık iyileşti.” dedi Qingwen. “Daha ne kadar lapa ve salamura sebze yemeye devam edecek? Neden doğru dürüst bir yemek göndermiyorlar?”

Sheyue masayı hazırlamıştı. Yemek kutusundan büyük çorba (et ve bambu filizinden yapılmıştı) kâsesini çıkarıp Baoyu denesin diye masaya koydu.

Eğilip höpürtüyle bir yudum alan Baoyu, “Ay, çok sıcak!” dedi.

Xiren güldü.

“Kutsal Buda! Birkaç gün et yemeyince çok mu özledin? Bu kadar açgözlülükle saldırırsan yanarsın tabii!”

Kâseyi aldı, nazikçe üfledi; sonra yanlarında duran Fangguan’a verdi.

“Al, sen yap. Bütün gün boş boş etrafta gezeceğine bir işe yara. Ama yavaş üfle, içine tükürme sakın!” dedi.

Fangguan dediği gibi yaptı. Oldukça iyi beceriyordu ama kapının önünde, illa içeri girip yardım etmek için ısrar ederek bekleyen ve Bahçe’nin adabını hiç bilmeyen analığı, bunu fırsat bilip işgüzarca içeri daldı ve kâseyi elinden almaya çalıştı.

Fangguan ve diğerleri konağa ilk geldiklerinde, dışarıda birer analıkları vardı, sonra bu kadınlar Armut Ağacı Avlusu’nda onlara eşlik ettiler. Bu kadın Rong Konağı’nda üçüncü sınıf bir hizmetçiydi, sadece çamaşır yıkıyor ve asla iç dairelere giremiyordu. Bu yüzden de evin kurallarından haberi yoktu. Aktrisler Bahçe’ye alınınca, analıkları da onlarla beraber farklı dairelere gönderildiler. Sheyue kendisini azarlayınca, bir daha Fangguan’ın sorumluluğunu alamayacağından korkmuştu çünkü bu hiç işine gelmezdi. O nedenle onlara yaranmak istemiş, Fangguan’ın kâseyi eline aldığını görünce içeri dalıvermişti.

“Onun hiç tecrübesi yok. Şimdi kâseyi düşürüverir. Ben yapayım.” dedi.

Qingwen öfkeyle bağırdı ona.

“Hemen çık buradan! Düşürüp düşürmemesi bizim sorunumuz. Senin yapmana ihtiyacımız yok. Kapıdan içeri adım atabileceğini kim söyledi?”

Sonra öfkesini genç hizmetçilere yöneltti.

“Küçük aptallar! O adabı bilmiyor olabilir. Sizin söylemeniz gerekirdi.”

“Biz engel olmaya çalıştık.” diye itiraz etti kızlar. “Söyledik ama inanmadı. Şimdi gördün mü?” dediler kadına dönüp. “Sen bizim girebileceğimiz yerlerin ancak yarısına girebilirsin. Bizim alınmadığımız yerlere bile dalıp gireceğini sanıyorsun. Seni durdurmaya kalkınca da el kol sallayıp bağırıyorsun!”

İtiş kakış odadan verandaya çıkardılar kadını. Aşağıdaki avluda yemek kutularını ve boş kâseleri geri almak için bekleyen yaşlı kadınlar onun çıktığını görünce kahkahalarla güldüler.

“Böyle içeri dalmadan önce aynada kendine bir baksaydın, kardeş!” dedi içlerinden biri.

Öfke ve utanç duyan kadın sessizce alaylarına katlanmak zorunda kaldı.

Fangguan hâlâ çorbayı üflemeye devam ediyordu. Baoyu güldü.

“Üfleyeceğim diye ciğerlerini yorma! Sen de bir tat, bakalım nasıl olmuş?” dedi.

Fangguan onun şaka yaptığını düşünerek Xiren’e ve ötekilere bakıp ürkekçe gülümsedi.

“Haydi, tatsana!” dedi Xiren. “Neden olmasın?”

“Dur, ben sana göstereyim.” dedi Sheyue ve bir yudum aldı.

Ondan cesaret alan Fangguan da bir yudum aldı.

“Tamam.” diyerek kâseyi Baoyu’ye verdi.

Baoyu yarısını içtikten sonra birkaç parça bambu filizi yedi, pirinç lapasının da yarısını bitirdi, doyduğunu söyledi. Hizmetçiler masayı topladılar. Küçük bir kız su kâsesiyle geldi. Baoyu ellerini yıkayıp ağzını çalkaladıktan sonra sıra Xiren ve diğer kıdemli hizmetçilerin yemeklerine geldi.

