Şakarim

Tekst
Loe katkendit
Märgi loetuks
Kuidas lugeda raamatut pärast ostmist
  • Lugemine ainult LitRes “Loe!”
Šrift:Väiksem АаSuurem Aa

İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇ DURUM YASASI VE MANEVÎ GEZİNTİ

HAYAL AKININDA VE HAYAT LABİRENTİNDE

Nahiye müdürlüğü görevinin üçüncü yılındaydı. Şakarim birden görevinden ayrılmanın üzücü olduğunu düşünmeye başladı.

İlk zamanlarda o nerdeyse her ciddi konuyu Abay’a veya diğer amcası olan İskak’a danışıyordu, fakat zamanla yükümlülüklerini benimsedi, mevsimlik göçleri son derece zekice planlamaya başladı. İdareden memnun olmayanların sayısı eskisi gibi azalmıştı ama bazı aile reisleri bildikleri gibi hareket etmeye çalışıyor, yandaşlarını hayvan hırsızlığına teşvik ediyorlardı, fakat Şakarim’in ağırbaşlılığı, özel belagati ve samimiyeti olumlu etki gösteriyor ve genellikle yaşlıları dediğini kabul etme konusunda ikna etmeyi başarıyordu.

Görevinin en zor yanı vergi toplamaktı. Bu işi o ısrarla oba başçavuşlarına yüklüyordu. Buna sebep sadece çadır vergisini ödemeyi reddedip onu toplamaya gelenleri ellerinde sopayla karşılayan bazı kızgın bozkır sakinlerinin davranışları değildi. Zaten çok az hayvanı olan fakir ailelerden bir de vergi talep etmek Şakarim’e dayanılmaz geliyordu, ancak ilçe başkanlığına tüm raporları kendisi veriyordu. Bazen ilçe başkanının nahiyeye gelerek polis komiserleri eşliğinde obaları dolaştığı oluyordu, fakat senede bir defa Şakarim, Semipalatinsk’teki ilçe ofisini ziyaret etmek zorundaydı.

Başkanlık karşısında o kendisini onurlu tutuyor, laf kalabalığı yapmadan Rusça anladığını da sergileyerek net raporlar veriyordu. Memurlar onun çevik zekâsını fark ediyor, vergi hesaplarıyla alakalı olmayan sorularını da cevaplayarak onunla dostane sohbetler yapıyorlardı. Bazen Şakarim onlara Rusya’da meydana gelip de yankıları bozkıra kadar ulaşan şehircililerin sohbet konusuna dönüşen bazı olaylarla ilgili de sorular sorabiliyordu.

Raporla ilgili işlemler her şeyden önce Şakarim’in sakin ve ılımlı mizacı sayesinde güzel geçiyordu. Halk içinde genç nahiye müdürü yönetiminin adaletli olduğu kabul ediliyor, herkes Şakarim’i zeki ve yetenekli idareci olarak görüyordu. İki yıl içinde o daha önce eksikliğini hissettiği saygınlığı da kazanabildi. Bir de onun aklıselim kişiliğine pek de uygun olmayan bir şey oldu. Şakarim âşık oldu.

Genelde o eve kapanır, ilkbaharda ise nahiyenin uzak çiftliklerini denetime çıkardı. Bir keresinde o geceyi bir Nogay obasında geçirmek zorunda kaldı. Tobıktı Uruğu mensupları Kazak bozkırlarına Kazan’dan gelen Tatar (Nogay) asıllı İskak tarafından temeli atılmış obayı bu şekilde adlandırıyorlardı. Kunanbay, Tatar göçmenden hoşlandı ve onu himayesi altına alarak ona otlak olarak kullanabileceği yerler verdi. İskak, küçük kardeşi Mahmut’u da bozkıra taşıdı. Onlar çok çabuk zenginleşti, obaları bile “zenginler obası” olarak tanınıyordu. Mahmut’un büyük ailesi Kazak ortamına uyum sağladı ve Şıngıstav’da artık “yerli” sayılmaya başladı. Aile reisi oluşmuş her türlü sorunu çözmeye yardımcı olduğu Kunanbay’la iyi ilişkiler sürdürüyordu.

