Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

“Kirli olanı bana ver.” dedi Xiren. “Biraz temizledikten sonra sana geri gönderirim. Elinde görürlerse soru yağmuruna tutarlar.”

“Doğru, sen al.” dedi Xiangling. “Ama sevgili Xiren, seninkini aldığıma göre bunu geri istemiyorum. Genç hizmetçilerden birine ver. Hangisine olursa, sen bilirsin.”

“Çok bonkörsün.” dedi Xiren.

Xiangling iki kere resmî bir şekilde eğilip teşekkür etti. Xiren kirli etekle gitti.

Xiangling etrafına bakınca, Baoyu’yü hâlâ ileride arkası dönük olarak yere çömelmiş buldu; bir sopayla yeri kazmış, kendi mor çiçeğiyle Xiangling’in orkidesini gömüyordu. Önce dökülen çiçek yapraklarını çukurun dibine yaymış, üstüne çiçekleri koyup tekrar yapraklarla örttükten sonra toprakla doldurmuştu.

Xiangling gülerek kolunu çekiştirdi.

“Ne yapıyorsunuz böyle? İnsanlar tuhaf şeyler yaptığınızı söyleyip duruyorlardı, neyi kastettiklerini şimdi anladım. Şu ellerinize bir bakın! Çamur içinde! Hemen gidip yıkasanız iyi olacak!”

Baoyu ayağa kalkıp ellerini yıkamaya gitti, Xiangling de ters yöne doğru yürüdü. Daha birkaç adım atmışlardı ki Xiangling dönüp Baoyu’ye seslendi. Baoyu söyleyeceği bir şey var diye ellerini havada tutarak kıza döndü.

“Ne oldu?”

Ama Xiangling hiçbir şey demeden, orada durmuş gülümsüyordu. Sonra küçük hizmetçisi Zhener geldi.

“Bayan Baoqin seni çağırıyor.” dedi.

O zaman Xiangling Baoyu’ye, “Etek meselesinden kuzeniniz Pan’e söz etmeyeceksiniz, değil mi?” dedi ve arkasını dönüp yoluna devam etti.

“Ne?” diye bağırdı Baoyu, arkasından. “Kafamı bir kaplanın ağzına soksam daha iyi. Deli miyim ben?”

Dönüp ellerini yıkamak için Kızıl Neşe Avlusu’na doğru gitti.

Sonra olanlar gelecek bölümde.

63. BÖLÜM

Kızlar gece Baoyu’nün yaş gününü kutlar.

Jia Jing bir iksir yüzünden ölür ve You Shi tek başına cenaze merasimi düzenler.


Baoyu Kızıl Neşe Avlusu’na dönünce ilk iş ellerini yıkadı. Bir yandan da Xiren’le o akşam yapmayı planladıkları partiyi konuşuyorlardı.

“Herkesin eğlenmesini istiyorum.” dedi Baoyu. “Bir kere olsun resmiyeti bırakıp keyfinize bakın. Ne yiyeceğimize karar verelim ki hazırlayacak zamanları olsun.”

“Sen orasını merak etme.” dedi Xiren, gülerek. “Parayı toplayıp Aşçı Liu’ya verdim bile. Qingwen, Sheyue, Qiuwen ve ben yarımşar tael gümüş verdik, iki tael etti. Fangguan, Bihen, Chunyan ve Sier’dan aldıklarım da üç tael, altı gram gümüş ediyor. Burada olmayanlardan almadım. Bu parayla Aşçı Liu bize kırk çeşit yiyecek hazırlayacak. Pinger’yla da içki konusunu konuştum, dokuz litre Shaoxing şarabı getirecek. Akşam için bir yere sakladık. Sekiz kişinin sana yaş günü hediyesi olacak bu parti.”

“Gençler bu parayı nasıl verebildiler?” dedi Baoyu, hem memnun hem de endişeli bir şekilde. “Keşke onlardan hiç almasaydın.”

“Peki, ya biz?” dedi Qingwen. “Biz de zengin değiliz. Sizin için bir şey yapmak istediler. En iyisi nereden geldiğini hiç düşünmeden memnuniyetle kabul edin. Çalmış olsalar size ne?”

“Haklısın.” dedi Baoyu gülerek.

“Seni azarlamadığı bir gün geçse rahat edemiyorsun!” dedi Xiren, gülerek.

“Xiren insanları birbirine düşürmekte çok ustalaştı.” dedi Qingwen. “Kimden öğrendi acaba?”

Diğerleri buna gülerlerken Baoyu avlu kapısını kapatmalarını söyledi.

“Sana boşuna işgüzar demiyorlar.” dedi Xiren. “Eğer kapıyı şimdi kapatırsak, şüphe çekeriz. Biraz daha beklemek en iyisi.”

Baoyu başını salladı.

“Şimdi biraz dışarı çıkmam lazım. Döndüğümde suyu hazırlamış ol, Sier. Chunyan sen benimle gel.” dedi.

Dışarı çıktıklarında etrafta kimsenin olmadığından emin olunca, Aşçı Liu’nun Fivey için ne dediğini sordu.

“Bayan Liu çok sevindi.” dedi Chunyan. “Ama geçen akşam gördüğü kötü muamele ve yaşadığı endişeden dolayı Fivey’nin hastalığının depreştiğini söyledi. Bu yüzden şimdi bizimle çalışmaya başlaması imkânsızmış. İyileşene kadar beklemek gerekiyormuş.”