Baoyu, Fangguan’a göz işareti yaptı. Cin gibi olan, üstelik de genç ömrünün birkaç yılını tiyatro okulunda geçiren kız, midesi ağrıyormuş da iştahı kesilmiş numarasıyla yemek yemeyeceğini söyledi.

“İyi o zaman, madem yemiyorsun, burada kalıp Baoyu’ye eşlik edebilirsin. Pirinç lapasını burada bırakıyoruz. Acıkırsan biraz yersin.” dedi Xiren.

Diğerleriyle beraber çıkıp gitti.

O zaman Baoyu, Ouguan’la karşılaşmasını, onu korumak için nasıl yalan söylediğini ve sorularına cevap verecek durumda olmadığından, açıklama yapması için kendisine başvurmasını söylediğini anlattı.

“Kimin için adak sunuyordu?” diye sordu.

Fangguan’ın gözleri hafif kızardı ve içini çekti.

“Ah, Ouguan çılgının biri!” dedi.

“Neden?” dedi Baoyu. “O ne demek?”

“O adak ölen Diguan için. Bizim ekiptendi.”

“Bunda çılgınca bir şey yok ki.” dedi Baoyu. “Arkadaştılar demek.”

“Arkadaş mı!” dedi Fangguan. “Arkadaştan çok daha ötesiydi! Ouguan’ın tuhaf düşünceleri yüzünden başladı her şey. Biliyorsunuz, Ouguan başroldeki erkeği oynuyor, Diguan da başroldeki kızı. Sahnede âşıkları oynamaya o kadar alıştılar ki giderek ciddiye almaya başladılar ve Ouguan gerçekten sevgililermiş gibi davranıyordu. Diguan ölünce, Ouguan hüngür hüngür ağladı ve onu hâlâ unutamadı. Bu yüzden festivallerde onun için adaklar sunuyor. Daha sonra Ruiguan, Diguan’ın rolünü alınca, yine aynı şey oldu. Biz, ‘Ne oldu? Eski aşkını unuttun mu yoksa? Şimdi yenisini buldun!’ diye ona takılıyorduk. ‘Yok, unutmadım. Tıpkı bir erkeğin karısı ölünce tekrar evlenmesi gibi. Anısını yaşattığı sürece ilk karısına hâlâ sadık demektir.’ diyordu. Siz hayatınızda bu kadar tuhaf bir şey duydunuz mu?”

“Tuhaf” ya da her neyse, Baoyu’nün kendi mizacında buna güçlü bir duygu karmaşasıyla cevap veren bir taraf vardı: Zevk, hüzün ve küçük aktris için sınırsız bir hayranlık. Fangguan’ın ellerini tutup Ouguan’a ne söyleyeceğini büyük bir hevesle anlattı.

“Ona bir daha asla o kâğıtları kullanmamasını söyle. Ruh parası modern çağın batıl bir icadı. Konfüçyüs’ün öğretilerinde böyle bir şey bulamazsın. Tek yapması gereken, festivallerde bir buhurdanda tütsü yakmak. Eğer saygıyla yaparsa, ölüye duygularını iletmek için tek gereken şey bu. Önemli olan adağın kendisi değil, adak sunarkenki samimiyetimizdir. Yürekten verildiği sürece temiz olmayan yiyecekler bile kullanabilirsin. Aptal insanlar bunu anlamazlar ve tanrılara, Buda’ya ve ölülere çeşit çeşit şeyler sunarlar. Aslında önemli olan samimiyettir. Çok acelen varsa ya da evden uzaktaysan ve tütsü bulamıyorsan, bir parça toprak ya da çimen de sunabilirsin. Sadece ölünün ruhu değil, tanrılar da böyle bir adağı kabul ederler. Şuradaki masada duran buhurdanı görüyor musun? Ne zaman sevdiğim birini hatırlamak istesem, festival ya da başka bir bayram günü olması gerekmez, içinde tütsü yakarım, dışarıya bir fincan taze çay ya da su, bazen de varsa biraz çiçek ya da meyve, bazen de et ya da sebze koyarım. Yüreğin temiz olduğu sürece Buda bile adak sunmaya gelir. Şimdi gidip ona söyle.”

Fangguan söyleyeceğine söz verdi ve lapasını yedi. Sonra birisi gelip Büyükanne Jia’nın geri döndüğünü haber verdi.

Devamı gelecek bölümde.