Şakarim’i de hayat tecrübesi olan Mahmut, büyük hürmetle karşıladı. Onu başköşeye oturtarak onuruna koyun kesti. Nogay obasının kızları güzellikleriyle meşhurdu. Muhtar Avezov da “Abay Yolu adlı romanında 1892’de Abay’la Dilda’nın sevgili oğulları Abdrahman’ın (Abiş’in) evlendiği Mahmut’un torunu Magrifa’nın çekiciliğini anlatabilmek için birçok kayda değer sanat üslubu kullanmıştır.

Şakarim de bu güzellere kayıtsız kalamadı. Onu Mahmut’un oğlu Ibıray’ın büyük kızı, on yedi yaşındaki Ayganşa’nın güzelliği hayretler içinde bıraktı. Güzel, mevzun endamlı kız, annesine misafir karşılamaya yardım ediyordu. Şakarim gözlerini ondan alamıyor, bundan böyle sihirli rüyadan gelmiş gibi görünen bu kız olmadan yaşayamayacağını hissediyordu. Onunla konuşmayı çok arzuluyordu. Misafirin torununa olan ilgisi aile reisinin gözünden kaçmadı. Mahmut, evli erkeklerin sevdasını hoş karşılamadığını net bir şekilde belirtti. Nogay boyunda birkaç kadınla evlenen kimse yoktu, bu yüzden o, üçer eşe sahip olan Kazak zenginleriyle ilgili şakayı bile yersiz buluyordu.

Şakarim ertesi gün, Ayganşa’yla yüz yüze konuşma imkânı bulabildi. Sohbet Şakarim’in kıza olan hayranlığını daha da arttırdı. Genç adam kızın güzelliği karşısında büyülendi ve onun etrafa yayılan iyiliğini görüp ruhları arasındaki yakınlığın göklerde önceden belirlendiği düşüncesine kapıldı. Şakarim’e bu kızı daha görmeden seviyormuş gibi gelmeye başladı, fakat Ayganşa, annesiyle babasının karşı olması nedeniyle onunla görüşemeyeceğini açık açık söyledi.

Şakarim aynı gün içerisinde Nogay obasından ayrıldı ve daha yeni hissettiğini düşündüğü gerçek mutluluktan mahrum kalacağı düşüncesi bile onu üzmeye yetiyordu. Eşi Mauen’in sitem dolu bakışı geliyordu gözlerinin önüne. Ona ne demeli, bundan sonra nasıl yaşamalı? Çok eşlilik geleneğini uygulama imkânı var mıdır? Ataları dört eşe kadar alabiliyordu, fakat onların aile uyumunu ne şekilde sağladığı (veya ailede uyumun olup olmadığı) konusu onun için bir bilmeceydi. Gerçi ailedeki ilişkilerin yüzeysel tarafından Şakarim haberdardı.

Kendi akrabalarından hiç kimse onun ikinci defa evlenmesine herhalde karşı çıkmayacaktır, fakat bunu zeki ve samimi hayat arkadaşı Mauen’e nasıl söyleyecekti? O “tokal”a, yani “ikinci eş”e nasıl davranacaktı? Ayganşa’nın akrabaları nasıl ikna edilirdi? Onu tekrar görüp göremeyeceğini Şakarim bilmiyordu, fakat gerçek mutluluğa ancak onunla ulaşabileceğini hissediyordu. İnsanın gençliğinde sevdikleriyle birlikte olamaması en korkunç şeydi, ancak kısa bir süre sonra özgür bozkır rüzgârı, ruh dinçliğini alışılmış hale getirdi. Şakarim’in kafasındaki sis de dağıldı. Güneş, oklarını yakındaki tepelere çevirerek batmaya hazırlanıyordu. Şakarim başını kaldırıp doğduğu Şıngıstav’a baktı. Kayalar tıpkı pırlanta gibi parlıyordu. “Bu dünyada niçin yaşıyorum? Sadece doğduğum ve yaşamak zorunda olduğum için mi? Fakat sevmeden, sevdiğine ulaşamadan nasıl yaşanır?” diye soruyordu o etraftaki tepelere.

Çayır kuşunun gökteki ötüşü, kanat çırpan altın kartalın acı sesi doğada sürmekte olan yaşamı hatırlattı. Güneş, sevinçli bir şekilde dünyanın sonsuzluğunu anlatıyordu. Sağda kalan tepe kızılımsı sırtını onun ışınlarına dayamıştı. Öndeki derenin yanında rüzgâr eşliğinde kırmızı yapraklarıyla neşeyle hışırdayan ufak bir orman göründü. Onun coşkunluğu, kendisini artık mutsuz hissetmeyen Şakarim’e geçti. Sadece bir haftalık veya bir aylık bir zamana ihtiyaç vardı ve çözüm mutlaka bulunacaktı.