Bunu duyan Baoyu’nün iç çekmesine bakılırsa çok üzüldüğü belliydi.

“Xiren’in olanlardan haberi var mı?” diye sordu.

“Ben söylemedim.” dedi Chunyan. “Fangguan söylemiş olabilir.”

“Ben de anlatmadım. Konuşsam iyi olacak.”

Ellerini yıkama bahanesiyle tekrar içeri girdi. Işıkları yakma zamanı gelmişti. Bir grup kadının avlu kapısından girdiğini duydular. Kızıl Neşe Avlusu sakinleri pencerenin önüne doluşup dışarı baktılar. Lin Zhixiao’nın karısı bir grup hizmetçiyle beraber geliyordu. Kocaman bir fener taşıyan bir kadın onlara öncülük ediyordu.

“Nöbetçileri kontrole geliyorlar.” dedi Chunyan. “Onlar dışarı çıktıktan sonra kapıyı kapatabiliriz.”

Kızıl Neşe Avlusu’nun nöbetçi kadınları denetlenmek üzere avluda toplandılar.

“Evet, kumar oynamak ve içki içmek yok!” dedi Lin Zhixiao’nın karısı, hepsinin orada olduğundan emin olunca. “Gün doğana kadar yatıp uyumak da yok, gözüm üzerinizde!”

“Aptal mıyız biz?” dedi kadınlar, gülerek. “Nasıl cüret ederiz buna?”

“Efendi Bao yattı mı?” diye sordu Lin Zhixiao’nın karısı.

Kadınlar bilmediklerini söylediler. Xiren Baoyu’yü dürttü, o da terlikleriyle kapıya çıkıp kadınlara sevecen bir şekilde gülümsedi.

“Henüz yatmadım. Gelin içeri, oturun.” dedi, sonra Xiren’e döndü. “Bayan Lin’e çay ikram et.”

Lin Zhixiao’nın karısı ikiletmedi.

“Demek yatmadınız?” dedi hızla odaya girerken. “Artık günler uzadığına göre, erkenden yatın ki sabah erken kalkın. Geç yatarsanız, sabah kalkamazsınız; insanlar sizinle dalga geçer. Eğitimli, iyi terbiye almış genç bir beyefendiye yakıştıramazlar. Cahil ve eğitimsiz bir işçi yapar bunu!”

Kıyaslaması hoşuna gitmiş olmalı ki dediklerinden memnun bir şekilde güldü.

“Haklısın, Bayan Lin. Aslında çoğu akşam erkenden yatıyorum. Genelde sen dolaşmaya çıktığında hiç haberim olmuyor çünkü yatmış oluyorum. Bu akşam o kadar çok erişte yedim ki o yüzden erken yatmadım. Hazımsızlık çekerim diye korktum.”

Bunun üzerine Lin Zhixiao’nın karısı Xiren’e döndü.

“Ona biraz Puer çayı demle de içsin.” dedi.

Xiren ve Qingwen beraber cevap verdiler.

“Wutong çayı yaptık, iki fincan içti. Hâlâ taze duruyor. İçer misin?”

Lin Zhixiao’nın karısı, Qingwen’in doldurduğu fincanı almak için ayağa kalktı.

“Efendi Bao’nın sizi isimlerinizle çağırdığını duydum. Bu uygun bir şey değil. Burada çalışıyor olabilirsiniz ama hâlâ hanımefendinin kızlarısınız, unutmayın. Arada bir kazayla ağzından kaçırsa önemli değil de alışkanlık hâline getirirse, öteki genç beyler de onu taklit ederler; insanlar bu ailede gençlerin büyüklere hiç saygısı kalmamış diye gülerler.”

“Çok haklısın.” dedi Baoyu. “Aslına bakarsan çok nadiren, kazayla oluyor.”

Xiren ve Qingwen de hemen doğruladılar.

“Evet ya, Bayan Lin. Alışkanlık hâline getirdiğini söylemek haksızlık olur. Normalde çok saygılıdır. Evde şakalaşırken bir ya da iki kere olmuştur, herkesin içindeyken değil.”

Lin Zhixiao’nın karısı gülümsedi.

“İyi o zaman. Eğitimli bir beyefendinin saygılı olması gerekir. Sen başkalarına ne kadar saygı gösterirsen, onlar da sana o kadar saygı gösterirler. Sadece üç dört kuşaktır bu aileye hizmet eden yaşlı insanları değil, hanımefendiden buraya gelen herkesi kastediyorum. Eğer insanların seni eğitimli ve iyi yetiştirilmiş bir beyefendi olarak görmesini istiyorsan, hanımefendinin kedisine ve köpeğine bile saygı göstermek gerekir.” Sonra çayını bitirdi. “Evet, iyi geceler küçük bey. Artık gitmem lazım.” dedi.

“Biraz daha kalmaz mısın?” dedi Baoyu.

Ama Lin Zhixiao’nın karısı kalkmıştı bile. Maiyetindekileri arkasına alıp başka bir daireyi denetlemeye gitti. Qingwen, o gider gitmez kapıyı kilitledi. İçeri girdiğinde gülüyordu.

“Yaşlı kadın çok içmiş herhâlde, bize nutuk çekti.” dedi.

“Haklıydı.” dedi Sheyue. “Doğru yoldan şaşmamamız için arada bir birisinin bize hatırlatması lazım.”