59. BÖLÜM

Söğütlü Yol’da, arazinin koruyucuları Yinger ve Chunyan’e karşı şiddet ve hakarete başvururlar.

Kızıl Neşe Avlusu’nda yasa ve düzen savunucuları daha yetkili birisine danışırlar.


Büyükannesinin ve diğer hanımların geri döndüklerini duyan Baoyu, üzerine kalın bir şey daha giyip, elinde bastonuyla onları görmeye gitti. Geçen günlerin yorucu rutini nedeniyle çok yorgunlardı ve bir an önce dinlenmek istiyorlardı. O gece olaysız geçti. Hanımlar ertesi sabah dörtte kalkıp bir kere daha Saray’a gittiler.

Cenazenin İmparatorluk Anıt Mezarı’na götürülme günü yaklaşıyordu. Yuanyang, Hupo, Yingwu ve Zhenzhu, Büyükanne Jia’nın seyahat sırasında ihtiyaç duyacağı şeyleri hazırlamakla meşgullerdi. Yuchuan, Caiyun ve Caixia da aynı şeyi Wang Hanım için yaptılar. Tüm hazırlıklar bitince, hanımlarına eşlik edecek olan en kıdemli hizmetkârlarla beraber her şeyi tek tek gözden geçirdiler. Toplam altı hizmetçi ve on uşak karısı hanımlarıyla birlikte gidecekti. Bu arada sayıya dâhil olmayan erkek hizmetkârlar, hanımları için, öküzlerin çekeceği tahtırevanları hazırladılar. Gidecek on altı kişinin içinde Yuanyang ve Yuchuan yoktu. Hanımlarının yokluğunda daireleriyle ilgilenmek üzere evde kalıyorlardı.

Cenaze kortejinin yola çıkacağı günden birkaç gün önce, hizmetçiler hanımlarının seyahat yatakları için perdeleri ve takımları paketlemişlerdi. Bunlar toparlanıp, birkaç erkek hizmetkârın da yardımıyla dört beş kişilik bir hizmetçi grubu tarafından bir arabayla arka sokaklardan, konaklamanın yapılacağı yere götürüldü ve kullanılmaya hazır hâle getirildi.

Jia hanımları ve maiyetleri, cenazenin yola çıkmasından bir gün önce konaktan ayrıldılar. Büyükanne Jia ve Jia Rong’un karısı birinci tahtırevana bindiler; Wang Hanım ikincisiyle onları takip etti; Kuzen Zhen bir grup erkek hizmetkâra liderlik ederek atla geliyordu. Hizmetçileri ve kadın hizmetkârları taşıyan birkaç tane büyük ve üstü kapalı at arabası onları izliyordu. Bu arabalarda aynı zamanda hanımların kıyafetlerinin bulunduğu büyük bohçalar da vardı. Ailenin diğer üyeleri, Xue teyze ve You Shi öncülüğünde bu küçük kafileyi ana kapının eşiğine kadar yolcu ettiler. Sonra Jia Lian küçük bir grupla at sırtında geldi. Ailesinin tahtırevanlarını Büyükanne Jia’nınki ile Wang Hanım’ınkinin arasına yerleştirdikten sonra, kadınlar eşliğinde taşınan eşyaları korumasız bırakmanın muhtemel sonuçlarını düşününce, arabaların arkasına doğru atını sürüp, en geriden takip etmeye başladı.

Rong Konağı’ndaysa Lai Da nöbetçi sayısını artırdı ve iki ana avlunun girişlerinin sürekli kapalı tutulmasını söyledi. Konağa girip çıkmak isteyenler batı köşesindeki küçük, yan kapıyı kullanmak zorundaydılar. Konağın iç kısmını dışından ayıran merasim kapısı gün batımında kapanıyordu. Wang Hanım’ın evinin arka tarafına giriş ve çıkışlar için normalde kuzenlerin kullandıkları kapı ile Xue teyzenin avlusuna açılan, doğu tarafındaki kapı açık kalıyordu. Bunlar, konağın zaten kilitli olan iç kısımlarının birbirine geçişini sağladıklarından, kapatmak gerekmiyordu. Yuan-yang ve Yuchuan, hanımlarının oturma odalarını kapatıp, diğer hizmetçilerle birlikte arkadaki müştemilata uyumaya gittiler. Her akşam gün batımında Lin Zhixiao’nın karısı on kadar kıdemli hizmetçiyi alıp gece boyu güvenliği sağlamak için Bahçe’ye giderdi. Dışarıda salon girişlerindeki nöbetçiler artırıldı. Kısacası, konağın güvenliğini sağlamak için gereken her şey yapıldı.