Kafasında ansızın karşısına çıkan Tatar güzeli ile ilgili mısralar oluşuyordu. Bu, siyah badem gözlerin büyülediği ve gönlünü çaldığı lirik kahramanın duyduğu heyecanı, güneşinse sevgilinin güzelliği karşısında mahcubiyet duyup gözden tamamen kaybolduğunu anlatan oldukça uzun bir şiirdir:

 
Sen zavallı yüreksin, ateş gibi yanıyorsun,
Fakat ümitlerim boş karanlıktaki dumandır
İrade de, sebatkârlık da, akıl da buharlaştı,
Kalbimde boşluk ve hüzün oluştu.
 
 
Neşeye sebep olmadı gözlerime görünmen
Ve büyülü ağlarda şaşırdım ben.
Sen baktın bana başımı döndürdün,
Artık hayatımı sana feda ederim ben.
 

Halkın nazarında, temiz ve dürüst olan Şakarim’i ikinci kez nahiye müdürü olarak seçtiler.

O dönemde Abay’dan hoşlanmayan bozkır kodamanlarının iftirasıyla açılmış mahkeme davası yüzünden şair dört yıl boyunca Semipalatinsk’e gidip gelmek zorunda kaldı. Şakarim, Semipalatinsk’te zamanının çoğunu daha önce bir okuma odası şeklinde olan ve ilçe idaresinin ek binasında yer alan şehir kütüphanesinde geçiriyordu. Kütüphanenin genişletilmesinde siyasi sürgünler önemli rol oynuyordu. Farklı zamanlarda ceza sürelerini Semipalatinsk’te geçiren Aleksandr Lvoviç Blek, Çernışevski’nin öğrencisi Yevgeniy Petroviç Mihaelis, geleceğin anarşizm düşüncesinin savunucusu ve kuramcısı Apollon Andreyeviç Karelin ve ihtilale meyilli demokrat Nifont İvanoviç Dolgopolov varlıklı insanları hayır işlemeye davet ediyorlardı. Kütüphanenin kurulmasına Semipalatinsk tüccarları Pleşeev’le Habarov, Pavlodar tüccarı Derov ve Krasnodar tüccarı Yudin maddi katkıda bulundular. Kütüphanenin oluşturulmasında siyasi sürgünlere Kolmogorov ve Zemlyanitsın gibi âlimler de yardım ediyordu. Zaten yeni şehir kütüphanesi de 20 Eylül 1883 tarihinde Zemlyanitsın’ın evinde açıldı.

1885 yılının yazında Semipalatinsk kütüphanesini Djordj Kennan adlı Amerikalı gazeteci ziyaret etti. “Sibirya ve Sürgün” adlı kitabında o şöyle yazıyordu:

“Şehrin ortasında içinde ufak antropoloji müzesiyle tüm Rus dergileriyle gazetelerinin yanı sıra oldukça iyi bir kitap koleksiyonunun bulunduğu okuma salonunun yer aldığı sade ahşap bir bina vardır. Böyle bir kitap koleksiyonu aydınları ve onu oluşturanlarla kullananları onurlandırıyor.”

Eski okuma salonunda sadece 274 kitap vardı. Kütüphanenin açıldığı daha ilk seneyse kitap sayısı 750’ye ulaştı. Bunlardan 94’ü felsefe ve sosyoloji, 75’i tarih, 120’si doğa bilimiyle ilgili kitaplar olup 410’u edebi eserdi. Kitaplar 130 kişi tarafından kullanılıyordu. En aktif okuyuculardan biri Abay’dı. Batı ve Rus edebî eserlerini okumak, tahlile dayalı bilimsel araştırma yapmak onun uğraşlarındandı. O, Dreper, Darvin, Bokl ve Spenser’in eserlerini inceliyor, ansiklopedik sözlüklerle danışma kitaplarını okuyordu, fakat en çok ilgisini Rus edebiyatı çekiyordu.

Şehir kütüphanesi sayesinde Abay’la Şakarim sürgün Ruslarla tanıştılar. Özellikle de yazları Şıngıstav’a gelip kendilerini ziyaret eden Mihaelis ve Dolgopolov’la arkadaş oldular.