Bunu söylerken bir yandan da masayı hazırlamaya başlamıştı ama Xiren onu durdurdu.

“Büyük masada oturmamıza gerek yok. Sedirin üzerine armut odunundan, yuvarlak masayı koyabiliriz. Orada daha rahat ederiz.”

Diğer hizmetçiler yuvarlak masayı sedirin üzerine koyarlarken, Sheyue ve Sier Aşçı Liu’nun kendileri için hazırladığı yemekleri almaya gittiler. En büyük tepsilere koydukları hâlde hepsini getirmek için dört beş tur yaptılar. Bu arada yaşlı dadılar verandada, mangalın önünde çömelip şarabı ısıttılar.

“Çok sıcak oldu.” dedi Baoyu hizmetçi kızlara. “Üstümüzdekileri çıkaralım.”

“Siz isterseniz çıkarabilirsiniz.” dediler kızlar. “Biz başlamadan önce sağlığınıza kadeh kaldırmak istiyoruz, biraz daha resmî dursak iyi olur.”

“Eğer böyle saçmalıklara kalkışırsanız sabaha kadar başlayamayız!” dedi Baoyu. “Bu tür şeylerden hiç hoşlanmadığımı biliyorsunuz. Dışarıda parti verdiğimiz zaman katlanmak zorunda kalıyorum ama kendi odamda aynı şeyi yapınca sanki beni bile bile kızdırmaya çalışıyormuşsunuz gibi hissediyorum.”

“Tamam, tamam!” dediler. “Nasıl isterseniz!”

Böylece sedirdeki yerlerini almadan önce saçlarındaki süsleri çıkarıp rahat ettiler. Üstlerinde sadece tunikleri ve pantolonları vardı; süssüz saçları ya gevşek şekilde bağlanmış ya da kıvrım kıvrım serbest bırakılmıştı. Baoyu de koyu kırmızı pamuklu kumaştan bir tunik, bilek kısmı bol, siyah yeşil desenli ipek bir pantolon giymiş, beline de bir kuşak bağlamıştı. Kızlar onu sedire rahat bir şekilde kurulup oturmuş olarak buldular. Arkasına dayanmış, bir dirseğini taze gül ve şakayık yapraklarıyla doldurulmuş, turkuaz bir yastığa dayamıştı. Fangguan’la parmak tahmini oyunu oynuyor, kız avaz avaz bağırıyordu. Fangguan turkuaz, koyu mor ve kırmızı baklava desenli, kısa ve üstüne tam oturan bir tunik, çiçek desenli, açık kırmızı, aynen Baoyu’nünki gibi bilek kısmı bol bir pantolon giymiş, beline de söğüt yeşili bir kuşak bağlamıştı. Minik minik örülen saçları kaz yumurtası kadar kalın tek bir örgü hâlinde ensesinde toplanmıştı. Sağ kulağında ancak bir pirinç tanesi kadar yeşim küpesi vardı; sol kulağından Japon eriği büyüklüğünde, yakut ve altın rengi bir küpe sarkıyordu. Yüzü hiç bu kadar ay ışığı gibi beyaz, gözleri de ışıl ışıl olmamıştı.

 

“Şuna bir bakın!” dediler hizmetçiler hayranlıkla. “İkisi sanki ikiz gibiler.”

“Durun biraz.” dedi Xiren, kadehlere şarap doldururken. “Sonra oynarsınız. Sağlığına kadeh kaldırmamızı istemesen de bari bizim elimizden içme lütfunda bulun.”

Sonra elindeki kadehi Baoyu’nün dudaklarına götürdü, delikanlı bir yudum içti. Bunun üzerine öteki kızlar da aynı şeyi yaptılar, hepsinden birer yudum aldı. Bu küçük tören bitince, masanın etrafında toplandılar. Sedirin kenarına yakın yerde Chunyan ve Sier için yer kalmayınca, iki tane, keçe kaplı tabure getirip yere koydular. Hepsi çay tabağı boyutlarındaki Ding işi beyaz porselenden kırk tabakta, pirinç şarabıyla tüketilmeye uygun, akla gelebilecek her türden tatlı, lezzetli, taze, kurutulmuş, salamura, tuzlanmış, tütsülenmiş, fırınlanmış, kızartılmış ya da sotelenmiş yiyecekler vardı.

“Haydi, içki içme oyunu oynayalım.” dedi Baoyu.

“Evet ama bu sefer güzel ve sakin bir oyun olsun.” dedi Xiren. “Çok fazla bağırış, çağırış olmasın, herkes bizi duyar. Âlim olmadığımıza göre çok edebî de olmasın. Unutmayalım, bazılarımız okuma yazma bile bilmiyor.”

“Zarları çıkarıp ‘Kırmızıyı Kapmaca’ oynayalım o zaman.” dedi Sheyue.

“Yok, o çok sıkıcı. ‘Çiçek seçmece’ oynayalım.” dedi Baoyu.

“Evet ya, haydi!” dedi Qingwen. “Yıllardır bunu oynamak istiyordum.”

“Çok iyi bir oyun.” dedi Xiren. “Ama eğlenceli olması için çok kişinin oynaması gerekir.”

“Benim bir fikrim var.” dedi Chunyan. “Sessizce gidip Bayan Bao, Bayan Yun ve Bayan Lin’i çağıralım, bize katılsınlar. Saat ona kadar burada kalmalarının bir zararı olmaz.”