***

Güzel bir ilkbahar sabahı uykudan uyanan Baochai yatağının perdesini kaldırıp çıktı. Hafif bir serinlik hissetti ve oda kapısını açıp dışarı bakınca bunun nedenini anladı. Şafaktan önceki son saatte yağan sağanak toprağı tazelemiş, her yerdeki yosunları parlak bir yeşile bürümüştü. Tekrar içeri girdi, diğerlerini uyandırdı. Yıkanıp giyinirlerken Xiangyun yanaklarının kaşındığından şikâyet etti ve zaman zaman patlak veren egzamanın habercisi olduğundan korkarak Baochai’den yüzüne sürmek için altın kök tozu istedi.

“Son kalanı geçen gün Qin’e verdim.” dedi Baochai. “Çatık Kaş’ta çok var. Ondan biraz isteyecektim ama bu yıl yanaklarımda bir sorun olmayınca unuttum.”

Yinger’a gidip biraz istemesini söyledi. Kız tam çıkmak üzereyken, Ruiguan da Fangguan’ı görmek için onunla birlikte gitmek istedi. İki kız gülüp konuşarak Alpinia Park’tan çıktı.

Söğütlü Yol’da ilerlerken salkım söğütlerin altın ipliklerinin yeşile döndüğünü gördüler.

“Bu sepetçi söğüdünden bir şeyler örmeyi biliyor musun?” diye sordu Yinger, gülerek.

“Nasıl şeyler?” diye sordu Ruiguan.

“Küçük oyuncaklar ya da her türlü işe yarar şeyler. Bekle sen, birkaç dal koparıp küçük bir sepet yapayım. Yapraklarını da üstüne bırakayım ki içine rengârenk çiçekler koyduğumuzda güzel görünsün.”

O anda altın kök tozunu unuttu ve uzanıp yumuşak söğüt dallarından kopardı. Tutması için Ruiguan’a verdi, sonra tekrar yollarına devam ederlerken, bu dallardan küçük bir sepet örüyordu. Ara sıra durup yol kenarında büyüyen çiçeklerden bir iki tane koparıyordu. Sonunda kafes işi örülmüş, her yerinden dikkatle koruduğu yeşillikler fışkıran, saplı bir sepet çıktı ortaya. İçine çiçekler de doldurulunca çok güzel oldu. Ruiguan hayran kaldı.

 

“Ah Yinger, benim olsun mu?” dedi.

“Bunu Bayan Lin’e verelim.” dedi Yinger. “Geri dönerken biraz daha dal koparırız, hepinize aynısından yaparım.”

O arada iki kız Bambu Evi’ne gelmişti bile. Daiyu henüz sabah tuvaletini bitirmemişti. Sepeti görünce çok beğendi.

“Canlı bir sepet! Kim yaptı bunu?” diye bağırdı.

“Ben.” dedi Yinger. “Sizin için, küçük hanım.”

“Çok güzel bir şey bu!” dedi Daiyu eline alırken. “Demek herkes ellerinin ne kadar becerikli olduğunu boşuna söylemiyormuş.”

Biraz daha inceledikten sonra Zijuan’e, görebileceği bir yere asmasını söyledi.

Yinger önce nazikçe Xue teyzeyi sorup sonra altın kök tozu rica etti. Daiyu, Zijuan’den biraz paketleyip vermesini istedi.

“Bugün daha iyiyim.” dedi Daiyu paketi verirken. “Biraz yürüyüşe çıkmak istiyorum. Dönünce Baochai’e söyle, anneme saygılarını sunmak ve beni görmek için zahmet edip gelmesine gerek yok. Saçımı yapar yapmaz, annemle beraber ona uğrayacağız. Kahvaltımızı orada yapacağız. Küçük bir aile toplantısı olur!”

Yinger söyleyeceğine söz verip Ruiguan’ı almak için Zijuan’in odasına gitti ama Ruiguan, Ouguan ile hararetli bir sohbetin ortasında olduklarından gitmek istemedi. Yinger, Zijuan’e bir teklifte bulundu.

“Hanımın bizim eve gelecekmiş. Ouguan da bizimle gelip hanımını orada beklesin.” dedi.

“Çok iyi fikir!” dedi Zijuan. “Burada öyle çok yaramazlık yapıyor ki biraz uzaklaşmasına memnun oluruz!”