Aralarındaki dostluk hem Kazak şairi Abay’ın, hem sürgün demokrat Mihaelis’in hayatlarında önemli rol oynadı. Onlar kütüphanenin daha ilçe idaresinin ek binasında bulunduğu 1874 yılında tanıştılar. Abay kütüphaneye uğrayıp görevliye sipariş ettiği Lev Tolstoy’un kitabının gelip gelmediğini sormuştu. Masa başında dergi okuyan Mihaelis bunu duyunca çok şaşırırdı ve Tolstoy’la ilgilenen bozkırlıyla tanışmak isterdi. Abay görüş genişliğiyle onu hayretler içinde bırakır. Sohbete dalmış bir şekilde onlar kütüphaneden birlikte çıkarlardı.

 

Mihaelis’in Semipalatinsk’te yaşadığı 1882 yılına kadar arkadaşlar kış mevsimlerinde nerdeyse her gün görüşüyorlardı. Daha sonra Mihaelis, Ust-Kamenogorsk’a taşınınca onlar mektuplaşmaya başladılar. 1893’te Abay, Ust-Kamenogorsk’a gidip birkaç gün Mihaelis’in misafiri oldu. Bu olay daha önceleri Semipalatinsk bölgesinin dışına çıkmamış şair için inanılmazdı.

Yazın Mihaelis Abay’ın yaylasına misafirliğe geliyordu. Onlar Şıngıstav’ın ferahlık ve enginliğinin tadını çıkartıyor, saatlerce sohbet ediyorlardı. Ozanlarla müzisyenleri dinliyorlardı. Akşamları yalnız kalarak kitap okuyorlar, sabahlarıysa okuduklarını tartışıyorlardı. 1881 yılının yazında, nahiye müdürü seçiminden hemen sonra Abay, Şakarim’i Mihaelis’le tanıştırmak üzere yanına çağırdı. Çok kültürlü, zeki ve bilgili Mihaelis genç adamı bilgilendirmek için hemen işe koyuldu. Ona coğrafya, tarih ve matematiğe olan ilgisini sorup okuması için kitaplar önerdi. Ayrıca şehre dönünce bazı kitaplar göndermeye söz verdi.

Ömrünün son günlerine kadar Abay ona çok şey öğreten Rus arkadaşından minnettarlıkla söz ediyordu. Mihaelis ona çok iyi bildiği Rusya’nın demokratik hareket tarihini, Rusya halklarının durum analizini, Belinskiy, Nekrasov, Dobrolyubov, Çernışevskiy, Turgenev ve Pisarev’in eğitimle ilgili fikirlerini öğretmişti. Bunun yanı sıra okunması gereken kitaplar konusunda tavsiyeler vermişti. Daha önceleri eline geçen her kitabı okuyan Abay artık arkadaşının önerisi sayesinde Puşkin, Lermontov, Goethe, Dostoyevski, Saltıkov-Şedrin ve Tolstoy’un eserlerini sistematik bir şekilde okumaya başlar. Birkaç yıl içinde okuduğu Spenser, Darvin ve tarihçi Dre-per’in çalışmalarını Abay öğrencilerine anlatıyor, 1881’den itibaren uğraşmaya başladığı çeviri işini sürdürmek için eserler seçiyordu.

Mihaelis’in göndermeye söz verdiği kitaplar Şakarim’in eline sonbaharda ulaştı. Ona basit gibi görünen bu bilimsel kitaplar ilk başlarda ilgisini çekmedi. Şakarim’in daha sonraları oğlu Ahat’a anlattığı şu olay dikkate değerdir:

Dolgopolov, Mihaelis gibi arkadaşları gelince Abay beni hemen yanına çağırırdı. Ben onlardan çok yararlı bilgiler öğrendim, iyi öğütler aldım. Dolgopolov’la Mihaelis’in sosyoloji bilimiyle ilgili anlattıkları benim için büyük bir dersti ve hâlâ aklımda.”

Münferit grupların çıkar çatışması bir hayli yorucu olsa da Abay’ın da yönlendirmesiyle Şakarim nahiyeyi başarıyla yönetiyordu. O, bozkırdaki olayları dikkatle takip ediyordu, çünkü obalar arasında otlak konusundaki anlaşmazlıklar bazen durduk yere bile çıkabiliyordu. Hayvan hırsızlarıysa birilerinin sürüsünü çalmak için her an fırsat kolluyor gibiydi.