“Ama kapı kapı dolaştığımızı düşünsene.” dedi Xiren. “Bir nöbetçiyle karşılaşırız, soru sormaya başlarlar.”

“Korkma.” dedi Baoyu. “Ablam içkiyi çok sever. O da gelirse, bizi görseler bile bir şey diyemezler. Ya Bayan Qin?”

“Yo, Bayan Qin olmaz.” dedi kızlar. “O Bayan Zhu’nun odasında kalıyor, dışarı çıkarmaya çalışırsak belayı davet ederiz.”

“Boş verin, bir şey olmaz.” dedi Baoyu. “Haber verin siz.”

Bu emri bekleyen Chunyan ve Sier hemen yanlarına birkaç küçük hizmetçiyi de alıp, nöbetçi kadınlara kapıyı açtırdılar; biri Baochai, diğeri Daiyu’ye doğru gitti. Daha kıdemli olan Xiren, Sheyue ve Qingwen, özellikle Daiyu ve Baochai’i ikna etme konusunda küçük kızların başarılı olamayacaklarını düşünerek kendileri gidip ağırlıklarını koymaya karar verdiler. İki kadının fenerlerle kendilerine eşlik etmesini isteyerek iki küçük hanımı getirmeye gittiler. Aynen düşündükleri gibi, Baochai çok geç olduğunu, Daiyu de canının istemediğini söylemişti. Xiren ile Qingwen, genç hizmetçilerin ev sahibi olduklarını ve katılarak onları onurlandırmalarını öne sürünce, fikir değiştirip gelmeye razı oldular. Chunyan ve Sier, Tanchun konusunda çok zorluk çekmediler. Davetten memnuniyet duyan Tanchun, Li Wan’in de çağrılmasını, sonradan bir parti olduğunu ama kendisinin davet edilmediğini öğrenirse mahcup olacaklarını söyledi. Li Wan ve Baoqin’i gelmeye ikna etmek için Chunyan’le beraber kendi hizmetçisi Cuimo’yu da gönderdi.

Yeni misafirler birer birer gelmeye başladılar. Adı geçenlere ilaveten Xiangling de geldi. Xiren “hayır” cevabını kabul etmeyip onu elinden tuttuğu gibi getirmişti. Onca insanı oturtabilmek için Xiren ve diğer kızlar sedirin üzerine bir masa daha koyup, yere sandalyeleri dizdiler. Baoyu ve diğer misafirler sedirin üzerinde yerlerini alırlarken; yedi hizmetçi ve Fangguan ev sahibi olarak yere dizilen sandalyelerde oturdular, her biri masalardan birine uzanabiliyordu.

“Kuzen Lin oraya, paravanın yanına otursun.” dedi Baoyu, misafirler hâlâ sedire yerleşmeye çalışırlarken. “Orada üşümez.”

Daiyu için yastıklardan bir yer hazırlattı ve kız masadan epey uzak olsa da rahat bir şekilde arkasına yaslanıp oturdu. Oradan karşısındaki Baochai, Li Wan ve Tanchun’e takıldı.

“Hizmetkârların geceleri içki içip kumar oynamalarına söylenip duruyordunuz ama şimdi biz de aynı şeyi yapıyoruz. Bir daha bunun için onlara kızacak yüzünüz olacak mı?”

“Önemli değil.” dedi Li Wan, gülerek. “Biz bunu sadece yaş günleri ya da bayramlarda yapıyoruz, her gece değil ki!”

O sırada Qingwen bambudan silindir bir kutuda, bir dizi, fildişi kart getirdi. Her birinin üzerinde farklı bir çiçek resmi vardı. Kutuyu iyice salladıktan sonra masalardan birinin ortasına koydu. Sonra dört zar alıp kutuya attı, kutuyu sallayıp kapağı açtı. Zarların üst yüzlerindeki noktaların toplamı beş ediyordu. Kendisinden başlayıp saat yönünde ileri doğru gidince beşinci kişi Baochai’di.

“Önce ben çekiyorum demek.” dedi Baochai. “Bakalım ne gelecek.”

Silindir kutuyu tekrar sallayıp içinden bir kart aldı. Diğerleri uzanıp baktılar. Şakayık resminin altında kocaman kırmızı harflerle “Bahçenin Kraliçesi” yazıyordu. Hemen onun altında da daha küçük siyah harflerle, Tang şairi Luo Yin’in bir dizesi vardı.

Kalpsiz olsa da cazibesi var.

Kâğıdın arka tarafında bu kartı çeken kişi ve diğerleri için talimatlar yazılıydı.

“Herkes senin şerefine bir kadeh içki içecek. Sen diğer bütün çiçeklerden daha üstün olduğundan, herkesin seni eğlendirmek için bir şiir okumasını, bir fıkra anlatmasını ya da bir şarkı söylemesini isteyebilirsin.”

Diğerleri buna çok güldüler.

“Şakayık sana çok uyuyor. Ne çok seçenek var!”

Herkes bir kadeh şarap içtikten sonra Baochai de biraz içti ve Fangguan’ın kendisi için bir şarkı söylemesini istedi.

“O zaman herkes kadehindekini bitirsin.” dedi Fangguan.

Hepsi dediğini yapınca, Yaş Günü Görkemle Kutlanıyor şarkısını söylemeye başladı.