Sonra Daiyu’nün kaşığını ve yemek çubuklarını keten bir peçeteye sarıp Ouguan’a verdi.

“Al bunları da götür. Bari bir işe yara.” dedi.

Ouguan neşe içinde ikisiyle beraber yola koyuldu. Yine Söğütlü Yol’dan geçerlerken, Yinger söğüt dallarından kopardı, yakınlardaki bir kayanın üzerine oturup bir sepet daha örmeye başladı. Sonra Ruiguan’a altın kök tozunu götürüp geri gelmesini söyledi ama iki kız da Yinger’ın yaptığı işten öylesine büyülendi ki bir türlü oradan ayrılamadı. Yinger onları tehdit etti.

“Gitmezseniz yapmıyorum.”

“Haydi ama.” dedi Ouguan. “Ben de seninle geliyorum. Hemen gidip geliriz.”

Onlar fırlayıp gidince, Yinger örgüsüne devam etti. O sırada He ananın kızı Chunyan geldi, Yinger’ın ne yaptığını sordu. Onlar konuşurlarken kızlar geri döndüler.

“Geçen gün Xia teyzem seni yakaladığında ne kâğıdı yakıyordun?” diye sordu Chunyan, Ouguan’a. “Seni rapor edecekti ama Baoyu ona hata yaptığını söyleyince o da sesini çıkaramamış. Çok öfkeliydi. Gelip her şeyi anneme anlattı. Bunca zaman dışarıda tiyatro ekibiyle yaşarken onu kendine düşman edecek ne yaptın ki?”

“Hiçbir şey yapmadım.” diyerek burun kıvırdı Ouguan. “Çok açgözlü olduğu için bütün bunlar. Eskiden olduğu gibi benden para sızdıramıyor da ondan. Her şey bir yana, son iki yıldır dışarıda bizimle çalışırlarken onun ve diğerlerinin bizden alıp evlerine götürdükleri o yiyecekleri bir düşün! Bir iş verecek olsak kıyameti koparıyorlar. Biliyorsun sen de!”

Chunyan güldü.

“O benim teyzem. Başkalarının yanında onu eleştiremem. Ama bir zamanlar Baoyu’nün dediği gibi, ‘Bir kız evlenmeden önce paha biçilmez bir inci gibidir ama bir kere evlendi mi inci ışıltısını kaybeder ve kusurla dolar; yaşlı bir kadın olunca da artık incilik hâli kalmaz, haşlanmış balık gözüne döner. Nasıl oluyor da aynı kişi hayatının farklı dönemlerinde bambaşka üç kişi olabiliyor?’ O zaman yine her zamanki gibi saçmaladığını düşünmüştüm ama söylediklerinde haklılık payı varmış. Diğer aileleri bilmem ama annem ve teyzem için doğru bu. Yaşlandıkça, paradan başka bir şey düşünemez oldular. Aynı evde beraber yaşarken, para getireceğimiz bir işimizin olmadığından şikâyet edip dururlardı. Sonra bu Bahçe yapıldı, ben de burada çalışmak için seçilen şanslılardan biri oldum, hem de Kızıl Neşe Avlusu çifte şans oldu. Artık beni doyurmak zorunda kalmamalarının dışında, her ay maaşımdan artırdığım dört beş yüz sikkeyi de alıyorlardı. Bununla yetindiklerini sanıyorsan, yanılıyorsun! Sonra kendileri de iş buldular; Armut Ağacı Avlusu’ndaki oyuncu kızlara bakmaya başladılar. Xia teyzem Ouguan’a analık oldu, annem de Fangguan’a. Böylece iki yıldır durumları iyiydi. Ama şimdi siz Bahçe’ye taşınınca, onların ellerinden kurtuldunuz; yine de vazgeçmediler. Çok komik! Önce teyzem Ouguan’la kavga etti; sonra da annem saç yıkama yüzünden Fangguan’la. Fangguan kim bilir kaç kere saçını yıkamak istemişti. Sonra Fangguan’ın maaşı ödenince, annem daha fazla erteleyemedi ve ihtiyaç duyduğu şeyleri satın almak zorunda kaldı ama önce benim saçımı yıkamamı söyledi. Ben yapmak istemedim. Yani benim kendi param var, olmasa bile her zaman Xiren, Qingwen ya da Sheyue’den istediğim şeyi hiç sıkıntı çekmeden alabiliyorum. Bu yüzden de olmaz dedim. O zaman kardeşimi yakalayıp saçını yıkadı. Tabii ardından Fangguan’ı çağırınca kavga çıktı. Sonra da gidip Baoyu’nün çorbasını üflemek istedi. Ah, neredeyse ölecektim! İçeri girdiğini görünce ona kuralları söyledim ama bana inanmadı. Annem en iyisini bilir tabii! Hâliyle kendisini aptal durumuna düşürdü. Neyse ki Bahçe’de bir sürü insan çalışıyor da kimin kiminle ilgili olduğunu kimse hatırlayamaz. Aksi takdirde ailemdeki herkesin kavga etmekten başka bir şey yapmadığı izlenimi edinirlerdi, kendimi kötü hissederdim.”