Zıtlıkların doğası hakkında Şakarim sohbet esnasında Abay’ın dile getirdiği fikirlerinden dolayı haberdardı. Söz konusu görüşler “Sözler Kitabı”nda yer almaktadır. Üçüncü Söz’de Abay şöyle diyor:

“Ebeveynler kendi sürülerini çoğalttıktan sonra sürülerle ilgilenme işini çobanlara devredip kendileri doya doya et yiyip, kımız içip, güzellere bakıp, hızlı atları izleyerek bayram havasında yaşamak için durmadan çocuklarının hayvan sürülerinin daha semiz olması için uğraşıyorlar. Bunun sonucunda onların kışlaklarıyla otlakları daralıyor ve onlar nüfuzlarıyla birlikte makamlarını kullanarak, komşularının topraklarını hileyle veya zorla satın alıyorlar. Toprağından olmuş kişiyse kendi komşusunu sıkıştırıyor veya doğduğu yerleri terk etmek zorunda kalıyor. Bu insanlar birbirine iyilik dileyebilir mi? Yoksulların sayısı ne kadar çoksa iş gücü de o kadar ucuzdur. Geçim sıkıntısı çekenlerin sayısı ne kadar çoksa boş kışlakların miktarı da o kadar çoktur. O benim iflas edeceğim zamanı bekliyor, ben onun fakirleşeceği anı bekliyorum. Yavaş yavaş bizim birbirimize olan üstü kapalı antipatimiz açık amansız bir düşmanlığa dönüşüyor ve biz hırslanıyoruz, birbirimizle mahkemelik oluyoruz, gruplara bölünüyoruz, düşmanlarımız karşısında üstünlük elde etmek için nüfuzlu kişileri rüşvet vererek kendi tarafımıza çekiyoruz, mevki için dövüşüyoruz.”

Tüm bunları Şakarim defalarca bilge amcasından duymuştu. Nahiyedeki sorunları çözerek kendisi de tecrübe kazanıyordu. Hizmetinin inceliklerini kavrayınca Şakarim, sınırlı yetkilere sahip nahiye müdürünün göçebe hayatta aslında fazla bir şey değiştiremeyeceğini anladı ve zaman geçtikçe bu görevin kendisine göre olmadığını düşünmeye başladı.

Gerçekten de o dönemde Çarlık idaresi tarafından önerilen yönetim şekli bozkır hayatını geleneksel hukuka göre sürdürmek isteyen çoğu Kazak’ı zorluyordu. İdare, sert bozkır koşullarında güvenli hayatın sağlanması için çok fazla seçenek bırakmıyordu. Üstelik nahiye müdürlüğü görevi vergilerin çileden çıkardığı ve mevsimlik göçlerin geleneksel güzergâha göre yapılmasını engelleyen kuralların öfkelendirdiği Kazak çoğunluğunun tepkisini kazanmaya da neden oluyordu.

Zeki, saygın şahsiyetler gizli lider şeklinde kalmayı tercih ediyorlardı. Nahiye müdürlüğü görevini ise vekiller yürütüyordu. Yönetim gücünün artık eskiden beri bozkırda olduğu gibi şahsi haysiyet ve niteliklerle belirlenmediğini açıkça gören Abay da böyle yapmaya başladı. Kazak kahramanları gibi halkın hoşlanmadığı hanları tahttan indirmek geçmişte kaldı, çünkü artık hanlar seçilmiyordu. Kendi idare yapısını ısrarla tatbik eden Rus yönetimine ise Kazaklarda karşı koyacak güç yoktu.

Bu yüzden de Abay “Sözler Kitabı”nın Kırk Birinci Sözünde şöyle diyordu:

“Kazak’ı eğitmeye, düzeltmeye niyetlenen kimse iki üstünlüğe sahip olmalıdır. Birincisi, büyükleri korkutarak ellerinden çocuklarını alıp farklı bilim alanlarına göre okutmak, ebeveynlerine ise bu eğitimin ücretini ödetmek için büyük mevkie ve nüfuza sahip olmalısınız. Böylece yaşlanan ebeveynlerin işlerini devralacak genç neslin doğru yolda yürüyeceğinden ümit edilebilir.

İkincisi, ebeveynlerden rüşvet karşılığında çocuklarını alarak yukarıda bahsedilen şekilde okutmak için çok zengin olmalısınız.