“Dur, dur!” diye itiraz ettiler diğerleri. “Gecenin bu saatinde yaş günü şarkısı istemiyoruz. Güzel bir şey söyle.”

Fangguan bu sefer bütün performansını sergileyerek Çiçeklerin Tadını Çıkarma Mevsimi’ni söylemeye başladı.

 
Anka tüyünden minik yeşil süpürgemle,
Cennetin kapısında duruyorum;
Dökülmüş çiçekler her yere,
Yavaş yavaş süpürüyorum.
Ah birden coşuyor rüzgâr,
Bulutların altında dönüyor tozlar,
Döne döne havalanıyorlar.
Cenneti süpürmek sanki,
Sıradan bir dünyevi iş gibi…
 

Bu arada Baoyu aynı kartı eline almış, ön yüzünde yazan satırı kendi kendisine “Kalpsiz olsa da cazibesi var.” diye mırıldanıyor; Fangguan şarkısını söylerken, düşünceli bir şekilde gözlerini dikip ona bakıyordu. Xiangyun sabırsızca kartı elinden çekip aldı ve Baochai’e geri verdi. Baochai zarları attı. On altı. Bu sefer sayarak masada bir tur döndü ve yanındaki Tanchun’de durdu.

“Acaba ne çıkacak.” dedi Tanchun. Ve uzanıp bir kart çekti. Karta bakınca kızarıp, utangaç bir gülümsemeyle masaya fırlattı.

“Bu oyunu oynamamalıydık!” dedi. “Erkeklerin dışarıda oynayabilecekleri bir oyun bu. Bir sürü uygunsuz şeyle dolu.”

Herkes çok şaşırdı; sonunda Xiren kartı alıp herkesin göreceği şekilde uzattı. Resimde bir dal badem çiçeği vardı, başlığında da kırmızı harflerle “Cennetin Peri Çiçeği” altında da Gao Chan’den bir dize yazıyordu.

Kayısı ağaçları güneşin kırmızı çiçekli zeminini oluşturuyor.

Sonra da Tanchun’ü utandıran cümle geliyordu.

“Tebrikler! Soylu biriyle evleneceksin. Orada bulunanlar sana bir kadeh şarap ikram etsin, kendi şerefine iç.”

Herkes bu sözlere kahkahalarla güldü.

“Neye bozuldun sen? Biz kızların gülmesi için içlerinde böyle birkaç cümlenin olduğu doğru tabii ama hiçbir zararı yok ki! Bu kehanetin nesi kötü? Ailede zaten bir kraliyet odalığı var, neden bir tane daha olmasın? Tebrikler!”

Evliliğin şerefine kadehlerini kaldırdılar. Tanchun içmeyi reddetti ama Xiangyun, Xiangling ve Li Wan onu tutup zorla içirdiler. Yine de bu oyunu bırakıp başka bir şey oynamaları konusunda ısrar etti. Xiangyun onun elini tuttu, zar kutusunu parmaklarının arasına sıkıştırdı ve zar atmaya zorladı. On dokuz. Bu seferki rakam oradakilerin sayısından fazlaydı, ikinci tur dönünce Li Wan’e sıra geldi. Li Wan silindir kutuyu sallayıp bir kart çekti. Çıkan şeyi görünce güldü.

“Çok iyi! Hepiniz şuna bakın! Çok güzel bir şey!”

Kışın açan bir erik çiçeği gördüler, başlığında “Kar Güzeli” altında da Wang Qi’nin bir dizesi yazıyordu.

Kulübenin çitlerinde görülmeden çiçek açmaktan memnun.

Kartın arkasındaki talimat da şöyleydi: “Bir kadeh şarap iç. Senden sonraki oyuncu zarı atsın.”

“Çok güzel, değil mi?” dedi Li Wan. “Ben arkama yaslanıp şarabımı içerken siz zar atacaksınız.”

Kadehindekini bitirip zarları Daiyu’ye verdi. On sekiz çıkınca sıra Xiangyun’e geldi.

“Ha, ha!” dedi Xiangyun, kollarını sıvayarak. Elini uzatıp bir kart çekti. Ötekiler ne çektiğine baktılar. Yaban elması resminin altında “Tatlı Sarhoş Rüyası” yazıyordu ve Su Dongpo’dan bir alıntı vardı.

Gecenin geç saatlerinde çiçek uykuya dalar.

“ ‘Gecenin geç saatlerinde’ yerine ‘taştan bank üzerinde’ olmalıydı.” diye dalga geçti Daiyu.

Herkes o gün Xiangyun’ün sarhoş olup taş üzerinde yatışını hatırlayarak güldü ama Xiangyun hiç üstüne alınmadan gülümseyerek Baoyu’nün rafındaki oyuncak tekneyi gösterdi.

“Saçmalamayı bırak da şu tekneye binip eve git, olur mu?” dedi.

Kahkahalar arasında talimata baktılar.

“Sen tatlı bir sarhoş rüyasına daldığın için, artık içemezsin. İki yanında oturan oyuncular birer kadeh içsinler.”

“Buda aşkına! Ne kadar da düşünceli bir kart!” dedi Xiangyun ellerini çırparak.