“Şimdi senin sepet ördüğün bu yer benim halama ait. Buranın sorumluluğunu aldığından beri, kendi malıymış gibi davranıyor. Sabahtan akşama kadar köle gibi çalışıyor. Dahası, benim de gelip göz kulak olmamı istiyor. Bir şeyler bozulacak diye ödü kopuyor. Neredeyse kendi işimi doğru dürüst yapamayacağım. Şimdi annem de Bahçe’ye taşındı, ikisi şahin gibi gözcülük yapıyorlar. Hiç kimsenin bir ota bile dokunmasına izin yok. Sizi uyarıyorum, eğer buraya gelip de çiçekleri topladığını, körpe söğüt dallarını kopardığını görürlerse bundan hiç hoşlanmazlar!”

“Belki başkaları koparamaz ama benim durumum farklı.” dedi Yinger. “Bahçe bölündüğünde, her dairenin günlük olarak ürünlerden pay alması kararlaştırıldı. Yiyecek şeylerin yanı sıra saça takılacak ya da vazolara konulacak çiçekler de buna dâhil. Benim hanımım bunların her gün gönderilmesini istemeyen tek kişiydi. İhtiyacı olduğunda haber vereceğini söyledi ama henüz hiç istemedi. Yani şimdi benim bunları topladığımı görseler bile itiraz edemezler.”

Bu sözler ağzından henüz çıkmıştı ki Chunyan’in sözünü ettiği halası bastonuna dayanarak çıkageldi. Yinger ve Chunyan onu buyur ettiler. Yaşlı kadın, Ouguan ve Fangguan’ın elindeki kırık söğüt dallarını ve yeni toplanmış çiçekleri görünce çok sinirlendi ama bu işin sorumlusunun Yinger olduğunu anlayınca, şikâyet etmekten vazgeçip, yeğenine homurdanacak başka bir şey buldu.

“Ben sana buraya gelip her şeye göz kulak olmanı söylediğim zaman, evde kalıp oyun oynamayı tercih ediyorsun. Başkaları senden bir şey yapmanı istediğinde, benim için çalıştığını söylüyorsun. Beni sihirli değneğinmişim gibi kullanıyorsun; ne zaman bir iş yapılması gerekse ortadan kayboluyorsun!”

“Önce buraya gelmemi söylüyorsun, sonra başkaları beni çağırır diye korkuyor, burada görünce azarlıyorsun!” diye karşı çıktı Chunyan. “Aynı anda iki yerde birden olamam, hala!”

“Ona inanma, hala!” diye takıldı Yinger. “Bütün bu dalları o koparıp kendisine sepet yapmam için ısrar etti. Ondan kurtulmaya çalıştım ama rahat vermedi.”

“Saçmalama!” diye bağırdı Chunyan. “Şakanı ciddiye alacak sonra.”

Ne yazık ki öyle oldu! Chunyan’in halası o kadar aptal bir ihtiyardı, paraya olan sevdası öyle büyüktü ki gözü kimseyi görmezdi. Yinger’ın sözleri üzerine, kendi sahasında yapılan bu korkunç talana karşı bastırdığı kederi çıkış yolu buldu. Bastonunu kaldırdı, yaşının verdiği cüretkâr gaddarlıkla Chunyan’in sırtına birkaç kere vurdu.

“Küçük kaltak!” diye küfretti. “Bana cevap mı veriyorsun? Annen bile senden öyle nefret ediyor ki parçalamamak için zor tutuyor kendisini. Sakın bana sesini yükseltmeye kalkma!”

“Yinger şaka yapıyor.” dedi Chunyan. Sadece yediği dayaktan değil, herkesin önünde rezil olduğundan ağlamaya başladı. “Annem niye benden nefret etsin? Suyunu mu kaynattım, tavasını mı yaktım? Ne yaptım ki?”