Fakat kimse günümüz insanlarını korkutacak nüfuza sahip değildir. Tüm ebeveynleri ikna etmeye yetecek kadar zenginlik de kimseye verilmemiştir. Korkutmazsan veya rüşvet vermezsen Kazak’ı herhangi bir konuda ikna etmek imkânsızdır. Babalardan kalarak anne sütüyle geçen cehalet, eti delip geçerek kemiklere kadar ulaşmış ve ondaki insanlığı öldürmüş.

Nasıl yaşanır? Bundan böyle ne yapmalıyız?”

Bozkır yaşamının bu “lanet olası” soruları Şakarim’i rahat bırakmıyordu ve son “Unutulanın Hayatı”nda o, göçebelik dünyası uyumunun neden kaybolduğunu anlamaya çalışarak defalarca nahiye müdürü olduğu döneme dönüş yapıyor. Genellikle Şakarim aile bireyleriyle yakın obalardan gelen misafirlerden oluşan dinleyiciler karşısında açıklıyor düşüncelerini:

 
Benim cahil halkım,
Sen yoksulları sevindirmezsin.
Söz akını, tıpkı sel gibi yükseklerden gelen
        Dökülüyor, kaderleri değiştirmeden.
 
 
Benden daha günahsızlar az değildir
Kara cahiller de, okumuşlar da.
Fakat kaderlerin gizemini onlar
        Bozkır azatlılarına açıklayamaz.
 
 
Yirmi ile kırk arasında
Hayat hep kolay gibi geliyor,
Fakat yıllar geçti boşa…
 

Cahil halk, talihsiz yoksullar ve şairin tutumunu belirten lirik kahraman kader üçgeninde bir araya gelmiş. O kendisini daha temiz, daha bilgililerle kıyaslamıyor, sadece kaderlerin gizemini açıklamak için bir arayış içerisinde bulunuyor. Boşa geçen yıllarsa boşa harcanmış güçler anlamında da kullanılmıştır.

1882 yazının ortasında Şakarim ıstırap verici endişeler içerisinde kendisinin ve yakınlarının hayatını değiştirecek bir karar aldı. Yalana tahammülü olmayan biri olması sebebiyle o, Mauen’den gerçeği daha fazla saklayamıyordu.

İlk önce o Ayganşa’yla görüştü ve anne babasının onu ikinci eş olarak kendisine vermek istemediklerinden dolayı onu kaçıracağını açıkça söyledi. Şaşırmış gözdesinin itirazlarını ise dinlemek bile istemiyordu. Onun sözleri çok tutkulu, çok kesindi. Eve Şakarim büyük bir heyecan içinde döndü. Artık en zor şeyi yapmalıydı, yani Mauen’le konuşmalıydı. Genç adam girdaba kapılmış gibiydi.

Mauen, Şakarim’i seviyordu, fakat onun içinde kocasının aile geleneğine göre ikinci defa evlenebileceği endişesi hep vardı. Artık bir rakibinin olduğunu anlayınca Mauen’in huzurlu hali yerini kalbine kalıcı bir şekilde yerleşen gönül acısına bıraktı. Mauen’in ikinci eşi kabul etmesinin sebebi geleneklerin baskı yaptığı çaresizlikten kaynaklanmıyordu. Kocasını çok iyi tanıdığı için o, itiraz edip kendi istekleri yönünde ısrarlı davrandığı takdirde eşinin kalbini kıracağını, onu mutsuzluğa iteceğini, kendisinin de mutsuz olacağını biliyordu. Bize ulaşan bilgilere göre Mauen, Ayganşa’yı çadırın eşiğinde karşılayıp öptü ve “Hoş geldin, canım!” sözleriyle içeri götürdü. Yani Mauen birlikte yaşamayı kabul etmiş gibiydi, fakat başta annesi olmak üzere kaçırılan kızın akrabaları çok çabuk gelip evi bastılar. Ayganşa’nın annesi feryat ediyor, bağırıyor, kızını geri istiyordu. Tam bu sırada Ayganşa kararlılığını göstererek kesinlikle dönmeyeceğini belirtti. Şakarim ne yapacağını bilmiyordu. Beklenmedik ziyaretçileri misafir çadırına almayı denedi fakat gürültü daha da arttı. Gelenler kavgaya girişiyor, sıkıştırıyordu. Şakarim’in akrabaları mukavemet göstermeye hazır duruyordu.