İki yanında Daiyu ile Baoyu olduğundan ötekiler onların kadehlerini doldurdular. Baoyu yarısını içip kadehini Fangguan’a verdi; o da bir dikişte hepsini bitirdi. Daiyu birisiyle konuşuyormuş gibi yaparak kadehindekini tükürük hokkasına boşalttı. Xiangyun zarları aldı. Bu sefer toplam dokuz ediyordu, sıra Sheyue’deydi. Çektiği kartta gül resmi, altında “Yaz Güzeli” yazısı vardı. Dize ise Wang Qi’ye aitti.

Gül açtığında ilkbahar çiçekleri solar.

Gelelim talimatlara:

“Oradaki herkes ilkbaharın gidişi anısına üçer kadeh içecek.”

“Ne diyor?” diye sordu Sheyue.

Baoyu kaşlarını çatıp kartı sakladı.

“Hepimiz bir şeyler içeceğiz.” dedi.

Üçer kadeh içmek yerine üçer yudum içtiler. Sheyue’nin attığı zarlar on dokuz ediyordu, sıra Xiangling’deydi. Çektiği karttaki resimde bir sap üzerinde iki tane mor çiçek ve “çift güzellik iyi talihi müjdeliyor” başlığı vardı; Zhu Shuzhen’in dizesi de Tek bir sapta çifte çiçek açıyor, diyordu. Talimat şöyleydi: ‘Bu çiçek sana şans getiriyor. Tebrikler! Oradakiler sana üç kadeh şarap ikram etsinler; kendileri de senin sağlığına birer kadeh içsinler.’

Xiangling altı attı. Daiyu kart çekecekti.

“Başka güzel bir şey kaldı mı acaba?” diye düşündü Daiyu, kart kutusuna uzanırken. “Kaldıysa umarım ben çekerim.”

Çektiği karta baktı. Amber çiçeğiydi. Başlık “Sonbahar Matemcisi”, Ouyang Xiu’nun dizesi, Doğu rüzgârının değil senin suçun ve talimat da “Sen bir kadeh şarap iç, Şakayık da seninle içsin” diyordu.

Diğerleri güldüler.

“Ne güzel, değil mi? Tam ona uygun bir çiçek!”

Daiyu de memnun görünüyordu. Baochai ile birer kadeh içerlerken, zarları attı. Yirmi. Yani Xiren kart çekecekti. Üzerindeki çiçek bir dal şeftali çiçeğiydi, başlıkta “Balıkçının Kayıp Cenneti” yazıyordu. Xie Fangde’nın dizesi Şeftali kırmızı çiçek açınca bir ilkbahar daha gelir; talimat ise “Badem ve yaşıtın olan, seninle aynı gün doğmuş, aynı soyadını taşıyan birileri birer kadeh içsinler.” diyordu.

“Çok ilginç!” dediler diğerleri, gülerek ve hemen kimin bu kategoriye girdiğini hesaplamaya başladılar. Xiangling, Qingwen ve Baochai’in Xiren’le aynı yaşta olduğu, Daiyu’nün de onunla aynı gün doğduğu ortaya çıktı ama aynı soyadına sahip kimse yoktu. Sonra Fangguan kendi soyadının tıpkı Xiren gibi “Hua” olduğunu ve bir kadeh içmeye hak kazandığını iddia etti.

Diğerleri kadehlerini doldururlarken, Daiyu muzipçe Tanchun’e baktı.

“Hem badem hem de kraliyet evliliği yapacak biri olarak sen başla.” dedi.

“Saçmalama!” diye çıkıştı Tanchun. Sonra Li Wan’e dönüp, “Bana bir iyilik yapıp şuna bir tane patlatır mısın?” dedi.

“Ah bu çok zor görünüyor!” dedi Li Wan. “Hem soylu bir kocayla evlenemiyor hem de ona vurmamı istiyorsun, öyle mi? Yapamam!”

Herkes buna güldü. Xiren zarları atarken dış kapıdan birisinin seslendiğini duydular. Yaşlı kadınlardan biri kim diye bakmaya gitti, geri gelince Xue teyzenin dairesinden birilerinin Daiyu’yü almaya geldiklerini söyledi.

“Saat kaç?” diye sordular yaşlı kadına.

“İkinci saati çoktan geçti.” dedi kadın. “Bir süre önce on biri vurdu.”

 

Baoyu o kadar geç olduğuna inanamayıp saatini istedi. Bakınca gerçekten de on biri yirmi beş geçtiğini gördü. Daiyu gitmek üzere kalktı.

“Zaten daha fazla kalamam.” dedi. “Dönünce ilaç içmem lazım.”

“Belki de artık dağılsak iyi olur.” dediler diğerleri de.

Xiren ve Baoyu onları vazgeçirmeye çalıştılar ama Li Wan ve Tanchun kararlıydı.

“Çok geç oldu. Bir gün için yeterince kuralı ihlal ettik zaten.”

“Pekâlâ.” dedi Xiren. “Son bir kadeh daha içelim o zaman. Sonra gidersiniz.”

Qingwen küçük hizmetçilerden birinin yardımıyla kadehleri doldurmaya başladı. Ötekiler içkilerini içtikten sonra fenerlerin yakılmasını söylediler. Her şey hazır olunca Xiren ve diğer hizmetçiler, İçe İşleyen Koku Kameriyesi’ne kadar onları geçirdiler. Sonra kapıları kilitleyip bir süre daha oyun oynadılar. Xiren büyükçe kadehlere şarap doldurdu, kocaman bir tabağa yiyeceklerden seçip koydu, bu akşam görev başında olan yaşlı kadınlara ikram etti.

O saate kadar artık herkes hafif sarhoş olmaya başlamıştı. Sonra parmak tahmini oyunu oynayıp şarkı söylediler. Saat ikiye doğru, genç hizmetçilerin gizlice verdikleri şarapları da içen yaşlı kadınlar, dokuz litrelik şarap kaynağının dibini buldular. Hiç şarap kalmadığını duyan genç hizmetçiler ortalığı temizleyip, bulaşıkları yıkayarak yatmaya hazırlandılar.

Çok içmekten yanakları kızaran, gözleri tuhaf bir şekilde parlayan Fangguan hareket edemeyecek hâldeydi. Xiren’in omuzuna dayanıp kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı.

“Ah, Xiren! Kalbim hızla çarpıyor!”

Xiren güldü.

“O kadar içmemeliydin!” dedi.

Chunyan ve Sier uzun zaman önce pes edip sedirde uyuyakalmışlardı. Qingwen boşuna uyandırmaya çalışıyordu onları. Baoyu onu durdurdu.

“Rahat bırak. Bir kere hepimiz burada uyusak bir şey olmaz!”

Kendisi de onları örnek alıp, başını çiçek yaprağı doldurulmuş, ipek yastığa koydu, yan dönerek anında uykuya daldı.

Xiren, Fangguan’ın çok sarhoş olduğunu anladı. En ufak bir hareketin onu hasta etmesinden korkup, çok yavaşça yerinden kaldırarak sedirin üzerine, Baoyu’nün yanına yatırdı. Kendisi de karşısındaki kanepeye uzandı. Üzerlerine büyük bir kayıtsızlık çöktü ve sabaha kadar mışıl mışıl uyudular.

Xiren gözlerini açtığında hava aydınlanmıştı.

“Ah, çok geç olmuş!” dedi.

Kafasını kaldırıp karşısındaki sedire baktı. Fangguan, başı sedirin yüksek kenarına dayalı şekilde uyuyordu hâlâ. Xiren hemen kalkıp onu uyandırmaya gitti. Sesine uyanan Baoyu doğrulup neşeyle etrafına bakındı.

“Geç olmuş!” dedi ve Fangguan’ı dürttü.

Uyanan Fangguan da yarı uykulu bir hâlde oturdu.

“Kendinden utanmalısın!” dedi Xiren, gülerek. “Nerede uyuduğuna bir bak! Uyuyacağın yeri seçemeyecek kadar sarhoştun herhâlde.”

Fangguan etrafına bakındı ve geceyi Baoyu’nün yanında geçirdiğini anladı. Mahcup bir gülümsemeyle hemen sedirden kalktı.

“Hiçbir şey hatırlamıyorum! Nasıl olur?” dedi.

“Ben de öyle.” dedi Baoyu, gülerek. “Bilseydim yüzüne mürekkep sürerdim!”

Hizmetçiler sabah hazırlıkları için leğenleri ve diğer şeyleri getirdiler.

“Dün geceki parti için hepinize çok teşekkür ederim.” dedi Baoyu. “Bu akşam bir parti daha vereceğiz, bu sefer siz benim misafirim olacaksınız.”

“Yo!” dedi Xiren. “Tekrar mı? Eğer bu akşam da curcuna yaparsak insanlar söylenmeye başlarlar.”

“Olsun.” dedi Baoyu. “Sadece iki kere. Dün gece dokuz litre şarabı bitirdiğimize göre gayet iyi içicileriz! Her şey güzelleşmeye başlamıştı, bir baktık şarap bitmiş.”

“Zaten güzel olan da o tarafı!” dedi Xiren. “Eğlence doruktayken partiye son vermek, herkes tükenene kadar devam etmekten çok daha iyidir. Dün gece herkes formundaydı. Yanlış hatırlamıyorsam Qingwen çekingenliğini bırakıp şarkı bile söyledi.”

“Unuttun mu yoksa, sevgili kardeşim?” dedi Sier. “Sen de söyledin. Hatta hepimiz söyledik.”

Bütün hizmetçiler bunu hatırlayıp kontrol edilemez bir şekilde kıkır kıkır gülmeye başladılar; kızaran yüzlerini elleriyle kapattılar. Onlar böyle gülerken Pinger geldi. Önceki gün partiye katılan herkesi bu sefer kendisi davet etmeye gelmişti.

“Hiçbir bahane kabul etmiyorum!” dedi. “Hepinizin gelmesini bekliyorum.”

Onu buyur ettiler ve hemen birisi çay getirdi.

“Dün gece burada olmaması çok kötü!” dedi Qingwen.

Pinger hemen kulak kabarttı.

“Neden? Dün gece ne oldu ki?” dedi.

“Sana söylemeli miyiz bilemiyorum.” dedi Xiren. “Ama şu kadarını söyleyeyim, çok güzel zaman geçirdik. Büyük hanımefendinin eğlenceleri bile onun yanında hafif kalır. Dokuz litre şarabı bitirdik. Öyle çok içmişiz ki çekingenliğimizi unutup saat ikiye kadar şarkılar söyledik. Sonra üzerimizdeki kıyafetlerimizle olduğumuz yerde uyumuşuz.”