Obanın ortasındaki kargaşayı görüp dayanamadı Mauen. “Bu kadar rezaleti görmez olaydım!” dedi o ve eşyalarını toplayıp kaldığı çadırı terk etti. Mauen başka bir çadıra yerleşti ve o günden itibaren ayrı yaşadı. Daha uzak bir yere gidemezdi. Bilindiği üzere Kazak toplumunda boşanmak yasaktı.

Ayganşa’nın kararlılığını gören akrabaları bir süre sonra Şakarim’i kadılar mahkemesiyle tehdit ederek elleri boş gitti. Aile reisinin eşlerine iyi imkânlar sağlayabildiği takdirde geleneksel Kazak toplumunda çok eşliliğin psikolojik sorun yaratmadığını düşünmek mümkündür. Aslında sorunlar vardı ve her ailede farklı şekilde çözülüyordu.

Ayganşa’nın kaçırılması kargaşaya sebep oldu. Abay da üzgündü. Şakarim’in eve ikinci eş getirmesinden ötürü değil, bunu yapma şeklinden dolayı üzgündü. Ayganşa’nın dedesi, Şakarim’in Ayganşa’yı dünür düşmeden kaçırdığına öfkelenip sülalenin başı olması sebebiyle şikâyetle Abay’a gitmişti.

Abay hemen yanına Şakarim’i çağırarak ona daha önce Kazak ve Nogay obalarının arasından su sızmadığını, onların sıkı bir ilişki içinde olup birbirine karşı hep saygılı davrandıklarını hatırlattı. Abay’ın çıkardığı hükme göre Şakarim, Nogay Hacının kızını kaçırdığı için elli deveyle beş yaşındaki yirmi atı suç bedeli olarak ödemeliydi. Her şeyi hesaplayan Abay cezanın beş gün içinde ödenmesi gerektiğini belirtti. Kararı çok adaletsiz bulan ve bu duruma şaşıran Şakarim, annesine gitti. O makul düşünmeye çalışıyor, bunun atalardan kalan gelenek olduğunu ifade ederek adalet istediğini söylüyordu:

– Elli deve cinayet için ödenen bedeldir, fakat ben kimseyi öldürmedim. Bu kadar hayvanı niçin vermeliyim? Üstelik benim bu kadar hayvanım yok.

Abay kararından vazgeçmiyordu, çünkü kızın babası adalet talep ediyordu.

Şakarim’in yapabileceği bir şey kalmadı. Tölebike’nin tavsiyesiyle o, varlıklı amcalarından, yani Abay’ın ağabeylerinden at, inek, koyun topladı, onlara kendi hayvanlarından da ekledi ve dört gün sonra Nogay obasına elli deve bedelinde hayvan ve at sürüsü gönderdi.

Gönderilen sürülerin dışında hayat tecrübesi bol olan Abay bir süre sonra Kunanbay sülalesinden bir kızı Nogay obasından bir delikanlıya gelin verdi. Buna karşılık Nogaylar da kendi kızlarını Kazak obasına vermeyi kabul ettiler ve Kazakların ifadesiyle “bin yıllığına dünür oldular.”

Tobıktı toprağında barış sağlanmış oldu, fakat Şakarim’in ailesinde barış hemen hüküm sürmeye başlamadı. Suç bedelinin ödenmesiyle ilgili hikâye Şakarim’in maddi durumunun iyi olmadığını gösteriyor. O, borçlarını ödemek için hayvan sayısının arttırılması yönünde çabalamak zorunda kaldı. Yani Ayganşa’yla evlenme kararında duygulardan başka hiçbir etken yoktu. Şakarim’le Ayganşa aşklarını kaderin darbelerinden koruyabildiler ve Nogay obasındaki ilk görüşmede oluşan o heyecan duygusunu hayatları boyunca yitirmediler. Onların Gafur (Abdulgafur) (1883–1930), Cebrail (bebekken öldü), Kabış (Abdulla) (1887–1932), Ahat (Abdulahad) (1900–1984), Ziyat (1903–1937) adlı beş oğlu ve Külziya (Kampit, erken yaşlarda yaşamını yitirdi), Jakim ve Gülnar (Güllar) (1912–1970) adlı üç kızları oldu.

Olete lõpetanud tasuta lõigu lugemise. Kas soovite edasi lugeda?