“Aman ne güzel!” dedi Pinger, sahte bir öfkeyle. “Gelip benden şarap istediniz ama beni partiye davet etmediniz, şimdi utanmadan çok eğlendiğinizi söylüyorsunuz. Gerçekten çok sinirlendim.”

“Bu akşam da o bir parti veriyor.” dedi Qingwen. “Kesinlikle seni davet edecektir. Biraz bekle, çağırmaya gelir.”

“O mu? Kimmiş o?” diye sordu Pinger.

Qingwen ona vuracakmış gibi yapıp, gülerek, “Bu keskin kulaklar ne işe yarıyor?” dedi.

“Burada durup sizinle gevezelik edecek zamanım yok benim!”

dedi Pinger. “Bir sürü işim var. Her şey hazır olunca birisini gönderip sizi çağırırım. Hepiniz gelin, yoksa ordumu gönderip zorla getirtirim!”

Baoyu ve hizmetçiler kalması için ısrar ettiler ama o yola koyulmuştu bile.

Baoyu yarım kalan sabah tuvaletini tamamladı ve çayını içmeye başladı. İlk yudumunu alırken, mürekkep taşının altındaki kâğıt parçasına gözü takıldı.

“Benim mürekkep taşımı kâğıt ağırlığı olarak kullanmanız hiç hoş bir şey değil.” dedi.

Xiren ve Qingwen hemen savunmaya geçtiler.

“Ah canım! Bu sefer ne yaptık acaba?”

Baoyu söz konusu kâğıdı işaret etti.

“Şu kâğıda baksanıza. Herhâlde birisi el işi kalıbını kaldırmayı unutmuş.”

Qingwen mürekkep taşını kaldırıp kâğıdı aldı. Nakış kalıbı değil, yazıydı. Kâğıdı Baoyu’ye verdi. Pembe, desenli bir mektup kâğıdıydı. Ortasında alt alta şöyle yazıyordu:

“Yaş gününüzü saygıyla kutluyorum, Eşiğin Ötesindeki Kişi, Miaoyu.”

“Bu notu kim getirdi?” diye sordu Baoyu, heyecanla ayağa fırlayarak.

Baoyu’nün durumunu gören Xiren ve Qingwen, notun çok önemli birisinden geldiğini düşünerek soruşturmaya başladılar.

“Dün bu kartı kim kabul etti?” diye sordular bir ağızdan.

“Ben.” diyerek içeri daldı Sier. “Miaoyu’den geldi. Kendisi getirmedi, yaşlı kadınlarla gönderdi. Burada bir yere koymuştum. Size söyleyecektim ama dün gece o kadar içince unutmuşum.”

“Bu kadar büyütünce biz de önemli birisinden geldiğini sandık.” dediler bunu duyan kızlar. “Bunda abartacak ne var?”

Ama belli ki Baoyu hiç de öyle düşünmüyordu.

“Bana bir parça kâğıt getirin.” dedi ve aynı heyecanla mürekkep öğütmeye başladı. İşini bitirir bitirmez, yazı için hazır bekleyen bir fırçayla temiz bir kâğıdın başına oturdu ama nasıl başlayacağını bilemedi. “Eşiğin Ötesindeki Kişi” için en uygun ifade neydi? Uzun bir süre düşündü ama hiçbir ilham gelmedi.

“Baochai’e sormanın bir faydası yok.” diye düşündü. “Miaoyu’yü eleştirip, ne kadar ‘hayalperest’ olduğundan başka bir şey söylemez. En iyisi Daiyu’ye sorayım.”

Miaoyu’nün notunu tuniğinin koluna yerleştirip Bambu Evi’ne doğru yola çıktı. İçe İşleyen Koku Köprüsü’ne geldiğinde, kararlı adımlarla telaş içinde karşıdan gelen Xing Xiuyan’i gördü.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu kıza.

“Miaoyu ile konuşmaya.”

Baoyu çok şaşırdı.

“Miaoyu çok soğuk ve sıra dışı biri. Herkesi küçümsüyor, geçinebileceği çok az kişi var. Seni sevdiğine göre, bizim gibi kaba saba değilsin demektir.” dedi.

“Beni sevip sevmediğini bilmiyorum.” dedi Xiuyan. “Ama onunla on yıl komşuyduk. Sarmal Tütsü Tapınağı’nda rahibelik öğrencisiyken, oradan yalnızca bir duvarla ayrılan bir odada yaşıyorduk. Ailem bir ev sahibi olamayacak kadar fakirdi, on yıl tapınağın kiralık odasında kaldık. Yapacak bir işim olmadığında, rahibelerin avlusuna girer Miaoyu ile zaman geçirirdim. Bana okuma yazmayı o öğretti. Aslında, bildiğim her şeyi ona borçluyum. Yani o benim sadece kötü gün dostum değil, aynı zamanda öğretmenim. Ailem sizin cömertliğinize sığınmak için buraya geldiğinde, Miaoyu’nün de kendisine burada bir yuva bulduğunu öğrendik. Belli ki burasının, tuhaflıklarının hoş görüleceği ve ona eziyet etme gücü olanların tacizlerinden korunabileceği bir yer olduğunu düşünmüş. Sanki kaderlerimiz birbirine bağlanmış gibiydi. Onu görmeye gittiğimde benimle olan arkadaşlığının hiç değişmediğini anlayınca çok sevindim. Hatta bana karşı öncekinden çok daha iyi.”